book 35 Flashcards
peer
peer
f. dikkatle bakmak, belli belirsiz görünmek, bir parça görünmek
i. emsal, akran, yaşıt, lord
Examples
I rushed to the window, and throwing it up, peered between the bars.
Pencereye koştum ve açarak parmaklıklar arasından dikkatle baktım.
As a teenager, you probably have to deal with peer pressure, but if you want a good future, the best thing you can do is to stay on the right side of the law.
Bir genç olarak muhtemelen yaşıtlarınızdan baskı görmektesiniz, ama eğer iyi bir gelecek istiyorsanız, yasaya uymak yapacağınız en iyi şey olacaktır.
incentive
incentive
i. dürtü, güdü, isteklendirme, teşvik etme, özendirme
s. teşvik edici, harekete geçirici, özendirici
Examples
I’ ve been thinking it over. You know what we need is an incentive programme.
Üstünde düşündüğüm birşey var. Biliyormusun aslında bizim ihtiyaç duyduğumuz şey bir teşvik programı.
If we are to get him to support us, he will need some sort of incentive.
Eğer onun desteğini sağlamak istiyorsak, onu biraz teşvik etmek gerekiyor.”
supposedly
supposedly
z. güya, sözümona: He´s supposedly a great scholar. Güya büyük bir âlim.
Examples
Tom is supposedly very wealthy.
Tom sözüm ona çok zengin.
Even though we’re supposedly in a recession, people are traveling abroad in record numbers this Golden Week holiday.
Sözde bir durgunluk içinde olmamıza rağmen bu Altın Hafta tatilinde rekor sayıda insan yurt dışında seyahat ediyor.
interracial
interracial
s. ırklararası.
end up
end up
bitmek, sonuçlanmak, boylamak, düşmek, olup çıkmak
Examples
She ended up getting married to him.
Sonunda onunla evlendi.
Nicholas ended up marrying Mary after all.
Nicholas sonunda Mary ile evlenmekten vazgeçti.
referred to as
referred to as
olarak anılır
olarak adlandırılır
Examples
2000 krona notes exist but are unusual and are at times referred to as ‘tourist money’ by the local population.
2000 krona banknot var ama ender ve yerel halk tarafından zaman zaman ‘turist parası’ diye anılır.
In Britain a truck is referred to as a lorry.
İngiltere’de ‘truck’ bir ‘lorry’ olarak adlandırılır.
endeavor
endeavor
f. uğraşmak, çabalamak, çaba harcamak, çalışmak, gayret etmek
i. uğraş, gayret, çaba
Examples
I must endeavor to pass the test.
Sınavdan geçer not almak için çaba göstermeliyim.
It is not so impossible, however, that a man should possess all knowledge which is likely to be useful to him in his work, and this I have endeavoured in my case to do.
Fakat, bir adamın muhtemelen ona işinde gerekli olacak bigiye sahip olması çok imkansız değil ve, benim durumumda, yapmaya çalıştığım bu.
gulf
gulf
i. körfez, uçurum, boşluk, girdap, anafor
Examples How do you feel about the Gulf War? Körfez savaşı konusunda ne düşünüyorsun? The 1990s began with the Gulf War. 1990 lar Körfez Savaşı ile başladı.
Advent
Advent
i. gelip çatma, gelme; noel öncesi dört hafta
Examples
The tribe wasn’t delighted about the advent of the peacemaker.
Kabile arabulucunun gelişi hakkında memnun değildi.
aftermath
aftermath
i. , sonuç, akıbet hasattan sonra çıkan otlar
oratory
oratory
i. hatiplik, güzel ve etkili konuşma, küçük tapınak, hitabet
revelatory
revelatory
açiga vurucu
virtue
virtue
i. iffet, namus, erdem, fazilet, meziyet, etki, üstünlük
Examples Humility is the essence of virtue. Alçakgönüllülük erdemin özüdür. Patience is a rare virtue these days. Bugünlerde sabır nadir bir erdemdir.
vigorous
vigorous
s. güçlü, kuvvetli, dinç, zinde, enerjik, gayretli, şiddetli, arsız
Examples
He looks very vigorous considering his age.
Yaşını göz önünde bulundurursak o çok güçlü görünüyor.
My grandmother is still vigorous at 82 years old.
Büyük annem 82 yaşında hala enerjik.
delicacy
delicacy
i. incelik, nezaket, duyarlılık, alçakgönüllülük; hassaslık; zayıflık; nefis yiyecek, leziz lokma
Examples
I regard crab as a great delicacy.
Benim için yengeç muhteşem bir lezzettir.
Blowfish is a delicacy in Japan.
Kirpi balığı Japonya’da nefis bir yiyecektir.
impediment
impediment
i. engel, geciktirme, mani, kekemelik, pelteklik, ayak bağı
menace
menace
f. tehdit etmek, gözdağı vermek
i. tehdit
Examples
In the street, the gaze of desire is furtive or menacing.
Mason Cooley
Caddede, arzu bakışı sinsi yada tehditkardır.
Nancy was filming the scene and recording all the menacing words.
Nancy bütün o sahneyi çekiyor ve bütün tehdit sözlerini kaydediyordu.
subjugate
subjugate
f. maruz bırakmak, boyun eğdirmek, zaptetmek, yenmek
indication
indication
i. gösterme, belirtme, belirti, işaret, bulgu, ölçüm, çıtlatma
Examples
There was no indication that anything was wrong.
Birşeylerin ters gittiğine dair hiçbir işaret yoktu.
His victory at this age in an international competition is a good indication of a bright future.
Uluslararası bir yarışmada bu yaştaki zaferi parlak bir geleceğin iyi bir göstergesidir.
intangible
intangible
i. manevi değer, maddi olmayan aktif
s. elle tutulmaz, soyut, maddi olmayan, manevi, anlaşılmaz