book 20 Flashcards
trophy
trophy
f. hayvan başları ile süslemek
i. ganimet, zafer hatırası, av hayvanı başı
Examples She presented him with the trophy. O ona kupa verdi. To our surprise Betty won the trophy. Bizim için sürpriz oldu Betty kupayı kazandı.
itinerary
itinerary
i. yol, izlenecek yol, yol kılavuzu, seyahat rehberi, gezi notları
s. yolculuk
Examples
I’m in charge of their itinerary and accommodations
Onların seyahat işlemleri ve konaklama yerlerinden ben sorumluyum.
According to the trip’s itinerary, we will go to the British Museum on Monday.
Gezi programına göre, Pazartesi günü İngiliz Müzesine gideceğiz.
out of touch
out of touch
iletişim içerisinde olmamak
Examples
I’m a little out of touch with new technology.
Yeni teknolojiden biraz uzağım.
The leaders were out of touch with the people.
Liderler insanlarla irtibatta değildi.
straighten
straighten
f. düzeltmek, doğrultmak, yoluna koymak, doğrusunu açıklamak, düzelmek, düzleştirmek, yoluna girmek, doğrulmak, kalkmak
Examples She's now straightening up her room. O şimdi odasındaki şeyleri düzenliyor. I would like to have my teeth straightened. Dişlerimi düzeltmek istiyorum.
ploy
ploy
i. sefer, girişim, iş, dalavere, hile
hijack
hijack
f. uçak kaçırmak, kaçırmak, gaspetmek, çalmak
i. uçak kaçırma, hırsızlık, gasp
Examples
- Now, regarding the shipment… We’ve been made aware of a Kobliad plot to hijack the vehicle… You and Odo ought to have a talk with Kajada, the Kobliad security officer.
Şimdi, yükleme hakkında… Biz aracın kaçırılması hakkında bir Kobliad komplosundan haberdar edildik. Sen ve Odo Kobliad güvenlik memuru Kajada ile konuşmalısınız.
- Three o’clock in the morning, about eight hours from now.. …we’re gonna hijack that truck. All right, everybody look at the map. This is where we’re gonna be.
Sabah saat üçte, bundan yaklaşık sekiz saat sonra… o kamyonu kaçıracağız. Pekala, herkes haritaya baksın. İşte burada olacağız.
detonator
detonator
i. ateşleyici parça, patlatıcı, fitil, funya; sis sinyali
pesky
pesky
s. belâlı, sinir bozucu, rahatsız edici
fungus
fungus
i. mantar, mantar hastalığı, sakal
Examples
If boats hadn’t brought the fungus, this wouldn’t have happened.
Eğer botlar o mantarları getirmeseydi, bu olmazdı.
Kes and I were on our way to the escape pod when this Kazon fungus came crawling out an access hatch.
Kes ile ben kaçış mekiğimize binmeye çalışırken, Kazon giriş kapısını açmaya çalışıyordu.
resemblance
resemblance
i. benzerlik
Examples
She bears an uncanny resemblance to Marilyn Monroe.
O Marilyn Monroe’ya acayip bir benzerlik taşımaktadır.
agitate
agitate
f. tedirgin sallamak, çalkalamak; sarsmak, üzmek, altüst etmek, çalkalanmak; kışkırtmak, tahrik etmek, propaganda yapmak
Examples
A new affair is agitating the police administration.
Yeni bir sorun polis yönetimini tahrik ediyor.
Tom became agitated.
Tom tedirgin oldu.
lure
lure
f. cezbetmek, yemlemek, ayartmak
i. yem, tuzak, çığırtkan, cazibe
Examples
If we are unable to capture him, you will lure him out to the old city and attack.
Onu yakalayamazsak, sen onu eski şehrin dışına çekecek ve saldıracaksın.
He lured her with trinkets.
O onu incik boncukla cezbetti.
pertain
pertain
f. ait olmak, dair olmak, ilgili olmak, uygun olmak, uymak, yakışmak
Examples
While the matter of asset transfer is not specifically regulated under the Turkish Legal System, various laws contain provisions directly or indirectly pertaining to this matter.
Varlık devri konusu, Türk Hukuk Sistemi’nde özel olarak düzenlenmemekle birlikte, muhtelif kanunlarda bu konu ile doğrudan ya da dolaylı ilintili hükümler bulunmaktadır.
recreation
recreation
i. rekreasyon, hoşça vakit geçirme, dinlenme, boş zamanı değerlendirme, eğlence, ara, teneffüs
Examples
We were talking about the exam before the recreation.
Teneffüsten önce sınav hakkında konuşuyorduk.
Skiing is a good form of recreation.
Kayak en iyi bir rekreasyon şeklidir.
maintenance
maintenance
i. bakım, onarım, nafaka, geçindirme, koruma
Examples
There’s a maintenance courtyard ou the back enclosed by a five-meter wall.There’s even a Rover parked out there.
Arkada beş metrelik duvarla çevrili bir bakım avlusu var. Hatta orada park etmiş bir Rover bile var.
Our server will be offline on October 20th for scheduled maintenance.
Sunucumuz planlanan bakım için 20 Ekim’de çevrimdışı olacak.
mould
mould
f. şekil vermek, biçimlendirmek, kalıba dökmek, küflendirmek, küflenmek
[mould (Brit.) ] i. kalıp, şekil, yapı, yaradılış, küf, gübreli toprak, humuslu toprak
Examples
Oh, don’t worry about it. There are no termites. e mold killed them.
Merak etme. Hiç beyaz karınca yoktu. Küfler onları öldürmüş.
Oh, don’t worry about it. There are
no termites. e mold killed them.
Merak etme. Hiç beyaz karınca
yoktu. Küfler onları öldürmüş.
mildew
mildew
f. küflenmek, küflendirmek
i. küf
Examples
Eva climbed the stairs to Romer’s office, trying to analyse the complex smell in the stairwell - a cross between mushrooms and soot, ancient stour and mildew, she decided.
Eva, Romer’in ofisine çıkan merdivenlere tırmandı, merdiven boşluğundaki karmaşık kokuyu analiz etmeye çalıştı - mantar ve kurum, eski birikmiş toz ve küf arasında bir karışım olduğuna karar verdi.
shabby
shabby
s. eski püskü, yırtık pırtık, pejmürde, kılıksız, sefil, hırpani, cimri, eli sıkı
Examples
In the end we ended up eating at that shabby restaurant.
Sonunda biz o eski püskü lokantada yemek yemeyi sona erdirdik.
It was a rather shabby-looking, bearded man of about fifty.
Elli yaşlarında, pejmürde giyimli, sakallı bir adamdı.
treat
treat
f. davranmak, muamele etmek, tedavi etmek, işlemek, ikram etmek, ısmarlamak
i. ikram, ziyafet, ısmarlama, zevk, zevk veren şey
Examples
This medicine is good for treating high blood pressure.
Bu ilaç yüksek tansiyon tedavisinde etkili.
Every boy wishes; I’m not a prince but my life-partner should be a princess. Real boys wish; my life-partner may not be a princess but I promise I’ll treat her like a princess!
Her erkek, bir prens olmayabilirim ama hayat arkadaşım bir prenses olmalı derken gerçek erkek hayat arkadaşım bir prenses olmayabilir ama ben ona bir prenses gibi davranacağım der.
grasp
grasp
f. kapmak, tutmak, yakalamak, kavramak, anlamak
i. tutma, sımsıkı tutma, kavrama, idrak, kabza, anlama
Examples She is able to grasp the situation. Durumu kavrayabilir. He grasped the rope with two hands. ipi iki eliyle kavradı.