book 23 Flashcards
grief
grief
i. acı, üzüntü, dert, gam, keder
Examples Grief divided is made lighter. Acılar paylaştıkça azalır. The girl was overcome with grief. Kız üzüntüye yenik düştü.
preoccupied
preoccupied
s. kafası meşgul, endişeli, dalgın
Examples It looks like Tom is a little preoccupied. Tom biraz dalgın gibi görünüyor. I've been preoccupied. Ben endişeliydim.
gratitude
gratitude
i. minnettarlık, şükran, şükür, gönül borcu
Examples
He gave a tip as a sign of gratitude.
Minnettarlık göstergesi olarak bahşiş verdi.
Nicholas certainly deserves our gratitude.
Nicholas kesinlikle minnettarlığımızı hak ediyor.
attractive
attractive
s. çekici, cazibeli, cazip, ilgi çekici, alımlı, göz alıcı
Examples That makes you even more attractive. O seni daha çekici bile yapar. Sophie is more attractive than Amanda. Sophie Amanda'dan daha çekici.
sprawling
sprawling
s. büyüyen, genişleyen, yayılan
Examples Tom is sprawled out on his bed. Tom yatağında uzanıyor. Houston is a huge, sprawling city. Houston kocaman, büyüyen bir şehir.
colossal
colossal
s. kocaman, muazzam, dev, devasa, müthiş, şaşırtıcı
Examples
Forgetting to say the graduating student’s name at the graduation ceremony was a colossal miss.
Mezuniyet töreninde mezun olan öğrencilerin adlarını söylemeyi unutmak şaşırtıcı bir başarısızlıktır.
That was a colossal waste of time.
O muazzam bir zaman kaybıydı.
extensive
extensive
s. uzatılmış, geniş, yaygın, geniş ölçüde yapılan, engin
Examples
The earthquake in Hokkaido caused extensive damage.
Hokkaido’daki deprem büyük hasara sebep oldu.
- So how’d a nice girl like you end up in Scotland Yard?
- I have an extensive martial arts background and I speak six languages, including Japanese.
- Nasıl oluyor da senin gibi tatlı bir kızın yolu Scotland Yard’a düşüyor?
- Dövüş sanatları üzerine geniş bir eğitim aldım, ayrıca Japonca da dahil olmak üzere altı dil konuşuyorum.
custodian
custodian
i. kapıcı, bekçi; muhafız; sorumlu kimse, veli; vasi
Examples
The school custodian cleans the gym in the evening.
Okul kapıcısı akşamleyin spor salonunu temizler.
menace
menace
f. tehdit etmek, gözdağı vermek
i. tehdit
Examples
In the street, the gaze of desire is furtive or menacing.
Mason Cooley
Caddede, arzu bakışı sinsi yada tehditkardır.
Nancy was filming the scene and recording all the menacing words.
Nancy bütün o sahneyi çekiyor ve bütün tehdit sözlerini kaydediyordu.
engulf
engulf
f. içine çekmek, yutmak, dalıp gitmek, yutulmak
Examples
The terrific waves soon engulfed the poor fisherman in.
Azgın dalgalar çok geçmeden zavallı balıkçıyı yuttu.
dispute
dispute
f. tartışmak, çekişmek, münakaşa etmek; karşı koymak, itiraz etmek, reddetmek; şüphe etmek
i. tartışma, ihtilaf, münakaşa, kavga
Examples There was a dispute about our bill. Yasa tasarımız hakkında bir anlaşmazlık vardı. We succeeded in settling the dispute. Anlaşmazlığı çözmede başarılı olduk.
chancellor
chancellor
i. rektör, bakan, başbakan, yüksek makamlı resmi görevli
Examples
Angela Merkel is the first female German chancellor.
Angela Merkel, ilk kadın Alman başbakanı.
Black money scandal, 11th of September, expenseuro, the Old Europe, Hartz IV, Madame Chancellor, fanmile, climatic catastrophe, financial crisis, wreckage bonus and citizen of anger are the last ten words of the year in Germany.
Kara para skandalı, 11 Eylül, euronun yayılması, Eski Avrupa, IV. Hartz, Bayan Başbakan, vantilatör mili, iklim felaketi, mali kriz, enkaz primi ve kızgın vatandaş, Almanya’da yılın son 10 kelimesidir.
dispatch
dispatch
f. göndermek, sevketmek, yollamak; halletmek; yalayıp yutmak; silip süpürmek; öldürmek, idam etmek; telgraf çekmek
i. yollama, sevk; acele, hız; mesaj, telgraf çekme; öldürme, idam; harekât raporu
Examples
United Nations Health Organization has dispatched a delegation of 4 international scientists on a field trip to the desert of Anatolia to find out what might have gone wrong.
Birleşmiş Milletler Sağlık Örgütü dört uluslararası bilim adamından oluşan bir delegasyonu, sorunun ne olduğunu bulmak üzere Anadolu çölüne bir saha gezisine gönderdi.
Excuse me, sir. An urgent dispatch for you. The enemy has broken the line in the vicinity of Coutance.
Pardon efendim. Sizin için acil bir haber var. Countance’nin yakınlarında düşmanlar sınırı geçmişler.
with all due respect
tüm saygımla
Examples
With all due respect, I think they both had valid points.
Kusura bakmayın ama, onların her ikisinin mantıklı amaçları var.
With all due respect, Mr. President, you are an asshole!
Bütün saygımla, Sayın Başkan, sen bir götsün!
blockade
blockade
f. ablukaya almak, kuşatmak
i. abluka, kuşatma
Examples
- Everything’s set to go, right?
- Yes, sir. The harbour is blockaded.
- Good. Have all surface ships begin their sonar search.
- Gitmek için herşey hazır, değil mi?
- Evet efendim. Liman kuşatıldı.
- Güzel. Yüzer gemilerin hepsini sonar araştırmasına başlat.
elusive
elusive
s. kaçamaklı, yakalanması zor, akla gelmeyen, anlaşılmaz, güvenilmez, kaypak
Examples
In fact, the more you try to recall details, the more elusive they’II become.
Aslında, ayrıntıları hatırlamak için ne kadar çok uğraşırsan, o kadar çok belirsiz hale gelirler.
- They are elusive things the moment we name them their meaning disappears, melts, dissolve like a jellyfish in the sun.
- Onlar, onları isimlendirdiğimiz anda anlamları kaybolan, yok olan, güneşte kalmış bir deniz anası gibi eriyen tarifi zor şeyler.
seal off
seal off
kapatmak, tıkamak
Examples
I haven’t seen on exactly like this before. It Moves differently. Can we seal off this area?
Daha önce tam olarak bunun gibi birşey görmemiştim. Farklı bir şekilde hareket ediyor. Bu bölgeyi kapatabilir miyiz?
disruption
disruption
i. kesilme, bozulma, parçalanma; karışıklığa itme
Examples
Some flame retardants can cause cancer and hormonal disruptions.
Bazı alevlenmeyi geciktiriciler kanser ve hormonal bozulmalara neden olabilir.
franchise
franchise
i. hak, ayrıcalık, imtiyaz, muhafiyet, dokunulmazlık, satış tekeli hakkı, üyelik
revoke
revoke
f. yürürlükten kaldırmak, geri almak, iptal etmek, yerdeki kâğıttan oynamamak, rönons yapmak
Examples
I heard Nicholas’ membership has been revoked.
Nicholas’ın üyeliğinin iptal edildiğini duydum.
- You’ve got Lisa Davis.
- Your player card’s revoked.
- Sende Lisa Davis var.
- Senin kağıtların açık artık.