book 25 Flashcards
massacre
massacre
f. kılıçtan geçirmek, toplu katliam yapmak, katliam yapmak
i. katliam, kılıçtan geçirme, toplu cinayet
Examples
It was a massacre.
O bir katliamdı.
I watched the film named ‘Texas Chainsaw Massacre’ with my girlfriend yesterday. She was very afraid.
Dün kız arkadaşımla birlikte ‘Teksas Motorlu testere Katliamı’ adında bir film izledim. O çok korktu.
heinous
heinous
s. iğrenç, çirkin
flourishing
flourishing
s. gelişmekte olan, bayındır, mamur, iyi giden
Examples
Your business is flourishing I hear.
işiniz iyi gidiyor duyuyorum.
Prosperity is the state of flourishing, thriving, success, or good fortune.
Refah gelişen, büyüyen, başarı yada iyi talih durumudur.
ardent
ardent
s. parlayan, parlak, ışıl ışıl, kızgın; çok sıcak, ateşli; coşkun
Examples
He is an ardent music lover.
O ateşli bir müzik aşığıdır.
Mastering science is an ardent wish of our youth.
Bilim Mastering gençlerimizin coşkulu bir isteğidir.
affluent
affluent
s. bol, çok, gürül gürül akan, zengin, varlıklı
i. ırmak ayağı, ırmağa dökülen akarsu
Examples
Every affluent person owns at least two cars.
Her varlıklı insan en az iki arabaya sahiptir.
omniscient
omniscient
s. her şeyi bilen, bilge
Examples
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
appliance
appliance
i. alet, araç, cihaz
Examples
Electrical appliances have made housework easier.
Elektrikli ev aletleri ev işini daha kolay yaptı.
I’m appliance shopping.
Cihaz alışverişi yapıyorum.
drastically
drastically
zf. şiddetle, sert bir biçimde, zorlayıcı olarak
Examples
I would like to drastically decrease the amount of time it takes me to clean the house.
Evi temizlemem için geçen zamanı büyük ölçüde azaltmak istiyorum.
Prices rose drastically as a result of this policy.
Bu politikanın bir sonucu olarak fiyatlar sert bir biçimde yükseldi.
indication
indication
i. gösterme, belirtme, belirti, işaret, bulgu, ölçüm, çıtlatma
Examples
There was no indication that anything was wrong.
Birşeylerin ters gittiğine dair hiçbir işaret yoktu.
His victory at this age in an international competition is a good indication of a bright future.
Uluslararası bir yarışmada bu yaştaki zaferi parlak bir geleceğin iyi bir göstergesidir.
assertion
assertion
i. iddia; sav, hakkını arama
the future impact of
gelecekteki etkisi
our well-being
refahımız
without regard for
dikkate almadan
become deskilled
umutsuz olmak
high levels of accuracy
yüksek hassasiyet
tremble
tremble
f. titreşmek, titremek, ürpermek, endişelenmek
i. titreme, ürperme
Examples His legs were trembling from fear. Bacakları korkudan titriyordu. The terrible scene made him tremble in fear. Korkunç sahne onu korku içinde titretti.
inability
inability
i. yetersizlik, acizlik, gücü olmama, iktidarsızlık, olanaksızlık
Examples
Irene’s sister, conscious of her inability to compete with the beauty and enhancing manner of Irene was perfectly content to be only a pale reflection of our yellow-haired commander.
İrene’nin gelişen tavırları ve güzelliğiyle rekabet edemeyeceğinin farkında olan İrene’nin kardeşi, bizim sarı saçlı komutanımızın sadece soluk bir yansıması olmaktan tamamen memnundu.
It’s called abulia, the inability to make a decision or exercise will.
Buna ‘abulia’ denir. Karar verme ya da hareket edememe acizliğidir.
lean over
lean over
abanmak, üzerine eğilmek
Examples
The lad leaned over and shouted into Nicholas’ ear.
Delikanlı Nicholas’ın üzerine abandı ve kulağına bağırdı.
Leaning over me with this crazy smile,
…uyandırdı beni.
intensity
intensity
i. şiddet, gerilim, güç, yoğunluk, koyuluk, çarpıcılık
Examples
We were shocked by the intensity of our mother’s anger.
Annemizin öfkesinin şiddetiyle şok olduk.
The distance you pull it away from your wrist then is directly related to the intensity of the pain you will feel when it snaps.
Lastiğin bileğinize olan uzaklığı, lastiği bıraktığınızda size verdiği acının şiddetiyle doğru orantılıdır.
reflect
[reflect] f. yansıtmak, aksettirmek, düşünüp taşınmak, düşünmek, ifade etmek
Examples It's time to reflect on your past. Geçmişinizi düşünmenin zamanıdır. She reflected on what she had done. Yaptığını yansıttı.
awe
[awe] f. korku vermek, korkutmak
Examples
He stood in awe before her.
O onun önünde huşu içinde durdu.
Mary is a woman who inspires awe in all who meet her.
Mary onunla tanışan herkese huşu telkin eden bir kadın.
yearn
yearn
f. özlemek, hasret olmak, burnunda tütmek, gözünde tütmek
Examples
She yearned for her husband to come home.
Kocasının eve gelmesine can atıyordu.
With all the childless couples have yearning for a license.
Tüm çocuksuz çiftler yasal izin istiyorlar.
nourish
nourish
f. beslemek, büyütmek, desteklemek, gütmek (duygu)
Examples
That was too much for our nourish routines, so we didn’t eat the snails.
Damak tadımıza çok tersti bu yüzden salyangozları yemedik.
So put the things in your life that are going to nourish commitment.
Bu yüzden, bağlılığınızı besleyecek olan şeyleri hayatınıza geçirin.
envy
envy
f. gıpta etmek, imrenmek, gözü kalmak, kıskanmak, çekememek
i. gıpta, imrenme, kıskançlık, haset, çekememezlik, gıpta edilen şey, kıskanılan kimse
Examples
Being envied is better than being pitied.
Acınmaktansa kıskanılmak daha iyidir.
I often felt a sort of envy of humans….. of that thing they called spirit.
İnsanlara, onların ruh dedikleri şeye karşı hep bir tür kıskançlık duydum.