book 10 Flashcards
looseness
- gevşeklik; 2. oynaklık; 3. düşüklük;
rib
kaburga Examples He elbowed me in the ribs. O, kaburgalarıma dirsek vurdu. Our neighbor has broken a rib. Komşumuzun bir kaburgası kırıldı. Put your hands onto your ribs.
Departing prematurely.
Erken kalkıyor
tardiness
- gecikme; 2. yavaşlık; 3. rötar;
temperament
- mizaç; 2. huy; 3. tabiat; 4. boyar maddenin tutkallı suyla, genellikle de yumurta akıyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya türü; 5. suyla karışabilen pigmentlerle yapılan resim;
Examples
Nicholas certainly has the right temperament for the job.
Nicholas iş için kesinlikle doğru mizaca sahip.
Tom certainly has the right temperament for the job.
Tom iş için kesinlikle doğru mizaca sahip.
commend
- övmek; 2. ısmarlamak; 3. emanet etmek;
Examples
Mark is so honest that everybody commends him for it.
Mark o kadar dürüsttür ki bunun için herkes onu över.
We commended him for his good work.
Onu iyi işinden dolayı takdir ettik.
egghead
- aydın; 3. entelektüel;
tease
- sataşmak; 2. kızdırmak; 3. alay ederek sataşmak; 4. sürçüp yüzü üstüne düşmek;
Examples
I can’t stand to see animals be teased.
Hayvanların kızdırıldığını görmeye dayanamıyorum.
You’re from the country, right? You’ve been teased a lot? What did your father do?
Taşralısın değil mi? Çok alay edildin mi? Baban ne yapardı?
susceptible
- duyarlı; 2. elverişli; 3. -den çabuk etkilenen;
Examples
She was susceptible to colds.
O, soğuk algınlığına duyarlıydı.
subtly
- zekice/incece; 2. incelikle; 3. kurnazca;
sweating.
- ter; 2. terlemek; 3. terleme;
That should stop the sweating.
Examples
He wiped the sweat from his forehead.
Alnından teri sildi.
You’re sweating because the poison’s taking effect.
Terliyorsun çünkü zehir etkisini gösteriyor.
agile
- atik; 2. çevik; 3. kıvrak;
Examples
Tom is surprisingly agile.
Tom beklenmedik biçimde çevik.
companionship
- yoldaşlık; 2. dostluk; 3. arkadaşlık;
Examples
He wanted female companionship.
O kadın arkadaşlık istedi.
Pets offer us more than mere companionship.
Evcil hayvanlar sadece bize eşlik etmekten daha fazlasını sunar.
commentary
- yorum; 2. eleştiri; 3. açıklama;
Examples
What a sad commentary!
Ne üzücü bir yorum.
dismay
- umutsuzluğa düşürmek; 2. korku; 3. perişan etmek;
But his anticipation quickly turned to dismay…
Examples
lmagine my shock and dismay. My own partner, lying to me like that.
Şokumu ve üzüntümü bir hayal et. Kendi partnerimin bana o şekilde yalan söylemesi.
These old books are fascinating but once they’re opened it’s a dismay.
Bu eski kitaplar harika ama açıp baktığımızda korkunç.
defile
defile
f. kirletmek, lekelemek; bozmak; kötüye kullanmak; tek sıra halinde yürümek
i. dar geçit, darboğaz, dar yol
rewind
- geri sarmak; 2. tekrar sar; 3. geri sarma;
Examples Tom pressed the rewind button on the VCR. Tom videoda geri sarma butonuna bastı. Tom rewound the tape. Tom bantı yeniden sardı.
heading out
dışarı çıkmak
ayrılmak
Michael. Look, l’m heading out to the Hamptons in a couple of minutes.
coax
- tatlı sözlerle kandırmak; 2. tatlılıkla ikna etmek; 3. koaksiyel;
Examples
Tom coaxed the mouse out of the hole in the wall with a piece of bread.
Tom fareyi bir parça ekmek ile duvardaki deliğin dışına çıkması için ikna etti.
harassment
taciz Examples It wasn't harassment. O, rahatsızlık değildi. This is harassment. Bu, rahatsızlık.
wrists
1. bilek; 2. el bileği; 3. kol bileği; Examples I broke my wrist when I fell on it. Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım. The man caught the girl by the wrist. Adam kızı bileğinden yakaladı.
l’m going to the bathroom to slit my wrists.
slit
kesik
kesmek
yarık
l’m going to the bathroom to slit my wrists.
Examples
The police think that Tom was stabbed before his throat was slit.
Polisler onun gırtlağı kesilmeden önce, Tom’un bıçaklandığını düşünmektedir.
Tom slit his own throat.
Tom kendi boğazını kesti.
rip it up
- paralamak; 2. yırt; 3. parçalamak;
niceties
- incelikler; 2. ayrıntılar; 3. hoş yanlar;
Let’s just keep the plans simple, forget all the niceties, maximize our revenue.
Examples
The skirt fits you to a nicety.
Etek size mutlaka uyacak.
cereal
- tahıl; 2. mısır gevreği; 3. (mısır gevreği gibi) tahıldan yapılmış kahvaltılık yiyecek;
Examples
My breakfast cereal comes in a box.
Kahvaltıda yediğimiz mısır gevreği kutunun içindedir.My father’s new hat was in a box.
Kids see the giant bowl of cereal and they smile
Çocuklar dev kâseyi ve tahıl gevreğini görünce gülümseyecek…
deviant
- sapkın; 2. alışılmışın dışında; 3. anormal;
malfunction
- arıza; 2. işlev bozukluğu; 3. malfonksiyon;
lt’s not a malfunction, it’s a feature.
Examples
This clock seems to be malfunctioning.
Bu saat arızalı görünüyor.
Due to a technical malfunction, this train’s service will be henceforth discontinued.
Teknik bir arıza nedeniyle, bu trenin hizmeti bundan sonra devam etmeyecektir.
execute
- infaz etmek; 2. idam etmek; 3. yapmak;
gerçekleştirmek
Examples
Nicholas refused to execute the order.
Nicholas emri yerine getirmeyi reddetti.
They were following orders. Any crew that executes an order like that is guilty of war crimes.
Emirlere itaat ediyorlardı. Bunun gibi bir emri yerine getiren herhangi bir ekip, savaş suçlarından suçlu olur.
lt’s using its memory to execute your preferences.
drop out
- okula devam etmemek; 2. kaydını sildirmek; 3. vazgeçmek;
Michael, Janine and l decided to drop out of the rat race…
molesting
- sarkıntılık; 2. cinsel tacizde bulunmak; 3. sarkıntılık et/saldır;
Examples
Tom attempted to molest the eight-year-old child.
Tom sekiz yaşındaki çocuğa taciz girişiminde bulundu.
Tom was molesting his ten-year daughter, Mary.
Tom on yaşındaki kızı Mary’yi taciz ediyordu.
suing
- mahkemeye vermek; 2. dava açmak; 3. dava etmek; 4. sutaşı; 5. (y) f. cihet, yön, taraf. semt. yan; 6. silam;
Examples The woman goes by the name of Sue. Kadın Sue adına gitmektedir. Sue and Jason decided to get married. Sue ve Jason evlenmeye karar verdiler.
weaned off
ayırmak
dizzy
. başı dönen; 2. aptalca; 3. sersemletici;
Examples
I get dizzy spells when I stand up.
Ayağa kalktığımda başım döner.
When the virus penetrates, the victim becomes dizzy and begins to experience an itching rash.
Virüs içine girdiğinde, kurban sersemler ve kaşındıran döküntüyle karşılaşmaya başlar.
enchantment
- büyü; 2. büyüleme; 3. sihir;
But she had an enchantment upon her of a fearful sort…
prevailed.
- kapladı; 2. ikna etmek; 3. hüküm sürmek;
Examples
Truth is strong, and sometime or other will prevail.
Mary Astell
Gerçek güçlüdür, ve bir gün, yoksa diğeri yenecek.
Common sense should prevail.
Sağduyu galip gelmeli.
ogre
- gulyabani; 2. öcü; 3. korkunç kimse;
Canavar
grind
- öğütmek; 2. bilemek; 3. (kıyma makinesinde) (et) çekmek; (mutfak robotunda) (sebze v.b.’ni);
Yeah, it’ll grind your bones for its bread.
peeled
soyulmuş
They’ll make a suit from your freshly peeled skin.
Examples
Susan’s eyes are wet. She has been peeling onions.
Susan’ın gözleri yaşlı. Soğan soyuyordu.
Nicholas is too young to peel an apple.
Nicholas bir elma soyamayacak kadar çok genç
Squeeze
- sıkışmak; 2. sıkmak; 3. sıkışıklık;
Squeeze the jelly from your eyes! Examples I squeezed the juice out of the oranges. Portakalların suyunu sıktım. She squeezed the juice from many oranges. Birçok portakaldan su sıktı.
Seize him
- yakalayın onu;