book 6 Flashcards
husbandry
- çiftçilik; 2. ziraatçilik; 3. idarecilik;
splendid
- müthiş; 2. muhteşem; 3. olağanüstü;
Examples
She was wearing a splendid outfit.
Muhteşem bir kıyafet giyiyordu.
It would be splendid if we could go there wouldn’t it?
Biz oraya gidebilsek muhteşem olurdu değil mi?
insipid
- tatsız; 2. sönük; 3. yavan;
frequented
- ayaküstü; 2. işlek; 3. sık;
Examples They make frequent trips to Europe. Sık sık Avrupa'ya seyahatler yaparlar. Typhoons are frequent in this region. Tayfunlara bu bölgede sık rastlanır.
pair
- çift; 2. pair eşleş/çiftle; 3. eşleşmek;
Examples
My eight years old daugter wants a new pair of shoes.
Sekiz yaşındaki kızım yeni bir çift ayakkabı istiyor.
I have eight pairs of sneakers.
Sekiz çift spor ayakkabım var.
florist
- çiçekçi; 2. (isim) çiçekçi; 3. çiçek yetiştiren kimse;
Examples
They assured me they were going to contact your florist in London,
Londra’daki çiçekçinizle temas kuracaklarına söz verdiler…
He’s a florist.
O bir çiçekçi.
insubordination
- boyun eğmeme; 2. emre itaatsizlik; 3. asilik;
Examples
I don’t tolerate insubordination.
İtaatsizliğe katlanamam.
subordination
- boyun eğme; 2. itaat;
slacks
- bol pantolon; 2. pantolon; 3. (isim) bol pantolon;
Examples Why don't you cut Nicholas some slack? Niçin Nicholas'ı rahat bırakmıyorsun? He got fired for slacking off at work. O iş yerinde dalga geçtiği için kovuldu.
license plate
araç plakası;
adieu
- allahaısmarladık; 2. veda; 3. hoşçakal;
consume
- tüketmek; 2. harcamak; 3. yiyip bitirmek;
Examples The fire consumed the whole house. Yangın bütün evi yuttu. This engine consumes the most oil. Bu motor en çok yakıtı tüketiyor.
distinct
- belirgin; 2. farklı; 3. açık;
Examples
She has a distinct English accent.
Onun farklı bir ingilizce aksanı var.
My position of ambassadress is distinct from my role of Satai.
Benim büyükelçi ( kadın) vazifem Satai rölümden farklıdır.
it’s the least I can do it
en azından yapabilirim
adolescence
- gençlik; 2. gençlik, büluğ, ergenlik, rüşt (13-21 yaş arasındaki dönem);
Examples
That very tune reminded me of my adolescence.
O salt melodi bana gençliğimi hatırlattı.
bowl
- kâse; 2. tas; 3. çanak;
Examples The kitten eats from a bowl. Kedi yavrusu, mamasını bir kaseden yiyor. I eat soup from a bowl. Çorbayı kaseyle içerim.
stealth
- gizlilik; 2. dikkati çekmeden yapma; 3. gizli iş ya da eylem;
spine
- omurga; 2. belkemiği; 3. sert ışın;
Examples
The terrible scene sent shivers down his spine.
Korkunç sahne onun tüylerini diken diken etti.
…so you can work in a town that doesn’t have spine enough…
…para dışında hiçbir şey için sesini çıkartmayan.
stool
iskembe, oturak
A man came in and sat on the stool next to her.
examples
A man came in and sat on the stool next to her.
Bir adam içeri geldi ve onun yanındaki tabureye oturdu.
If you stand on this stool you can reach the top of the closet.
Taburenin üstünde durursan dolabın tepesine yetişebilirsin.
march into
ilerlemek
crawling
- emekleme; 2. (isim) emekleme; 3. sürünmek;
Examples
The baby is learning to crawl on her hands and knees.
Bebek, ellerinin ve dizlerinin üzerinde emeklemeyi öğreniyor.
She will learn to walk after she learns to crawl.
Emeklemesini öğrendikten sonra yürümesini öğrenecek.
with respect to
with respect to
gelince, konusunda, ilgili olarak, göre
Examples
In this case also the choice is to be guided with respect to what may happen in future.
Bu durumda seçenek, gelecekte olabileceklerle ilgili rehberlik etmektir.
These sentences only differ with respect to tense.
Bu cümleler zamana göre farklı.
with a view to
with a view to
amacıyla, niyetiyle, umuduyla
Examples
He studied day and night with a view to becoming a lawyer.
Bir avukat olma düşüncesiyle gece gündüz çalıştı.
I went to the department store with a view to buying a present.
Ben bir hediye satın almak amacıyla bir alışveriş merkezine gittim.
by and by
by and by
zamanla, daha sonra
Examples
Shall I see you again? said Dinç. By and by, replied Emel.
Seni yeniden görecek miyim, dedi Dinç. Yakında diye cevap verdi Emel.
free of / from
- -den muaf: free of tax vergiden muaf; 2. -den muaf; 3. bedava;
along with
along with
ile birlikte
Examples Nicholas just can't get along with Mary. Nicholas sadece Mary ile geçinemiyor. We'll go along with your suggestion. Sizin önerinizi destekleyeceğiz.
on the bring of
on the point of
- yapmak üzere olmak; 2. -mek üzere olmak: he was on the point of going. gitmek üzereydi; 3. -mek üzere olmak;
on the bring of
with respect to
- göre; 2. -e göre; 3. konusunda;
on no account
on no account
asla, katiyen, hiçbir şekilde
Examples
You must on no account do such a thing.
Hiçbir şekilde böyle bir şey yapmamalısın.
He will on no account accept defeat.
O hiçbir şekilde yenilgiyi kabul etmeyecektir.
provided with
- -si olmak , -e sahip olmak , … ile donatılmak; 2. donatmak; 3. sağla;
tarafından sağlandı
Team members are provided with equipment and uniforms.
Takım üyelerine ekipman ve üniforma sağlanmaktadır.
The king had only one child, and that was a daughter, so he foresaw that she must be provided with a husband who would be fit to be king after him.
Kralın sadece bir çocuğu vardı ve o bir kızdı, bu yüzden ona ondan sonra kral olmak için uygun olacak bir koca temin edilmesi gerektiğini öngördü.
upset with
upset about
-den dolayı rahatsız olmak
Dad, are you still upset with me?
Baba, hâlâ bana kızgın mısın?
Tom is obviously upset with Mary’s behavior.
Tom’un Mary’nin davranışına açıkça kızgın.
typical of
- tipik; 2. karakteristik; 3. özgün;
Tires are much inflated, that is typical of Germans.
Tekerlekler fazla şişmiş, Almanlara has bir durum.
Hearing (from Anna) peculiar stories, sometimes with tragicomic implications - typical of a well-rooted Greek culture, where everyday life combines itself with well-being, glee and bothers – I have discovered a city that has no parallel in the world.
Bazen içinde sağlıklı, keyifli, sıkıntılı, günlük hayatın birleştirildiği köklü Yunan kültürünün tipik trajikomik sonuçların olduğu özgün hikayeler dinleyerek (Anna’dan) dünyada benzeri olmayan bir şehir keşfettim.
troubled with
rahatsız olmak;
Do you have any trouble with that?
Onunla ilgili sorunun var mı?
I think I’m in trouble with my wife.
Sanırım karımla başım belada.
tired of
tired from
- bıkkın; 2. usanmak; 3. bıkmış;
tired of
s. bıkmış
Examples Nicholas got tired of waiting for Mary. Nicholas Mary'yi beklemekten usandı. Tired of reading she took a nap. Okumaktan yorulup kestirdi.
thrilled with
ile heyecanlandım
Examples Riding a horse is really thrilling. Bir ata binmek gerçekten heyecan verici. Everybody was thrilled by his story. Herkes onun hikayesi tarafından çok heyecanlandı.
terrified of
- dehşete düşmüş; 2. dehşete kapılmış; 3. dehşete düşürülmüş;
Examples
The man terrified the little children.
Adam küçük çocukları çok korkuttu.
The armed hijackers terrified the passengers.
Silahlı korsanlar yolcuları dehşete düşürdü.
terrible at
korkunç Nicholas is terrible at speaking French. Nicholas Fransızca konuşmada çok kötü. He is terrible at speaking English. ingilizce konuşmada berbattır.
suspicious of
suspicious of
-den süpheli
Examples
I’m always suspicious of men like him.
Onun gibi erkekler hakkında her zaman kuşkuluyum.
The police are suspicious of the old man.
Polis yaşlı adamdan şüpheleniyor.
surprised at
surprised by
surprised at - tarafından şaşırttı; We were surprised at his conduct. Biz onun davranışına şaşırdık. Nicholas is much surprised at the news. Nicholas habere çok şaşırdı.
sure of
sure about
- -den emin; 2. emin olmak; 3. den emin; 4. alâmet, nişan; 5. derece; 6. şeref ve şan;
sure of
-den emin
Examples I'm sure of winning the championship. Ben şampiyonluğu kazanacağımdan eminim. I'd like to make sure of the time. Ben zamandan emin olmak istiyorum.