book 27 Flashcards
fiddling
fiddling
s. önemsiz, küçük, işe yaramaz
Examples Nicholas seems to be as fit as a fiddle. Nicholas formda görünüyor. You're certainly looking fit as a fiddle today. Bugün gerçekten turp gibi görünüyorsun.
pledge
pledge
f. rehin vermek, rehine koymak, kefalet vermek, söz vermek, vâât etmek, sağlığına kadeh kaldırmak, şerefine içmek
i. rehin, tutu, söz, vâât, taahhüt, teminât, sözlü olma, sağlığa kadeh kaldırma, şerefe içme, aşkın simgesi
Examples
I give my pledge that I will quit smoking.
Sigara içmeyi bırakacağıma söz veriyorum.
Have a beer. No I can’t. I’ve signed the pledge.
Bir bira al. Hayır, alamam. İçkiye tövbe ettim.
dismantle
dismantle
f. sökmek, parçalamak, yürürlükten kaldırmak, çıkarmak, dağıtmak, boşaltmak
Examples
The German national team dismantled Portugal.
Alman milli takımı Portekiz’i dağıttı.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
snazzy
snazzy
s. şık, modaya uygun
vicinity
vicinity
i. civar, çevre, etraf, dolay, havali
Examples
We live in the vicinity of the school.
Okula yakın oturuyoruz.
There was a rabbit imagining itself like a lion. One day this rabbit convened all rabbits in the vicinity on a high hill and said them that it would frighten wolf, jackal, fox in the case they would pass through the rough path in the downstairs. Rabbits listened to it with no movement.
Tavşanın biri kendini aslan zannedermiş. Bir gün bu tavşan civardaki tavşanları yüksekçe bir tepeye toplayıp aşağıdaki patika yoldan kurt, çakal, tilki geçmesi halinde korkutup kaçıracağını söylemiş. Tavşanlar, onu sakin şekilde dinlemişler.
assertion
assertion
i. iddia; sav, hakkını arama
encompass
encompass
f. kapsamak, neden olmak, kumpas kurmak etrafını çevirmek, kuşatmak, sarmak,
Tenant
tenant
f. kiralamak, oturmak
i. kiracı, kiralayan, malik, sakin
Examples
Miss Adison evicted her tenant for not paying the rent on time.
Miss Adison kiracısını, kirasını zamanında ödemediği için mahkeme kararıyla çıkardı.
I’ve had quite enough of your discourtesy and surliness and so have the tenants in my building.
Saygısızlığınızdan ve huysuzluğunuzdan epey bıktım, binamdaki kiracılar da öyle.
concierge
concierge
i. kapıcı
indication
indication
i. gösterme, belirtme, belirti, işaret, bulgu, ölçüm, çıtlatma
Examples
There was no indication that anything was wrong.
Birşeylerin ters gittiğine dair hiçbir işaret yoktu.
His victory at this age in an international competition is a good indication of a bright future.
Uluslararası bir yarışmada bu yaştaki zaferi parlak bir geleceğin iyi bir göstergesidir.
convey
convey
f. taşımak, nakletmek, iletmek, yollamak, getirmek; yaymak; devretmek
Examples
I can’t convey my feelings in words.
Kelimelerle duygularımı ifade edemiyorum.
Wires are used to convey electricity.
Kablolar elektrik iletmek için kullanılır.
parlay
parlay
f. kazandığını sonraki yarışa yatırmak, değerlendirmek, yönlendirmek, yararlanmak, konuşmaya girmek
i. kazandığını sonraki yarışa oynama, faydalanma, istismar, büyütme
obscure
obscure
f. karartmak, karanlık yapmak, belirsizleştirmek, gizlemek, örtbas etmek, saklamak
s. karanlık, loş, belirsiz, karışık, anlaşılmaz, telâffuzu zor, kuytu, ücra, gözlerden uzak, bilinmeyen
Examples
The meaning of this sentence is obscure.
Bu cümlenin anlamı belirsiz.
His thesis doesn’t make sense. To begin with, its theme is obscure.
Onun tezi bir anlam ifade etmiyor. Öncelikle onun teması belirsiz.
proliferate
proliferate
f. çoğalmak, üremek, tomurcuklanmak
untended
başı boş
nook and cranny
nook
i. kuytu yer, köşe, kuytu
Examples
The people in the palace searched thoroughly, combed, went out and searched in every nook and cranny of the palace but there was no relief, the research that had lasted for days couldn’t come to an end by no way, the engagement ring couldn’t be found at any way.
Sarayda bulunanlar aradılar taradılar, köşe bucağa baktılar, çıktılar, sarayın bahçesini didik didik ettiler, fakat ne çare, günlerce süren bu arayış bir türlü sonuçlanamıyor, nişan yüzüğü bir türlü bulunamıyordu.
I’ve searched every nook and cranny but I couldn’t find the skirt.
Her tarafı didik didik aradım ama eteği bulamadım.
reduction
reduction
i. indirim, düşürme, azalma, düşüş, dönüştürme, haline getirme, ayırma, indirgeme, iskonto, ergime, boyun eğdirme, negatifi zayıflatma, küçültme, küçültülmüş resim, yerine oturtma [tıp.]
Examples
He advocated the reduction of taxes.
Vergilerin azaltılmasını savundu.
It’s not porn. It’s a Web site about breast reduction surgery.
Porno değil. Göğüs küçültme ameliyatıyla ilgili bir internet sayfası.
adversely
olumsuz