book 19 Flashcards
coyote
coyote
i. çakal; kır kurdu
Examples
In 2009, coyotes killed 2, 500 sheep and 12, 000 lambs in the state of Montana.
2009 yılında, çakallar Montana eyaletinde 2.500 koyun ve 12.000 kuzu öldürdü.
Sometimes cows are killed by coyotes.
Bazen inekler, koyoteler tarafından öldürülür.
crooked
crooked
s. eğri, eğri büğrü, çarpık, yamuk yumuk, çarpık çurpuk, deforme olmuş; çökmüş; dolandırıcı; sahtekâr, hilekâr; kargacık burgacık
Examples
She’s crooked low, and her neck sticks out . She looks like a goose, pretty…
Yere çömelmiş, boynunu uzatıyor. Tıpkı bir kaz gibi görünüyor, şirince…
- You have ever been there?
- Yes, I Iove it. The zoo. That giraff with the crooked neck.
- I mean the beach. The Biltmore.
-Hiç oradaya gittin mi?
- Evet, bayıldım. Hayvanat bahçesi. Çengel boyunlu zürafa.
- Kumsalı kastettim. Biltmore’u
innate
innate
s. doğuştan olan, allah vergisi, doğuştan, doğal
Examples
Generosity is innate in some people.
Cömertlik bazı kişilerde doğuştandır.
hitchhiker
hitchhiker
i. otostopçu
Examples Tom and Mary picked up a hitchhiker. Tom ve Mary bir otostopçu aldı. Tom and Mary stopped and picked up a hitchhiker. Tom ve Mary durdu ve bir otostopçu aldı.
contest
contest
f. karşı koymak, yarışmak, rekabet etmek, itiraz etmek, çekişmek
i. mücâdele, karşılaşma, maç, yarışma; tartışma; iddia, çekişme; inkâr; itiraz
Examples Did you enter the singing contest? Şarkı söyleme yarışmasına girdin mi? Nicholas was a judge in an art contest. Nicholas bir sanat yarışmasında bir hakemdi.
flaw
flaw
f. çatlatmak, yarmak, sakatlamak, zarar vermek, hasara uğratmak
i. özür, kusur, defo, hata, üretim hatası, noksanlık, çatlak
Examples
You have an eagle eye for even tiny flaws.
Minik kusurları bile görebilecek keskin göze sahipsin.
Despite her flaws, I’m fond of her.
Onun kusurlarına rağmen ona düşkünüm.
snort
snort
f. burnundan solumak, homurdanmak, öfkeyle burnundan solumak
i. burnundan soluma, homurdanma
Examples
The horse snorts.
At burnundan solur.
endearing
endearing
s. çekici, alımlı, sevecen, cazip, şefkâtli
Examples
Don’t think I’ve forgiven him, but sends me such endearing letters daily, I can’t help softening towards him.
Onu affettiğimi düşünmüyorum ama o hergün bana o kadar sevimli mektuplar gönderiyor ki ona karşı yumuşamadan kendimi alamıyorum.
get through
get through
bitirmek, geçirmek, başarmak, geçmek, harcayıp bitirmek, sonuçlandırmak
Examples When will you get through with work? işi ne zaman bitireceksin? She got through her work before five. Beşten önce işini bitirdi.
shroud
shroud
f. kefene sarmak, kefenlemek, örtmek, gizlemek, korumaya almak
i. kefen, tabut örtüsü, örtü, çarmık (gemi), paraşüt asılma ipi
Examples
The cause of Tom’s death is still shrouded in mystery.
Tom’un ölüm nedeni hala belirsiz.
rations
rations
i. erzak, zahire
Examples
The food rations for our Roman soldiers were always well planned.
Roma askerlerimizin yiyecekleri herzaman iyi planlanmıştı.
Rations consisted primarily of grains; namely corn, wheat and barley.
Er aşları öncelikle tahıllardan oluşmaktaydı; yani darı, buğday ve arpa.
hurricane
hurricane
i. kasırga, fırtına
Examples
Hurricane Katrina devastated New Orleans.
Katrina kasırgası New Orleans’ı perişan etti.
After the hurricane their house was a wreck.
Kasırgadan sonra evleri bir harabeydi.
ripe
ripe
olgunlaşmak
Examples
Cherries are ripe in June or July.
Kirazlar haziran ve temmuz ayında olgunlaşır.
Are you green and growing or ripe and rotting?
Ray Kroc
Ham ve büyüyen misin yoksa olgun ve çürüyen misin?
jar
jar
f. gıcırdamak, gıcırdatmak, çatlak ses çıkarmak, kulak tırmalamak, uymamak, çatışmak, karşıt olmak, kavga etmek, didişmek, sarsmak, sarsılmak
i. kavanoz, bira bardağı, çatlak ses, gıcırtı, sarsılma, şok, kavga, didişme
Examples The cookie jar is empty. Bisküvi kavanozu boş. The cookie jar has nothing in it. Bisküvi kavanozunda hiç bir şey yok.
purge
purge
f. temizlemek, arındırmak, temize çıkarmak, aklamak, istenmeyen kişilerden temizlemek, tasfiye etmek, bağırsakları boşaltmak, müshil almak, temizlenmek
i. temizleme, arındırma, temizlik, tasfiye, bağırsakları boşaltma, müshil alma, istenmeyen kişilerden temizleme
Examples
Purge things from your life that threaten your commitment.
Bağlılığınızı tehdit eden şeyleri hayatınızdan arındırın.
engulf
engulf
f. içine çekmek, yutmak, dalıp gitmek, yutulmak
Examples
The terrific waves soon engulfed the poor fisherman in.
Azgın dalgalar çok geçmeden zavallı balıkçıyı yuttu.
bruise
bruise
f zedelemek; yaralamak, dövmek, hırpalamak, vurmak, yaralanmak
i. çürük, bere, ezik, yara
Examples
Nicholas has a bruise on his right leg.
Nicholas’ın sağ bacağında bir çürük vardı.
He had bruises all over after the fight.
Uçuştan sonra her yerde morlukları vardı.
scramble up
scramble up
f. karıştırmak
snatch
snatch
f. kapmak, yakalamak, fırsattan istifade etmek, çabucak yapmak, kapışmak, zorla almak, koparmak, kaçırmak, koparmada kaldırmak (halter)
i. kapma, yakalama, an, kısa süre, çok kısa süren şey, am, kadın cinsel organı, ilişkiye girme, parça
Examples
The tall man held her from behind while the other one tried to snatch her purse.
Uzun adam arkasından tutarken diğeri cüzdanını almaya çalıştı.
As an honorary membe of the gang, that no one alive ever leaves- You gotta snatch and sneak-
Kimsenin canlı olarak ayrılamadığı bir çete üyesi olarak bir şeyler çalmalı ve yılan gibi süzülmelisin.
torment
torment
f. eziyet etmek, işkence etmek, acı çektirmek
i. eziyet, azap, cefa, işkence
Examples
I don’t want to torment you any longer.
Sana daha fazla acı çektirmek istemiyorum.
God will forgive you, don’t forgive yourself. Live, between divine forgiveness and your own torment.
Sen kendini affetmesen de Tanrı seni affedecektir. İlahi bağışlayıcılıkla kendi azabın arasında yaşa