book 16 Flashcards
impenetrable
impenetrable
s. girilemez, akıl ermez, anlaşılmaz, kapalı
Examples
The forest was thick and impenetrable.
Orman sık ve aşılmazdı.
Platoon
Platoon
i. takım [ask.], askeri müfreze, ekip, tim
Examples
There ain’t one swinging-dick private in this platoon’s gonna graduate…
Müfrezede, bu engeli 10 saniyede geçemeyen…
A platoon has about thirty soldiers.
Bir müfrezede yaklaşık otuz asker vardır.
jab
jab
f. dürtmek, batırmak, saplamak
i. dürtme, batırma, saplama, yumruk, aşı, iğne
Examples
Don’t jab your umbrella at me.
Şemsiyeni bana doğru tutma/doğrultma.
If you get a thorn stuck in your fingers don’t jab it out with a knife.
Parmağında şeytan tırnağı çıkarsa sakın bıçakla kopartma.
whip up
whip up
hızlandırmak, artırmak, tahrik etmek, çırpmak, çalkalamak, çabucak hazırlamak, bir çırpıda hazırlamak, kamçılamak, kışkırtmak
schematic
schematic
s. şematik, taslak şeklinde
brace
brace
f. desteklemek, güçlendirmek; bağlamak; canlandırmak, neşelendirmek, zindeleştirmek
i. matkap kolu, destek, bağ; çift, iki; pantolon askısı; prasya (gemi)
Examples Brace for impact. Etkisi için destekle. Brace yourself. Kolla kendini.
looting
looting
i. yağma
Examples
Here’s the prize. It’s identical to the one where he hides his loot.The problem with this safe:it takes two hours to crack it.
İşte ödül orada! Oltasını sakladığı yere benziyor. Tek farkı bu kasayı patlatmak iki saat alıyor.
There was looting.
Yağma vardı.
countdown
countdown
i. geriye sayım
Examples Stop the countdown. Geri sayımı durdurun. The countdown for the New Year has begun. Yılbaşı için geri sayım başladı.
reel
reel
f. makaraya sarmak, sarmak, dolamak, dönmek, fırıl fırıl dönmek, sersemlemek, sendelemek
i. makara, bobin, makaraya sarılmış şey, çiftlerin oynadığı bir iskoç dansı
n. spool, cylinder around which long flexible material is wound (such as thread, film, etc.)
v. roll up, wind onto a spool; sway, falter, move unsteadily
adj. real, actual, true; live, factual, genuine; literal, positive; sincere, concrete
Examples
Jig, reel and hornpipe are the most popular irish dances.
Jig, reel ve hornpipe en popüler İrlanda danslarıdır.
More examples »
slurry
slurry
bulamaç gibi
plug up
plug up
tıkamak, tıpalamak
Examples
Tom plugged up the hole.
Tom deliği tıkadı.
We must find something to plug up this hole.
Bu deliği tıkamak için bir şey bulmalıyız
connive
connive
f. göz yummak, görmemezlikten gelmek; hoşgörmek, suç ortağı olmak
Examples
The killers paid her servant to connive at the murder.
Katiller cinayete göz yummaları için kadının hizmetçilerine para verdiler.
The thieves connived with the guards to rob the bank.
Hırsızlar bankayı soymak için koruyucularla fesat kurdular.
crossroads
crossroads
i. kavşak, dört yol ağzı, dönüm noktası, dörtyol ağzı
Examples The accident took place at a crossroads. Kaza bir kavşakta yer aldı. Turn right at the crossroad. Kavşaktan sağa dön.
redeem
redeem
f. ödemek, para verip kurtarmak, fidye verip kurtarmak, telâfi etmek, amorti etmek, kurtarmak, tutmak (söz), yerine getirmek (vaat), günahını bağışlatmak
Examples He has no redeeming traits. Onun kurtarıcı özelliği yok. She redeems herself. O kendisini kurtarır.
intense
intense
s. şiddetli, aşırı, son derece, kuvvetli, koyu, yoğun, dikkatli, etkileyici, çarpıcı, istekli
Examples
It was July. The heat was intense.
Aylardan temmuzdu. Isı yoğundu.
This intense heat doesn’t seem to bother you.
Bu şiddetli ısı sizi rahatsız ediyor gibi görünmüyor.
twisted up
Bükülmüş
surged through
boyunca ilerledi
swarm
swarm
f. kovanı terketmek, oğul vermek, toplanmak, yığılmak, üşüşmek, kaynamak, dolup taşmak, cirit atmak, den geçilmemek, kol va bacaklarını sararak tırmanmak, sarılarak tırmanmak, tırmanmak (tutunarak)
i. arı kümesi, oğul, sürü, yığın
Examples We were attacked by swarms of bees. Arı sürüsü tarafından saldırıya uğradık. The beach is swarming with people. Plaj insanlarla dolu.
overrun
overrun
f. istilâ etmek, aşmak, haddini aşmak, fazla çalıştırmak (makine), yeniden dizgi yapmak
Examples
The soldiers soon overran the fortress.
Askerler kısa sürede kaleyi istila ettiler.
ragtag
ragtag
i. ayaktakımı
downcast
downcast
s. hüzünlü, mahzun, üzgün, aşağıya doğru (baca)
i. havalandırma bacası, hava kuyusu
Examples She went out of the room with downcast eyes. Üzgün gözlerle odadan çıktı. Tom looks downcast. Tom mahzun görünüyor.
property
property
i. eşya, emlâk, mal, mülk, varlık, servet, sahne eşyaları, sahne elbiseleri, özellik, nitelik
Examples
The company was in an economic crisis and trying to sell their properties to get out of it in December.
Aralık’ta şirket ekonomik krizdeydi ve ondan (krizden) çıkmak için taşınmazlarını satmaya çalışıyorlardı.
I entrusted my property to the lawyer.
Eşyamı avukata teslim ettim.
accomplishment
accomplishment
i. başarma, tamamlama, yapma, başarı, beceri, yetenek
Examples
A birthday is a million moments, each holding a promise of fulfilment of your dreams, & accomplishments of some special plans. Wish you a very happy birth day
Doğum günü hayallerinin ve planlarının gerçekleşmesi sözünü taşıyan milyonlarca andır. Doğum günün kutlu olsun.
He just never advertises his accomplishments.
Asla başarılarının reklamını yapmaz.
ferocity
ferocity
i. gaddarlık, vahşilik
Examples
All laws are an attempt to domesticate the natural ferocity of the species.
John W. Gardner
Tüm kanunlar, türlerin doğal canavarlıklarını evcilleştirme teşebbüsüdür.
gesture
gesture
f. jest yapmak, el hareketleri ile konuşmak
i. jest, işaret, iyi niyet gösterisi, hareket
Examples
Gesture is another way of communication.
Jest diğer bir iletişim yoludur.
For the theatre one needs long arms; it is better to have them too long than too short. An artiste with short arms can never, never make a fine gesture.
Roland Barthes
Tiyatro için birinin uzun kollara ihtiyacı vardır;çok uzun kollara sahip olmak çok kısalara sahip olmaktan daha iyidir, kısa kollu bir sanatçı asla, asla güzel bir jest yapamaz.
ulterior motive
ulterior motive
Gizli neden, art niyet
Examples I think Nicholas has no ulterior motives. Sanırım Nicholas'ın art niyeti yok. Tom had ulterior motives. Tom'un art niyetleri vardı.
camo
kamuflaj
outvote
outvote
f. daha fazla oy almak, oy üstünlüğü sağlamak
lettuce
lettuce
i. marul
Examples
Nicholas ate my bacon lettuce and tomato sandwich.
Nicholas benim pastırmalı marullu ve domatesli sandviçimi yedi.
- The thing which we call honor.. could become something material.. it would be very good for fertilizing the land, Manure. For growing lettuce and tomatoes. That is honor, in my humble opinion.
- This is bullshit, Dolly.
- Onur olarak adlandırdığımız şey… materyale dönüşebilir. araziyi verimlendirmek iyi birşey olurdu, Manure. Marul ve domates yetiştirmek için. Nacizane fikrimce bu bir onur.
- Bu saçmalık, Dolly.
bow
bow
f. eğmek, eğilmek, başla selamlamak, reverans yapmak, boyun eğmek; çekilmek
i. londra’da bir kilise
i. reverans; başla selamlama; boyun eğme; pruva, baş
Examples Mary has a bow in her hair. Mary’nin saçında kurdele var. Jack has a bow and an arrow. Jack’in oku ve yayı var.
get on well
get on well Examples My wife gets on well with my mother. Karım annemle iyi geçinir. Sue and I have always got on well. Sue ve ben her zaman iyi geçindik.
mannerless
mannerless
s. terbiyesiz, görgüsüz
slob
slob
i. çamur, kılıksız kimse, pasaklı tip, sersem, sevimsiz tip
Examples He's a slob. O bir pasaklı. Tom is a slob. Tom bir sersemdir.
tattletale
tattletale
i. ispiyoncu, birinin ortaya dökülmesini istemediği bir şeyi başkasına söyleyen kimse, gammaz.
gutter
gutter
f. oluk açmak, eriyip akmak (mum)
i. suyolu, oluk, çatı oluğu, batak, çukur, kötü yol
s. kaba, adi, düzeysiz
Examples
One tallow stain, or even two, might come by chance; but when I see no less than five, I think that there can be little doubt that the individual must be brought into frequent contact with burning tallow-walks upstairs at night probably with his hat in one hand and a guttering candle in the other.
Bir mum yağı lekesi hatta iki tane bile, tesadüfen olabilir;fakat beşten daha az görmediğimde, sanırım bireyin muhtemelen bir elinde şapkası, diğerinde mum yukarı kata yanan mum yürüyüşleriyle sık sık temas kurmaları için getirilmeleri gerektiği konusunda biraz şüphe olabilir.
recite
recite
f. ezberden okumak, ezbere anlatmak, sayıp dökmek, belgelerle anlatmak
Examples I could recite the story by heart. Hikayeyi ezbere okuyabildim. Her daughter can recite many poems. Onun kızı birçok şiiri ezbere okuyabilir.
conducive
conducive
s. neden olan, yardım eden
Examples
Good health is conducive to happiness.
İyi sağlık, mutluluk için yardımcıdır.
rigid
rigid
s. sert, katı, eğilmez, kaskatı, dimdik, sabit, esnemez, kesin, dik kafalı, değişmez
Examples
The frame of the machine should be rigid.
Makinenin iskeleti sert olmalı.
march in.
march in.
Yürüyüş yapmak
Examples
They marched in support of the government.
Hükümeti desteklemek için yürüdüler.
The band played music and people in bright costumes marched in the street.
Bando müzik çalarken parlak giysiler giymiş insanlar sokakta yürüdüler.
rough up
rough up
dağıtmak (saç), karman çorman etmek
forewarn
forewarn
f. uyarmak, ikaz etmek
Examples
You’ve been forewarned.
Sen önceden uyarıldın.
depraved
depraved
s. ahlaksız; baştan çıkmış
doable
doable
s. yapılabilir
Examples Not everything doable is worthy to do. Yapılabilir her şey yapmaya değmez. This is doable. Bu yapılabilir.
potty
potty
s. önemsiz, basit, çatlak, deli
i. lazımlık, oturak
gunking up
parçalanmak
finagle
finagle
f. hile ile elde etmek, aldatmak, kandırmak, hile yapmak
gross
gross
i. bütün, bütünlük, grosa, oniki düzine
s. brüt, bütün, toptan, gayrisafi, kaba, şişko, şişkin, kocaman, hantal, bariz, apaçık, yoğun, sıkı, müstehcen
Examples You must be more careful to avoid making a gross mistake. Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın. - It hurts. - Can we help you to the house? - It's two miles. And I'm tired from digging. Damn the jellyfish! Damn all the jellyfish! Do something. - There's only one thing. - What is it? - Pee on it. - Gross! - I saw it on Discovery Channel. - Acıyor. - Seni eve götürelim mi? - Ev 2 mil uzakta. Ve kazmaktan dolayı yorgunum. Allah deniz analarını kahretsin. Tüm deniz analarını kahretsin! Birşeyler yapın. - Sadece tek birşey var. - Nedir? - Üzerine işemek. - İğrenç! - Discovery Channel'da görmüştüm.
fend
fend
f. kendini korumak, karşı koymak
Examples
Some musicians and actors hire security guards to help fend off their over-eager fans.
Bazı müzisyen ve aktörler aşırı istekli hayranlarını savuşturabilmek için güvenlik görevlisi işe alırlar.
sneak out
sneak out
gizlice kaç
Examples
Nicholas couldn’t sneak out of the dorm without being seen.
Nicholas görülmeden yurdun dışına çıkamadı.
Nicholas was caught sneaking out of the room.
Nicholas odadan sinsice çıkarken yakalandı.
wretched
wretched
s. sefil, zavallı, acınacak halde, perişan, berbat, bitkin, biçare
Examples
What a beautiful art, but what a wretched profession.
Benjamins Bizet
Ne kadar güzel bir sanat fakat ne sefil bir meslek.
- Death to our country’s enemies! Compassion for these wretched ones! Hear me, King hear me, young hero listen to wise counsel! They are our enemies, and bold they are.
- Ülkemizin düşmanlarına ölüm! Biçarelere merhamet! Duy beni, Kralım, duy beni, genç kahraman, bilge danışmanlarımızı dinle! Onlar ki bizim düşmanımız ve onlar ki cesurlar.
cling
cling
f. yapışmak, sarılmak; bağlanmak, sadık kalmak; tırmanmak, tutunmak
Examples The boy is clinging to his mother. Çocuk annesine tutunuyor. That child was clinging to his mother. O çocuk annesine sarılıyordu.
trench
trench
f. hendek kazmak, siper kazmak, bellemek, kazmak
i. hendek, çukur, siper, suyolu
Examples
Both Nicholas and Mary were wearing trench coats.
Hem Nicholas hem de Mary yağmurluk giyiyorlardı.
I programmed Big Geek to go down to the bottom of the trench and shoot some video.
Big Geek’i çukurun dibine gidip video görüntüleri kaydetmek üzere programladım.
filth
filth
i. pislik, kir, açık saçıklık, müstehcen film, ağzı bozukluk
Examples
Smears of dirt were left on the walls, here and there were little balls of dust and filth.
Burada, duvarda bırakılmış kir izleri ve toz ve pislik topları vardı.
Yeah, yeah, like purity
or… untainted by filth.
Evet, evet, masumiyet gibi ya da…
günahla lekelenmemiş.
worship
worship
f. tapmak, tapınmak, taparcasına sevmek, ibadet etmek
i. ibadet, tapma, ilahlaştırma, aşırı saygı
Examples That tribe worships its ancestors. O kabile atalarına tapar. Morning worship begins at eleven o'clock. Sabah ibadeti saat on birde başlar.
reinvigorate
canlandırmak1. hayat/enerji/güç vermmek; 2. yeniden canlandırmak, enerji vermeük, güç vermek; 3. yenilemek;
all along
all along
boyunca, her zaman, başından beri, baştan beri, öteden beri, ta başından, en başından
Examples I've been telling you that all along. Sana bunu en başından beri söylüyorum. They must have known it all along. Onu başından beri biliyor olmalılar.
extension
extension
i. uzatma, genişletme, artırma, temdit, uzatılma, ek, ilave, uzantı, dahili telefon hattı, ekleme
Examples
They built an extension to the office.
Ofise bir ilave yaptılar.
I’ll speak to anyone at extension 214.
214 dahili numaradaki biriyle konuşmak istiyorum.
The first thing you must learn is that your
weapon is an extension of yourself.
versatile
versatile
s. çok yönlü, dönek, becerikli, değişken
Examples
Tom is quite versatile, isn’t he?
Tom oldukça çok yönlü, değil mi?
shed
shed
f. dökmek, akıtmak, yaymak, ışık tutmak, sızdırmamak, değiştirmek (deri), çıkarıp atmak, sıyrılmak
i. baraka, kulübe, sundurma, ahır, hangar, odunluk
Examples
Clean out the shed and throw away things you don’t need.
Kulübeyi temizleyin ve ihtiyacınız olmayan şeyleri atın.
- Thank God! We made it in time Look at that cloud! It wil surely hail.- Ganka, take the coat into the shed.
- Tanrıya şükür! Zamanında geldik. Şu buluta bak! Kesinlikle dolu yağacak. Ganka, ceketi ahıra götür.
lay
lay
f. koymak, yerleştirmek, sermek, kurmak, hazırlamak, sunmak, ileri sürmek, yüklemek, dinmek, yatmak, sevişmek, yumurtlamak, bahse girmek
i. konum, mevki, durum, hal, yatma, sevişme, şarkı sözü, şarkı, türkü
s. meslekten olmayan, rahip olmayan
Examples Chickens lay eggs. Tavuklar yumurtlarlar. Birds lay eggs, too. Kuşlar da yumurtlarlar.
peek
peek
f. gözetlemek, dikizlemek, göz atıvermek
i. gözetleme, cıvıldama
Examples
You can see the sun peeking through the clouds.
Güneşin bulutların arasından baktığını görebilirsin.
Nicholas couldn’t resist peeking through the keyhole.
Nicholas anahtar deliğinden bakmaya direnemedi.
trait
trait
i. özellik, kişisel özellik
Examples Courage is a wonderful trait. Cesaret harika bir özelliktir. It's a family trait. Bu bir aile özelliği.
agility
agility
i. çeviklik, atiklik, kıvraklık; beceriklilik
ragged
ragged
s. yırtık pırtık, lime lime, kırpık kırpık, pütürlü, düzensiz, pejmürde, bakımsız, dağınık, karman çorman, olmamış, eksik, cırlak, kulağı tırmalayan
Examples
She used a damp rag to wipe off the dust.
Tozu silmek için nemli bir bez kullandı.
Nicholas cleaned the top of the table with a wet rag.
Nicholas masanın üstünü ıslak bir bez ile temizledi.
simulate
simulate
Taklit etmek
f. yalandan yapmak, numarası yapmak, gibi göstermek, taklit etmek, benzetmek, taklidini yapmak, benzerini yapmak
ribbon
ribbon
i. kurdele, şerit, daktilo şeridi, bant, pervaz
Examples The ribbon doesn't match the dress. Kurdele elbise ile uyuşmuyor. Sophie had a yellow ribbon in her hair. Sophie'nin saçında sarı bir kurdela vardı.
slightest
slightest. Küçük önemsiz Examples I don't mind in the slightest who he is. Onun kim olduğunun benim için zerre önemi yok. I get depressed by the slightest things. En küçük şeylerden depresyona girerim.
intrigue
intrigue
f. entrika çevirmek, gizlice sevişmek, ilgisini çekmek, ayartmak, kandırmak, şaşırtmak
i. entrika, dolap, fesat, dalavere
Examples
It’s got mystery, intrigue, romance.
Bir romantizmi, entrikaları ve gizemi var.
Lawrence was the talkative type who would never take no for an answer, and Nancy was rather intrigued by the whole matter so she decided to meet Kay Bartok.
Lawrence öyle konuşkan bir insandı ki, ona asla hayır diyemiyordu insan. Bu mesele Nancy’nin fazlasıyla ilgisini çekmişti ve Kay Bartok’la tanışmaya karar verdi.
punctual
punctual
s. dakik
Examples You can rely upon his being punctual. Onun dakik olmasına güvenebilirsin. She was advised by him to be punctual. Onun dakik olması onun tarafından tavsiye edildi.
puncture
puncture
f. patlatmak, delmek (lastik), delinmek, patlamak, yıkmak, boşa çıkarmak, boşa çıkmak
i. patlama, delinme, delme
Examples
There had been a chase, of course. A wild crazy chase. And when a bullet had punctured the gasoline tank, they had had to abandon the car.
Elbette bir kovalamaca olmuştu. Vahşi ve çılgınca bir takip. Ve bir kurşun benzin deposunu delince arabayı terketmek zorunda kalmışlardı.
A nail punctured the tire.
Bir çivi lastiği patlatmış
intimidate
intimidate
f. gözünü korkutmak, korkutmak
Examples
Nicholas has never been intimidated by anyone or anything.
Nicholas biri yada bir şey tarafından asla korkutulmadı.
I’m still intimidating you. I had the feeling you were both absent and present at the same time.
Sizi uyarıyorum. Her ikinizde burdasınız ama aklınız burada değil.
shallow
shallow
f. sığlaşmak, sığlaştırmak, düzlemek
i. sığ yer
s. sığ, derin olmayan, yüzeysel, üstünkörü
Examples The river was shallow at that point. Nehir o noktada sığdı. The pond is too shallow for swimming. Havuz yüzülemiyecek kadar çok sığ.
cranky
cranky
s. garip, tuhaf, ters; huysuz, laçka, dengesi her an bozulabilir
Examples
Nicholas sounded a little cranky this afternoon.
Nicholas bu öğleden sonra biraz tuhaf görünüyordu.
For cranky, I guess you’d probably just break my ankles.
Üzsem, herhalde kemiklerimi kırarsınız.
high-strung
high-strung
s. sinirli: çok sinirli, gergin, sinir küpü
bottled up
bottled up
s. sıkışmış, sıkışıp kalmış, bastırılmış
şişelenmiş
for so long.
for so long.
1. uzun süredir
Examples
Nicholas was happy to be home after being away for so long.
Nicholas uzun süre uzaklarda bulunduktan sonra evde olmaktan mutluydu.
I was on my ship, and then not I’m trapped outside my world for so long trying t get back. But I float here unable to free myself.
Gemimdeydim ve sonra yalnızca geri dönmeye çalışarak uzun bir süre kendi dünyamın dışında hapsolmadım ama aynı zamanda burada özgür kalmayı başaramadan herşeyi oluruna bıraktım
demise
demise
f. vasiyetle devretmek; bırakmak; feragat etmek
i. devretme, feragat; ölüm, vefat
Examples
We were having a private party celebrating the demise of the Musketeers.
Silahşörlerin cenazesi için özel bir kutlama partisi yapıyorduk.
testament
testament
i. vasiyetname, vasiyet, ahit, inançların açıklanması
Examples
none are a greater testament to your glory than Chelsea’s heavenly breasts.
…ihtişamına Chelsea’nin cennetlik göğüslerinden daha iyi kanıt olamaz.
‘The New Testament’ is the second part of the Bible.
‘Yeni Antlaşma’ Kutsal Kitabın ikinci parçasıdır.
dim
dim
f. karartmak, bulandırmak, kararmak, bulanmak; donuklaştırmak, sönükleşmek
s. bulanık, anlayışsız; sönük; donuk; kalın kafalı
Examples We saw a dim light in the distance. Uzakta loş bir ışık gördük. I have a dim memory of my grandmother. Büyükannemi hayal meyal hatırlıyorum.
transcend
transcend
f. aşmak, üstün olmak
Examples
Exporting is a commercial activity which transcends borders.
İhracaat sınırları aşan ticari bir etkinliktir.
No one can transcend their own individuality.
Hiç kimse kendi benliğini aşamaz.
uncompromising
uncompromising
s. uzlaşmaz, anlaşmaya yanaşmaz, inatçı, eğilmez, kesin
blunt
blunt
f. köreltmek, kesmek (iştah vb)
s. kör, kör (bıçak), körelmiş, duygusuz, anlayışsız, açık sözlü, patavatsız, lâfını esirgemeyen
Examples
…but I am a blunt man and I intend to speak very frankly to you.
Ama lafını esirgemeyen biriyim ve açık konuşmak niyetindeyim.
My sword may be blunt, but that’s more than enough for someone like you.
Kılıcım kör olabilir ama o senin gibi biri için fazlasıyla yeterli.
unprecedented
unprecedented
s. eşi görülmemiş, eşi benzeri görülmemiş, örneğine rastlanmamış, benzeri yaşanmamış
Examples The situation this year is unprecedented. Bu yıl durum eşi görülmemiş. This is an unprecedented gesture. Bu eşi benzeri görülmemiş bir jest.
catastrophe
catastrophe
i. felâket, afet, felâketle sonuçlanan olay, dönüm noktası
Examples
Unfortunately few passengers survived the catastrophe.
Ne yazık ki birkaç yolcu felaket atlattı.
A hundred times have I thought New York is a catastrophe and 50 times: It is a beautiful catastrophe.
Le Corbusier
Yüz kez New York’un bir felaket olduğunu düşündüm ve 50 kez: Güzel bir felaket
overwhelming
overwhelming
s. ezici, kahredici, karşı konulmaz
Examples
She was overwhelmed by the sad news.
Üzücü haber yüzünden mahvoldu.
Otherwise, girls could feel a bit overwhelmed, or turn very timid.
Aksi halde kızlar biraz baskı altında kalmış hissedebilir veya biraz çekingen davranabilir.
elude
elude
f. kurtulmak, kaçamak yapmak, sıyrılmak, kaçınmak, anlayamamak, aklına gelmemek, çağrıştırmamak
Examples
Dan eluded police for almost two years.
Dan neredeyse iki yıl boyunca polisi atlatmış.
strife
strife
i. kavga, çekişme, bozuşma, anlaşmazlık, ihtilaf
Examples
‘How’s the trouble and strife?’ is an example of a sentence using Cockney rhyming slang.
‘Hanımın nasıl?’ anlamına gelen ‘How’s the trouble and strife?’ cümlesi, kafiyeli Cockney argosuna bir örnektir.
Marriage, in peace, is this world’s paradise; in strife, this life’s purgatory.
Huzurlu evlilik bu dünyanın cennetidir, çekişmeli evlilik bu dünyanın arafıdır.
combustion
combustion
i. yanma, tutuşma
Examples Combustion liberates heat. Yanma, ısıyı açığa çıkarır. Oxygen is necessary for combustion. Oksijen yanma için gereklidir.
in advance
in advance
önceden
Examples You might send the bill in advance. Faturayı önceden gönderebilirsiniz. You should pay your rent in advance. Kiranı peşin olarak ödemelisin.
moment of truth
moment of truth
kritik an, karar anı, boğanın öldürüldüğü an
Examples
Human identity is the most fragile thing that we have, and it’s often only found in moments of truth.
Alan Rudolph
İnsan kimliği sahip olduğumuz en hassas şeydir ve sıklıkla sadece doğruluk anlarında bulunur.
It’s the moment of truth.
Bu karar anı.
submerge
submerge
f. batırmak, batmak, daldırmak, sular altında bırakmak, örtmek, bastırmak
Examples
Whales can remain submerged for a long time.
Balinalar uzun süre su altında kalabilir.
Valley and everything in it submerged for ever. If it happened at the peak of the spring tide for maximum effect… That’s today at 9.41 . In less than an hour! We have to go and warn people.
Vadi ve her şey sular altında kaldı sonsuza dek. Eğer bahar gelgitlerinin uç noktasında maksimum etkiyle…Bugün saat 9.41’de oldu. Bir saatten az bir zamanda! Gidip insanları uyarmalıyız.
patronize
patronize
[patronize (Amer.) ] f. korumak, müşterisi olmak, faydası dokunmak, desteklemek, büyüklük taslamak, küçük görmek, tenezzül etmek
Examples
- Eh Prime Minister, we do have some lovely jelly in the pantry. I don’t know if you’d be interested.
- Don’t patronise me, you lmiddle class person!
- E Başbakanım kilerde çok güzel jölemiz var. İlgilenir miydiniz, bilmiyorum.
- Bana patronluk taslama, seni orta sınıf insanı!
“Don’t you dare treat me like that.” Nancy angrily reacted at his patronising tone.
“Bana bu şekilde davranmaya nasıl cesaret edebilirsiniz siz?” diye sinirli bir şekilde karşılık verdi Nancy adamın bu emredici konuşmasına.
poke
poke
f. dürtmek, sokmak, karıştırmak, kurcalamak, itelemek, dürtüklemek, araştırmak, aramak
i. dürtme, dürtüş, uyuşuk tip, mıymıy tip, ağırkanlı kimse, torba, çuval
n. push, thrust; insertion, act of sticking in; strike from a fist; pokeweed, perennial tall plant that bears juicy purple berries and poisonous root (used in medicine for treating rheumatic conditions)
v. push, thrust; insert, stick in; hit with a fist
Examples
The teacher pokes his nose into everything.
Öğretmen burnunu her şeye sokar.
I don’t mean to poke my nose into your affairs.
işlerine burnumu sokmaya niyetim yok.
more or less
more or less
aşağı yukarı, öyle ya da böyle, az çok
Examples They are more or less the same size. Onlar aşağı yukarı aynı boyuttalar. Do not be shy. Your pronunciation is more or less correct. Utanma. Telaffuzun az çok doğru.
upbeat
upbeat
i. vurgusuz tempo
s. eğlenceli, neşeli
Examples What's your favorite upbeat song? Gözde neşeli şarkınız nedir? Do you think Tom is upbeat? Sence Tom neşeli mi?