book 41 Flashcards
compelled
compelled
s. mecbur
Examples
He was compelled to sign the contract.
O sözleşmeyi imzalamak zorunda bırakıldı.
Black people were compelled to work in cotton fields.
Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
break out into tears
break out into tears
ağlamaya başlamak
gözyaşlarına boğulmak
choked
choked
s. kısık, tıkanık, tıkanmış
Examples
She choked him with her bare hands.
O çıplak elleriyle onu boğdu.
The baby almost choked on a piece of candy.
Bebek neredeyse bir parça şeker yutuyordu
audacity
audacity
i. cesaret, yürek, cüret; küstahlık, arsızlık
Examples
You show fantastic audacity in seeking me out. Though I knew you would
Beni aramakla harika bir cesaret örneği gösterdin. Yine de bunu yapacağını biliyordum.
I am amazed at your audacity.
Senin cüretine şaşırıyorum.
conviction
conviction
i. suçlu bulma, mahkumiyet; inanç, inanma, görüş; haklı olma, kanaat
Examples
She always stands up for her convictions.
O her zaman inançlarını savunur.
Nicholas has at least one conviction for drunken driving.
Nicholas’ın sarhoşken araba sürmekten en az bir mahkumiyeti var.
lavish
lavish
f. çok harcamak, boşa harcamak
s. çok, bol, savurgan, müsrif
shiver
shiver
f. parça parça olmak, parçalanmak, parçalamak, titremek, ürpermek, rüzgârdan kıpırdamak, dalgalanmak
i. parçacık, yonga, talaş, kıymık, titreme, ürperti, heyecan
Examples It was so cold that he was shivering. O kadar soğuktu ki o titriyordu. The poor boys were shivering with fear. Zavallı çocuklar korkudan titriyorlardı.
dialectic
dialectic
i. , mantıklı yorumlama, mantıksal konuşmaları yürütme sanatı
s. diyalektik, mantık
imprecation
imprecation
i. beddua, lanet
indulge
indulge
f. memnun etmek, boyun eğmek, hoşgörmek, şımartmak, yüz vermek, izin vermek, haz almak, zevk almak, tutulmak, içmek, sigara içmek
Examples You must not indulge in drinking. içkiye teslim olmamalısın. They indulged in mahjong. Onlar Çin dominosunun keyfini çıkardılar.
divulge
divulge
f. açığa vurmak, ifşa etmek, ortaya dökmek, yaymak
Examples
He didn’t divulge the information, not even under pain of torture.
O, işkence acısı altında bile bilgileri açıklamadı.
latitude
latitude
i. enlem, paralel, bölge, serbestlik, özgürlük, hoşgörü, tolerans
Examples
Tasmania is on the 40 degrees South latitude.
Tasmanya 40 derece güney enlemi üzerindedir.
peninsula
peninsula
i. yarımada
Examples
Have you ever been to the Korean Peninsula?
Kore yarım adasına hiç gittin mi?
Indonesia consists of many islands and two peninsulas.
Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.
catchy
catchy
s. çekici, cazip, aldatıcı, akılda kalıcı
Examples
- You could do anything you like. The more fantastic, the better. That’s what people want: fantasy. You write a proper part for me.. …a couple of catchy songs.. … I guarantee you a triumph deluxe! What do you say?
- How much will you pay me?
- Ne istersen yapabilirsin. Ne kadar çok fantazi, o kadar iyi. İnsanların istediği bu: fantazi. Bana düzgün bir parça yaz… dikkat çekici birkaç şarkı… Ben de sana ekstra lüks bir zaferi garanti edeyim. Ne diyorsun?
- Bana ne kadar ödeyecksiniz?
She is most famous for her catchy song ‘Royals’.
En çok akılda kalan şarkısı “Royals” ile ünlüdür.
vindicate
vindicate
f. korumak, hakkını korumak, hıncını almak, intikamını almak, savunmak, temize çıkarmak, haklı çıkarmak
sinister
sinister
s. uğursuz, kötü, fena, kötü niyetli, fesat, meymenetsiz, tekin olmayan, kem, solundaki, soldaki
Examples
Tom gave Mary a sinister look.
Tom Mary’ye uğursuz bir bakış attı.
Some villains are more sinister than others.
Bazı hainler diğerlerinden daha uğursuzdurlar.
prevail
prevail
f. galip gelmek, yenmek, hüküm sürmek, yürürlükte olmak, yaygın olmak, etkili olmak
Examples
Truth is strong, and sometime or other will prevail.
Mary Astell
Gerçek güçlüdür, ve bir gün, yoksa diğeri yenecek.
Thus, a survey of the short stories translated from Turkish into English from 2000 to 2010 is conducted and the prevailing tendencies that come to surface in the translations according to the results of the survey are discussed.
Bu nedenle, 2000’den 2010 yılına kadar Türkçeden İngilizceye çevrilen öyküler üzerine bir araştırma yapılmış ve bu araştırmanın sonuçlarına göre öykü çevirilerinde ortaya çıkan yaygın eğilimler tartışılmıştır.
austerity
austerity
i. Kemer Sıkma, sertlik, haşinlik; sadelik; masraftan kısma, tasarruf
Examples
Angela Merkel is in favor of austerity.
Angela Merkel kemer sıkma taraftarıdır.
The austerity measures that many city governments have implemented are hugely unpopular.
Pek çok kent yöneticilerinin uyguladığı kemer sıkma politikası son derece sevimsizdir.
confute
confute
f. yalanlamak, çürütmek, aksini ispatlamak, susturmak
ignite
ignite
f. tutuşturmak, yakmak, ateşlemek, tutuşmak, ateş almak
Examples """It's ""guaranteed not to smear drip or ignite""" """Normal koşullarda bulaşmama, damlama...""" A small spark often ignites a big flame. Küçük bir kıvılcım sık sık büyük bir alevi ateşler.