book 5 Flashcards
regulate
- düzene sokmak; 2. düzenlemek; 3. ayarlamak;
Examples
Rice prices are regulated by the government.
Pirinç fiyatları hükümet tarafından düzenlenir.
Traffic lights are used to regulate traffic.
Trafik ışıkları trafiği düzenlemek için kullanılır.
relevant
- konuyla ilgili; 2. ilgili; 3. konu ile ilgili;
Examples
I thought his opinion was relevant.
Onun fikrinin konu ile ilgili olduğunu düşünmüştüm.
Click here to download the movie “All I Want for Christmas. Relevant Links is listed here.
“All I want for Christmas” filmini indirmek için burayı tıkla. Benzer bağlantılar burada listelenmiştir.
context
context
i. bağlam, sözün gelişi, kaynak, şartlar, durum
Examples Context is important. Bağlam önemlidir. Context is very important. Bağlam çok önemli.
phase
- evre; 2. safha; 3. aşama;
Examples
We are entering a new phase in the war.
Savaşta yeni bir aşamaya giriyoruz.
According to astrology, moon phases influence our lives.
Astrolojiye göre, ayın evreleri hayatımızı etkiliyor.
reside
- ikamet etmek; 2. bağlı olmak; 3. -de ikamet etmek; 4. f. erişmiş, ulaşmış, yetişmi; 5. eski dilde resmi bir yazının yerine ulaştığını bildiren geldi işareti;
Examples
No, my parents are actually residing in Minas and Sao Paulo.
Hayır, anne babam aslında Minas ve Sao Paulo’da oturuyorlar.
Tom currently resides in Boston.
Tom şu anda Boston’da oturuyor.
compensate
- telâfi etmek; 2. tazmin etmek
Examples Who will compensate for the loss? Kaybı kim telafi edecek? I will compensate you for your loss. Kaybın için seni tazmin edeceğim.
component
component
i. parça, eleman, bileşen, öğe, tamamlayıcı parça
s. bileşen, bileşimde yeralan, tamamlayıcı
Examples
Instructional videos are a key component of many online courses.
Öğretim videolar birçok çevrim içi derslerin önemli bir bileşenidir.
Electronic components can be cleaned by using pure isopropyl alcohol.
Elektronik bileşenler saf izopropil alkol kullanarak temizlenebilirler.
consent
- izin; 2. razı olma; 3. razı olmak;
Examples He consented to help the old lady. Yaşlı bayana yardımcı olmaya razı oldu. I interpreted his silence as consent. Onun sessizliğini razı oluş kabul ettim.
considerable
- hatırı sayılır derecede; 2. önemli; 3. oldukça büyük;
Examples
The demand for rice in Japan is considerable.
Japonya’da pirinç için talep önemli.
The earthquake caused considerable damage.
Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.
constant
- değişmez; 2. sabit; 3. daimi;
Examples
I’ve been in constant contact with Nicholas.
Nicholas’la sürekli temas halindeyim.
I’m fed up with your constant complaining.
Ben sürekli şikayet etmenden bıktım.
restrict
- sınırlamak; 2. kısıtlamak; 3. restrictive kısıtlayıcı;
Examples
Freedom of speech was tightly restricted.
ifade özgürlüğü ciddi şekilde sınırlandı.
The police restricted access to the road.
Polis yola girişi kısıtladı.
constrain
- zorlamak; 2. zorunda bırakmak; 3. zorla yaptırmak;
Sınırlamak
corporate
- tüzel; 2. şirkete ait; 3. kurumsal;
bileşmiş
Examples
The corporate headquarters is in Los Angeles.
Şirket merkezi Los Angeles’ta.
Corporate earnings in the first quarter improved sharply.
Şirket kazançları ilk çeyrekte keskin şekilde gelişti.
correspond
- mektuplaşmak; 2. haberleşmek; 3. uymak;
Karşılık
Examples I have a friend I correspond with. Mektuplaştığım bir arkadaşım var. We have corresponded with each other. Biz birbirimizle mektuplaştık.
deduce
- sonuç çıkarmak; 2. sonuca varmak;
Examples
Sherlock Holmes could deduce much out of the smallest details.
Sherlock Holmes en küçük detaylardan çok fazla çıkarım yapabilirdi.
demonstrate
- gösteri yapmak; 2. ispat etmek; 3. kanıtlamak;
göstermek
Examples
Nicholas demonstrated how to core an apple.
Nicholas elmanın göbeğini nasıl çıkaracağını gösterdi.
I’ll demonstrate how this machine works.
Bu makinenin nasıl çalıştığını açıklayacağım.
ensure
- garantiye almak; 2. sağlama almak; 3. sağlamak;
Examples
Careful preparations ensure success.
Dikkatli hazırlıklar başarıyı garantiler.
Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.
framework
- çerçeve; 2. ana yapı iskeleti; 3. şasi;
Examples
The first part of this article sets out the theoretical framework.
İlk bölümde çalışmanın kuramsal çerçevesi belirlenmiştir.
The whole framework was made of iron.
Bütün iskelet demirden yapıldı.
initial
- ilk harf; 2. ilk; 3. baş harf;
Examples
What do the initials NTT stand for?
NTT harfleri ne anlama geliyor?
The couples carved their initials in oak trees.
Çiftler baş harflerini meşe ağaçlarına kazıdılar.
justify
- savunmak; 2. haklı çıkarmak;
Examples How can you justify your behavior? Davranışını nasıl haklı gösterebilirsin? -Congress was isoIationist in '37-- -You'd justify the Nazi-Soviet pact. -Kongre 37'de tecrit... -Nazi-Sovyet paktını mazur gösterme.
entity
- varlık; 2. mevcudiyet; 3. birim;
Examples
Anita take a memo To the Director of Central Intelligence C-Systems.. no longer a viable entity.
Anita Merkez İstihbarat direktörüne artık geçerli bir birim olmadıgına dair bir kısa not yolla.
Eddie, your ignorance really is embarrassing They’re two completely different artistic entities.
Eddie cahilliğin gerçekten utanç verici. Onların ikisi de farklı sanatsal birimler.
constitute
- oluşturmak; 2. kurmak; 3. teşkil etmek;
Examples
These things constitute a balanced meal.
Bu şeyler dengeli bir öğün oluşturur.
Thou shalt respect all weaknesses, and shalt constitute thyself the defender of them.
Tüm zayıflıklara saygı göstermelisin ve kendini onların savunucusu tayin etmelisin.
enable
- olanak vermek; 2. olanak tanımak; 3. olanak sağlamak
Examples
The scholarship enabled her to study abroad.
Burs onun yurt dışında eğitim yapmasını sağladı.
The scholarship enabled him to study abroad.
Burs onun yurt dışında eğitim yapmasını sağladı.
consist
- -den meydana gelmek; 2. of -den meydana gelmek, -den oluşmak, -den ibaret olmak; 3. bağlı olmak;
xamples This theory consists of three parts. Bu teori üç kısımdan oluşur. Our committee consists of ten members. Komitemiz on üyeden oluşmaktadır.
enforce
- zorlamak; 2. zorla almak veya yaptırmak; 3. zorla yaptırmak;
Examples The laws were very difficult to enforce. Yasaları uygulamak çok zordu. Those who enforce the law must obey the law. Kanunu uygulayanlar kanuna uymalıdırlar.
draft
- taslak; 2. hava cereyanı; 3. para çekme; 4. bir teknenin yüküne bağlı olarak taşırdığı su miktarı; 5. bir geminin çektiği su; 6. gemi kazanlarında yanmayı sağlayan hava akımı;
Examples
I’d like to make some changes in the draft.
Ben taslakda bazı değişiklikler yapmak istiyorum.
Draft beer tastes especially good on a hot day.
Fıçı birasının tadı sıcak bir günde özellikle iyidir.
derive
- türemek; 2. -den elde etmek; 3. sağlamak;
Examples
We derive a lot of pleasure from books.
Biz kitaplardan çok zevk elde ederiz.
A lot of English words are derived from Latin.
ingilizce sözcüklerin çoğunluğu Latince’den gelmiştir.
discrete
ayrık
açıkça
Examples I am very discrete. Ben çok farklıyım. Let's try to be discrete about this. Bunun hakkında farklı olmaya çalışalım.
conflict
- anlaşmazlık; 2. çatışma; 3. çekişme;
fikir ayrılıığı
Examples The bloody European conflict was over. Kanlı Avrupa çatışması bitti. It is impossible to resolve the conflict. Bu çatışmayı çözmek imkansız.
clause
- fıkra; 2. gram cümlecik;
Examples
According to some experts the spoken language uses few subordinate clauses.
Bazı uzmanlara göre, konuşulan dil çok az sayıda yan cümleler kullanır.
There’s a grammatical mistake in that clause.
O cümlede bir dilbilgisel hata var.
amend
- değiştirmek (kanun vb); 2. düzeltmek; 3. iyileştirmek;
Examples
This will make amends for his disappointment.
Bu onun düş kırıklığını giderecektir.
You must make amends for your unfaithful I ness.
Onun sadakatsizliğinin karşılığını vermek zorundasın.
adjust
- ayarlamak; 2. alıştırmak; 3. uydurmak;
Examples I had the brakes of my bicycle adjusted. Bisikletimin frenlerini ayarlattım. She asked him to adjust the TV set. Ondan TV setini ayarlamasını rica etti.
undertake
- yüklenmek; 2. girişmek; 3. üstlenmek;
Examples
He undertook a great deal of work.
Büyük bir iş üstlendi.
His undertaking failed for lack of funds.
Onun taahhütü fon eksikliğinden başarısız oldu.
busy with
- meşgul olmak; 2. meşgul etmek; 3. ile meşgul olmak;
brilliant at
çok başarılı;
bored with
- sıkılmak , bıkkınlığı gelmek;
ashamed of
- den utanmış; 2. -den utanmış; 3. -den utanmak
Examples You should be ashamed of yourselves! Kendinden utanmalısın! Nicholas has nothing to be ashamed of. Nicholas'ın utanacak bir şeyi yok.
anxious about / for / to
- merak etmek; 2. korkmak; 3. den endişeli;
examples Emily is anxious to see him again. Emily onu tekrar görmek için can atıyor. She is anxious to know the results. Sonuçları öğrenmek için merak içindedir.
annoyed at / about
- -e kızgın; 2. e kızgın;
absent from
- -den ayrılmak; 2. bulunmamak; 3. eksilmek;
boastful of
- ile böbürlenen; 2. ile övünen; 3. kibirli;