book 22 Flashcards
vocation
vocation
i. davet, çağrı, yetenek, kabiliyet, meslek, uğraşı
Examples
Never choose a vocation just because it looks easy.
Bir mesleği asla sadece kolay göründüğü için tercih etme.
- He said on the day he died that he was following a possible headline story.
- He was on vocation and It’s impossible he’d sacrifice his holidays for work.
- Öldüğü gün bir manşet hikayesinin peşinde olduğunu söylemişti.
- Tatildeydi ve işleri için tatilini feda etmesi imkansız .
tertiary
tertiary
s. üçüncü zamana ait, üçüncü derecede
hustle up
koşuşturmak
Yapıvermek
scam
Aldatmaca He took part in a big scam. O büyük bir dolandırıcılığa katıldı. I got scammed. Dolandırıldım.
faint
faint
f. bayılmak, bitkin düşmek, hali kalmamak
i. bayılma, baygınlık
s. baygın, bitkin, halsiz, bir parça, zayıf, soluk, sönük, uçuk, belli belirsiz, ürkek, korkak, çekingen, cesaretsiz
Examples The sound of shouting grew faint. Bağırma sesi giderek zayıfladı. She felt faint at the sight of blood. Kanı görünce bayılacak gibi hissetti.
tedious
tedious
s. sıkıcı, can sıkıcı, bıktırıcı
Examples
Your eccentricities can make you either charming or tedious.
Senin eksantrikliğin seni ya sevimli ya da sıkıcı yapabilir.
It’s very tedious, Dr. Stauffer. But there is one great advantage. This way we’ll find out who’s healthy and fit for work.
Bu çok sıkıcı, Dr. Stauffer. Ama büyük bir yararı var. Bu yolla kimin sağlıklı ve çalışmaya uygun olduğunu bulacağız.
tailor
tailor
f. dikmek, yakıştırmak, uydurmak, adapte etmek
i. terzi
Examples
I didn’t drag anyone to the tailors. They all went quite happily.
Kimseyi terzilere sürüklemedim. Onların hepsi, oldukça mutlulukla gittiler.
- Which one are you concerned about?
- If I had to indicate my preference, I’d choose Margaret. Who’s your tailor?
- Kaygılandığın hangisi?
- Eğer tercihimi göstermem gerekseydi, Margaret’i seçerdim. Sizin terziniz kim?
intense
intense
s. şiddetli, aşırı, son derece, kuvvetli, koyu, yoğun, dikkatli, etkileyici, çarpıcı, istekli
Examples
It was July. The heat was intense.
Aylardan temmuzdu. Isı yoğundu.
This intense heat doesn’t seem to bother you.
Bu şiddetli ısı sizi rahatsız ediyor gibi görünmüyor.
extorting
extorting
[extort] f. zorla yaptırmak, zorla almak, koparmak, gaspetmek, tehditle almak
Examples
He extorted a large amount of money from her.
Ondan büyük bir miktarda para gasp ettiler.
The gangsters extorted a vast sum of money from the rich man.
Gangsterler büyük miktarda parayı zengin adamdan gasp ettiler.
snatch up
snatch up
f. kapmak
regiment.
regiment
f. alay haline getirmek, gruplaştırmak, sistematik olarak düzene sokmak, disiplin altına almak
i. alay, sürü, kalabalık
Examples
The message was short and to the point: ‘Trucks from King Charles Square will transport Regiment 55 tomorrow A.M. Act at once.’
Mesaj kısa ve özlüydü: ‘Kamyonlar 55 nci Alayı Kral Charles Meydanı’ndan yarın öğleden önce nakledecektir. Hemen harekete geçin.
fungal infection
mantar enfeksiyonu
liver
liver
i. karaciğer, ciğer
Examples
I have a history of liver trouble.
Karaciğer sorunu ile ilgili bir hikayem var.
Nicholas nearly died after eating some raw liver.
Nicholas biraz çiğ karaciğer yedikten sonra neredeyse ölüyordu.
kidney
kidney
i. böbrek, ciğer, huy, tabiat
Examples
- Your brother was lost in an amusement park.. and he was found 2 days later, behind a fence. They’d taken a kidney
- Holy shit!
- You won’t tell anyone? You promised. They swiped your brother’s kidney! I was wrong to tell you.
- Kardeşin eğlence parkında kaybolmuştu… ve sonra 2 gün sonra çitin arkasında bulundu. Böbreklerinden biri alınmıştı.
- Aman Tanrım!
- Kimseye söylemeyeceksin! Söz verdin. Kardeşinin böbreğini çaldılar. Sana söylemekle hata ettim.
scattered
scattered
s. dağınık, aralıklı, dağılmış, perişan, seyrek
Examples They were scattered in all directions. Bütün yönlere dağıldılar. Fragments of the mirror were scattered on the floor. Ayna parçaları zemin üzerinde dağıldı.
make through
üstesinden gelmek
cruel
cruel
s. acımasız, gaddarca, gaddar, hissiz, merhametsiz, zalim, korkunç; zor
Examples
It is cruel to club the seals to death for their fur.
Kürkleri için fokları sopa ile döverek öldürmek zalimliktir.
The boy was cruel to his dog.
Çocuk, köpeğe merhametsiz davranıyordu
brutal
brutal
s. vahşi, yabani, acımasız, gaddar, zalim, kaba, yontulmamış, sert, şiddetli
Examples
He always behaves compassionately everyone, whereas his sister is brutal entirely.
O herkese merhametle davranıyor, oysa kız kardeşi büsbütün yabani.
concealed
concealed
s. gizlenmiş, gizli
Examples Nicholas concealed his anger from Mary. Nicholas öfkesini Mary'den gizledi. I never concealed anything from you. Asla senden bir şey gizlemedim.
absenteeism
absenteeism
i. devamsızlık, işe gelmeme; malının olduğu ülkede bulunmama
in many respects
Bir çok bakımdan
England resembles Japan in many respects.
ingiltere birçok yönden Japonya’ya benzer.
Japanese differ from American in many respects.
Japonlar Amerikalılardan birçok yönden farklıdır.
eligible
eligible
s. nitelikli, uygun, geçerli, seçilebilir
Hak Sahibi
Examples
Everyone is eligible regardless of nationality.
Milliyeti ne olursa olsun herkes uygundur.
She is in search of an eligible bachelor.
Evlilik için uygun bir bekar arayışında.
worthy of
worthy of
değer, layık
Examples This book is worthy of attention. Bu kitap dikkate değer. Mary was not worthy of your trust. Mary güveninize layık değildi.
endemic
endemic
s. yaygın, sık görülen, özgü, yöresel
i. yöresel hastalık, belirli bir topluluğa özgü hastalık, yöreye özgü hayvan, bitki örtüsü
outbreak
outbreak
i. çıkma, başlama, patlak verme, salgın, isyan, yeryüzüne çıkmış kaya katmanı
Examples
There is no need to be unnecessarily anxious about the outbreak.
Salgından gereksiz yere endişelenmeye gerek yok.
Salmonella outbreaks blemished spinach importers’ reputation for running clean factories.
Salmonella salgınları ıspanak ithalatçılarının temiz fabrika çalıştırma itibarını lekeledi.
smirk
smirk
f. sırıtmak, pişmiş kelle gibi sırıtmak, zorla gülümsemek, yapmacık gülümsemek, cezalandırmak
i. sırıtma, yapmacık gülümseme
Examples
The boy had a mischievous smirk on his face.
Çocuğun yüzünde yaramaz bir sırıtma vardı.
I do not want to see their perverted smirks.
Onların sapıkça sırıtmalarını görmek istemiyorum
let off steam
let off steam
içini döküp rahatlamak
Examples I have to let off steam. İçimi dökerek rahatlamak zorundayım. I must let off steam. Deşarj olmalıyım.
conscript
conscript
f. askere çağırmak, askere almak
i. askere alınmış genç, acemi asker
s. askere alınmış, zorunlu çalıştırılan
through with someone
bir ilişkiye son vermek
You will be a perfect soldier when I’m
through with you.
Seninle işim bittiğinde mükemmel bir asker olacaksın
deserted.
deserted
s. terkedilmiş, ıssız, tenha
Examples Nicholas deserted his wife and family. Nicholas karısını ve ailesini terk etti. Crossing that desert is dangerous. O çölü geçmek tehlikelidir.
indignity
indignity
i. saygısızlık, hakaret, gurur kırıcı davranış, rezalet
relinquish
relinquish
f. vazgeçmek, terketmek, bırakmak, feragat etmek, başkasına bırakmak, serbest bırakmak
Examples
I would rather die than relinquish my virginity before marriage
Evlilik öncesi bekâretimden feragat etmektense ölmeyi tercih ederim.
contradict
contradict
f. yalanlamak, aksini iddia etmek, çelişmek, ters düşmek
Examples
The minister contradicted his own statement.
Bakan kendi ifadesiyle çelişti.
Nicholas contradicts just about everything I say.
Nicholas yaklaşık olarak söylediğim her şeyin tersini söylüyor.
regardless of
regardless of
bakmadan, dikkate almadan, göz önüne almadan, gözetmeksizin
Examples
I will go regardless of the weather.
Hava nasıl olursa olsun gideceğim.
She buys what she wants regardless of the cost.
Maliyeti ne olursa olsun istediğini alır.
redundant
redundant
s. ihtiyaç fazlası, gereğinden fazla, lüzumsuz, işten çıkarılmış, gereksiz, anlama katkısı olmayan, lâf kalabalığı olan
Examples Any further comment is redundant. Daha başka yorum lüzumsuzdur. It's redundant. Bu gereksiz.
grade
grade
f. sınıflamak, sınıflandırmak, derecelendirmek, not vermek, düzeltmek, düzenlemek
Examples I always got good grades in French. Fransızcada her zaman iyi notlar aldım. I made efforts to improve my grades. Seviyemi yükseltmek için çaba sarfettim.
fond
fond
s. düşkün, seven, aşırı, abartılı, pervasız
Examples Mary is fond of the cat. Mary kediden hoşlanıyor. I am very fond of my shoes. Ayakkabılarıma çok düşkünümdür.
apprehend
apprehend
f. anlamak, kavramak; tutuklamak; korkuyla beklemek, endişe etmek
Examples
The criminals have all been apprehended.
Suçluların hepsi tutuklandı.
We are now doing everything in our power to apprehend and identify the gunmen. At the moment, no progress has been made.
Şu an için tetikçiyi tanımlamak ve yakalamak için elimizden gelen yapıyoruz. Henüz bir ilerleme kaydedemedik.
impair
impair
f. bozmak, zarar vermek, zayıflatmak, azaltmak
Examples
It is my duty and my personaI ambition to safeguard each and every project. I won’t aIIow one to impair another!
Her bir projeyi korumak benim görevim ve şahsi tutkumdur. Birinin diğerini bozmasına izin vermeyeceğim.
l trained in therapy for speech and hearing-impaired children.l’ll probably go back to it someday.
Konuşma ve duyma engelli çocukların tedavisinde çalıştım. Belki birgün bu işime geri dönerim.
bear down
bear down
yenmek, kırmak (direnç)
Examples
The lion was bearing down upon me.
Aslan tehditkâr biçimde üzerime geliyordu.
breakthrough
breakthrough
i. cepheyi yarıp geçme, buluş
Examples
Most scientific breakthroughs are nothing else than the discovery of the obvious.
Bilimsel buluşların çoğu bilinenin keşfinden başka bir şey değildir.
There are no breakthroughs.
Herhangi bir yenilik yok.
incursion
incursion
i. istila, hücum, akın, baskın, tecâvüz
Examples
We were under the impression that there had been an alien incursion. Special Forces were sent.
Bir uzaylı saldırısı olduğu kanısındaydık. Özel kuvvetler yollanmıştı.
layout
layout
i. düzenleme, düzen, plan, örtü, kumar masası örtüsü
Examples
The instrument panel has a very ergonomic layout.
Enstrüman paneli çok ergonomik bir düzene sahip.
I think this layout is very good.
Sanırım bu düzen çok iyi.
altitude
altitude
i.rakım, yükseklik, yükselti, irtifa, üstünlük, itibar
Examples
We are cruising at an altitude of 39000 feet.
30000 fit yükseklikte yol alıyoruz.
Didn’t you just ask me that people place too much emphasis on their careers? I wish we could all live in the mountains at high altitude.
Şimdi bana insanların kariyerlerine çok fazla önem verip vermediklerini sormadın mı? Keşke hepimiz yüksek rakımlı dağlarda yaşayabilseydik
elevation
elevation
i. yükseltme, irtifa, kaldırma, yükselti, yükseklik, eğim, dikey kesit, moral verme
Examples
You have above-normal systolic pressure, which is less dangerous than a diastolic elevation.
Sistolik kan basıncınız normal seviyenin üzerinde. Ancak bu durum diyastolik artışa göre daha az tehlikeli bir durum.
density
density
i. yoğunluk, sıkışıklık; kalınlık; sıklık; ahmaklık, kalın kafalılık
Examples
Japan has a high population density.
Japonya yüksek bir nüfus yoğunluğuna sahip.
-While he’s entering the tub, he notices the bath water rise
-Displacement -a way to determine volume and thus a way to determine density.
-Banyo küvetine girerken, küvetteki suyun yükseldiğini fark etmiş.
- Displasman - yoğunluk ve hacmi tanımlamamnın bir yolu.
affirmative
affirmative
i. olumlu cevap
s. olumlu, doğrulayıcı, doğrulayan
Examples Affirmative, sir. Olumlu, efendim. Tom answered in the affirmative. Tom olumlu cevap verdi.
expedite
expedite
f. hızlandırmak, kolaylaştırmak, göndermek, yollamak
Examples
Expedited delivery will cost an additional ten dollars.
Hızlandırılmış teslim ilave on dolara mal olacak.
verify
verify
f. doğrulamak, kanıtlamak, soruşturmak, onaylamak, gerçekleştirmek
Examples
Nicholas verified the date of the meeting.
Nicholas toplantı tarihini doğruladı.
One must verify or expel his doubts, and convert them into the certainty of Yes or NO.
Thomas Carlyle
Kişi, şüphelerini doğrulamak veya defetmek ve onları Evet veya Hayırın kesinliğine çevirmek zorundadır.
abbreviated
abbreviated
s. kısaltılmış
Examples
And again, I’m sorry about abbreviating your dates on the headstone.
Ve yine özür dilerim, mezarını ziyaret edemediğim için.
It’s the abbreviated form.
Bu kısaltılmış hali.