book 37 Flashcards
swathe
swathe
f. çevrelemek, sarmak, sarıp sarmalamak, kundaklamak
i. sargı, bandaj, kundak bağı, kuşak, biçilmiş ekin yığını, orakla bir defada biçilen yer
undismayed
undismayed
s. yılmayan, yılmaz
meek
meek
s. yumuşak başlı, uysal, alçakgönüllü, mütevazi, ezik, silik
Examples She is too meek. O fazla uysal. Tom is meek. Tom ezik.
overcast
overcast
f. bulutla kaplamak, kapanmak, sülfile yapmak, kenarını bastırmak
s. bulutlu, kapalı, basık, endişeli, sülfile yapılmış, kenarı bastırılmış
Examples
It’s been overcast for the past few days.
Geçtiğimiz birkaç gün boyunca hava bulutluydu.
It will be cold and the sky will be overcast.
Hava soğuk olacak ve gökyüzü basık olacak.
appendage
appendage
i. ilave, ek, katkı, uzantı, başkasına muhtaç kimse, askıntı
affluent
affluent
s. bol, çok, gürül gürül akan, zengin, varlıklı
i. ırmak ayağı, ırmağa dökülen akarsu
Examples
Every affluent person owns at least two cars.
Her varlıklı insan en az iki arabaya sahiptir.
chandelier
chandelier
i. avize
Examples
A crystal chandelier was hanging over the table.
Bir kristal avize masanın üzerinde asılıydı.
There was a beautiful chandelier hanging from the ceiling.
Tavandan sarkan güzel bir avize vardı.
ceiling
ceiling
i. tavan, iç kaplama (gemi), yükseklik sınırı
Examples There's a big fly on the ceiling. Tavanda büyük bir sinek var. There is a dragonfly on the ceiling. Tavanda bir yusufçuk var.
grim
grim
s. zalim, gaddar, acımasız, sert, korkunç, suratsız
Examples Tom is grim. Tom acımasız. Don't look so grim. Çok gaddar görünme.
shack
shack
i. kulübe, baraka
Examples
Nicholas spent the night in an old hunting shack.
Nicholas geceyi eski bir avcı kulübesinde geçirdi.
Are you using this shack as a house?
Bu kulübeyi bir ev olarak mı kullanıyorsun?
bare
bare
f. açmak; çıkarmak; açılmak; soymak
s. çıplak; bomboş, tamtakır; yalın, sade, açık; yapraksız; tüysüz; azıcık
Examples
Talking to him when he is angry is like touching the flame with your bare hands.
Sinirliyken onunla konuşmak tıpkı çıplak elle aleve dokunmak gibidir.
She choked him with her bare hands.
O çıplak elleriyle onu boğdu.
long
long
f. arzu etmek, özlemini çekmek, gözlemek, hasret kalmak, hasret olmak, özlemek, susamak, istemek, can atmak
i. uzun zaman, uzun süre, uzunluk, uzun ses
s. uzun, uzun vadeli, büyük
Examples
I could dance all night long but unfortunately we left the party early in the evening.
Bütün gece boyunca dans edebilirdim fakat ne yazık ki partiyi akşamın erken saatlerinde terk ettik.
It has long legs and wades in the water.
Uzun bacakları olup sığ sularda dolaşırlar.
grin
grin
f. sırıtmak
i. sırıtma, sırıtış
Examples
She grinned at me when she came into the room.
O odaya geldiğinde bana sırıttı.
- Sir, no, sir.
- Wipe that disgusting grin off your face.
- Efendim, hayır efendim.
- O zaman aptal gibi sırıtmayı kes.
congenital
congenital
s. yaradılıştan olan, doğuştan
congenital
congenital
s. yaradılıştan olan, doğuştan
tip over
tip over
boşaltmak (eğip), dökmek, devrilmek, takla atmak, burun üstü gelmek (uçak)
Examples
You shouldn’t stand up in the boat. It might tip over It.
Kayıkta ayakta durmamalısın. Devrilebilir.
quell
quell
f. bastırmak, yatıştırmak, teskin etmek
Examples
What passions cannot music raise or quell?
John Dryden
Hangi tutkular müziği yükseltemez yada bastıramaz.
The army quelled the rebellion.
Ordu isyanı bastırdı.
martyr
martyr
f. şehit etmek, işkence etmek
i. şehit, işkence çekerek ölen kimse, kurban, mağdur
Examples
CaIIing them martyrs because they have guts…
Onlara şehit dedi, sadece kendilerinin, onun…
Hussein, the grandson of Prophet Mohammad, was martyred in Karbala in the year 680.
Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin 680 yılında Kerbela’da şehit edildi.
disdain
disdain
f. hafife almak, küçümsemek; tenezzül etmemek; reddetmek
i. tepeden bakma; küçümseme; kibir, tenezzül etmeme
Examples
The soldier disdained shooting an unarmed enemy.
Asker silahsız bir düşmana ateş etmeyi reddetti.
confide
confide
f. güvenmek, sır açmak; sır vermek; emanet etmek, teslim etmek
Examples
He confided in me about his love affair.
Aşk ilişkisi hakkında bana güvendi.
Did she ever confide in you about the problems she was having?
O hiç yaşadığı sorunlar hakkında sana güvendi mi?
brag
brag
f. övünmek, böbürlenmek; yüksekten atmak
i. övünme, yüksekten atma, atıcı, övünen kimse
Examples
Some people like to brag.
Bazı insanlar böbürlenmekten hoşlanır.
A braggart is a person who likes to brag.
Böbürlenen kimseler, kendilerini çok öven kimselerdir.
veracity
veracity
i. doğruluk, dürüstlük, doğruculuk, gerçeklik, gerçek
obstinate
obstinate
s. inatçı, dik başlı, dik kafalı, müzmin, kronik
Examples
He became more obstinate as he grew older.
Büyüdükçe daha inatçı oldu.
As he grew older he became more obstinate.
Yaşlandıkça daha inatçı oldu.
awe
awe
f. korku vermek, korkutmak
i. saygıyla karışık korku, korku, huşu, haşmet, ululuk
Examples
He stood in awe before her.
O onun önünde huşu içinde durdu.
Mary is a woman who inspires awe in all who meet her.
Mary onunla tanışan herkese huşu telkin eden bir kadın.
fetch
fetch
f. gidip almak, getirmek, almak, çekmek, cezbetmek, geçirmek, atmak
Examples
Throw a stick and watch the dog fetch it.
Bir sopa at ve köpeğin onu alıp getirmesini izle.
He trained his dog to fetch the newspaper.
Gazeteyi getirmesi için köpeğini eğitti.
flipping
flipping
i. lanetleme
Examples
Nicholas flipped on the dining room light.
Nicholas yemek odası lambasını açtı.
Nicholas flipped through the pages of the magazine.
Nicholas baştan sona kadar derginin sayfalarını çevirdi.
sip
sip
f. yudumlamak, yudum yudum içmek, azar azar içmek, çekmek
i. yudum, yudumlama, bir yudum
Examples
I had to sip the coffee because it was too hot.
Kahveyi yudum yudum içmek zorunda kaldım çünkü çok sıcaktı.
Tom gave Mary a sip of water from his canteen.
Tom Mary’ye kantininden bir içim su verdi.
prop
prop
f. desteklemek, destek koymak, dayamak, yaslamak
i. destek, dayanak, payanda, sahne malzemesi, sahne elbisesi, pervane (uçak), atın birdenbire durması, dayak
Examples
He propped his bike against the wall.
Bisikletini duvara yasladı.
He fetched a few cushions to prop up her head.
Onun başını desteklemek için birkaç yastık getirdi.
recite
recite
f. ezberden okumak, ezbere anlatmak, sayıp dökmek, belgelerle anlatmak
Examples I could recite the story by heart. Hikayeyi ezbere okuyabildim. Her daughter can recite many poems. Onun kızı birçok şiiri ezbere okuyabilir.
decency
decency
i. terbiye, edep, namus; anlayışlılık, ılımlılık, uygunluk; nezaket
Examples
Nicholas didn’t have the decency to admit that he was wrong.
Nicholas hatalı olduğunu kabul edecek nezakete sahip değildi.
…and if they do not, I hope they will have
the decency to clear my name…
Şimdiye kadar yapmadılarsa,
bundan sonra adımı…
aloofness
aloofness
i. uzak durma, mesafe koyma; sokulmama
allowance
allowance
i. izin, müsaade; harçlık, ödenek; hoşgörü, tolerans, indirim, iskonto, hesaba katma, göz önünde tutma, handikap [spor.], avans [spor.]
Examples
You should make allowances for her age.
Onun yaşına göre harçlık vermelisin.
I approached my father about an increase in allowance.
Ben harçlıkta bir artış hakkında babamla görüştüm
envision
envision
f. gözünün önüne getirmek, düşünmek
Examples
This isn’t what we envisioned for you.
Senin için düşündüğümüz bu değil.
stir
stir
f. karıştırmak, kımıldatmak, kıpırdatmak, hareket ettirmek, oynatmak, heyecanlandırmak, uyandırmak, kımıldamak, canlanmak, uyanmak, heyecanlanmak, heyecana kapılmak
i. karıştırma, karışıklık, telaş, patırtı, kaynaşma, heyecan, canlılık, delik, hareketlenme, hapishane, kodes
Examples He's here trying to stir up trouble. O burada karışıklık çıkarmaya çalışıyor. Something was stirring in the dark. Karanlıkta bir şey kıpırdıyordu.
liability
liability
i. sorumluluk, mesuliyet, yükümlülük, borç, eğilim
Examples
His plan has both virtues and liabilities.
Onun planının hem erdemleri hem de yükümlülükleri vardır.
The company didn’t admit liability.
Şirket sorumluluğunu kabul etmedi.
spectator
spectator
i. seyirci, izleyici
Examples
The spectators have been waiting in the queue all day.
Seyirciler bütün gündür kuyrukta bekliyorlar.
What’s your favorite spectator sport?
Favori gösteri sporun nedir?
valiant
valiant
s. cesur, yürekli, yiğit
Examples
If my dreams became true; A valiant army led by me and victory and the applause of all Memphis
Eğer hayallerim gerçekleşirse; benim komutanlığımda cesur bir ordu zafer kazanır ve MemphisTe herkes bizleri alkışlar.
conceal
conceal
f. gizlemek, saklamak; örtbas etmek, örtmek
Examples Nicholas concealed his anger from Mary. Nicholas öfkesini Mary'den gizledi. I never concealed anything from you. Asla senden bir şey gizlemedim.
shove
shove
f. itmek, dürtmek, itip kakmak, tıkmak, tıkıştırmak, sokuşturmak, itilip kakılmak, itişip kakışmak, kıpırdamak
i. itme, itiş, dürtme
Examples I shoved my hands into my pockets. Ellerimi ceplerime koydum. I think it's time for me to shove off. Sanırım gitmemin zamanıdır.
tease
tease
f. takılmak, sataşmak, kızdırmak, ditmek, kabartmak (kumaş)
i. baş belâsı, takılan kimse, kızdırıp kimse
Examples
I can’t stand to see animals be teased.
Hayvanların kızdırıldığını görmeye dayanamıyorum.
You’re from the country, right? You’ve been teased a lot? What did your father do?
Taşralısın değil mi? Çok alay edildin mi? Baban ne yapardı?
fend
fend
f. kendini korumak, karşı koymak
Examples
Some musicians and actors hire security guards to help fend off their over-eager fans.
Bazı müzisyen ve aktörler aşırı istekli hayranlarını savuşturabilmek için güvenlik görevlisi işe alırlar.
fondness
fondness
i. sevgi, şefkât, düşkünlük, muhabbet, tercih
Examples
He has a morbid fondness for murder mysteries.
Onun cinayet gizemlerine karşı marazi bir düşkünlüğü vardır.
contrite
contrite
s. pişman, pişmanlıktan kaynaklanan
Examples Tom looks contrite. Tom pişman görünüyor. Tom was very contrite. Tom çok pişmandı.
impeccable
impeccable
s. kusursuz, hatasız, günahsız, şüphe edilmeyen
Examples
He’s not under subpoena and has an impeccable reputation.
Tebligat altında değil ve kusursuz bir itibarı var.
Tom’s impeccable manners made a big impression on Mary’s parents.
Tom’un mükemmel ahlakı, Meryem’in anne babasında büyük bir intiba bıraktı.
plea
plea
i. bahane, mazeret, savunma, dava, rica, talep, yalvarma
Examples
I, of course, ignored their pleas because I knew better.
Tabii ki ben, isteklerini redettim çünkü daha iyi bir fikrim vardı.
He was deaf to my pleas.
Benim bahanelerimi duymazdan geliyordu.
mischief
mischief
i. yaramazlık, haylazlık, şeytanlık, zarar, hasar, fesat
Examples A little mischief can be a good thing. Biraz yaramazlık iyi bir şey olabilir. Boys are fond of mischief. Erkekler yaramazlığa düşkündür.
stinger
stinger
i. iğne (akrep vb.), arı iğnesi, sokan hayvan, ısırgan otu, kırıcı söz, incitici davranış, içe oturan söz
Examples
The stinger detaches itself from the tongue and injects the eggs.
Sokan hayvan dilini kendisinden ayırır ve yumurtalarını enjekte eder.
hurl
hurl
f. fırlatmak, savurmak, atmak, yağdırmak, İrlanda hokeyi oynamak
i. fırlatma, atma, savurma
Examples Don't hurl yourself away on a man like that. Böyle bir adamla kendini harcama. Don't hurl insults at me, young lady. Bana hakaretler savurma, genç bayan.
squirt
squirt
f. fışkırtmak, püskürtmek, sıçratmak, fışkırmak, sıçramak
i. şırınga, fışkırma, fışkırtma, fıskiye, fışkıran su, nanemolla, kendini bir şey sanan tip, bücür
Examples
The only way you could improve on ‘em is if you could make ‘em squirt money.
Onları daha iyi hale getirmenin tek yolu onları para fışkırtan hale getirmektir.
Tom picked up the bottle of shampoo and squirted some in his hand.
Tom şampuan şişesini aldı ve eline biraz fışkırttı.
burst out
burst out
patlak vermek, söyleyivermek, haykırmak
Examples
She burst out laughing when she saw me.
Beni gördüğünde kahkaha patlattı.
Nicholas burst out laughing when he saw Mary dancing a jig.
Nicholas Mary’yi jig dansı yaparken gördüğünde kahkahalara boğuldu.