book 43 Flashcards
scrap
scrap
f. kavga etmek, dövüşmek, çatışmak, hurda olarak kullanmak, hurdaya ayırmak, ıskartaya çıkarmak, çürüğe çıkarmak, ıskartaya ayırmak, parçalamak, ufalamak
i. parça, kırıntı, hurda, kırpıntı, bozuntu, paçavra, kupür, döküntü, kavga, dövüş
Examples
Nicholas feeds table scraps to his dog.
Nicholas masa artıklarıyla köpeğini besler.
I wrote down his phone number on a scrap of paper.
Onun telefon numarasını bir kağıt parçasına yazdım.
plaintiff
plaintiff
i. davacı, şikâyetçi
Examples The judge decided against the plaintiff. Hakim davacı aleyhine karar verdi. I am the plaintiff in that trial. O duruşmada davacı benim.
deliberate
deliberate
f. düşünmek, danışmak, üzerinde tartışmak; tartmak
s. planlanmış, kasıtlı, kasti, tasarlanmış, tedbirli; ağır, emin
Examples
We will not be fully committed right away, but by taking deliberate and focused steps, we can begin to move from “interested” to “committed”.
Hemen şimdi tam anlamıyla bir bağlılık oluşturamayacağız fakat planlı ve emin adımlarla ‘ilgili olmak’ tan ‘bağlılığa’ doğru ilerleyebiliriz.
Do you think that was deliberate?
Onun kasıtlı olduğunu düşünüyor musun?
tarnish
tarnish
f. , kararmak, lekelemek, kirletmek, matlaştırmak,donuklaşmak
i. donukluk, karartı, leke, kir
intrigue me
intrigue me ilgimi çekiyor Examples Foreign people intrigue me. Yabancı insanlar benim ilgimi çekiyor. He intrigues me. O beni cezbediyor.
vicious
vicious
s. ahlaksız, kötü, fena, berbat, haince, şiddetli, bozuk, huysuz
Examples
He gave the barking dog a vicious kick.
O havlayan köpeğe şiddetli bir tekme attı.
Legality can be inconvenient. Is it legal to blow up public places Remember what Ben M’Hidi said when you asked him that. Believe me, gentlemen, it’s a vicious circle
Yasallık uygun olmayabilir. Halkın gittiği yerleri havaya uçurmak yasal mı? Ben M’Hidi’nin ne dediğini hatırla sen bu soruyu sorduğunda. İnanın bana beyler, bu kötü niyetli bir çember.
prevail
f. galip gelmek, yenmek, hüküm sürmek, yürürlükte olmak, yaygın olmak, etkili olmak
Examples
Truth is strong, and sometime or other will prevail.
Mary Astell
Gerçek güçlüdür, ve bir gün, yoksa diğeri yenecek.
Thus, a survey of the short stories translated from Turkish into English from 2000 to 2010 is conducted and the prevailing tendencies that come to surface in the translations according to the results of the survey are discussed.
Bu nedenle, 2000’den 2010 yılına kadar Türkçeden İngilizceye çevrilen öyküler üzerine bir araştırma yapılmış ve bu araştırmanın sonuçlarına göre öykü çevirilerinde ortaya çıkan yaygın eğilimler tartışılmıştır.
c
f. galip gelmek, yenmek, hüküm sürmek, yürürlükte olmak, yaygın olmak, etkili olmak
Examples
Truth is strong, and sometime or other will prevail.
Mary Astell
Gerçek güçlüdür, ve bir gün, yoksa diğeri yenecek.
Thus, a survey of the short stories translated from Turkish into English from 2000 to 2010 is conducted and the prevailing tendencies that come to surface in the translations according to the results of the survey are discussed.
Bu nedenle, 2000’den 2010 yılına kadar Türkçeden İngilizceye çevrilen öyküler üzerine bir araştırma yapılmış ve bu araştırmanın sonuçlarına göre öykü çevirilerinde ortaya çıkan yaygın eğilimler tartışılmıştır.
prolong
prolong
f. uzatmak, sürdürmek, temdit etmek
Examples
The dictionary defines sustain in this way: to cause to continue or be prolonged for an extended period or without interruption.
Sözlük, devam ettirme kelimesini şu şekilde açıklamakta: devam etmesine sebep olmak ya da kesintiye uğratmaksızın daha geniş bir zamana yaymak.
Arthur, I see no reason for prolonging this conversation.
Arthur, bu konuşmayı uzatmakta bir anlam görmüyorum.
reimburse
reimburse
f. geri ödemek, zararını karşılamak, masraflarını karşılamak, tazminat vermek
Examples How do I get reimbursed? Nasıl geri öderim? She hasn't reimbursed me yet. O bana hala geri ödeme yapmadı.
spare mount
spare mount
yedek montaj
tar
tar
f. katranlamak, katran sürmek
i. katran, gemici, denizci
n. dark thick substance obtained from wood and other organic substances (used in protective coatings and sealants); sailor (Informal)
v. smear or cover with tar, cover with asphalt, cover with pitch
Examples
Tom was tarred and feathered by the crowd.
Tom kalabalık tarafından katranla kaplandı ve tüyle kaplandı.
Tom and Mary are tarred with the same brush.
Tom ve Marry aynı yolun yolcusudur.
scrubbing
scrubbing
[scrub] f. fırçalamak, ovmak, ovalamak, fırça ile ovmak, yıkamak, iptal etmek, ertelemek
Examples
Nicholas asked Mary to scrub the toilet.
Nicholas Mary’den tuvaleti fırçalamasını rica etti.
She scrubbed the kitchen floor with a brush.
O bir fırça ile mutfak zeminini temizledi.
fatigue
fatigue
f. yorulmak, yormak
i. yorgunluk, bitkinlik, tükenmişlik, dayanıklılığını yitirme, angarya
Examples If you work or play too hard you will become fatigued. Çok oynar ya da çalışırsan yorulursun. When you are fatigued you are exhausted. Yorgunken çok bitkinsindir.
attire
attire
f. giydirmek; donatmak
i. giysi, kıyafet, elbise, kılık, süs
Examples
She is careless about her attire.
O, kıyafeti hakkında dikkatsiz.
untidy
untidy
s. düzensiz, dağılmış, dağınık, pasaklı, derbeder, kılıksız, savruk
Examples
This room is very untidy. You’ll be studying in the next room.
Bu oda çok dağınık. Siz bitişik odada çalışın.
My mother doesn’t like my room being untidy.
Annem odamın düzensiz olmasından hoşlanmıyor.
sneer
sneer
f. alayla gülümsemek, küçümsemek, gülmek (küçümseme)
i. küçümseyerek gülme, alay
Examples
The sneers and the scowls on people’s faces were everywhere I went.
Gittiğim her yerde insanların yüzlerinde alay ve sert bakışlar vardı.
He never spoke of the softer passions, save with a gibe and a sneer.
Bir incitici söz ve bir küçümseme hariç, asla daha yumuşak tutkularla konuşmadı.
benefactor
benefactor
i. hayırsever, iyiliksever, bağışçı, velinimet
Examples
They held her in high esteem as their benefactor.
Onlar hayırseverleri olarak onu yüksek itibara tuttu.
I have said here today.. the point is that we are here to honor.. our most generous benefactor…and newest freshman…the man who’s made it possible…for us to break ground here today..
Bugün burada bulunma amacımız en cömert hayırseverimizi, en taze kanı, burada çığır açmamızı sağlayan bu adamı şereflendirmektir.