book 7 Flashcards
repentance
- pişmanlık; 2. tövbe; 3. pişmanlık yasası;
Examples
You’ll never get such chance for repentance. Don’t let it go.
Tövbe etmek için bir daha böyle bir fırsatın asla olmayacaktır. Bu fırsatı kaçırma.
charming
- çekici; 2. cazibeli; 3. alımlı;
Examples
Tommy keeps an eagle feather as a good-luck charm.
Tommy bir kartal tüyünü şans tılsımı olarak yanında taşıyor.
Joan is as charming as her sister.
Joan kız kardeşi kadar çekici.
discourse
- söylem; 2. söylev; 3. söylev,v.konuş:n.konuşma;
Examples
That’s not what I’m doing. This is discourse.
Yaptığım bu değildi. Konuşuyorduk sadece.
In their discourse after dinner, they talked about politics.
Yemekten sonraki konuşmalarında, onlar politikadan bahsettiler.
being spotted by
tarafından fark edilmek
ferocious
- yırtıcı; 2. gaddar; 3. ferociously vahşice;
Examples
A tiger is a very ferocious kind of animal.
Kaplan çok vahşi bir hayvan türüdür.
Those dogs aren’t as ferocious as they look.
Bu köpekler göründükleri kadar vahşi değil.
seal
- mühürlemek; 2. mühür; 3. fok;
Examples
It is cruel to club the seals to death for their fur.
Kürkleri için fokları sopa ile döverek öldürmek zalimliktir.
Couldn’t we put a remote sentry unit in the tunnel…- ..and then seal that door?
Tünele ayrı bir bekçi birimi koyup ve sonra kapıyı mühürleyemez miyiz?
fluffy
- kabarık; 2. gösterişsiz; 3. yumuşak ve kaba tüylü;
Examples It was a big, red, fluffy blanket. Büyük, kırmızı, tüylü bir battaniyeydi. Sheep fur is fluffy. Koyun kürkü kabarıktır.
take part
- yeralmak; 2. katıl;
deliverance
- kanı; 2. kurtuluş; 3. kurtulma;
in respect of
- hususunda; 2. itibariyle; 3. -e gelince;
sum
- toplam; 2. tutar; 3. adet; 4. sarımsak; 5. özbekistan’ın para birimi; 6. pervane denilen kelebek;
Examples
A thousand dollars is a large sum.
1000 dolar büyük bir yekundur.
I’ve never had such a large sum of money.
Ben hiç bu kadar büyük bir paraya sahip olmadım.
subsequent
- sonraki, sonra gelen, (belirli bir olayı) takip eden; 2. daha sonraki; 3. sonraki;
Examples
I can’t remember of the subsequent events.
Ben daha sonraki olayları hatırlamıyorum.
retain
- korumak; sürdürmek, devam ettirmek: they’ve retained that custom. o; 2. tutmak; 3. aklında tutmak;
Examples
Remember when decompressing the packages that you must retain the directory structure.
Sakın unutmayın; sıkıştırılmış dil paketlerini açarken dizin yapısını korumalısınız.
Goose down retains the heat.
Gaz tüyü ısıyı korur.
promote
- terfi ettirmek; 2. tanıtımını yapmak; 3. desteklemek;
Examples My father was promoted to president. Babam başkanlığa terfi etti. He promoted the idea of world government. Dünya hükümeti fikrini destekledi.
prior
- önceki; 2. önsel; 3. önceden;
Examples
I’m sorry but I have a prior engagement.
Üzgünüm fakat önceden verilmiş sözüm var.
I’ve had no conversation with anyone here prior to the beginning of this record.
Bu kayıdın başlamasından önce burada hiç kimse ile görüşmedim.
equate
- aynı kefeye koymak; 2. eşit yapmak; 3. eşitlemek;
Examples
You can’t equate nationalism with fascism.
Milliyetçilikle faşizmi bir tutamazsın.
Luxury and convenience do not equate to happiness.
Lüks ve rahatlık mutluluğa eşit değildir
straightforward
- apaçık; 2. anlaşılır; 3. kolay;
Examples Tom is quite straightforward. Tom oldukça açık sözlü. Tom is very straightforward. Tom çok açık sözlü.
etiquette
- görgü kuralları; 2. muaşeret adabı; 3. teşrifat;
Examples
There’s proper etiquette for everything, even an orgy.
Her şey için görgü kuralı vardır, hatta bir sex partisinin bile.
praise
- methetmek; 2. övmek; 3. övgü;
xamples He praised the girl for her honesty. Kızı dürüstlüğü için övdü. My boss praised me for my hard work. Patronum çok çalışmam için beni methetti.
deficit
. (bütçe, hesap v.b.’nde) açık; zarar; 2. eksiklik; 3. hesap açığı;
Examples
A huge federal budget deficit has been plaguing the American economy for many years.
Dev bir federal bütçe açığı, yıllardır Amerikan ekonomisinin başına bela oldu.
He made up for the deficit.
O, zararı telafi etti.
filled with
- dolulu; 2. dolu (ile dolu olmak); 3. dolu olmak;
principal
- okul müdürü; 2. başlıca; 3. esas;
Examples The principal wants to talk to you. Müdür seninle konuşmak istiyor. Mike visited our principal Mr. Ogaki. Mike müdürümüz Bay Ogaki'yi ziyaret etti.
attribute
- bağlamak; 2. atfetmek; 3. dayandırmak;
Examples She attributed her success to luck. Başarısını şansa bağladı. This painting is attributed to Monet. Bu tablo Monet'e atfedilmiştir.
attribution
özellik
nitelik
Examples
Text is available under the Creative Commons Attribution
Metin, Yaratıcı Halk İsnatlarında mevcuttur.
We’re releasing all the sentences we collect under the Creative Commons Attribution license.
Topladığımız tüm cümleleri Creative Commons Attribution lisansı altında serbest bırakıyoruz.
familiar to / with
- e aşina; 2. aşina; 3. -e aşina;
Examples Doesn’t it sound familiar? Sesi tanıdık gelmiyor mu? The saying is quite familiar to us. Deyiş bize oldukça tanıdık.
faithful to
- sadık; 2. e sadık; 3. sadık için;
Examples
He was always faithful to his wife.
O her zaman karısına sadık idi.
Nicholas certainly believes Mary is faithful.
Nicholas kesinlikle Mary’nin sadık olduğuna inanıyor.
exposed to
- maruz kalmak; 2. karşı; 3. maruz kalmak;
Examples He deliberately exposed her to danger. Bilerek onu tehlikeye maruz bıraktı. She didn't expose her skin to the sun. Cildini güneşe maruz bırakmadı.
envious of
- kıskanç; 2. i kıskanan; 3. gıpta etmek , kıskanmak;
Examples
I’m envious of you because you have a good boss.
iyi bir patronun olduğu için seni kıskanıyorum.
I am envious of his success.
Onun başarısını kıskanıyorum.
enthusiastic about
- hevesli olmak , istekli olmak;
Examples
His speech met with enthusiastic applause.
Onun konuşması coşkulu alkışlarla karşılandı.
Benjamin is very enthusiastic about his new job.
Benjamin yeni işi hakkında çok hevesli.
engaged in
- faaliyette bulunmak; 2. ile ilgilenmek; 3. ile uğraşmak;
Examples My sister is engaged in social work. Kız kardeşim sosyal hizmetle meşguldür. They are engaged in cancer research. Onlar kanser araştırma işiyle meşgul.
confident of
- -den emin; 2. -ye güvenir; 3. den emin;
Examples I'm confident that you'll succeed. Senin başaracağından eminim. I'm confident that I'll pass the exam. Sınavı geçeceğime eminim.
conscious of
- -nın farkında olmak; 2. bilincinde olmak; 3. bilinçli;
i am conscious of what have you done
Examples
She has lost her conscious since last August.
O, geçen Ağustos’tan beri bilincini kaybetti.
I was not conscious of her presence.
Onun varlığının bilincinde değildi.
efficient in
etkin
eager for
- istekli olmak , sabırsız olmak; 2. e istekli; 3. -e istekli;
Examples
Ann is eager to open the box.
Ann kutuyu açmaya hevesli.
Susan was eager to share the news with her sister.
Susan haberleri kız kardeşiyle paylaşmak için sabırsızdı.
content with
- le yetinen; 2. -le yetinen; 3. -den hoşnut , halinden memnun;
dressed in
- giyinmek; 2. giyinmiş/giyinik olmak; 3. (içinde) giyinmek;
disappointed with
disappointed at
disappointed by
- umduğunu bulama; 2. ile hayal kırıklığı; 3. umduğunu bulamamamak;
Examples
Nicholas doesn’t want to be disappointed.
Nicholas hayal kırıklığına uğramak istemiyor.
They are disappointed in their son.
Oğullarının hayal kırıklığına uğradılar.
convinced of
- aklı yatmak; 2. ikna olmuş;
Examples
I convinced Nicholas to help us tomorrow.
Yarın bize yardım etmesi için Nicholas’ı ikna ettim.
Nicholas is convinced that Mary is wrong.
Nicholas Mary’nin hatalı olduğuna ikna oldu.
coordinated with
ile kordineli
covered with / in
ile kaplı
Examples He said the paint covered my room. Sürdüğü boyanın bütün duvarlan kapladığını söyledi. Please cover the baby with a blanket. Lütfen bebeği bir battaniyeyle örtün.