book 33 Flashcards
defiance
defiance
i. saygısızlık; nispet; meydan okuma; karşı koyma, muhalefet
Examples
His brazen act of defiance almost cost him his life.
Onun yüzsüzce meydan okuma hareketi neredeyse hayatına mal oluyordu.
He jumped into the river in defiance of the icy water.
O, buz gibi suyu hiçe sayarak nehre atladı.
waiver
waiver
i. vazgeçme, feragat, feragatname
Examples
Tom signed a waiver.
Tom bir feregat imzaladı.
accordance
accordance
i. uyum, uygunluk, uygun olma
Examples
Regulatory and supervisory authorities are established in order to regulate different types of markets, and to supervise and monitor market activities in accordance with these regulations or malfunctions that may occur.
Düzenleme ve denetleme kurumları, farklı piyasaların düzenlenmesi, piyasa faaliyetlerinin bu düzenlemelere uygunluklarının veya oluşabilecek aksaklıkların denetim ve takibi için oluşturulmuştur.
In accordance with his promise he came at eleven.
Verdiği söze uygun olarak on birde geldi.
immutable
immutable
s. değişmez, sabit, durağan
Examples
This is an immutable truth.
Bu değişmez bir gerçektir.
undeviating
undeviating
s. sapmaz, yolundan şaşmayan
Indictment
indictment
i. suçlama, itham, iddianame, dava açma
vicious cycle
kısır döngü
trod on
trod on
üstüne bas
Examples
You are treading on her corns.
Onun mısırlarına basıyorsun.
incur debt
incur debt
Borca girmek
disseminate
disseminate
f. saçmak, yaymak; tohum ekmek
exceedingly
exceedingly
zf. son derece, fazlasıyla
Examples Ann is exceedingly fond of chocolate. Ann aşırı derecede çikolataya düşkün. I thought that went exceedingly well. Onun son derece iyi gittiğini düşünüyordum.
Infirmary
infirmary
i. revir, hastane
Examples You had better go to the infirmary. Revire gitsen iyi olur. You'd better go to the infirmary. Sen revire gitsen iyi olur.
hasty
hasty
s. acele, çabuk, hızlı, ivedi, tez, aceleci, telaşçı, çabuk sinirlenen, düşüncesizce yapılmış
Examples
I had a hasty breakfast and left home.
Acele bir kahvaltı yaptım ve evden ayrıldım.
I was too hasty in concluding that he was lying.
Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.
sarcastic
sarcastic
s. alaylı, iğneli, iğneleyici
Examples Did you think I was being sarcastic? Sarkastik davrandığımı düşündün mü? Do you think Tom was being sarcastic? Tom'un sarkastik davrandığını düşünüyor musun?
as for
as for
gelince
Examples
I don’t know about the others but as for me I’m for it.
Diğerleri hakkında bilmiyorum fakat bana gelince ben onu destekliyorum.
And, as for sleeping pills, there’s a new drug that doesn’t have such strong side effects. I’ll give you 25 tablets at 10 milligrams.
Ve uyku haplarına gelince, öyle kuvvetli yan etkileri olmayan yeni bir ilaç var. Sana on miligramlık yirmi beş tablet vereceğim.
pedantry
pedantry
i. ukalâlık, bilgiçlik taslama
recompense
recompense
f. karşılığını vermek, hakkını vermek, ödüllendirmek, telafi etmek, cezasını vermek, karşılamak
i. karşılık, ödül, ceza, karşılama, telafi, tazminat, misilleme
well-bred
well-bred
s. soylu, asil, cins, görgülü
Examples
He is rich, what is more, he is well-bred.
O zengin, dahası, o soylu.
underbred
underbred
s. terbiyesiz, görgüsüz, kaba, kırma, cins olmayan
infringement
infringement
i. ihlal, karşı gelme, tecâvüz, bozma
Canon
Canon
i. ilke, genel kural, kanun, ölçüt, kriter, kanon [müz.], kırk sekiz puntoluk harf, kilise kanunu, kutsal kitaplar, azizler listesi, kilise heyeti üyesi
acquit
acquit
f. suçsuz çıkarmak, beraat ettirmek,temize çıkarmak, aklamak; muaf tutmak, ayrıcalık tanımak; ödemek
Examples The jury acquitted him of the crime. Juri onu suçtan beraat ettirdi. Tom has been acquitted of manslaughter. Tom adam öldürmekten berat etti.
exaggerate
exaggerate
f. abartmak, büyütmek, şişirmek, aşırıya kaçmak, abartılı konuşmak, ileri gitmek
Examples Don’t exaggerate. Abartma. Nicholas has a tendency to exaggerate. Nicholas'ın abartma eğilimi var.
ferocity
ferocity
i. gaddarlık, vahşilik
Examples
All laws are an attempt to domesticate the natural ferocity of the species.
John W. Gardner
Tüm kanunlar, türlerin doğal canavarlıklarını evcilleştirme teşebbüsüdür.
They can’t have noticed me. It was very dark.
Beni farketmiş olamazlar. Çok karanlıktı
regiment
regiment
f. alay haline getirmek, gruplaştırmak, sistematik olarak düzene sokmak, disiplin altına almak
i. alay, sürü, kalabalık
Examples
The message was short and to the point: ‘Trucks from King Charles Square will transport Regiment 55 tomorrow A.M. Act at once.’
Mesaj kısa ve özlüydü: ‘Kamyonlar 55 nci Alayı Kral Charles Meydanı’ndan yarın öğleden önce nakledecektir. Hemen harekete geçin.
decompose
decompose
f. çürütmek, çürümek; ayrıştırmak, dağıtmak, ayrışmak, dağılmak
Examples
The badly decomposed body of a young girl was found on the side of a highway.
Genç bir kızın fena halde çürümüş cesedi otoyolun kenarında bulundu.
brutish
brutish
s. yabani, hayvani, kaba
confide in
confide in
güvenmek
Examples
He confided in me about his love affair.
Aşk ilişkisi hakkında bana güvendi.
Did she ever confide in you about the problems she was having?
O hiç yaşadığı sorunlar hakkında sana güvendi mi?
subversive
subversive
s. yıkıcı, huzur bozucu, tahrip edici
Examples
They’re coming to investigate aII us communist subversives.
Biz bozguncu komünistleri sorgulamaya gelecekler.
The lyrics seem innocent enough, but if you listen to them closely, you’ll realize how subversive they really are.
Şarkı sözleri yeterince masum görünüyor fakat onları yakından dinlersen onların gerçekten ne kadar huzur bozucu olduğunu fark edersin.
agitator
agitator
i. kışkırtıcı, tahrikçi, fesat, karıştırıcı
Examples
The agitator is inclined to exaggerate trivial matters.
Tahrikçi önemsiz konuları abartma eğilimindedir.
presided over
başkanlık etmek
dexterity
dexterity
i. ustalık, hüner, maharet, beceri, el çabukluğu, beceriklilik
Examples
This task requires dexterity.
Bu görev maharet gerektirir.
leap over
leap over
f. üzerinden atlamak
Examples
He leaped over the shallow ditch.
Sığ hendek üzerinden atladı.
creep
creep
f. sürünerek ilerlemek, sürünmek, emeklemek; sokulmak; ürpermek; sarılarak büyümek; sızmak
i. emekleme, sürünme, kayma; yayılma, sızıntı; yuva, sığınak; toprak kayması; ürperti, ürperme; yaltakçı; sevilmeyen kimse
Examples Watch Baby creep on her hands and knees. Bebeğin, elleri ve dizleri üzerinde sürünerek ilerleyişine bak. Please don’t creep up behind me. Lütfen arkamdan sessizce yaklaşma.
chancellor
chancellor
i. rektör, bakan, başbakan, yüksek makamlı resmi görevli
Examples
Angela Merkel is the first female German chancellor.
Angela Merkel, ilk kadın Alman başbakanı.
Black money scandal, 11th of September, expenseuro, the Old Europe, Hartz IV, Madame Chancellor, fanmile, climatic catastrophe, financial crisis, wreckage bonus and citizen of anger are the last ten words of the year in Germany.
Kara para skandalı, 11 Eylül, euronun yayılması, Eski Avrupa, IV. Hartz, Bayan Başbakan, vantilatör mili, iklim felaketi, mali kriz, enkaz primi ve kızgın vatandaş, Almanya’da yılın son 10 kelimesidir.
joyous
joyous
s. neşeli, sevinçli, sevindirici
Examples
What a joyous occasion when two come together as one.
İki kişinin bir olması çok coşku dolu bir durumdur.
Their union was a joyous one, and together they worked tirelessly to further Malkovich’s puppeteering career
Birlikleri çok keyifliydi ve beraber Malkovich’in kuklacılığını ilerletmek için hiç yorulmaksızın çalışırlardı.
parade
parade
f. geçit töreni yapmak, teftiş için toplanmak, gösteriş yapmak, hava atmak için dolaşmak
i. alay, gösteri, geçit töreni, defile, geçit, gösteriş
Examples We enjoyed watching a circus parade. Sirk gösterilerini izlerken eğlendik. I enjoyed watching the Easter Parade. Paskalya Törenini izlemekten keyif aldım.
ragged
ragged
s. yırtık pırtık, lime lime, kırpık kırpık, pütürlü, düzensiz, pejmürde, bakımsız, dağınık, karman çorman, olmamış, eksik, cırlak, kulağı tırmalayan
Examples
She used a damp rag to wipe off the dust.
Tozu silmek için nemli bir bez kullandı.
Nicholas cleaned the top of the table with a wet rag.
Nicholas masanın üstünü ıslak bir bez ile temizledi.
held back
held back. tutmak zaptetmek durdurmak Examples Nicholas couldn't hold back his anger. Nicholas öfkesini tutamadı. Nicholas couldn't hold back his tears. Nicholas gözyaşlarını tutamadı.
ingenuity
ingenuity
i. marifet, ustalık, beceri, hüner, yaratıcılık
Examples
I admire their ingenuity.
Onların marifetine hayranım.
The talented finance minister’s ingenuity has helped his bankrupt nation to get out of the red.
Yetenekli maliye bakanının yaratıcılığı batmış ulusunun kurtulması için yardımcı oldu.
scour
scour
f. ovmak, ovarak temizlemek, bol suyla yıkamak, fırçalamak, koşmak, koşuşturmak, acele etmek, köşe bucak aramak
dignified
dignified
s. değerli, şerefli, asil, ağır, ağırbaşlı, temkinli
Examples Tom looks dignified. Tom ağırbaşlı görünüyor. Tom looks very dignified. Tom çok onurlu görünüyor.
take into account
take into account
dikkate almak, göz önüne almak, hesaba katmak, göz önünde bulundurmak
Examples
I didn’t take into account the feelings of my friend. I guess I hadn’t expected that.
Arkadaşımın duygularını hesaba katmadım. Sanırım bunu beklemiyordum.
He never takes into account the fact that I am very busy.
O çok meşgul olduğum gerçeğini asla dikkate almaz.
undismayed
undismayed
s. yılmayan, yılmaz
benevolence
benevolence
i. yardımseverlik, hayırseverlik
marshalling
marshalling
dizme, sıralama; ayırma, manevra
Examples
Fortitude is the marshal of thought, the armor of the will, and the fort of reason.
Francis Bacon
Sebat; düşüncenin mareşalı, isteğin silahı, ve nedenin istihkamıdır.
I will marshal a fair amount of scientific data to support my argument.
Benim tartışmayı destekleyecek adil bir miktar bilimsel veriyi sıralayacağım
expenditure
expenditure
i. harcama, tüketme, masraf, gider
Examples
it’s probably going to cost me a personal gift expenditure
…bana muhtemelen 500 ile 1000 dolar arasında…
it’s probably going to cost me
a personal gift expenditure
…bana muhtemelen 500 ile 1000 dolar
arasında…
imbue
imbue
f. kafasına sokmak, telkin etmek, aşılamak, dolduruşa getirmek
rigorously
titizlikle