book 40 Flashcards
cipher
cipher
f. hesaplamak, aritmetik yapmak; şifrelemek, şifre ile yazmak
i. sıfır, günümüz rakamları, arap rakamları; önemsiz kimse, hiç olan şey; şifre, anahtar; parola, monogram
diligently
diligently
Gayretle
Examples I followed my lessons diligently. Derslerimi düzenli bir şekilde takip ettim. Learn diligently and you will succeed. Gayretle öğren ve başarılı olacaksın.
efface
efface
f. silmek, gidermek, yok etmek, unutturmak
triumph
triumph
f. yenmek, zafer kazanmak, büyük başarı kazanmak
i. zafer, başarı, utku, zafer alayı
Examples
Love is the triumph of imagination over intelligence.
H. L. Mencken
Aşk hayalgücünün zekaya karşı zafer kazanmasıdır.
Love’s triumph!
Aşkın zaferi
savant
savant
i. bilgin, hakim
Examples He's like an idiot savant without the savant part. O, Aptal Bilgin gibidir, bilgin kısmı hariç.
astonished
astonished
s. afallamış
Examples I was astonished by his ignorance. Onun cehaletine şaşırdım. We were astonished by his bold attempt. Onun pervasız hareketine şaşırmıştık.
suppress
suppress
f. bastırmak, zaptetmek, durdurmak, dindirmek, önlemek, örtbas etmek, hasıraltı etmek, ortadan kaldırmak, baskı altına almak, yayınlanmasını yasaklamak
Examples She couldn't suppress her emotions. Duygularını bastıramadı. It will take a long time to suppress the revolt. Ayaklanmayı bastırmak uzun sürecek.
consonant
consonant
i. ünsüz, sessiz harf
s. ahenkli, uyumlu, ses uyumu olan, bağdaşan, uyuşan
Examples
We’re only using place names with a double vowel and a double consonant.
İki sessiz harf ve iki sesli harfe sahip yer isimlerini kullanıyoruz sadece.
vowel
vowel
s. sesli, ünlü (harf)
i. sesli harf, ünlü
Examples
French has many more vowels than Japanese.
Fransızcanın Japoncadan daha çok ünlü harfleri var.
-Mom, which type of girl did you oppose?
-Girls whose last name starts with vowels
- Anne, hangi tür kızlara karşıydın?
-Soyadları sesli harfle başlayanlara.
profound
profound
s. derin, çok derin, bilge, içe işleyen, içine işleyen, şiddetli, adamakıllı
Examples
They always make profound observations they’ve overheard
Her zaman tesadüfen duydukları konularla ilgili derin incelemeler yaparlar.
It had a profound effect on me.
Benim üzerimde çok derin bir etkisi vardı.
revolt
revolt
f. başkaldırmak, isyan etmek, ayaklanmak, ayrılmak, iğrenmek, tiksinmek, nefret etmek, dehşete düşmek, iğrendirmek, nefret ettirmek
i. başkaldırma, ayaklanma, isyan
Examples It will take a long time to suppress the revolt. Ayaklanmayı bastırmak uzun sürecek. This is revolting. Bu iğrenç.
confusion
confusion
i. karışıklık, keşmekeş, kargaşa, şaşkınlık, bozulma, utanma, karıştırma, birbirine karıştırma
Examples
And today I feel easing my soul…where I had felt horrible confusion and guilt.
Ve bugün korkunç karmaşa ve suçluluk duyduğum ruhumun, rahatladığını hissediyorum.
I remained confused as confusions generally are…and remained an enemy among friends.
Şaşırmış kaldım… Çünkü şaşkınlıklar genelde… Ve dostların arasında düşman olarak kaldım.
premeditate
premeditate
f. önceden düşünmek, tasarlamak, planlamak
Examples It wasn't premeditated. O önceden planlanmış değildi. This was a premeditated crime. Bu önceden tasarlanmış bir suçtu.
succession
succession
i. birbirini izleme, üst üste olma, ardışık olma, sıra, silsile, veraset, intikal, yerine geçme, vekâlet
Examples
They won the Japan Cup three years in succession.
Onlar arkaya arkaya üç yıl Japonya Kupasını kazandılar.
This fantasy book is a succession of really flashy magical spells and that makes it boring instead.
Bu fantezi kitap gösterişli çok güzel büyülerin bir birbirini izlemesidir ve onun yerine bu onu sıkıcı yapar.
distorted
distorted
s. bozuk, biçimsiz, saptırılmış
Examples Some newspapers distorted the news. Bazı gazeteler haberi çarpıttılar. A true scientist would not distort facts. Gerçek bir bilimci gerçekleri çarpıtmaz.
ward
ward
f. korumak, önlemek
i. gözetim, koğuş, hapishane, bölge, vesayet altındaki çocuk, vesayet, kilit dili, şato dış avlusu
Examples
The ability to convert ideas to things is the secret of outward success.
Henry Ward Beecher
Fikirleri işlere dönüştürme kabiliyeti dış başarının sırrıdır.
-Did you get it?
-I had to trade with a transvestite in the men’s ward.
-Aldın mı onu?
-Erkeklerin bölümünde bir travesti le pazarlık yapmam gerekti.
downhearted
downhearted
s. cesareti kırılmış, üzgün, morali bozuk
abstruse
abstruse
s. anlaşılması zor, derin
quay
quay
i. rıhtım, iskele
Examples
She was waiting at the quay as the ship came in.
Gemi geldiğinde, rıhtımda bekliyordu.
steamer
steamer
i. vapur, düdüklü tencere
Examples
As good luck would have it, a steamer passed by and they were saved.
Şans eseri, bir gemi geçti ve onlar kurtarıldı.
The steamer is now out of sight.
Vapur şimdi görünmüyor.