book 32 Flashcards
ascend
ascend
f. çıkmak, yukarı çıkmak, yükselmek, artmak, tırmanmak, pesten tize geçmek [müz.]
Examples The airplane ascended to four thousand feet. Uçak dört bin feet irtifaya çıktı. The smoke ascended into the air. Duman havaya yükseldi.
predicament
predicament
i. kategori, kötü durum, tatsız durum, çıkmaz
escalate
escalate
f. yükseltmek, artırmak, kızıştırmak, yükselmek, çıkmak
Examples
The White House worries that the crisis could escalate.
Beyaz Saray, krizin tırmanabileceğinden endişe ediyor.
Things escalated quickly.
İşler hızla tırmandı.
antagonize
antagonize
[antagonize (Amer.) ] f. karşı çıkmak, aleyhine çevirmek, düşman etmek, kışkırtmak
Examples Don't antagonize him. Onu kışkırtma. Don't antagonize them. Onları kışkırtma.
paramount
paramount
s. ulu, yüce, en yüksek, olağanüstü
Examples
- Redeemer! In my opinion, the work of the missions is the work of the devil. They teach contempt for lawful profit, and they disobey the king’s authority. The paramount vow is a vow of obedience.
- Hatırla! Benim fikrime göre özel heyet işi şeytan işidir. Yasal karı hor görmeyi ve kralın otoritesine itaatsizlik etmeyi öğretir. En büyük yemin ise itaat yeminidir.
contemplate
contemplate
f. tasarlamak; niyet etmek; düşünmek; seyretmek, süzmek, dalmak
Examples He contemplated taking a trip to Paris. Paris'e bir gezi yapmayı düşündü. I'm contemplating this option. Ben bu seçeneği düşünüyorum.
mutilation
mutilation
i. sakatlama, bozma
You’re in the wrong line of work.
yanşış meslekte çalışıyorsun
yalnış eslek seçmişsin
arbitrary
arbitrary
s. keyfi, isteğe bağlı, hakem kararı ile belirlenen, zalim, gaddar
Examples
Language is succinctly defined in our Glossary as a ‘human system of communication that uses arbitrary signals, such as voice sounds, gestures, or written symbols.
Dil, bizim sözlüğümüzde kısaca; ‘insanların iletişim sistemleri’ için ses tonu, ses, mimikler yada yazılı, rastgele seçilmiş sembollerin kullanılması olarak tanımlanmıştır.
No one shall be subjected to arbitrary exile.
Kimse keyfi olarak sürgün edilemez.
cladding
cladding
met. plakaj, giydirme, cephe kaplaması, dışını kaplama, örtme, kılıf
Examples
in this spandex-clad, big pecs, big tits, big guns field.
kalpler ve çiçekler için çok küçük bir pazar var..
She was clad in a kimono.
O bir kimano giymişti.
deteriorate
deteriorate
f. kötüleşmek, bozulmak, bozmak; fenalaşmak; gerilemek
Examples
His memory is deteriorating with age.
Onun belleği yaş nedeniyle kötüleşiyor.
Tom was shocked to see how much his mother had deteriorated since he last saw her six months ago.
Tom, en son altı ay önce gördüğünden beri, annesinin ne kadar kötüye gittiğini görmekten şok olmuştu.
concrete
concrete
f. katılaştırmak, somutlaştırmak, betonla kaplamak, katılaşmak, somutlaşmak, bütünleşmek
i. somut varlık, beton
s. somut, elle tutulur, gerçekten var olan, maddesel, maddi, beton
Examples
Change the free enterprise stuff. We need concrete examples. The postal service?
Serbest girişimcilik saçmalığını değiştir. Elle tutulur örneklere ihtiyacımız var. Mesala posta hizmeti?
Over 40, 000 tons of concrete were used to build the dam.
Barajın inşasında 40, 000 tonu aşkın beton kullanıldı.
breach
breach
f. gedik açmak, yarmak, kırmak
i. ihlal, uymama, çiğneme, bozulma, bozma (anlaşmayı); gedik, yarık, dalgaların sahile vurup kırılması
Examples
Security section became aware of the breach and performed their function. You’re familiar with the codes of conduct, Agent Bristow
Güvenlik birimi, sızıntının farkına vardı ve görevlerini yerine getirdi. Sanırım acil durum planına aşinasınız, Ajan Bristow.
Our guards never give way to a breach of the peace.
Koruyucularımız asla düzenin bozulmasına izin vermezler.
livestock
livestock
i. çiftlik hayvanları, hayvan mevcudu, haşarat, böcekler
Examples
Goats do not like getting wet and will seek shelter quicker than sheep and other livestock.
Keçiler ıslanmayı sevmez, koyun ve diğer hayvanlardan daha çabuk sığınak ararlar.
halt
halt
f. durdurmak, durmak, duraksamak, tereddüd etmek, topallamak, aksamak, bocalamak, tökezlemek, sendelemek
i. durma, duraksama, mola yeri, küçük istasyon
ünl. dur
n. temporary stop, standstill; break or pause in a march or journey
v. stop, pause; cause to stop; hesitate, be uncertain
adj. crippled, lame (Archaic)
blister
blister
f. kabarmak, su toplamak, kabartmak, çıkışmak, azarlamak
i. kabarcık, su toplama, su toplatan şey, su toplanmış kabarcık, yakı, rasat kulesi, silâh bölmesi
Examples
I burned my finger and a blister appeared.
Parmağımı yaktım, su topladı.
I got blisters on my arm because of the burn.
Yanıktan dolayı kolumda su kabarcıkları var.
latency
latency
i. henüz ortaya çıkmamış olma, gizli olarak var olma
subside
subside
f. alçalmak, çökmek, çökelmek, dibe çökmek, geçmek, yatışmak, sakinleşmek, yığılmak
Examples Her fever subsided. Ateşi yatıştı. His fever subsided. Ateşi yatıştı.
manifest
manifest
f. açıkça göstermek, belirtmek, beyan etmek, göstermek
i. manifesto, gümrük bildirimi
s. belli, aşikâr, belirgin, apaçık
Examples
Everyone has the right to freedom of thought, conscience and religion; this right includes freedom to change his religion or belief, and freedom, either alone or in community with others and in public or private, to manifest his religion or belief in teaching, practice, worship and observance.
Herkesin, fikir, vicdan ve din hürriyeti hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.
marrow
5 results are available, use up and down arrow keys to navigate.
marrow
marrow
i. ilik, öz, sakız kabağı
Examples
Dr. Sagan suffered from a rare bone marrow disease called myelodysplasia.
Dr. Sagan miyelodisplazi adlı ender bir kemik iliği hastalığından muzdaripti.
tissue
tissue
i. doku, ince kumaş, ince kâğıt, kopya kağıdı, kâğıt mendil, kâğıt peçete, tuvalet kâğıdı, ağ
Examples
Look at the scar tissue. See the recession?
Yara dokusuna bakın. Gerilemeyi görüyor musunuz?
Then we would remove some fatty tissue, reshape your breast and relocate the nipple.
Sonra biraz yağlı doku çıkaracağız, göğsünü yeniden şekillendireceğiz ve meme ucunu yeni yerine koyacağız.
decompose
decompose
f. çürütmek, çürümek; ayrıştırmak, dağıtmak, ayrışmak, dağılmak
Examples
The badly decomposed body of a young girl was found on the side of a highway.
Genç bir kızın fena halde çürümüş cesedi otoyolun kenarında bulundu.
consistent
consistent
s. tutarlı, bağıntılı; istikrarlı, uygun, kalıcı, sürekli
Examples
The parchment fibers are consistent with the original Rambaldi document.
Parşömen parçaları-fiberleri orijinal Rambaldi belgesiyle uyumlu-tutarlılık gösteriyor.
It’s not consistent with any of the artifacts I’ve seen.
Şu ana dek gördüğüm hiçbir yapıtla uyumlu-tutarlı değil.
in a sense
bir bakıma
put out
put out
sönmüş
Examples
Let me tell you that with every passing year, you’re becoming the most wise and good looking friend that I have ever known! May you continue to put out the very best in your life! Happy Birthday
Her geçen yılda tanıdığım arkadaşlarım arasında en olgun ve yakışıklı arkadaşım olduğunu söylemek isterim. Hayatını en iyi şekilde yaşamaya devam etmen dileği ile doğum günün kurlu olsun!
The fire fighters put out the fire.
itfaiyeciler yangını söndürdü.
curtain
curtain
f. perdeyi kapatmak, perdelemek
i. perde; perde kapanış sözü; alkışlarla tekrar sahneye çağırma; bölme
Examples She hung a curtain over the window. Pencerenin üzerine bir perde astı. Who is hiding behind the curtain? Perdenin arkasında kim saklanıyor?
famine
famine
i. açlık, kıtlık, sıkıntı, yokluk
Examples
When he was naked, he was like a forked radish, he was.. …the very genious of famine, yet lecherous as a monkey.
Çıplakken, bir turp gibi gözüküyor. Türünün en dahilerinden biri ama bir maymun kadarda çapkındır.
Disease and famine go together.
Hastalık ve kıtlık birlikte giderler.
all along
all along
her zaman, başından beri, baştan beri, öteden beri, ta başından, en başından
Examples I've been telling you that all along. Sana bunu en başından beri söylüyorum. They must have known it all along. Onu başından beri biliyor olmalılar.
shoot into
içine çekmek
ricochet
ricochet
f. sekmek, zıplamak
i. sekme, sekerek gitme, keman yayını zıplatarak çıkarılan ses
stumble
stumble
f. ayağı takılmak, sürçmek, tökezlemek, sendelemek, dili sürçmek, hata yapmak, yanılmak, günah işlemek, günaha girmek
i. hata, sendeleme, sürçme
Examples The kid stumbled and fell to his knees. Çocuk tökezledi ve dizlerinin üstüne düştü. Tom stumbled and fell backward. Tom tökezledi ve geriye düştü.
incompetence
incompetence
i. yetersizlik, ehliyetsizlik, yetkisizlik, beceriksizlik, eksiklik
Examples
His incompetence began to irritate everyone.
Onun beceriksizliği herkesi sinirlendirmeye başladı.
I don’t tolerate incompetence.
Beceriksizliğe tolerans göstermem
violation
violation
i. bozma, ihlâl etme, riayet etmeme, tutmama, yerine getirmeme, tecâvüz etme, saygısızlık etme, kutsallığını bozma
Examples
Sacrilege is the violation or injurious treatment of a sacred object.
Kutsal şeye saygısızlık, kutsallığı bozmadır yada kutsal bir nesneyle ilgili onur kırıcı davranıştır.
Your violation isn’t that serious. They don’t have enough evidence to charge you murder.
senin ihlalin o kadar ciddi değil. seni cinayetle suçlamaya yetecek kanıtları yok.
rupture
rupture
f. koparmak, kırmak, ilişkisini kesmek, kopmak, parçalanmak, fıtık olmak
i. kırılma, kopma, yırtık, çatlak, fıtık, kopukluk, uyuşmazlık, ilişkilerin kesilmesi, bozukluk
Examples
That is not what caused
the rupture.
Kırılmaya o neden olmadı.
When a girl has sex for the first time, her hymen ruptures and bleeds.
Bir kız ilk kez seks yaptığında, onun kızlık zarı parçalanır ve kanar.
notoriously
herkesin bildiği gibi
Prone
prone
s. yüzükoyun, başaşağı, yokuş aşağı, eğimli, meyilli, yatkın
Examples He is prone to getting excited. O heyecanlanmaya eğilimlidir. I'm a little accident-prone. Biraz sakarım da.
stall
stall
f. oyalamak, hızı kesilerek düşmek, zaman kazanmak, geciktirmek, saplanmak, durmak (motor), stop etmek, hızı kesilmek
i. ahır, koltuk, stand, tezgâh, koltuk [tiy.], sargı (parmak), hız kaybedip düşme (uçak), park yeri, oyalama, bahanelerle aldatma, vakit kazanmaya çalışma
Examples He stalled the engine three times. Üç kez motoru durdurdu. Stop stalling and do what I told you. Oyalanmayı bırak da sana ne dediysem onu yap
supremacy
supremacy
i. üstünlük, büyüklük, egemenlik, enüstünlük, yücelik
flaw
flaw
f. çatlatmak, yarmak, sakatlamak, zarar vermek, hasara uğratmak
i. özür, kusur, defo, hata, üretim hatası, noksanlık, çatlak
Examples
You have an eagle eye for even tiny flaws.
Minik kusurları bile görebilecek keskin göze sahipsin.
Despite her flaws, I’m fond of her.
Onun kusurlarına rağmen ona düşkünüm.
obsessed with
Takıntılı
My wife is obsessed with cleaning.
Karım temizlik konusunda takıntılı.
Nicholas is obsessed with learning French.
Nicholas Fransıca öğrenmeye takıntılı.
conviction
conviction
i. suçlu bulma, mahkumiyet; inanç, inanma, görüş; haklı olma, kanaat
Examples
She always stands up for her convictions.
O her zaman inançlarını savunur.
Tony Rezko and Bill Ayers should lead the Democratic Party. They are the only Democrats with any convictions.
Evan Sayet
Tony Rezko ve Bill Ayers Demokratik Partiye liderlik etmeli. Onlar, hiç mahkumiyeti bulunmayan tek Demokratlar.
productivity
productivity
i. verimlilik, prodüktivite, kâr getirme yüzdesi, yaratıcılık
resent
resent
f. alınmak, içerlemek, gücenmek, gücüne gitmek
Examples He resented being called a coward. Korkak denilmesine gücendi. She resented being called a coward. Ona bir korkak denilmesine gücendi.
insinuation
insinuation
i. üstü kapalı söz, ima, yağcılık
Statecraft
statecraft
i. devletçilik, devlet idaresi
solely
solely
zf. sırf, yalnızca, sadece, bir tek
Examples
As natural selection works solely by and for the good of each being all corporeal and mental endowments will tend to progress towards perfection.
Doğal seleksiyon her varlığın sadece iyiliği yolu ile ve iyiliği yönünde çalıştığından, bütün bedensel ve zihinsel yetenekler, mükemmellik yönünde ilerleme eğiliminde olacaktır.
I can’t believe your lif consists solely of meetings.. …ovations, presentations.. …parades and civil defenceexercises
Hayatının sadece toplantılar, yenilikler, sunumlar
törenler ve sivil savunma egzersizlerinden oluştuğuna inanamıyorum.
villain
villain
i. kötü adam, cani, hain, çapkın, kabadayı, ortaçağ köylüsü
Examples
Who’s your favorite movie villain?
Filmlerde gözde kötü adamın kim?
What I can’t understand, sir.. …is why do Hindi films portra gangsters and villains……as stupid and morons?
Hint filmlerinin çete elemanları ve kötü karakterleri neden aptal ve gerizekalı olarak resmettiğini birtürlü anlayamıyorum efendim.
scold
scold
f. azarlamak, çıkışmak, paylamak, haşlamak, terslemek
i. cadaloz, cadı kadın, huysuz kadın
Examples They were scolded by the teacher. Onlar öğretmen tarafından azarlandılar. Were you scolded by your teacher? Öğretmenin tarafından azarlandın mı?
handpicked
seçilmiş
elle toplanmış
stance
stance
i. duruş, durum, vaziyet
Examples
The volatile course of Turkey-EU relations, along with the perception that politicians and citizens in EU member states oppose Turkey’s membership, cause Turkish public to take a reactive stance on EU membership.
Türkiye-AB ilişkilerindeki dalgalı seyir ve AB üyesi ülkelerin siyasetçi ve vatandaşlarının Türkiye’nin üyeliğine karşı oldukları şeklindeki algı Türk kamuoyunun AB üyeliğine ilişkin tepkisel bir tutum sergilemesine neden olmaktadır.
He had a strong stance on the subject.
Konuyla ilgili güçlü bir duruşu vardı.