book 28 Flashcards
dissertation
dissertation
i. bilimsel inceleme, tez, deneme, söylev
Examples Have you decided on your dissertation topic? Tez konuna karar verdin mi? His dissertation is better than mine. Onun tezi benimkinden daha iyi.
despise
despise
f. hor görmek, küçümsemek; tenezzül etmemek
Examples The rich sometimes despise the poor. Zenginler bazen fakirleri hor görürler. He despised those who lived on welfare. Refah içinde yaşayan insanları küçümsedi.
resent
resent
f. alınmak, içerlemek, gücenmek, gücüne gitmek
Examples He resented being called a coward. Korkak denilmesine gücendi. She resented being called a coward. Ona bir korkak denilmesine gücendi.
grieve
grieve
f. üzmek, kederlendirmek, dert vermek, üzülmek
Examples
I can’t say I go around grieving.Of course he’s left a gap but it’s no good fretting.
Etrafta kederli bir halde dolaştığımı pek de söyleyemem. Elbette onun gidişi hayatımda bir boşluk yarattı ama üzülmenin kimseye faydası yok.
Everyone is grieving.
Herkes kederli.
devastating
devastating
s. ezici, tahrip edici, yıkıcı, çarpıcı, müthiş, etkileyici
i. tahrip etme
Examples Natural disasters can be devastating. Doğal felaketler yıkıcı olabilir. The plague has devastated entire cities. Bela bütün şehri mahvetti.
irritable
irritable
s. hırçın, sinirli, çabuk kızan, asabi, alıngan, tahriş olan, çabuk azan
Examples
About as personal as one of those advertisements that says, “This means you.” And she saw how much harder to please he was during the overtime hours- more irritable, more inclined to be critical in his manner.
Şu içlerinden birinde aşağı yukarı “Bu sen demeksin” diyen reklam kadar mesafeliydi. Ve onu fazla mesai sırasında memnun etmenin nasıl daha da zor olduğunu gördü_ daha asabi, hareketlerinde eleştirici olmaya daha fazla eğilimli.
They are all irritable.
Onların hepsi asabi.
fixate
fixate
f. yapıştırmak, gözlerini dikmek, sabitleştirmek, katılaştırmak, takmak, bağlamak
Examples
Don’t fixate on that.
Onu bağlama.
fluctuate
fluctuate
f. dalgalanmak, inip çıkmak, düzensiz hareket etmek, kararsız olmak, bocalamak
Examples
The price of gold fluctuates daily.
Altın fiyatı günlük olarak dalgalanır.
Vegetable prices fluctuate according to the season.
Sebze fiyatları mevsime göre değişiklik gösterir.
obliterate
obliterate
f. yoketmek, silmek, bozmak, tıkamak (damar)
Examples
The shock wave came and obliterated everything and everyone.
Şok dalgası geldi ve her şeyi ve herkesi yok etti.
vast
vast
i. büyük boşluk
s. geniş, çok, çok büyük, uçsuz bucaksız, dünya kadar
Examples
They crossed the vast continent on foot.
Onlar yürüyerek büyük kıtayı geçtiler.
You mean to say.. you’re leaving your vast fortune to Edgar? Everything you possess? Stocks and bonds ?
Yani…büyük servetini Edgar’a bıraktığını söylemek istiyorsun? Sahip olduğun her şeyi. Hisse senetlerini ve bonoları?
ordeal
ordeal
i. işkence ile sorgulama, zorlu sınama, ateşten gömlek, çile
Examples
Nicholas told Mary about last night’s ordeal.
Nicholas Mary’ye dün geceki çileden bahsetti.
Bob has to get through this ordeal on his own.
Bob kendi başına bu çileyi aşmak zorundadır.
abductor
abductor
i. kaçıran kimse; dışarı çeken kas (Anatomi)
Examples
Is there an abductor, in our own town?
Kasabamızda çocuk kaçıran biri mi var?
pretension
pretension
i. sav, iddia, gösteriş, yüksekten atma
futility
futility
i. boşuna oluş
yararsızlık
Examples
All the futility of the world pouring into her.
Dünyadaki boş ve gereksiz bütün işlerle uğraşırlar.
riot
riot
f. kargaşaya yol açmak, azıtmak, ayaklanmak, başkaldırmak, mest olmak
i. isyan, ayaklanma, karışıklık, kargaşa, patırtı, velvele, şamata, alem, cümbüş
Examples
The riot was completely out of control.
isyan tamamen kontrolden çıkmıştı.
Groups of unemployed workers, who have grown in number due to the tax reforms, enacted by the former Prime Minister, are rioting all across the country.
Eski başbakan tarafından çıkarılan vergi reformları nedeniyle sayıları hızla artan işsiz kalmış işçi grupları tüm ülke çapında gösteriler düzenliyor.
radiant
radiant
i. saçılma noktası, ısı merkezi, ışıma merkezi
s. parlak, ışık saçan, ışıl ışıl, mutluluk saçan, göz alıcı, radyant, ısı yayan, ışın yayan
Examples
You look radiant. You’re so alive and happy, one would think you’re 16!
Işık saçıyor gibisin. Çok canlı ve mutlusun, 16 yaşında olduğunu sanırlar!
Smiling, radiant, on Greg’s arm.
Greg’in kollarında gülümseyen ve mutluluktan uçan.
seduce
seduce
f. baştan çıkarmak, tahrik etmek, ayartmak, kanına girmek, iğfal etmek
Examples
Ultimately the flames of war consumed both worlds. Seduced by the power of the sword, Heug-un lost his self-control.
Nihayetinde savaşın alevleri, iki dünyayı da tüketti. Kılıcın gücüne kapılan Heug-un kendi kontrolünü kaybetti.
lt’s not how she seduces men it’s her heart.. lf she can cheat all men around her she can do that to me as well.
Bu erkekleri nasıl baştan çıkardığı değil. Bu onun kalbi. Etrafındaki tüm erkekleri aldatıyorsa, aynısını bana da yapabilir.
cling
cling
f. yapışmak, sarılmak; bağlanmak, sadık kalmak; tırmanmak, tutunmak
Examples The boy is clinging to his mother. Çocuk annesine tutunuyor. That child was clinging to his mother. O çocuk annesine sarılıyordu.
faded
faded
s. solgun, rengi atmış, solmuş, zayıflamış, geçkin, güzelliğini yitirmiş, soluk
Examples
The sound of the train faded away.
Trenin sesi azalarak kayboldu.
And I would gladly do it because I don’t want to fade away. Give me one more day.
Zevkle bunu yaparım çünkü ölmek istemiyorum. Bana birgün daha ver!
pledge
pledge
f. rehin vermek, rehine koymak, kefalet vermek, söz vermek, vâât etmek, sağlığına kadeh kaldırmak, şerefine içmek
i. rehin, tutu, söz, vâât, taahhüt, teminât, sözlü olma, sağlığa kadeh kaldırma, şerefe içme, aşkın simgesi
Examples
I give my pledge that I will quit smoking.
Sigara içmeyi bırakacağıma söz veriyorum.
Have a beer. No I can’t. I’ve signed the pledge.
Bir bira al. Hayır, alamam. İçkiye tövbe ettim.
dissect
dissect
f. kesip parçalara ayırmak, parçalayıp incelemek, kadavrayı incelemek, incelemek
Examples
We dissected a frog to examine its internal organs.
Bir kurbağayı iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.
Assuming you’re not vaporized, dissected……or otherwise killed in an assortment of supremely horrible and painful ways. Exciting, isn’t it?
Senin buharlaşmadığını, parçalara ayrılmadığını…yada çok acı veren, korkunç bir şekilde parçalanıp öldürülmediğini farzederek…Heyecan verici, değil mi?
omniscient
omniscient
s. her şeyi bilen, bilge
Examples
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
sear
sear
f. kurutmak, dağlamak, yakmak, kavurmak, alazlamak, katılaştırmak (vicdan), kurumak, koterize etmek
i. emniyet tetiği
s. kurumuş, sararmış
Examples
I’d like a petit fillet mignon very lean but not so lean that it lacks flavour. And I don’t want it cooked, just lightly seared. Pink in the middle.
Küçük ve ince bir file minyon istiyorum, ama lezzeti kaçacak kadar da ince olmasın. Pişirilmesini istemiyorum, sadece biraz kızartılsın. Ortası pembe
detestable
detestable
s. iğrenç, nefret uyandıran, tiksindirici
Examples
The smell was detestable.
Koku tiksinçti.
blend in
uyum
Examples I tried to blend in. Ben araya kaynamyı denedim. Tom tried to blend in with the crowd. Tom kalabalık ile uyumlu olmaya çalıştı.
divert
divert
f. çevirmek, yönlendirmek, başka yöne çekmek, ayırmak; bir köşeye koymak; eğlendirmek, oyalamak; dağıtmak
Examples
- If you want to divert the blood you have to engage the reasoning sector.
- I’m trying.
- You’re reacting emotionally.
- Kanı yönlendirmek istiyorsan, muhakeme bölgesini kullanman gerek.
- Deniyorum.
- Duygusal olarak tepki veriyorsun.
He diverted himself by listening to music.
O müzik dinleyerek dikkatini dağıttı.
cherish
cherish
f. değer vermek, aziz tutmak, bağrına basmak, şefkât göstermek, sevgi ile muamele etmek, beslemek, yaşatmak (kalbinde)
Examples She cherished his old love letters. Eski aşk mektuplarını şevkatle gösterdi. She cherishes the hope that he will return. Onun geri döneceği ümidini yaşatıyor.
Tendency
tendency
i. eğilin, meyil, yüz tutma, çalma (yeşile vb.), eğilim
Examples Nicholas has a tendency to exaggerate. Nicholas'ın abartma eğilimi var. He has a tendency to be pessimistic. Onun kötümser olma eğilimi var.
overestimate
overestimate
f. 1. -i olduğundan fazla yetenekli görmek, -in yeteneğini/yeteneklerini abartmak. 2. (bir tahmin yaparken) -in masrafını/değerini fazla yüksek tutmak.
Examples
Nicholas definitely overestimates his own ability.
Nicholas kendi yeteneğini kesinlikle abarttı.
Its potential influence cannot be overestimated.
Onun potansiyel etkisi küçümsenemez.
bias
bias
s. verev, çapraz, meyilli
i. meyil, eğilim; verev, önyargı, sapma, yanılma, peşin hüküm, kıvrımlı yol (bowling)
zf. verev olarak, çapraz olarak, meyilli olarak
Examples
You’re ambitious, but not aggressive For the sake of the title, you’ve become biased.
Hırslısın ama kavgacı değilsin. Başlığın hatrına taraf tutmuşsun.
Cut the cloth on the bias.
Kumaşı diyagonal kesin.
emerged
emerge
f. su yüzüne çıkmak, ortaya çıkmak, çıkmak, doğmak, gün ışığına çıkmak, yücelmek
Examples The sun emerged from behind the clouds. Güneş bulutların arkasından çıktı. The robber emerged from the darkness. Karanlıktan bir soyguncu ortaya çıktı.
plastered
plastered
sıvalı, alçı sıvalı
Examples He saw a small plaster on her left knee. Sol diz üzerinde küçük bir alçı gördü. I'm plastered. Ben sarhoşum.
Notorious
notorious
s. adı çıkmış, dile düşmüş, kötü tanınmış
Examples
This district is notorious for air pollution.
Bu bölge hava kirliliği ile meşhurdur.
At every table you soon recognize someone who is either famous or notorious.
Her masada ya bir ünlü ya da kötü şöhretli birini görebilirsiniz.
concrete
concrete
f. katılaştırmak, somutlaştırmak, betonla kaplamak, katılaşmak, somutlaşmak, bütünleşmek
i. somut varlık, beton
s. somut, elle tutulur, gerçekten var olan, maddesel, maddi, beton
Examples
Change the free enterprise stuff. We need concrete examples. The postal service?
Serbest girişimcilik saçmalığını değiştir. Elle tutulur örneklere ihtiyacımız var. Mesala posta hizmeti?
Over 40, 000 tons of concrete were used to build the dam.
Barajın inşasında 40, 000 tonu aşkın beton kullanıldı.
broke out
Patlak verdi
Çıktı
commissioned
commissioned
s. yetkili
Examples
Technically, after a fight those gloves become property of the boxing commission.
Teknik açıdan, maç sonrası bu eldivenler boks komisyonunun malı olur.
the ranks and commissions are forthwith transferred to the infantry.
erat ve görev belgeleri, bir an önce piyade ordusuna ulaştırılacaktır.
alleviate
alleviate
f. yatıştırmak, hafifletmek, dindirmek, azaltmak, bastırmak, teskin etmek
rebuttal
rebuttal
i. çürütme, aksini ispat etme, yanlış olduğunu kanıtlama
tenfold
tenfold
s. on kat, on misli
magnitude
magnitude
i. büyüklük, önem, kadir [astr.]
Examples
He realized the magnitude of his crime.
Suçunun büyüklüğünü anladı.
Khasinau’s organization operates on an entirelydifferent order of magnitude.
Khasina’nın organizasyonu tamamen farklı bir boyutta çalışır.
diameter
diameter
i. çap, en, kalınlık
Examples
The pond is 100 meters in diameter.
Gölet 100 metre çapındadır.
It’s six hundred eight meters in diameter with a thickness of three nanometers.
Bunun çapı 608 metre ve kalınlığı 3 nanometre.
ı should cater to senses
duyulara hitap etmeliyim
touched
touched
s. etkilenmiş, müteessir, deli, çatlak, bozuk
Examples
If we brush a person it means we barely touch her as we are passing.
Bir kimsenin yanından hafifçe değerek geçersek, o kimseye sürtünmüş oluruz.
Would you like to touch the kitten?
Kedi yavrusuna dokunmak ister misin?
referral
referral
Referans Yollama, yönlendirme
Examples
Thank you for your referral.
Tavsiye için teşekkürler.
hold off
hold off
uzak tutmak, yaklaştırmamak, ertelemek, çekinmek, geri durmak, gecikmek, mesafe koymak, olmamak, gerçekleşmemek
Examples
I suggest that we hold off on making a decision until all bids are in.
ben tüm fiyat teklifleri gelene kadar karar vermeyi erteyelim.
disgruntled
disgruntled
s. kırgın, şikâyetçi, hoşnutsuz, huysuz
Examples
He’s a disgruntled Scottish guard. He is known for his lethal temper and his unusual eating habits. He weighs a metric ton
Bu sinirlenmiş İskoç bir bekçi. Öldürücü öfkesi ve hiç alışılmadık yeme alışkanlıklarıyla tanınıyor. Tonla ölçülebilen bir kilosu var.
unbearable
unbearable
s. dayanılmaz, çekilmez, katlanılmaz
Examples
The heat in this cockpit is getting unbearable. You can fry an egg on this control panel.
Bu kokpitteki sıcaklık dayanılmaz bir hal alıyor. Bu kontrol panelinin üzerinde yumurta bile pişirebilirsin.
When hot summer nights became unbearable my whole family would climb up onto the rooftop to sleep in the cool night air.
Sıcak yaz geceleri çekilmez olduğunda ailemdeki herkes serin bir gecede uyumak için dama çıkardı.
subtle
subtle
s. hoş, tatlı, ince, incelikli, çözümü zor, zeki, zekice, ustaca yapılmış
Examples
There’s a subtle difference in meaning between the two words.
iki sözcük arasında anlamda ince bir fark var.
A very subtle difference can make the picture or not.
Annie Leibovitz
Çok ince bir fark resmi çizebilir yada çizemez.
bait
bait
f. yem takmak, yemlemek; cezbetmek, kandırmak; köpek saldırtmak; kızdırmak, rahatsız etmek, canını sıkmak
i. yem, olta yemi; cezbeden şey, cezbetme, kandırma; mola
Examples
I think it’s time for me to put new bait on the hook.
Sanırım oltaya yeni bir yem takmamın zamanıdır.
I’m not gonna use you as bait.
Seni yem olarak kullanmam.
don’t mind
Umursamamak aldırmamak Examples I don't mind even if she doesn't come. O gelmese bile umurumda değil. I don't mind if it gets a little cold. Hava biraz soğursa umursamam.