book 42 Flashcards

1
Q

quay

A

quay
i. rıhtım, iskele

Examples
She was waiting at the quay as the ship came in.
Gemi geldiğinde, rıhtımda bekliyordu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

purport

A

purport
f. ifade etmek, anlamına gelmek, belirtmek, iddia etmek, demek istemek

i. anlam, manâ, belirtilmek istenen anlam, meram

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

modest

A

modest
s. alçakgönüllü, mütevazi, gösterişsiz, namuslu, ılımlı

Examples
There was a modest rise in prices last year.
Geçen yıl fiyatlarda makul bir artış vardı.
The union was modest in its wage demands.
Sendika ücret taleplerinde mütevazı idi.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

excursion

A

excursion
i. gezi, gezinti, farklılık, çelişki, sapma, ayrılma

Examples
They make daily excursions out to deeper water.
Onlar her gün açık denizlere gezi yaparlar.
I’d like to make a reservation for the excursion to Egypt leaving July 16.
16 Temmuzda yola çıkan Mısır gezisi için rezervasyon yapmak istiyordum.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

robust

A

robust
s. dinç, dirençli, kuvvetli, güçlü, gürbüz, zorlu, çetin, kaba saba (espri)

Examples
He has a robust constitution.
Onun sağlam bir yapısı var.
He is a robust young man.
O sağlam genç bir adam.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

pensive

A

pensive

s. dalgın, düşünceli, düşünceli (dalgın)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

relegate

A

relegate

f. göndermek, indirmek, sürmek, sürgün etmek, küme düşürmek, yerinden etmek

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

contraction

A

contraction
i. kasılma, büzülme, çekilme, kısalma, daratlma; kaynaşma, daralma, edinme, kapma; ilişki kurma; kaynaşmış sözcük

Examples
Contractions began.
Kasılmalar başladı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

devour

A

devour
f. oburca yemek, yalayıp yutmak, bir çırpıda bitirmek, yiyip bitirmek; yakıp yok etmek

Examples
An emptiness devours my heart.
Bir boşluk kalbimi yiyip bitirmektedir.
Fire devoured the forest.
Yangın ormanı silip süpürdü.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

unfathomable

A

unfathomable

s. dipsiz, çok derin, akıl ermez, sırrına erişilmez

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

vernacular

A

vernacular
i. argo, lehçe, şive, konuşma dili

s. anadile ait, yerel dille yazılan, argo, yerel, bölgesel

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

scarce

A

scarce
s. kıt, zor bulunur, az bulunur, sınırlı, nadir, seyrek

Examples
She decided to make herself scarce during the argument.
Kız tartışmada kendini geride tutmaya karar verdi.
Oil is scarce in this country.
Bu ülkede petrol sınırlıdır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

prosperous

A

prosperous
s. başarılı, yolunda, zengin, refah, kazançlı, uygun, elverişli, şanslı

Examples
Germany is Europe’s largest and most prosperous economy.
Almanya Avrupa’nın en büyük ve en ferah ekonomisi.
Live a long and prosperous life.
Uzun ve müreffeh bir hayat yaşa.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

illustrious

A

illustrious

s. ünlü, meşhur, tanınmış

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

persecute

A

persecute
f. eziyet etmek, acı çektirmek, işkence etmek, sıkıntı vermek

Examples
The Romans persecuted Christians.
Romalılar Hristiyanlara zulmetti.
Tom felt persecuted.
Tom zulme uğramış hissetti.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

compelled

A

compelled
s. mecbur

Examples
He was compelled to sign the contract.
O sözleşmeyi imzalamak zorunda bırakıldı.
Black people were compelled to work in cotton fields.
Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

obliged (ablayc)

A

obliged
zorunda kaldı
s. minnettar, zorunlu

Examples
We were obliged to give up our plan.
Planımızdan vazgeçmek zorunda kaldık.
I was obliged to go out yesterday.
Dün dışarı çıkmak zorunda kaldım.
s. minnettar, zorunlu
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

limb

A

limb
i. uzuv, kol, bacak, kanat, şube, bent, yaramaz çocuk

Examples
She is left out on a limb.
Desteksiz/bir başına kaldı.
Tree limbs grow from the tree trunk.
Dallar ağacın gövdesinden çıkarlar.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

artifice

A

artifice

i. hile; kurnazlık, marifet, beceri, sanat

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

peninsula

A

peninsula
i. yarımada

Examples
Have you ever been to the Korean Peninsula?
Kore yarım adasına hiç gittin mi?
Indonesia consists of many islands and two peninsulas.
Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

elicit

A

elicit
f. çıkarmak, öğrenmek, meydana çıkarmak, aydınlatmak, tepki göstermek, tepkiye neden olmak

Examples
Nicholas tried to elicit a response from Mary.
Nicholas Mary’den bir yanıt almaya çalıştı.
Tom tried to elicit a response from Mary.
Tom Mary’den bir yanıt almaya çalıştı.

22
Q

ingenuous

A

ingenuous
s. açık sözlü, saftrik, doğal, temiz kalpli, içten, saf, masum

Examples
Mary is an ingenuous student.
Mary temiz kalpli bir öğrencidir.

23
Q

bespoke

A

bespoke

s. ısmarlama, siparişle yapılmış, ısmarlama çalışan

24
Q

indolence

A

indolence
i. tembellik, uyuşukluk, üşengeçlik, ağrısız olma

Examples
Your religion promotes indolence.
Senin dinin uyuşukluğu destekliyor.

25
beholden
beholden | s. minnettar, borçlu
26
incessant
incessant s. sürekli, devamlı, aralıksız, ardı arkası kesilmeyen Examples This incessant noise drives me mad. Bu sürekli gürültü beni deli ediyor.
27
affirmative
affirmative i. olumlu cevap s. olumlu, doğrulayıcı, doğrulayan ``` Examples Affirmative, sir. Olumlu, efendim. Tom answered in the affirmative. Tom olumlu cevap verdi. ```
28
exertion
exertion | i. sarfetme, çaba, gayret, uğraş, emek, zahmet
29
reap
reap f. biçmek, hasat etmek, kaldırmak, kazanmak, para yapmak ``` Examples Why should others reap what I have sown? Ben çekeyim cefayı, eller sürsün sefayı. What one has sown one will have to reap. Bir insan ne ekerse onu biçmek zorunda kalır. ```
30
treaty
treaty i. antlaşma, mukavele ``` Examples Many Americans opposed the treaty. Birçok Amerikalı anlaşmaya karşı çıktı. The treaty made Texas independent. Anlaşma Texas'ı bağımsız hale getirdi. ```
31
remuneration
remuneration i. karşılık, hizmet karşılığı ödeme, ödeme, ücret, yevmiye, ödül Examples The professor who invented it has the right to reasonable remuneration from the university. Onu icat eden profesör, üniversiteden makul bir ücret hakkına sahip
32
covenant
covenant f. anlaşmak, uzlaşmak; vâât etmek, söz vermek; sözleşme yapmak i. anlaşma, antlaşma, sözleşme; tüzük Examples The Covenant is now demanding the immediate release of 10 prisoners. Sözleşme, 10 mahkumun bir an evvel salıverilmesini gerektiriyor. The Covenant seems to function like an organized crime family. Covenant'lar organize bir suç ailesi gibiler.
33
indispensable
indispensable s. zorunlu, mecburi, kaçınılmaz, zaruri, gerekli, öncelikli ``` Examples Your assistance is indispensable for us. Yardımın bizim için vazgeçilmezdir. Nobody is indispensable. Hiç kimse zorunlu değil. ```
34
fusion
fusion i. erime, eritme, erimiş kütle, birleşme, füzyon, kaynaşma, birleştirme Examples Jazz fusion is a combination of rock and jazz. Caz füzyon rock ve cazın bir kombinasyonudur. Everyone coming together is an example of fusion. Birlikte gelen herkes füzyonun bir örneğidir.
35
Arsenal
Arsenal i. silâh deposu, cephanelik, tophane Examples The army surrendered its arsenal to the enemy. Ordu cephaneliğini düşmana bıraktı. The nuclear holocaust scenario is just old propaganda. Arsenals are limited and rusty. Nükleer soykırım senaryosu sadece eski propagandadır. Silah depoları sınırlı ve paslı.
36
apparatus
apparatus i. alet, aygıt, cihaz, aletler, malzeme Examples Clean the apparatus only with dry cloth. Cihazı sadece kuru bir bezle silin.
37
spirits
spirits i. alkol, alkollü içkiler ``` Examples My husband is in high spirits today. Bugün kocamın keyfi yerinde. They were weak and broken in spirit. Onlar zayıftı ve ruhen çökmüştü. ```
38
barren
barren | s. kısır; verimsiz, çorak, kıraç; anlamsız, boş, faydasız, sonuçsuz; budala (Argo)
39
overcast
overcast f. bulutla kaplamak, kapanmak, sülfile yapmak, kenarını bastırmak s. bulutlu, kapalı, basık, endişeli, sülfile yapılmış, kenarı bastırılmış Examples It's been overcast for the past few days. Geçtiğimiz birkaç gün boyunca hava bulutluydu. It will be cold and the sky will be overcast. Hava soğuk olacak ve gökyüzü basık olacak.
40
scramble
scramble f. çabalamak, sürünerek ilerlemek, güçlükle ilerlemek, mücâdele vermek, karıştırmak, çırpmak [yum.], yağda pişirmek i. güçlükle ilerleme, tırmanış, çabalama, mücâdele, motokros yarışı, acele havalanma Examples Three scrambled egg whites, Üç yumurtadan omlet, … You know you got a plate of scrambled egg in the bathtub? Küvette bir tabak omlet yediğini biliyor musun?
41
haggle
haggle f. pazarlık etmek, sıkı pazarlık etmek Examples We can haggle over price later. Daha sonra fiyat üzerine pazarlık yapabiliriz.
42
vague
vague s. belirsiz, hayal meyal, anlaşılmaz, kararsız, müphem, dalgın ``` Examples He is always vague about his intentions. Her zaman niyetleri hakkında muğlak. Am I being too vague? Ben çok belirsiz davranıyor muyum? ```
43
encroach
encroach f. tecâvüz etmek, zarar vermek, sokulmak, kötüye kullanmak Examples Through our sins, evil has assumed human form. Encroaching evil means encroaching humanity. Günahlarımız yüzünden, kötülük insan biçimi aldı. Haddini aşan kötülük, haddini aşan insanlık anlamına gelir. He launched into a tirade about how the government is encroaching on his rights. O, hükümetin kendi haklarına nasıl zarar verdiği hakkında nutuk atmaya başladı.
44
sure-footed
sure-footed | s. sağlam basan, ayağını sağlam basan, temkinli, kaymaz
45
pace
pace f. adımlamak, yürümek, volta atmak, düzene sokmak, hızını ayarlamak, rahvan gitmek i. adım, yürüyüş, uygun adım yürüyüş, hız zf. izniyle Examples His salary can't keep pace with inflation. Onun aylığı enflasyona ayak uyduramıyor. Fat, bald Kaufman paces furiously in his bedroom. Şişko, kel Kaufman burnundan soluyarak yatak odasında volta atıyor.
46
tantrum
tantrum i. öfke nöbeti, sinir, aksilik Examples It was Iike a tantrum. I get them from time to time. Kriz gibi bir şey. Zaman zaman geliyor. The child threw a tantrum because he wanted the toy. Çocuk oyuncağı istediği için hiddetle bağırmaya başladı
47
vacant
vacant s. boş, açık, terkedilmiş, sahipsiz, varissiz, dalgın, ifadesiz, bön, akılsız ``` Examples She parked her car in a vacant lot. O boş bir arazide arabasını park etti. He was standing there with a vacant look. Boş bir bakışla orada duruyordu. ```
48
tremble
tremble f. titreşmek, titremek, ürpermek, endişelenmek i. titreme, ürperme ``` Examples His legs were trembling from fear. Bacakları korkudan titriyordu. The terrible scene made him tremble in fear. Korkunç sahne onu korku içinde titretti. ```
49
desperado
desperado | i. umutsuz kimse; her şeyi göze almış kimse; gözü dönmüş kimse; çılgın
50
muster
muster f. toplamak, toplanmak i. toplanma, yoklama için toplanma, toplam Examples -You're fortunate not to be paying for this with your head. -Your Highness, sir, I could muster an army and surround Sherwood. -But you couldn't catch him. -Bunu başınla ödemediğin için talihlisin. -Ekselansları, efendim, orduyu toplayıp Sherwood'u çember içine alabildik. -Ama yakalayamadınız. The politician will muster up support. Politikacı yandaş toplayacak.