book 21 Flashcards
far-fetched
far-fetched
s. zoraki, doğal olmayan
Examples
It was a far-fetched idea.
O şişirilmiş/zorlama bir işti.
It might sound far-fetched, but this is a real problem.
Bu zoraki görünebilir ama gerçek bir problemdir.
portrayal
portrayal
i. tanımlama, tasvir, betimleme
Examples
That film was an extremely inaccurate portrayal of key historical events.
O film önemli tarihsel olayların son derece yanlış bir tasviriydi.
cue
cue
f. işaret vermek, sufle etmek
i. işaret, başlama işareti, replik; isteka, bilardo sopası; kuyruk
Examples I'll take my cue from you. İp ucumu senden alacağım. The men are smiling on cue. Erkekler tam da laflarının üstüne gülüyorlar.
altitude
altitude
i. yükseklik, yükselti, irtifa, rakım, üstünlük, itibar
Examples
We are cruising at an altitude of 39000 feet.
30000 fit yükseklikte yol alıyoruz.
Didn’t you just ask me that people place too much emphasis on their careers? I wish we could all live in the mountains at high altitude.
Şimdi bana insanların kariyerlerine çok fazla önem verip vermediklerini sormadın mı? Keşke hepimiz yüksek rakımlı dağlarda yaşayabilseydik.
detrimental
detrimental
s. zararlı
Examples
Indeed, computers are detrimental.
Gerçekten, bilgisayarlar zararlıdır.
forming
forming
i. biçimlendirme, şekil verme, şekillendirme, kurma, kalıplama
Examples
Nicholas filled out the application form.
Nicholas başvuru formunu doldurdu.
We came together to form a group.
Bir grup oluşturmak için bir araya geldik.
omnipotence
omnipotence
i. her şeye gücü yetme, her şeyi yapabilme
nod off
nod off
f. uyuklamak, pineklemek
Examples
I didn’t get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
Last night I began to nod off in front of the TV.
Dün gece TV’nin önünde uyuklamaya başladım
consummate
consummate
f. tamamlamak, tamamına erdirmek, mükemmelleştirmek
s. tam, eksiksiz, mükemmel
Examples
After 30 years of consummate service,
30 yıllık iyi hizmetimizin ardından American Tobacco…
Marriages are made in heaven and consummated on earth.
Evlilikler cennette yapılır ve yeryüzünde tüketilir.
apron
apron
i. göğüslük, önlük, koruyucu kapak, rüzgârlık, apron, kayışlı taşıyıcı
n. cloth worn to protect clothing; front-most part of a stage; parking area for airplanes
n. apron, cloth worn to protect clothing, bib, cloth worn around the neck while eating
Examples
Mary tied an apron around her waist and then took the turkey out of the oven.
Mary beline bir önlük bağladı ve daha sonra hindiyi fırından çıkardı.
Mary wiped her eyes with her apron.
Mary gözlerini önlüğüyle sildi.
resolution
resolution
i. azim, kararlılık, niyet, karar, önerge, teklif, ayrışma, çözünme, ayırma, çözülüm [müz.], çözüm, iltihabın iyileşmesi, dokunun iyileşmesi
Examples Did you make any New Year's resolutions? Hiç Yeni Yıl kararları aldın mı? He made a resolution to write in his diary every day. O her gün günlüğünü yazmaya karar verdi.
brink
brink
i. kenar, kıyı, eşik, ağız
Examples
In 1939 as in 1914 the world was on the brink of war.
1914’te olduğu gibi 1939’da dünya bir savaşın eşiğindeydi.
We are on the brink of war with England.
İngiltere’yle savaşın eşiğindeyiz.
robe
robe
f. giydirmek, örtmek, sarmak, giymek (cüppe vb.)
i. rop, kaftan, lata, cüppe, giysi, elbise, sabahlık, bornoz, uzun elbise
Examples
The pope appeared in his red robe.
Papa kırmızı elbisesi ile göründü.
Mary walked through the living room in her pink robe.
Mary pembe elbisesiyle oturma odasını gezdi.
rehearse
rehearse
f. prova yapmak, tekrarlamak, sayıp dökmek, ezberden okumak
Examples We'll be rehearsing all next month. Gelecek hafta boyunca prova yapıyor olacağız. The girls rehearse daily. Kızlar hergün prova yaparlar.
custody
custody
i. gözetim, koruma, bakım; sorumluluk; gözaltı, tutukluluk
Examples The man was held in police custody. Adam polis gözetiminde tutuldu. Nicholas has been taken into protective custody. Nicholas koruyucu gözetime alındı.
imminent
imminent
s. yakın, eli kulağında
Examples
If not for the ozone layer, we would be in imminent danger.
Ozon tabakası olmasaydı, tehlikede olacaktık.
A storm is imminent.
Bir fırtına yakındır.
bail out
bail out
kefaletle serbest bırakmak, kefaletle kurtarmak, kefaletini ödeyip kurtarmak, kurtarmak, paraşütle atlamak
Examples
The pilot bailed out before the plane crashed.
Pilot uçak yere çakılmadan önce paraşütle atladı
carouse
carouse
f. içki alemi yapmak, içki içmek, kafayı çekmek
feather
feather
f. tüylerle donatmak, tüy takmak, tüylenmek (kuş)
i. kuştüyü, tüy, köpük (dalga)
Examples
A bird has two wings, feathers and a bill.
Kuşların iki kanadı, tüyleri ve gagaları vardır.
Tommy keeps an eagle feather as a good-luck charm.
Tommy bir kartal tüyünü şans tılsımı olarak yanında taşıyor.
gravel
gravel
f. çakıl döşemek, çakıl dökmek, şaşırtmak, hayret ettirmek, aklını karıştırmak
i. çakıl, çakıllık, kum [tıp.], taş [tıp.]
Examples
Next year, this gravel road will be paved.
Gelecek yıl bu çakıl yola kaldırım taşı döşenecek.
The long coastline of the city contains sand and gravel.
Kentin uzun kıyı şeridi kum ve çakıl içerir.