book 8 Flashcards
skulking
funky
- korkak; 2. yan çizmek; 3. pusuya yatmak;
roll call
yoklama
stereotype
stereotype
f. stereotipi basmak, tutturmak, klişeleşmiş lâflar etmek
i. stereotip, klişe, kalıpla basılmış eser, basmakalıp söz
Examples But this is just a stereotype. Ama bu sadece bir klişedir. It's an old stereotype. Bu eski bir klişe.
pose a threat
tehlikeli bir durum ortaya çıkarmak
tehdit oluşturmak
waive
vazgeçmek
feragat etmek
Examples
“Objection. This certainly has no relevance.” “All objections have been waived till the trial.”
“İtiraz ediyorum. Bunun kesinlikle hiç bir ilgisi yok.” “Bütün itirazlar duruşmaya kadar ertelenmiştir.”
eligible
uygun
geçerli
Examples
Everyone is eligible regardless of nationality.
Milliyeti ne olursa olsun herkes uygundur.
She is in search of an eligible bachelor.
Evlilik için uygun bir bekar arayışında.
withheld
vermemek
tutmak
alıkoymak
Examples I think she is withholding information from the police. Bence polisten bilgi saklıyor. Tom withheld some important information. Tom bazı önemli bilgiyi sakladı.
secretions
salgı
salgılama
contraction
daralma
büzülme
kasılma
Examples Contractions began. Kasılmalar başladı. there is a contraction in the education sector eğitim sektöründe bir daralma var
respiratory
solunum
Examples She suffers from a respiratory disease. Bir solunum hastalığından muzdarip. For absorption via the respiratory system. Solunum sitemi vasıtasıyla emilimi için.
maul
tokmak
yaralanmak
hırpalanmak
Examples
Tom was mauled by a dog when he was a kid.
Tom bir çocukken bir köpek tarafından parçalandı.
Tom was mauled by a vicious animal.
Tom bir yırtıcı bir hayvan tarafından saldırıya uğradı.
grip
grip
f. tutmak, yakalamak, kavramak, etkilemek, çekmek, anlamak, idrak etmek, sıkmak, sıkıştırmak, etkilenmek
i. sıkı tutma, kavrama, anlama, idrak, etkileme, hakim olma, el bagajı, toka, sap, kulp, set işçisi
Examples
He gripped the tennis racket tightly.
Tenis raketini sıkıca kavradı.
If I’d told the truth, panic would grip the city.
Eğer gerçeği söyleseydim, panik bütün şehri sarardı.
mandatory
manda uygulayan
zorunlu
Examples A cooking course should be mandatory in schools. Yemek kursu okullarda zorunlu olmalı. Attendance is mandatory. Katılım zorunludur.
vigilant
uyanık
tetikte
Examples Be vigilant. Dikkatli olun. We must remain vigilant. Biz tetikte kalmalıyız.
elaborate
ayrıntılı
özenli
Examples Nicholas' explanation is very elaborate. Nicholas'ın açıklaması çok ayrıntılı. She made elaborate preparations for the party. Parti için özenli hazırlıklar yaptı.
accurate
doğru
kesin
Examples The clock on that tower is accurate. O kuledeki saat doğrudur. My watch is more accurate than yours. Saatim sizinkinden daha doğru.
sweep
süpürme
tarama
Examples She swept the dirt from the porch. Verandadan dökülen kirleri süpürdü. Nicholas asked Mary to sweep the floor. Nicholas Mary'den yeri süpürmesini istedi.
off the rails
raydan çıkmış
handed out
dağıtıldı
Examples The teacher handed out the tests. Öğretmen testleri dağıttı. Keep your hands out of your pockets. Ellerini cebinden çıkar.
missus
hanımefendi
Examples
I guess I should get home to the missus.
Sanırım hanıma ev almalıyım.
How about we get the missus down here, have a little chat?
Eşinizi aşağıya çağırsak nasıl olur, kısa bir konuşma yapsak?
surveillance
gözetim
gözetleme
Examples
The police have Nicholas under surveillance.
Polisler Nicholas’ı gözetim altına aldılar.
Somebody tipped off the gang members to the police surveillance.
Biri çete üyelerini polise ihbar etti.
glorified
kaliteli
Examples
Glorify the ocean, but stay on the ground.
Okyanusu öv ama karada kal.
initiation
başlatma
kabul töreni
even if
Bile
scraped
kazımak
sıyırmak
Examples
The boy fell and scraped his knee.
Çocuk düştü ve dizi sıyrıldı.
They scraped barnacles off the hull of the ship.
Geminin gövdesinden kaya midyelerini sıyırdılar.
rug
halı
kilim
Examples There are no rugs on the floor. Yerde hiç kilim yok. They climbed the rugged north face. Engebeli kuzey yüzüne tırmandılar.
intimidate
korkutmak
Examples
Nicholas has never been intimidated by anyone or anything.
Nicholas biri yada bir şey tarafından asla korkutulmadı.
I’m still intimidating you. I had the feeling you were both absent and present at the same time.
Sizi uyarıyorum. Her ikinizde burdasınız ama aklınız burada değil.
snooping
her şeye burnunu sokma
Examples
Nicholas caught Mary snooping through his stuff.
Nicholas Mary’yi onun işini baştan sona incelerken yakaladı.
Nicholas decided to snoop around and see what he could find out.
Nicholas etrafı merakla gezmeye ve ne olduğunu görmeye karar verdi.
skunk
kokarca
aşağılık kimse
Examples
I swerved to avoid hitting a skunk.
Bir kokarcayı vurmayı sakınmaktan caydım.
The last time I saw Nicholas he was as drunk as a skunk.
Nicholas’ı son gördüğümde bir kokarca kadar sarhoştu.
percussion
vurmalı
intervals
aralık
ara
süre
Examples
Buses are running at 20 minute intervals.
Otobüsler 20 dakikalık aralıklarla çalışıyor.
Shall we order some drinks for the interval?
Ara için içecek sipariş edelim mi?
cuddly
sevimli
piggyback
omuza binmek
Examples
Daddy, I can’t walk any more. Could you give me a piggyback ride?
Baba, daha fazla yürüyemem. Beni omzuna bindirir misin?
Tom gave Mary a piggyback ride.
Tom Mary ile atçılık oyunu oynadı.
preferable
s. daha iyi, tercih edilir, tercih edilebilir
Peace is preferable to war.
Examples
It is preferable that he gets there by tomorrow.
Onun yarına kadar oraya varması tercih edilir.
Peace is preferable to war.
Barış savaştan daha iyidir.
extent
i. uzunluk, genişlik, yükseklik, alan, boyut, kapsam, derece, ölçü Examples I can trust him to a certain extent. Belirli bir ölçüde ona güvenebilirim. I can understand you to some extent. Bir yere kadar seni anlayabilirim. I can trust him to a certain extent.
to some extent
- bir dereceye kadar; 2. bir ölçüde; 3. bir dereceye kadar;
prejudice
prejudice
f. etki altında bırakmak, önyargılı olmasına neden olmak, zarar vermek (hukuk)
i. önyargı, peşin hüküm, sakınca (hukuk), zarar (hukuk) Examples Are you prejudiced? Sen önyargılı mısın? People here are very prejudiced. Burada insanlar çok önyargılı.
People here are very prejudiced.
counterparts
i. benzer, eş, emsâl; karşılık; akran, suret, meslektaş
Experienced players aren’t easily entrapped into leaving their counterparts.
Deneyimli oyuncular rakiplerini bırakmak konusunda kolay kolay aldanmazlar.
talent
i. marifet, yetenek, kabiliyet, yetenekli kimse, eski para ve tartı sistemi
A talent agency represents actors.
Mary is young but full of talent.
spacious
s. geniş, ferah, havadar, bol bol
This car is spacious and practical.
cultivate
f. işlemek; ekip biçmek, yetiştirmek; ilerletmek, geliştirmek; kendini adamak, gayret etmek; kazanmaya çalışmak
grill
f. ızgarada pişirmek, kızartmak, işkence etmek, sorguya çekmek
i. ızgara et, ızgara, parmaklık, kafes
When was the last time you grilled meat?
determine
belirlemek
saptamak
Examples I am determined to give up smoking. Sigara içmeyi bırakmaya kararlıyım. He is determined to go to England. ingiltere'ye gitmek için kararlı.
neglected
ihmal edilmiş
bakımsız
Examples
I regret having neglected my health.
Sağlığımı ihmal ettiğim için pişmanım.
Nicholas was accused of neglecting his duty.
Nicholas görevini ihmal etmekle suçlandı.
backlog
backlog
i. birikim, birikmiş işler; yedek kütük (ocak), ihtiyat, rezerv; yarım kalmığ işler, yarım kalmış işler
Examples
Thanks to you, the backlog of tedious work has been completed.
Senin sayende, sıkıcı iş birikimi tamamlandı.
additional
additional
s. ek, fazladan, ilave, ekstra, ilave edilen, katma
Examples
How much was the additional charge?
Ek ücret ne kadardı?
Our plan has lots of additional advantages.
Planımızın bir sürü ekstra avantajları var.
inconvenience
inconvenience
f. sıkıntı vermek, rahatsız etmek, zahmet vermek
i. rahatsızlık, külfet, uygun olmama, zahmet, sıkıntı, sakınca, rahatsız eden kimse, sıkıntı veren şey, mahzur
Examples
I am inconvenienced when my wife is away.
Karım uzaktayken zor durumdaydım.
Would it inconvenience you to go yourself?
Tek başınıza gitmenizin bir sakıncası var mı?
assignment
assignment
i. belirleme, kararlaştırma; atama, tahsis, tayin, görev, iş; ödev, ev ödevi; devretme, devir; feragat senedi, havale senedi
Examples Have you done your assignment yet? Henüz ödevini yaptın mı? I was out of town on an assignment. Ben bir görev için kasaba dışındaydım.
prospective
prospective
s. olası, muhtemel, müstakbel, gelecekteki
Examples
The company invited their prospective customers to the party.
Şirket, olası müşterilerini partiye davet etti.