BTTF 2 0:00 - 1.10.0 Flashcards
descending
descending
i. inme
Examples
The sun descended behind the mountains.
Güneş dağların ardında battı.
Most Americans are descended from immigrants.
Amerikalıların çoğu göçmen soyundan gelmektedir
inducing
induce
f. ikna etmek, kandırmak, teşvik etmek, sebep olmak, uyarmak, indüklemek, sonuç çıkarmak
Examples
Moderate exercise in the evening helps induce sleep.
Akşamları orta derecede egzersiz uyumaya yardım eder.
Nothing could induce him to change his mind.
Hiçbir şey onun fikrini değiştirmek için onu ikna edemez.
rejuvenation
rejuvenation
canlandırma, tazeleştirme, iyileştirme, gençleşme, gençleştirme, yenileştirme, modernizasyon
Examples '''Her secret garden needed rejuvenation.''' Gizli bahçesinin tazelenmesi gerekmişti.
overhaul
overhaul
i. bakım, elden geçirme, gözden geçirme, tamir
Examples
I suspect he will be overhauling rockeries for a good few years to come.
Sanırım önümüzdeki birkaç güzel yılda taşlı bahçeyi düzenlemeye devam edecek.
spleen
spleen
i. dalak, karasevda, hüzün, hınç, huysuzluk, kaçıklık
Examples - How bad is it? - Bad. Extensive thermal tissue damage kidney and spleen. - Will he make it? - I'm not sure. - Ne kadar kötü? - Kötü. Geniş kapsamlı termal doku böbreğe ve dalağa hasar vermiş. - Dayanabilir mi? - Emin değilim. He vented his spleen on me. Sinirini benden çıkardı.
lace
lace
f. bağlamak, süslemek, dantellemek, içki katmak, bağlanmak
i. dantel, oya, şerit, bağ, bağcık
Examples
Nicholas bought new laces for his shoes.
Nicholas ayakkabıları için yeni bağcıklar aldı.
convicted
convicted
s. suçu kanıtlanmış
Examples
A convict has escaped from prison.
Hapishaneden bir mahkum kaçtı.
Nicholas was convicted and sentenced to death.
Nicholas suçlu bulundu ve ölüm cezasına çarptırıldı.
penitentiary
penitentiary
i. cezaevi, hapishane, ıslahevi
s. pişmanlığa ait, suçluları ıslah etme ile ilgili
Examples
Three long-term inmates of the state penitentiary have just escaped.
Devlet ceza evinden üç uzun dönem mahkum kaçtı.
Tom Jackson, a US Marshal, escorted prisoners to a state penitentiary.
Tom Jackson, ABD polis müdürü, mahkumlara devlet cezaevine kadar eşlik etti.
abolish
abolish
f. kaldırmak, ortadan kaldırmak, feshetmek, iptal etmek, bozmak
Examples We must abolish the death penalty. Ölüm cezasını iptal etmeliyiz. We should abolish the death penalty. Ölüm cezasını kaldırmalıyız.
intercept
intercept
f. alıkoymak, önlemek, tutmak, engel olmak, durdurmak, yolunu kesmek, yakalamak
i. sınırları çizilen kısım [mat.], yakalanan radyo sinyali
Examples
Organize a team to intercept the transport and extract him. To the CIA, this will confirm his value to us.
Aracın yolunu kesmek ve kendisini almak için bir tim kurun. CIA’e göre, bu bizim için onun değerini teyit edecek.
It seems she has intercepted a transmission of unknown origin.
Görüldüğü kadarıyla bilinmeyen kökenlerin transmisyonuyla yolu kesilmiş.
take place
take place
meydana gelmek, olmak
Examples
If men behave after marriage the way they do before it, half the divorces won’t take place. On the other hand, if women behave before marriage the way they do after it half the marriages won’t take place.
Erkekler evlendikten sonra da önceki gibi davranırlarsa boşanmaların yarısı olmaz. Diğer taraftan, kadınlar evlenmeden önce de evlendikten sonraki gibi davransalardı evliliklerin yarısı olmazdı.
The meeting took place last week.
Toplantı geçen hafta yapıldı.
recreational
recreational
s. eğlence, dinlence
Examples
Recreational drug use inspires many urban legends.
Eğlence uyuşturucu kullanımı birçok şehir efsanelerine ilham veriyor.
pitfall
pitfall
i. tuzak çukuru, görünmez tehlike
peril
peril
f. tehlikeye atmak
i. tehlike
Examples
We’ll need help to get there. And it is not without peril. We will have to journey……towards the moon.
Oraya varmak için yardıma ihtiyacımız var. Ve tehlikeler mutlaka olacak. Ay’a yolculuk yapmalıyız.
Unless a nation’s life faces peril, war is murder.
Bir ulusun hayatı tehlikede değilse, savaş cinayettir.
conceivably
conceivably
zf. makul olarak
foresee
foresee
f. ileriyi görmek, önceden görmek, geleceği görmek
Examples Nobody can foresee what will happen. Kimse ne olacağını öngöremez. Nobody can foresee when the war will end. Savaşın ne zaman biteceğini öngöremez.
unravel
unravel
f. çözmek, sökmek (örgü), aydınlatmak, çözülmek, sökülmek (örgü)
Examples
The sleeves of the sweater began to unravel.
Kazağın kolları sökülmeye başladı.
Today, we are going to unravel the mystery of the English subjunctive.
Bugün, İngilizce dilek kipinin gizemini çözeceğiz.
Granted
granted
s. imtiyazlı, diyelim ki
Examples Lincoln granted liberty to slaves. Lincoln kölelere özgürlük verdi. The defendant was granted an appeal. Sanığa bir başvuru verildi.
Scenery
scenery
i. dekor, sahne dekoru, manzara
Examples The scenery was beyond description. Manzara kelimelerle tanımlanamıyordu. We gazed at the beautiful scenery. Güzel sahneyi izledik.
holler
holler
f. seslenmek, bağırmak
Examples
Give me a holler.
Bana bir seslen.
If you need anything, just give me a holler.
Bir şeye ihtiyacın olursa sadece bana haber ver.
run into
run into
1. karşılamak rastlamak
Examples Who do you think I ran into today? Bugün kimle karşılaştığımı düşünüyorsun? I just ran into her on the street. Az önce caddede ona rastladım.
Atrocity
atrocity
i. vahşet, canavarlık, gaddarlık, acımasızlık; gaf, pot
Examples
Many atrocities were committed during the war.
Savaş boyunca birçok zulüm yapıldı.
Retract
retract
f. geri çekmek, geri almak, vazgeçmek, içeri çekmek, geri çekilmek, sözünü geri almak, caymak, çekilmek, dili çekerek telaffuz etmek
Examples I would like to retract my previous statement. Önceki ifademi geri almak istiyorum. The cat retracted its claws. Kedi, pençelerini geri çekti.
division
division
i. bölme, ayırma, ikiye ayrılma, dağıtım, bölünme; bölge, bölüm; anlaşmazlık, uyuşmazlık; küme [fut.]; siklet (boks)
Examples
-Perhaps the darkness was always there and we refused to see.
- The division between the religious and military castes…?
- Belki de karanlık her zaman oradaydı ve biz görmek istememişizdir.
- Dini ve askeri kastlar arasındaki ayrım mı?
Our next singer is Brittany Young from the Sales Division…
Sıradaki şarkıcımız Satış Bölümünden Brittany Young…
sting
sting
f. sokmak (arı vs.), ısırmak, sızlatmak, acıtmak, canını yakmak, incitmek, kırmak, sokmak, kışkırtmak, tahrik etmek, kazıklamak, içine oturmak, koymak, sızlamak, acımak, yanmak, acı olmak, acı çekmek
i. iğne (arı vs.), acı söz, ısırgan otu tüyü, batma, yakma, acı, azap, sızı, ızdırap, ısırma, zehir dişi, sokma yarası, şiddet, güç, iğne
Examples
It can be very painful if an insect stings you.
Eğer seni bir böcek sokarsa bu ağrı verebilir.
- You’re in a bee hive, pal. We’re all busy little bees, full of stings, making honey day and night.
- Arı kovanındasın, dostum. Hepimiz gece ve gündüz şeritlerce bal yapan birer küçük arıyız.
devote
devote
f. tahsis etmek, adamak
Examples He devoted a lot of time to study. Çalışmaya çok zaman ayırdı. She devoted her life to education. Hayatını eğitime adadı.
dismantle
dismantle
f. sökmek, parçalamak, yürürlükten kaldırmak, çıkarmak, dağıtmak, boşaltmak
Examples
The German national team dismantled Portugal.
Alman milli takımı Portekiz’i dağıttı.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
pedestrian
pedestrian
i. yaya
s. yaya, yayalara ait, yavan, monoton
Examples
Look out for pedestrians when you drive a car.
Araba sürerken yayalara dikkat et.
Yesterday a pedestrian was run over by a truck at this pedestrian crossing.
Dün bu yaya geçidinde bir yayaya kamyon çarptı
dilapidated
dilapidated
s. harap, döküntü, yıkılmaya yüz tutmuş
Examples
The crime scene was in a dilapidated motel.
Olay yeri harap olmuş bir moteldeydi.
boarding
yatılı
dough
dough
i. hamur, mangır; para
Examples The dough used for pancakes is thin. Krep için kullanılan hamur incedir. I rolled the dough to make some cookies. Biraz kurabiye yapmak için hamur açtı.
Let’s get this straight
Bunu doğru anlayalım
bum
bum
f. aylak aylak dolaşmak, aylaklık etmek, otlakçılık etmek, dilenmek
i. serseri; kaba et; popo; aylak, otlakçı, anaforcu, dilenci
s. berbat, beş para etmez, bozuk
Examples
In Reagan’s campaign, he emphasized : ‘to send the welfare bums back to work, ‘
Reagan kampanyasında ‘sosyal yardımdan faydalanan aylakları çalışma hayatına geri göndereceğini’ vurguladı.
hothead
hothead
i. sinirli tip, asabi kimse
Examples
I hope you’re not a hothead like Sonny. You can’t talk business with him.
Umarım, Sonny gibi çabuk parlayan biri değilsindir. Onunla iş konuşulmaz.
She’s always been a hothead.
O her zaman sinirli bir tip.
probation
probation
i. deneme süresi, staj, deneme, göz hapsinde tutma
Examples
I’m on probation.
Göz hapsindeyim.
Tom was sentenced to five days in jail and a year on probation for drunken driving.
Tom alkollü araba kullanmaktan beş gün hapis ve bir yıl göz hapsine mahkûm edildi.
revoked
revoked
Kaldırılan, geçersiz hale gelen, iptal edilen
Examples
I heard Nicholas’ membership has been revoked.
Nicholas’ın üyeliğinin iptal edildiğini duydum.
- You’ve got Lisa Davis.
- Your player card’s revoked.
- Sende Lisa Davis var.
- Senin kağıtların açık artık.
Oak
oak
i. meşe, meşe odunu, ana kapı
Examples
He cut some branches off the oak tree.
O meşe ağacından bazı dallar kesti.
The oak tree remained standing after the storm.
Meşe ağacı fırtınadan sonra ayakta kaldı.
disrupt
disrupt
f. dağıtmak, parçalamak, dağılmak, parçalanmak, ayırmak; yarmak, bozmak, bozulmak; karışıklığa itmek
Examples
A small, but vocal minority, disrupted the meeting.
Küçük ama sesli bir azınlık, toplantının kesilmesine yol açtı.
The tourists scare away the animals and disrupt their natural activity patterns.
Turistler hayvanları korkuturlar ve onların doğal aktivite yapılarını bozarlar.
skewed
skewed
s. eğri, eğik, eğilmiş, yamuk
receipt
receipt
f. fiş vermek, makbuz vermek
i. fiş, makbuz, alındı, hasılat, kazanç, reçete, yemek tarifi, tarife, alma, alınma (mektup vb.)
Examples
Excuse me, sir, wouId you pIease sign this receipt?
Pardon, bayım, lütfen bu faturayı imzalar mısınız?
As soon as you get the money give it to Ken and get a receipt!
Parayı aldığın gibi Ken’e ver ve makbuz al!
straighten
straighten
f. düzeltmek, doğrultmak, yoluna koymak, doğrusunu açıklamak, düzelmek, düzleştirmek, yoluna girmek, doğrulmak, kalkmak
Examples She's now straightening up her room. O şimdi odasındaki şeyleri düzenliyor. I would like to have my teeth straightened. Dişlerimi düzeltmek istiyorum.
tangent
tangent
i. teğet, tanjant
s. teğet
Examples
Tom went off on a tangent.
Tom konuyu saptırdı.
codger
codger
i. tip, antika adam, garip
inherently
inherently
zf. doğal olarak, doğasında, doğuştan
Examples
Women are not inherently passive or peaceful.
Robin Morgan
Kadınlar doğası gereği pasif ve uysaldırlar.
People are inherently good.
İnsanlar doğal olarak iyi.
as if it
mış gibi
dent
dent
f. çentmek, çökertmek, göçürtmek, göçmek, çökmek, berelemek
i. çentik, çökme, göçük
ök. diş
Examples
One day l went out to my car and there’s a dent in the front. l look closer. There’s blood and some brown hair.l still don’t know what happened.
Bir gün dışardaki arabama gittim ve ön tarafta bir çökük vardı. Daha yakından baktım. Kan ve biraz kahverengi kıl vardı. Hala ne olduğunu bilmiyorum.
bump into
bump into
çarpmak, toslamak rastlamak
Examples I bumped into Nicholas the other night. Geçen gece tesadüfen Nicholas'la karşılaştım. I bumped into an old friend on the bus. Otobüste eski bir arkadaşa rastladım.