book 35 Flashcards

1
Q

peer

A

peer
f. dikkatle bakmak, belli belirsiz görünmek, bir parça görünmek

i. emsal, akran, yaşıt, lord

Examples
I rushed to the window, and throwing it up, peered between the bars.
Pencereye koştum ve açarak parmaklıklar arasından dikkatle baktım.
As a teenager, you probably have to deal with peer pressure, but if you want a good future, the best thing you can do is to stay on the right side of the law.
Bir genç olarak muhtemelen yaşıtlarınızdan baskı görmektesiniz, ama eğer iyi bir gelecek istiyorsanız, yasaya uymak yapacağınız en iyi şey olacaktır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

incentive

A

incentive
i. dürtü, güdü, isteklendirme, teşvik etme, özendirme

s. teşvik edici, harekete geçirici, özendirici

Examples
I’ ve been thinking it over. You know what we need is an incentive programme.
Üstünde düşündüğüm birşey var. Biliyormusun aslında bizim ihtiyaç duyduğumuz şey bir teşvik programı.
If we are to get him to support us, he will need some sort of incentive.
Eğer onun desteğini sağlamak istiyorsak, onu biraz teşvik etmek gerekiyor.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

supposedly

A

supposedly
z. güya, sözümona: He´s supposedly a great scholar. Güya büyük bir âlim.

Examples
Tom is supposedly very wealthy.
Tom sözüm ona çok zengin.
Even though we’re supposedly in a recession, people are traveling abroad in record numbers this Golden Week holiday.
Sözde bir durgunluk içinde olmamıza rağmen bu Altın Hafta tatilinde rekor sayıda insan yurt dışında seyahat ediyor.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

interracial

A

interracial

s. ırklararası.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

end up

A

end up
bitmek, sonuçlanmak, boylamak, düşmek, olup çıkmak

Examples
She ended up getting married to him.
Sonunda onunla evlendi.
Nicholas ended up marrying Mary after all.
Nicholas sonunda Mary ile evlenmekten vazgeçti.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

referred to as

A

referred to as
olarak anılır
olarak adlandırılır

Examples
2000 krona notes exist but are unusual and are at times referred to as ‘tourist money’ by the local population.
2000 krona banknot var ama ender ve yerel halk tarafından zaman zaman ‘turist parası’ diye anılır.
In Britain a truck is referred to as a lorry.
İngiltere’de ‘truck’ bir ‘lorry’ olarak adlandırılır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

endeavor

A

endeavor
f. uğraşmak, çabalamak, çaba harcamak, çalışmak, gayret etmek

i. uğraş, gayret, çaba

Examples
I must endeavor to pass the test.
Sınavdan geçer not almak için çaba göstermeliyim.
It is not so impossible, however, that a man should possess all knowledge which is likely to be useful to him in his work, and this I have endeavoured in my case to do.
Fakat, bir adamın muhtemelen ona işinde gerekli olacak bigiye sahip olması çok imkansız değil ve, benim durumumda, yapmaya çalıştığım bu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

gulf

A

gulf
i. körfez, uçurum, boşluk, girdap, anafor

Examples
How do you feel about the Gulf War?
Körfez savaşı konusunda ne düşünüyorsun?
The 1990s began with the Gulf War.
1990 lar Körfez Savaşı ile başladı.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

Advent

A

Advent
i. gelip çatma, gelme; noel öncesi dört hafta

Examples
The tribe wasn’t delighted about the advent of the peacemaker.
Kabile arabulucunun gelişi hakkında memnun değildi.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

aftermath

A

aftermath

i. , sonuç, akıbet hasattan sonra çıkan otlar

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

oratory

A

oratory

i. hatiplik, güzel ve etkili konuşma, küçük tapınak, hitabet

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

revelatory

A

revelatory

açiga vurucu

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

virtue

A

virtue
i. iffet, namus, erdem, fazilet, meziyet, etki, üstünlük

Examples
Humility is the essence of virtue.
Alçakgönüllülük erdemin özüdür.
Patience is a rare virtue these days.
Bugünlerde sabır nadir bir erdemdir.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

vigorous

A

vigorous
s. güçlü, kuvvetli, dinç, zinde, enerjik, gayretli, şiddetli, arsız

Examples
He looks very vigorous considering his age.
Yaşını göz önünde bulundurursak o çok güçlü görünüyor.
My grandmother is still vigorous at 82 years old.
Büyük annem 82 yaşında hala enerjik.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

delicacy

A

delicacy
i. incelik, nezaket, duyarlılık, alçakgönüllülük; hassaslık; zayıflık; nefis yiyecek, leziz lokma

Examples
I regard crab as a great delicacy.
Benim için yengeç muhteşem bir lezzettir.
Blowfish is a delicacy in Japan.
Kirpi balığı Japonya’da nefis bir yiyecektir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

impediment

A

impediment

i. engel, geciktirme, mani, kekemelik, pelteklik, ayak bağı

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

menace

A

menace
f. tehdit etmek, gözdağı vermek

i. tehdit

Examples
In the street, the gaze of desire is furtive or menacing.
Mason Cooley
Caddede, arzu bakışı sinsi yada tehditkardır.
Nancy was filming the scene and recording all the menacing words.
Nancy bütün o sahneyi çekiyor ve bütün tehdit sözlerini kaydediyordu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

subjugate

A

subjugate

f. maruz bırakmak, boyun eğdirmek, zaptetmek, yenmek

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

indication

A

indication
i. gösterme, belirtme, belirti, işaret, bulgu, ölçüm, çıtlatma

Examples
There was no indication that anything was wrong.
Birşeylerin ters gittiğine dair hiçbir işaret yoktu.
His victory at this age in an international competition is a good indication of a bright future.
Uluslararası bir yarışmada bu yaştaki zaferi parlak bir geleceğin iyi bir göstergesidir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

intangible

A

intangible
i. manevi değer, maddi olmayan aktif

s. elle tutulmaz, soyut, maddi olmayan, manevi, anlaşılmaz

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

tangible

A

tangible

s. somut, elle tutulur, gerçek, hissedilir, maddi

22
Q

quixotic

A

quixotic
s. don kişot gibi, hayalperest, umutsuzca idealist

Examples
What does quixotic mean exactly?
Hayalperest tam olarak ne anlama gelir?

23
Q

abject

A

abject
s. umutsuz, sefil, rezil, perisan; aşağılık, adi

Examples
And as for me the absence of love is the most abject pain.
Ve benim için sevginin yokluğu en iğrenç, en sefil acıdır.

24
Q

dread

A

dread
f. korkmak, ödü kopmak, ürkmek; korkuyla beklemek; çekinmek

i. korku, dehşet, korkulan şey, ürkütücü şey
s. berbat, iğrenç, kötü

Examples
Nicholas dreads going to work tomorrow.
Nicholas yarın işe gitmeye korkuyor.
Why do you think animals dread fire?
Hayvanların ateşten niçin korktuğunu düşünüyorsunuz?
25
pester
pester f. rahatsız etmek, musallat olmak, belâ olmak Examples And I'm sorry I keep pestering you. Ve üzgüm sana rahatsızlık vermeye devam ediyorum. Sometimes a snake comes, from where I don't know, and pesters the eggs in the nest. Bazen nereden bilmem çıkar bir yılan yuvadaki yumurtalara musallat olur.
26
prevaricate
prevaricate | f. kaçamak cevap vermek, kaçamaklı söz söylemek, yalan söylemek
27
utter
utter f. söylemek, dile getirmek, ifade etmek, telâffuz etmek, açığa vurmak, ses çıkarmak, basmak (çığlık), atmak (çığlık), piyasaya sürmek (sahte para vb.) s. tüm, bütün, tam, kesin, mutlâk, sapına kadar, su katılmadık Examples The Muslims, sitting around. Hudaybiya watched this in utter dismay. There was almost a mutiny. Müslümanlar etrafında oturuyordu.Hudaybiya bunu mutlak bir korku içinde seyrediyordu.Neredeyse bir isyan vardı. It was a complete and utter waste of time. O tam ve mutlak bir zaman kaybıydı.
28
overwrought
overwrought | s. çok çalışmaktan bitkin düşmüş, aşırı heyecanlanmış, sinirleri bozuk, aşırı süslü
29
scarcely
scarcely zf. henüz, ancak, hemen hemen, ucu ucuna, kıtı kıtına, neredeyse hiç Examples Nicholas scarcely ever gets any exercise. Nicholas hemen hemen hiç egzersiz yapmaz. I could scarcely stand on my feet. Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
30
preponderance
preponderance | i. çoğunluk, üstünlük, baskınlık, ağır basma, sayıca fazlalık
31
contempt
contempt i. aşağılama, küçümseme, hor görme, ayıp, hakaret, yüz karası, nefret, iğrenme; mahkemeye itaatsizlik Examples I feel nothing but contempt for such behavior. Böylesine bir davranış için aşağılamaktan başka hiçbir şey hissetmiyorum. He always speaks of the government with contempt. O hükümetten her zaman aşağılayarak bahseder.
32
tenement
tenement | i. kiralık ev, kiralık yer, mülk
33
inquisitive
inquisitive s. meraklı, yersiz sorular soran, soru sorup duran, araştırmacı ``` Examples Tom looks inquisitive. Tom meraklı görünüyor. They're inquisitive. Onlar meraklılar. ```
34
storey
storey i. kat Examples A 17-storey residential building, called the Golden Dragon, was destroyed by the earthquake. Golden Dragon adlı 17 katlı bina, depremle yıkıldı. All storeys of the house are made of wood. Evin tüm katları ahşaptan yapılmıştır.
35
peculiar
peculiar i. özel mülk, özel eşya, ayrıcalık, ayrıcalıklı kilise s. has, özgün, özel, acayip, tuhaf ``` Examples This custom is peculiar to Japan. Bu gelenek Japonya'ya özgüdür. This is a custom peculiar to Japan. Bu Japonya'ya özgü bir gelenektir. ```
36
redeem
redeem f. ödemek, para verip kurtarmak, fidye verip kurtarmak, telâfi etmek, amorti etmek, kurtarmak, tutmak (söz), yerine getirmek (vaat), günahını bağışlatmak ``` Examples He has no redeeming traits. Onun kurtarıcı özelliği yok. She redeems herself. O kendisini kurtarır. ```
37
Hand it over
Teslim et
38
inquisitively
inquisitively | merakla
39
chest of drawers
çekmeceli dolap | şifonyer
40
degrading
degrading s. küçültücü, onur kırıcı, alçaltıcı Examples Our sample was degraded in the initial study. We need more of the orchid. Numunemiz iilk çalışmada zarar görmüş. Daha fazla orkideye ihtiyacımız var. There are songs that I find degrading as a woman. Bir kadın olarak aşağılayıcı bulduğum şarkılar var.
41
resolutely
resolutely | zf. tereddüdsüz
42
derangement
derangement | i. dengesizlik, delilik; geçimsizlik
43
dim
dim f. karartmak, bulandırmak, kararmak, bulanmak; donuklaştırmak, sönükleşmek s. bulanık, anlayışsız; sönük; donuk; kalın kafalı ``` Examples We saw a dim light in the distance. Uzakta loş bir ışık gördük. I have a dim memory of my grandmother. Büyükannemi hayal meyal hatırlıyorum. ```
44
foreboding
foreboding i. önsezi, içine doğma Examples After watching that film he was filled with a sense of foreboding. O, o filmi izledikten sonra önsezi duygusu ile doluydu. Despite her foreboding, Mary entered the cellar. Onun önsezisine rağmen Mary kilere girdi.
45
sip
sip f. yudumlamak, yudum yudum içmek, azar azar içmek, çekmek i. yudum, yudumlama, bir yudum Examples I had to sip the coffee because it was too hot. Kahveyi yudum yudum içmek zorunda kaldım çünkü çok sıcaktı. Tom gave Mary a sip of water from his canteen. Tom Mary'ye kantininden bir içim su verdi.
46
take place
take place meydana gelmek, olmak Examples If men behave after marriage the way they do before it, half the divorces won’t take place. On the other hand, if women behave before marriage the way they do after it half the marriages won’t take place. Erkekler evlendikten sonra da önceki gibi davranırlarsa boşanmaların yarısı olmaz. Diğer taraftan, kadınlar evlenmeden önce de evlendikten sonraki gibi davransalardı evliliklerin yarısı olmazdı. The meeting took place last week. Toplantı geçen hafta yapıldı.
47
gloomy
gloomy s. karanlık, hüzünlü, loş, kasvetli, sıkıcı, iç karartıcı, kuruntulu, ümitsiz ``` Examples He looks gloomy. O kasvetli görünüyor. I got gloomy and thought of giving up. Ümitsizdim ve vazgeçmeyi düşündüm. ```
48
clinging
clinging s. sıkı, dar, yapışkan, bağımlı i. tırmanış, tırmanma ``` Examples The boy is clinging to his mother. Çocuk annesine tutunuyor. That child was clinging to his mother. O çocuk annesine sarılıyordu. ```
49
crumpled
crumpled s. buruşuk Examples Tom crumpled the paper. Tom kağıdı buruşturdu. Tom reached into the trash can and pulled out a crumpled letter. Tom çöp kutusuna uzandı ve buruşuk bir mektup çıkardı.
50
admonish
admonish f. uyarmak, ihtar etmek, tembih etmek, azarlamak Examples He admonished them for being noisy. O gürültülü oldukları için onları uyardı.