book 12 Flashcards
disperse
disperse
f. dağıtmak, gidermek, yaymak, dağılmak, yayılmak; açılmak; serpilmek
Examples
You are ordered to disperse.
Düzenli bir şekilde dağılın.
The bank robbers dispersed in all directions.
Banka soyguncuları bütün yönlere dağıldılar.
indefinitely
indefinitely
zf. belirsiz olarak, süresiz olarak
Examples
The game has been indefinitely postponed.
Oyun süresiz ertelendi.
The game has been postponed indefinitely.
Oyun süresiz olarak ertelendi.
deem
deem
f. farzetmek, varsaymak, saymak, zannetmek; inanmak; dikkate almak
Examples
That person asked me who I was, but I did not deem it necessary to answer him.
O kişi bana kim olduğumu sordu ama ona cevap vermenin gerekli olduğunu düşünmedim.
You know Americans are jealous of the British accent that they deem more prestigious.
Amerikalıların daha prestijli saydıkları İngiliz aksanını kıskandıklarını bilirsiniz.
sort out
- halletmek; 2. çözümlemek; 3. sınıflandırmak;
intimidate
intimidate
f. gözünü korkutmak, korkutmak
Examples
Nicholas has never been intimidated by anyone or anything.
Nicholas biri yada bir şey tarafından asla korkutulmadı.
I’m still intimidating you. I had the feeling you were both absent and present at the same time.
Sizi uyarıyorum. Her ikinizde burdasınız ama aklınız burada değil.
abduct
abduct
f. birini zorla kaçırmak; Çekme, Uzaklaştırma (Anatomi)
Examples
Our calculation indicate that they abducted these children between 8:30 and 8:45.
Tahminlerimize göre bu çovukları 8.30 ve 8.45 arasında kaçırdılar.
Does Tom really believe that Mary was abducted by aliens?
Tom gerçekten Mary’nin uzaylılar tarafından kaçırıldığına inanıyor mu?
confront
confront
f. yüz yüze getirmek, yüzleştirmek, karşılaştırmak, karşı koymak
Examples I was confronted with many difficulties. Birçok zorluklarla karşılaştım. They were confronted with many problems. Onlar birçok sorunlarla karşılaştı.
outnumber
outnumber
f. sayıca üstün olmak, fazla gelmek
Examples I was outnumbered. Sayıca fazlaydım. You'll be outnumbered three to one. 3-1 sayıca üstün olacaksın.
subdue
subdue
f. zorlamak, baskı yapmak, boyun eğdirmek, bastırmak, hafifletmek, kontrolüne almak
Examples We danced in the subdued lighting. Loş ışıkta dans ettik. He subdued his passions. O, tutkularını bastırdı.
trumped-up
trumped-up
s. uydurma, uyduruk
fool
fool
f. kandırmak, enayi yerine koymak, maskaraya çevirmek, gülünç duruma sokmak, şaka yapmak, eğlenmek, vakit geçirmek, oyalanmak
i. aptal, enayi, akılsız, budala, maskara, salak, soytarı, meyve ve süt tatlısı
s. budala
Examples
A person who asks a question is a fool for five minutes; a person who never asks is a fool forever.
Bir soru soran kişi beş dakikalığına aptaldır Asla sormayan biri ise sonsuza kadar aptaldır.
The neighbors made a fool of him.
Komşular onu aptal yerine koydu.
testimony
testimony
i. şahitlik, tanıklık, ifade verme, şahadet, vahiy
Examples
We have testimony from a previous witness, one Willi Cicci.
Daha önceki tanıklardan, Willi Cicci’nin ifadesini dinledik.
Tom recanted his testimony.
Tom ifadesini geri aldı.
verdict
verdict
i. yargı, hüküm, juri kararı, karar, fikir
Examples
His verdict is always final.- Arrest this man!
Kararı her zaman kesindir - Yakalayın bu adamı!
Has the jury reached a verdict?
Juri bir karara vardı mı?
encounter
encounter
f. karşılaşmak, rastlamak, yüz yüze gelmek, çarpışmak
i. karşılaşma, rastlama, tesadüf, rastlantı, çarpışma, dövüşme, eğitim amacıyla toplanma
Examples
None of us can afford another encounter like the last one.
O son olay gibi başka bir taneyi hiçbirimiz kaldıramaz.
A new encounter
Yeni bir rastlantı
best
best
f. yenmek, geçmek, alt etmek
s. en iyi, birinci sınıf
zf. en iyi şekilde, en çok, en
Examples
Bob, John and Mary read well but Bob reads best of all.
Bob, John ve Mary iyi okurlar ama; içlerinde en iyi Bob okur.
We all tell the best parts of ourselves.
Hepimiz kendimizin en iyi taraflarından bahsederiz.
I once bested a man with my trusty boomerang who was able to firebend with his mind.
overwhelm
overwhelm
f. alt etmek, ezmek, boğmak, mahçup etmek, kahretmek, kaplamak
Examples
She was overwhelmed by the sad news.
Üzücü haber yüzünden mahvoldu.
Otherwise, girls could feel a bit overwhelmed, or turn very timid.
Aksi halde kızlar biraz baskı altında kalmış hissedebilir veya biraz çekingen davranabilir.
exploit
exploit
f. kullanmak, faydalanmak, işletmek, sömürmek, kötüye kullanmak, istismar etmek
i. kahramanlık, yiğitlik, üstün başarı, macera
Examples
So what do you do? You try to take advantage, to-to exploit her vulnerability…
Ne yaptın peki? Ondan yararlanmaya çalıştın, onun hassasiyetini sömürmeye çalıştın…
Employers sometimes exploit their workers.
Patronlar bazen işçilerini istismar ederler.
heinous
heinous
s. iğrenç, çirkin
scrawny
scrawny
s. cılız, sıska
Examples Tom is a scrawny kid. Tom cılız bir çocuk. Tom isn't scrawny. Tom cılız değil.
fess up
- itiraf etmek;
infiltrate
infiltrate
f. sızmak, sokulmak, gizlice girmek, süzmek
Examples
Hackers find new ways of infiltrating private or public networks.
Hackerlar, özel ya da kamuya açık ağlara gizlice girmek için yeni yollar arıyorlar.
fraud
fraud
i. hile, hilekâr, hilebaz, hilekârlık, sahtekârlık, dolandırıcılık, dolandırıcı, sahtekâr, numaracı kimse
Examples
The cardinal is about to find out he was the victim of a fraud.
Kardinal, bir sahtekarın kurbanı olduğunu bulmak üzere.
Stand back You’re under arrest for kidnapping attempted embezzlement and fraud.
Geri dur. Zimmetine para geçirme ve dolandırıcılığa teşebbüsten ve adam kaçırmaktan tutuklusun.
tear up
tear up
kökünden sökmek, harap etmek, yırtıp atmak, paramparça etmek, yukarı fırlamak
Examples
I saw my sister tear up the letter.
Kız kardeşimin mektubu yırttığını gördüm.
I want you to tear up her pictures.
Senden onun resimlerini yırtmanı istiyorum.
struck down
- kazazede; 2. yere sermek; 3. lağvetmek, kaldırmak, etkisizleştirmek;
a firebender struck down my entire family and left me scarred.
resort
resort
f. başvurmak, gitmek
i. dinlenme yeri, mesire, tatil yeri, başvurma, yardımına başvurulacak kimse, çare, uğrak, sık sık gidilen yer, ikinci adres
Examples We should not resort to violence. Şiddete başvurmamalıyız. You must never resort to violence. Asla şiddete başvurmamalısınız.
annihilate
annihilate
f. iptal etmek, yoketmek, imha etmek, feshetmek, ortadan kaldırmak, bozmak; yenmek, elemek
Examples
Bush didn’t send troops to annihilate other countries.
Bush diğer ülkeleri ortadan kaldırmak için askeri birlikleri göndermedi.
I think that North Korea is the only country in the world where not a single native Muslim lives, yet some day, the US will find an Al-Qaida cell or, better than that, a link between the DPRK and Al-Qaida in the name of which US missiles will annihilate this Asian nation.
Sanırım Kuzey Kore dünyada tek bir yerli müslümanın yaşamadığı yer, henüz bir gün, ABD El-kaide hücresi ya da ondan daha iyisi, DPRK ile El-Kaide arasında bir bağlantı, ki onun adına ABD füzeleri bu Asya ulusunu yok edecek.
intercept
intercept
f. alıkoymak, önlemek, tutmak, engel olmak, durdurmak, yolunu kesmek, yakalamak
i. sınırları çizilen kısım [mat.], yakalanan radyo sinyali
Examples
Organize a team to intercept the transport and extract him. To the CIA, this will confirm his value to us.
Aracın yolunu kesmek ve kendisini almak için bir tim kurun. CIA’e göre, bu bizim için onun değerini teyit edecek.
It seems she has intercepted a transmission of unknown origin.
Görüldüğü kadarıyla bilinmeyen kökenlerin transmisyonuyla yolu kesilmiş.
possess
possess
f. sahip olmak, elinde bulundurmak, egemen olmak, kurcalamak (zihin), hakim olmak, tutmak
Examples
He possessed a large house and two cars.
O büyük bir ev ve iki arabaya sahipti.
She seems to be possessed by an evil spirit.
O kötü bir ruh tarafından ele geçirilmiş gibi.
diversion
diversion
i. ilgisini başka tarafa çekme, dikkatini dağıtma, saptırma; şaşırtma; yanıltma; oyalama, eğlence
Examples
We need a diversion.
Bir oyalamaya ihtiyacımız var.
collide
collide
f. çarpmak, çarpışmak, çatışmak; zıt düşmek, ters düşmek
Examples His car collided with a train. Onun arabası bir trenle çarpıştı. Our bus collided with a truck. Bizim otobüsümüz bir kamyonla çarpıştı.
sever
sever
f. ayırmak, bölmek, kesmek, yarmak, paylaştırmak, ayrılmak, kopmak
sever
v. cut, cleave; separate, set apart; be separated, be set apart; terminate
pref. phil, philo
suff. lover, phil, phile, spirited
Examples
Two men had their arms severed in Taiwan after a tug-of-war accident.
İki adam rekabet kazasından sonra Taiwan’da kollarını koparttılar.
intertwined
intertwined
[intertwine] f. birbirine geçirmek, birbirine geçmek, birbirine dolaşmak
Examples
Their stories are tightly intertwined.
Onların hikayeleri sıkıca birbirine geçer.
unbeknown
unbeknown
zf. habersizce, haber vermeden, farkedilmeden, farkettirmeden
s. bilinmeyen, tanınmayan, meçhul, habersiz
lurk
lurk
f. pusuya yatmak, gizlenmek
Examples
Miss Yu wouldn’t stay here if l had a problem. I saw the robbers around her It’s possible. there’s an ambush lurking around.
Bir problemim olsaydı, Bayan Yu burada kalmazdı. Onun etrafında soyguncuları gördüm.
Bu mümkün. Çevrede gizlenmiş bir tuzak var.
The devil lurks behind the cross.
Şeytan haçın arkasında pusuda bekliyor.
murky
murky
s. karanlık, kapalı, bulutlu, bulanık, şüpheli
Examples
The water was so murky that the police divers had to search for the body by feel.
Su o kadar bulanıktı ki polis dalgıçlar vücudu dokunarak aramak zorunda kaldı.
Tom looked into the murky water.
Tom bulanık suya baktı.
grasp
grasp
f. kapmak, tutmak, yakalamak, kavramak, anlamak
i. tutma, sımsıkı tutma, kavrama, idrak, kabza, anlama
Examples She is able to grasp the situation. Durumu kavrayabilir. He grasped the rope with two hands. ipi iki eliyle kavradı.
delve
delve
f. arayıp taramak; altüst ederek aramak
bolt
bolt
f. sürgülemek, tıkınmak; çiğnemeden yutmak; fırlamak, kaçmak, tüymek, çekilmek (partiden), elemek, süzmek, tülbentten geçirmek
i. cıvata; sürgü; kısa ok; yıldırım; fırlama; kaçış, kaçınma; top (kumaş vb.); kilit dili
Examples
It was like a bolt out of the blue.
O beklenmeyen bir gök gürültüsü gibiydi.
He was hardly inside his room before the door was hurriedly shut, bolted and locked.
Kapı aceleyle kapatılmadan, sürgülenmeden ve kilitlenmeden önce, ancak odasına girebilmişti,
tag along
tag along
f. kovalamak, peşini bırakmamak
Examples
The dog tagged along after his master.
Köpek sahibinin arkasından gitti.
Are you sure Tom doesn’t mind me tagging along?
Tom’un peşine takılmamdan rahatsız olmadığına
triad
triad
i. üçlü, üçlü topluluk, üçlük akort
Examples
He’s a freelance assassinator. CIients include Russian Mafia, Triad, Japanese Yakuza.
O, serbest çalışan bir suikastçi. Müşterileri arasında Rus mafyası, ve Japon Yakuzaları var.
Fei was an ex-cop fired for concealing his heavy debts to the triads and close connection with them
Fei, Triad’lara olan büyük borçlarını ve onlarla olan yakın bağlantısını gizlediği için kovulan eski bir polisti.