book 17 Flashcards

1
Q

acclaimscatter

A

acclaim
f. alkışlamak, alkışlarla karşılamak, ilan etmek (alkışlarla); övmek

i. alkış; beğeni

Examples
My speeches were greeted with thunderous acclaim at two universities bearing my name.
Konuşmalarım ismimi taşıyan iki üniversitede şiddetli alkışlarla karşılandı.
Although, one wonders if War and Peace would have been as highly acclaimed, had it been published under it’s original title ‘War: War What Is It Good For?’
‘Savaş ve Barış’ adlı kitap, orjinal adı olan ‘Savaş: Ne İşe Yarar?’ diye yayımlansaydı acaba yine çok beğenilir miydi?, merak konusu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

scatter

A

scatter
f. saçmak, perişan etmek, saçıp savurmak, serpmek, dağıtmak, savurmak, boşa harcamak, dağılmak, saçılmak, yayılmak

Examples
They were scattered in all directions.
Bütün yönlere dağıldılar.
Fragments of the mirror were scattered on the floor.
Ayna parçaları zemin üzerinde dağıldı.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

relinquish

A

relinquish
f. vazgeçmek, terketmek, bırakmak, feragat etmek, başkasına bırakmak, serbest bırakmak

Examples
I would rather die than relinquish my virginity before marriage
Evlilik öncesi bekâretimden feragat etmektense ölmeyi tercih ederim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

incurable

A

incurable
s. tedavi edilemez, iyi olmaz, çaresiz, dermansız

i. tedavi edilemez kimse, iyi olmaz hasta

Examples
Alcoholism is incurable.
Alkol bağımlılığı tedavi edilemez.
Some diseases are incurable.
Bazı hastalıklar tedavi edilemez.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

no offence

A

Being human himself, he left no offence without punishment……nor friendship without reward.
Bir insan olarak hiçbir suçu cezasız bırakmadı…yada dostluğu ödülsüz.
I was looking for Linda. I hope it’s the wrong house. No offense.
Linda’yı arıyorum. Gücenmeyin ama herhalde yanlış eve geldim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

seedy

A

seedy
s. kılıksız, hırpani, perişan, keyifsiz, rahatsız, hasta gibi, tohumlu, çekirdekli

Examples
Do you feel seedy?
Kendini keyifsiz mi hissediyorsun?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

wayout

A

çıkış yolu

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

showdown

A

showdown

i. kâğıtlarını açma, açık oynama, güç gösterisi

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

that was always meant to be.

A

Her zaman böyle olması gerekiyordu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

dial

A

dial
f. telefon numaralarını çevirmek, tuşlamak

i. kadran, skala, telefon üzerindeki numaraların olduğu kadran, radyo dalga boyları kadranı, surat, yüz

Examples
In case of an emergency dial 110.
Acil bir durumda 110'u çevirin.
I'm sorry I dialed the wrong number.
Üzgünüm yanlış numara çevirdim.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

jammed

A

jammed
s. tıkanmış, sıkışık, sıkışmış

Examples
The locking mechanism has jammed.
Kilitleme mekanizması sıkıştı.
Nicholas was held up in a traffic jam.
Nicholas bir trafik sıkışıklığında geciktirildi.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

forefathers

A

forefather
i. ata, ced

Examples
Do you know your forefather?
Atanı biliyor musun?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

devastated

A

devastated
s. harap

Examples
Natural disasters can be devastating.
Doğal felaketler yıkıcı olabilir.
The plague has devastated entire cities.
Bela bütün şehri mahvetti.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

barn

A

barn
f. ambara koymak

i. ambar, ahır

Examples
The soldiers set fire to the barn.
Askerler ahırı ateşe verdi.
I guess Nicholas didn’t get around to painting the barn last summer.
Sanırım Nicholas geçen yaz ahırı boyamaya zaman ayırmadı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

Grace

A

Grace
f. süslemek, lütfetmek, teşrif etmek, onur vermek, şereflendirmek

i. incelik, zarafet, nezaket, heves, istek, görgü, saygınlık, lütuf, merhamet, erdem, kanuni süre, süsleme [müz.]

Examples
Yoko danced with a grace that surprised us.
Yoko bizi şaşırtan bir zarafetle dans etti.
Do you know whether or not Grace is at home?
Grace’in evde olup olmadığını biliyor musunuz?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

presence

A

presence
i. huzur, hazır bulunma, varlık, varoluş, tavır, yapı, ön, protokol görevlileri

Examples
Don't talk about it in his presence.
Onun varlığında bu konudan bahsetmeyin.
I was not conscious of her presence.
Onun varlığının bilincinde değildi.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

spiky

A

spiky

s. sivri uçlu, çivili, dikenli, inatçı, dik kafalı, sert, keskin

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

sorrow

A

sorrow
f. üzülmek, yas tutmak, matem tutmak

i. acı, dert, keder, üzüntü, gam, matem, tasa, şanssızlık, üzücü olay

Examples
Don’t be scared of your shadow, you can’t hide from your sorrow.
GöLgenden korkma, kaderinden saklanamazsın .
No words can relieve her deep sorrow.
Onun ızdırabını hiçbir kelime hafifletemez.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

impinge

A

impinge

f. vurmak, çarpmak, etkilemek, el uzatmak, tecâvüz etmek

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

medulla

A

medulla
i. ilik, öz, medulla

n. bone marrow (Anatomy); inner or deep part of a plant structure (Botany)
n. medulla, bone marrow (Anatomy); inner or deep part of a plant structure (Botany)
n. medulla

Examples
Central nervous system consists of brain, cerebellum, medulla oblongata and spinal cord.
Merkezî sinir sistemi beyin, beyincik, omurilik soğanı ve omurilikten oluşur.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

cerebral

A

cerebral
s. beyinsel, beyin ile ilgili, beyin

Examples
This fluid you brought back contains protein strains and when injected, the protein moves into the cerebral cortex.
Getirdiğin bu sıvıda protein lifleri var. Enjekte edildiğimde protein beyin kabuğuna doğru ilerler.

22
Q

intact

A

intact
s. dokunulmamış, el değmemiş, bozulmamış, tam

Examples
I am entering escape trunk. Inner hatch looks intact. It’s just flooded. All right. I’m gonna open her up.
Kaçış bölmesine giriyorum. İç bölümde bir değişiklik yok gibi görünüyor. Su basmış sadece. Pekala. (Kapağı) açacağım.
Is it fair to say, given your… rather abrupt discharge from the ranks 18 months ago, that… your cover in those contacts might remain intact?
Yüksek rütbenizden 18 ay önce beklenmedik bir şekilde azledilmenizi düşünürsek, o bağlantıları hala koruduğunuz söylenebilir mi?

23
Q

fusing

A

fusing
i. erime, eritme

Examples
No sooner had Nicholas turned on the TV than the fuse blew.
Nicholas televizyonu açar açmaz sigorta attı.
If you’re not balanced, your mind’s not balanced… my fuse went.
Frank Bruno
Sen dengeli değilsen, aklın dengeli değildir..sigortam attı.

24
Q

stimulating

A

stimulating
s. uyarıcı, tahrik edici

Examples
A musician cannot move others unless he too is moved. He must of necessity feel all of the affects that he hopes to arouse in his audience, for the revealing of his own humour will stimulate a like humour in the listener.
Carl Philipp Emanuel Bach
Bir müzisyen kendi de oynamadığı sürece diğerlerini oynatamaz, o, zorunluluk gereği seyircide uyandırmayı umduğu etkilerin tamamını hisseder, zira onun mizacının ortaya çıkması seyircide benzer bir mizacı uyaracaktır.
Moderate exercise stimulates the circulation of blood.
Makul bir egzersiz kan dolaşımını artırır.

25
Q

implicit

A

implicit

s. ima edilen, üstü kapalı, itirazsız, tam, kesin

26
Q

explicit

A

explicit
s. açık, belirgin, aşikâr, belli, açık sözlü

Examples
I gave Tom explicit instructions.
Tom'a açık talimatlar verdim.
Can you be more explicit?
Biraz daha açık olabilir misin?
27
Q

flatter

A

flatter
f. pohpohlamak, yağ yakmak, kompliman yapmak, övmek, göklere çıkarmak, gururunu okşamak, olduğundan güzel göstermek

Examples
You don't need to flatter your boss.
Patrona yağ çekmene gerek yok.
If you flatter him he'll do anything.
Onu pohpohlarsan her şeyi yapar.
28
Q

fracture

A

fracture
f. kırılmak, kırmak, çatlamak

i. kırık, çatlak, kırılma, kırma

Examples
I fractured my arm.
Kolumu kırdım.
He had an accident and fractured his leg.
Bir kaza geçirdi ve bacağını kırdı.
29
Q

stem

A

stem
Kök
f. sapını koparmak, çıkmak, gelmek, set çekmek, durdurmak, kesmek, engellemek, karşı ilerlemek

i. sap, gövde, kadeh sapı, kol saati kurma düğmesi, kök [dilb.], pipo sapı, kelimenin kökü, pruva

Examples
She placed a lily stem underground and it will grow and be a beautiful flower.
Toprağa bir zambak çiçeği kökü ekti. Bu kök büyüyüp güzel bir çiçek olacak.
Such trouble stems from carelessness.
Böyle sorunlar dikkatsizlikten kaynaklanır.

30
Q

tissue

A

tissue
i. doku, ince kumaş, ince kâğıt, kopya kağıdı, kâğıt mendil, kâğıt peçete, tuvalet kâğıdı, ağ

Examples
Look at the scar tissue. See the recession?
Yara dokusuna bakın. Gerilemeyi görüyor musunuz?
Then we would remove some fatty tissue, reshape your breast and relocate the nipple.
Sonra biraz yağlı doku çıkaracağız, göğsünü yeniden şekillendireceğiz ve meme ucunu yeni yerine koyacağız.

31
Q

paralyse

A

paralyse
f. felç etmek, aksatmak, durdurmak

Examples
The child was paralyzed with fear.
Çocuk korkudan felç oldu.
I heard that a paralyzed man was eaten alive by maggots.
Ben felçli bir adamın kurtçuklar tarafından canlı canlı yenildiğini duydum.

32
Q

waste away

A

waste away

gittikçe zayıflamak, aşınmak, yıpranmak, tükenmek, aşırı zayıflamak, har vurup harman savurmak

33
Q

arrogant

A

arrogant
s. kendini beğenmiş, gururlu, kibirli, küstah, haddini bilmez, mağrur (küstahça)

Examples
No woman is as arrogant as she is.
Hiçbir kadın onun olduğu kadar kibirli değildir.
I couldn’t put up with her arrogant behavior.
Onun küstah tavırlarına dayanamadım.

34
Q

mania

A

mania
i. delilik, cinnet

snk. düşkünlük

[mania] n. extreme excitement, intense fascination; insanity, madness

v. handle, wield; operate, use, pull; mishandle
n. mania, obsession, craze, trick, fad, crotchet, rage

35
Q

dreg

A

dreg

i. posa, süprüntü, artık, döküntü

36
Q

speck

A

speck
f. benek yapmak, beneklemek, leke yapmak

i. benek, nokta, küçük leke, zerre

Examples
The room is empty apart from the speck of dust floating in the air.
Oda havada yüzen toz zerrelerinin dışında boş.

37
Q

benevolent

A

benevolent

s. yardımsever, hayırsever, iyiliksever, müşfik

38
Q

malice

A

malice
i. kötülük, haset, fesat, garez, kötü niyet

Examples
There was no malice in what he did.
Onun yaptığında hiçbir kötü niyet yoktu.
- What are you trying to tell me?
- That as a matter of law, the truth is irrelevant. We have no knowledge the story is false, therefore we’re absent malice.
- But we’ve been both reasonable and prudent.
- Bana ne söylemeye çalışıyorsun?
- Kanuna göre gerçeğin alakasız olduğunu. Hikayenin yanlış olduğuyla ilgili bir bilgimiz yok, bu yüzden de varolmayan suç karşıtlarıyız.
- Ama her ikimiz de akıllı ve mantıklıydık.

39
Q

ravenous

A

ravenous

s. aç kurt gibi, açgözlü, gözü aç, aç, gözü dönmüş, obur, pisboğaz, yırtıcı

40
Q

arrogance

A

arrogance
i. kendini beğenme, kibirlilik, kibir, küstahlık, haddini bilmeme

Examples
I can't put up with his arrogance.
Onun küstahlığına katlanamıyorum.
I can't stand his arrogance any longer.
Onun küstahlığına daha fazla dayanamam.
41
Q

discretion

A

discretion
i. ihtiyat, tedbir, aklıselimlik, takdir, erginlik, sağduyulu olma, temyiz gücü, incelik, naziklik, ağzı sıkılık, hoşgörü

Examples
-Use a little discretion unless, of course, it serves some useful purpose.
-I understand, Mr. Emmerich, and thank you very much for your help.
-Elbette ki daha yararlı bir amaca hizmet etmeyecekse, biraz sağduyunuzu kullanın.
-Anlıyorum, Bay Emmerich ve yardımınız için çok teşekkür ederim.
You may rely on my discretion, commander. In the name of Narn I extend our apologies for the attack.
Sağduyuma güvenebilirsiniz, komutan. Narn (bir dizideki uzaylı ırk) adına saldırıdan dolayı özürlerimizi sunuyorum.

42
Q

essential

A

essential
s. köklü, esaslı, başlıca, gerekli, zorunlu, esans türünden

i. asıl gerekli şey, esas özellik, esas olan şey

Examples
Never blame a day in your life. Good days give you happiness. Bad days give you experience. Both are essential in life. All are God’s blessings.
Hayatınızın her gününü sevin. İyi günler mutluluk, kötü günler ise tecrübe kazandırır. Hayatta her ikisi de gereklidir. Hepsi Allah’ın nimetidir.
It’s essential that the project should not be delayed any further.
Asıl olan bu projenin daha fazla gecikmemesidir.

43
Q

submission

A

submission
i. boyun eğme, itaat, teslim olma, alçakgönüllülük, tevazu, ibraz, arz, sunuş, iddia, iddia konusu şey

Examples
She violates our highest law And then seeks to force us into submission.. with a threat of war
En üstün kanunumuzu ihlal ediyor. Ve sonra bizleri savaş tehdidiyle boyun eğmeye zorlamaya çabalıyor.

44
Q

intellect

A

intellect
i. akıl, zihin gücü, idrak kabiliyeti, zeki kimse, akıllı kimse

Examples
To crush the feeble intellect of the unhappy old man, to force him to abjure his faith, and thus prevent him from being restored to his position in the East.
Mutsuz yaşlı adamın zayıf iradesini ezmek, onu bağlılığından vazgeçirmek ve böylece Doğudaki görevine yeniden atanmasını engellemek.

45
Q

conjure

A

conjure
f. yalvarmak, rica etmek; ruh çağırmak; büyülemek, yolunu bulmak, hokkabazlık yapmak, afsunlamak

Examples
A good shower conjured away my tiredness.
İyi bir duş yorgunluğumu yok ediverdi.

46
Q

sorcery

A

sorcery

i. büyü, sihir, büyücülük

47
Q

grieving

A

grieving
[grieve] f. üzmek, kederlendirmek, dert vermek, üzülmek

Examples
I can’t say I go around grieving.Of course he’s left a gap but it’s no good fretting.
Etrafta kederli bir halde dolaştığımı pek de söyleyemem. Elbette onun gidişi hayatımda bir boşluk yarattı ama üzülmenin kimseye faydası yok.
Everyone is grieving.
Herkes kederli.

48
Q

seduce

A

seduce
f. baştan çıkarmak, tahrik etmek, ayartmak, kanına girmek, iğfal etmek

Examples
Ultimately the flames of war consumed both worlds. Seduced by the power of the sword, Heug-un lost his self-control.
Nihayetinde savaşın alevleri, iki dünyayı da tüketti. Kılıcın gücüne kapılan Heug-un kendi kontrolünü kaybetti.
lt’s not how she seduces men it’s her heart.. lf she can cheat all men around her she can do that to me as well.
Bu erkekleri nasıl baştan çıkardığı değil. Bu onun kalbi. Etrafındaki tüm erkekleri aldatıyorsa, aynısını bana da yapabilir.

49
Q

imbue

A

imbue

f. kafasına sokmak, telkin etmek, aşılamak, dolduruşa getirmek

50
Q

strain

A

strain
f. germek, kasmak, zorlamak, burkmak, incitmek, yormak, çarpıtmak, saptırmak, süzmek, süzgeçten geçirmek, filtre etmek, gerilmek, kasılmak, eğilmek, gayret etmek, çabalamak, didinmek

i. zorlanma, germe, burkma, zorluk, zor, basınç, zorlama, burkulma, incinme, gerilme, gerginlik, yük, makam, melodi, hava, anlatım, anlam, özellik, soy, ırk, nesil, tür, karakter, yapı, belirti

Examples
Take care not to strain your eyes.
Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
Nicholas has been under a lot of strain recently.
Nicholas son zamanlarda çok fazla gergin.