speaking words1 Flashcards
affection
affection
i. sevgi, düşkünlük, meyil, eğilim; etkileme; şefkât; hastalık
Examples
Nicholas has a deep affection for Mary.
Nicholas Mary’yi yürekten seviyor.
Nicholas didn’t know how to accept Mary’s love and affection.
Nicholas Mary’nin aşkını ve sevgisini nasıl kabul edeceğini bilmiyordu.
revere
revere
f. büyük saygı duymak, önünde saygı ile eğilmek, tapmak, kutsamak, ululamak
Examples
In Japan, family is also revered and respected, and therefore women also look after the elderly: the grandparents, from both her and her husband’s sides.
Japonya’da aile kutsaldır ve saygı duyulur, dolayısıyla kadınlar, yaşlılara da, hem kendi ailesindeki hem de kocasının ailesindeki büyük anne ve babalara da bakmak durumundadır.
worship
worship
f. tapmak, tapınmak, taparcasına sevmek, ibadet etmek
i. ibadet, tapma, ilahlaştırma, aşırı saygı
Examples That tribe worships its ancestors. O kabile atalarına tapar. Morning worship begins at eleven o'clock. Sabah ibadeti saat on birde başlar.
perky
perky
s. canlı, neşeli, hoppa, arsız, şımarık
Examples
Tom looks perky.
Tom şımarık görünüyor.
divine
divine
f. tahmin etmek, içine doğmak; gaipten haber vermek; kehanette bulunmak; sezmek,
i. ilahiyatçı, rahip, ilahiyat, tanrıbilim
s. tanrısal, ilahi, tanrı’ya adanmış, harika, çok güzel, kutsal
Examples Moses came down from the mountain bearing divine commandments. Musa ilahi emirleri taşıyan dağdan indi. That meal was simply divine. O yemek sadece kutsaldı.
On an average.
On an average.
ortalama olarak
Examples
On an average I go to the movies twice a month.
Ortalama olarak ayda iki kez sinemaya giderim.
He walks seven miles a day on an average.
O, günde ortalama yedi mil yürür.
compassionate
compassionate
s. merhametli, şefkâtli, sevecen
Examples I think Tom is compassionate. Tom'un merhametli olduğunu düşünüyorum. Tom is compassionate. Tom şefkatlidir.
unconditionally
unconditionally
zf. kayıtsız şartsız, mutlâka
Examples
Sovereignty unconditionally belongs to the nation.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
genuinely
genuinely
zf. gerçek olarak, gerçekten
Examples
I have no idea what I did. I genuinely have no idea.
Ne yaptığım hakkında gerçekten hiç bir fikrim yok.
Tom looks genuinely interested.
Tom gerçekten ilgili görünüyor.
devotion
devotion
i. bağlılık, sadakât, düşkünlük, fedakârlık, özveri
kindness
kindness
i. iyilik, lütuf, nezaket, şefkât, iltifat
Examples I really appreciate your kindness. Kibarlığını gerçekten takdir ediyorum. I will never forget your kindness. Ben senin iyiliğini asla unutmayacağım.
benevolent
benevolent
s. yardımsever, hayırsever, iyiliksever, müşfik
pillar
pillar
f. sütunlarla desteklemek
i. direk, dikme, sütun, payanda, destek, en önemli kişi
Examples
He stood motionless, like a pillar of salt.
O bir tuz direği gibi hareketsiz duruyordu.
The five pillars of Islam are belief, worship, fasting, almsgiving, and pilgrimage.
İslam’ın beş şartı; şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmektir.
talented
talented
s. marifetli, yetenekli, hünerli, kabiliyetli
Examples
His wife is quite a talented woman.
Onun karısı oldukça yetenekli bir kadındır.
Nicholas is one of the most talented people I know.
Nicholas tanıdığım en yetenekli insanlardan biridir.
dedicated
dedicated
s. ithaf olunmuş, verilmiş
Examples He dedicated his life to medicine. Hayatını tıpa adadı. His father dedicated his life to science. Babası hayatını bilime adamıştı.
exemplary person
örnek alınacak kişi
punctual
punctual
s. dakik
Examples You can rely upon his being punctual. Onun dakik olmasına güvenebilirsin. She was advised by him to be punctual. Onun dakik olması onun tarafından tavsiye edildi.
possesses a good heart
temiz kalpli
iyi niyetli
Bring up
bring up
çocuk yetiştirme
Examples I was born and brought up in Tokyo. Tokyo'da doğdum ve büyüdüm. I was brought up by my grandmother. Büyük annem tarafından yetiştirildim.
Rely on
rely on
güvenmek, itimat etmek, bel bağlamak, dayanmak
Examples I will help you. You can rely on me. Sana yardım edeceğim. Sözüme inanabilirsin. He relies on his wife financially. Mali bakımdan karısına güveniyor.
admire
admire
f. hayran kalmak, çok beğenmek, takdir etmek, hayran hayran bakmak, hayran olmak
Examples He's the novelist I admire the most. En çok hayran olduğum romancıdır. Nicholas admired Mary for her bravery. Nicholas onun cesareti için Mary'ye hayran.
A bubbly personality
her daim iyimser ve mutlu olan kişi
notify
notify
f. bildirmek, haber vermek, ihtar etmek, tebliğ etmek
Examples Will you notify me after 3 minutes? 3 dakika sonra bana bildirir misin? You should notify the police at once. Derhal polise ihbar etmelisin.
regarding
regarding
ed. gelince, hakkında, dair, ilişkin, konusunda, nazaran
Examples We regard the situation as serious. Duruma ciddi olarak bakıyoruz. I regard crab as a great delicacy. Benim için yengeç muhteşem bir lezzettir.
sovereignty
sovereignty
i. egemenlik, hakimiyet, saltanat, bağımsızlık, yücelik, büyüklük
Examples
Sovereignty unconditionally belongs to the nation.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir
cruel
cruel
s. acımasız, gaddarca, gaddar, hissiz, merhametsiz, zalim, korkunç; zor
Examples
It is cruel to club the seals to death for their fur.
Kürkleri için fokları sopa ile döverek öldürmek zalimliktir.
The boy was cruel to his dog.
Çocuk, köpeğe merhametsiz davranıyordu.
The five pillars of Islam are belief, worship, fasting, almsgiving, and pilgrimage.
İslam’ın beş şartı; şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmektir.
adversary
adversary
i. düşman, rakip, karşı kimse, hasım, muhalif, iblis
i. şeytan
relentless
relentless
s. insafsız, acımasız, merhametsiz
Examples
Now you can see it coming right at us. Just a relentless tide of lava melting the street itself.
Tam üzerimize doğru geldiğini görebilirsiniz şimdi. Sokakta kendi kendine eriyen acımasız bir lava getgiti.
They’re relentless.
Onlar acımasızlar.
vendetta
vendetta
i. kan davası
Examples
It’s like a vendetta now.
O, şimdi bir kan davası gibi.
attach importance to
attach importance to
önem vermek, önemsemek
Examples
He attaches importance to this matter.
O bu konuya önem vermektedir.