book 42 Flashcards
quay
quay
i. rıhtım, iskele
Examples
She was waiting at the quay as the ship came in.
Gemi geldiğinde, rıhtımda bekliyordu.
purport
purport
f. ifade etmek, anlamına gelmek, belirtmek, iddia etmek, demek istemek
i. anlam, manâ, belirtilmek istenen anlam, meram
modest
modest
s. alçakgönüllü, mütevazi, gösterişsiz, namuslu, ılımlı
Examples
There was a modest rise in prices last year.
Geçen yıl fiyatlarda makul bir artış vardı.
The union was modest in its wage demands.
Sendika ücret taleplerinde mütevazı idi.
excursion
excursion
i. gezi, gezinti, farklılık, çelişki, sapma, ayrılma
Examples
They make daily excursions out to deeper water.
Onlar her gün açık denizlere gezi yaparlar.
I’d like to make a reservation for the excursion to Egypt leaving July 16.
16 Temmuzda yola çıkan Mısır gezisi için rezervasyon yapmak istiyordum.
robust
robust
s. dinç, dirençli, kuvvetli, güçlü, gürbüz, zorlu, çetin, kaba saba (espri)
Examples He has a robust constitution. Onun sağlam bir yapısı var. He is a robust young man. O sağlam genç bir adam.
pensive
pensive
s. dalgın, düşünceli, düşünceli (dalgın)
relegate
relegate
f. göndermek, indirmek, sürmek, sürgün etmek, küme düşürmek, yerinden etmek
contraction
contraction
i. kasılma, büzülme, çekilme, kısalma, daratlma; kaynaşma, daralma, edinme, kapma; ilişki kurma; kaynaşmış sözcük
Examples
Contractions began.
Kasılmalar başladı.
devour
devour
f. oburca yemek, yalayıp yutmak, bir çırpıda bitirmek, yiyip bitirmek; yakıp yok etmek
Examples An emptiness devours my heart. Bir boşluk kalbimi yiyip bitirmektedir. Fire devoured the forest. Yangın ormanı silip süpürdü.
unfathomable
unfathomable
s. dipsiz, çok derin, akıl ermez, sırrına erişilmez
vernacular
vernacular
i. argo, lehçe, şive, konuşma dili
s. anadile ait, yerel dille yazılan, argo, yerel, bölgesel
scarce
scarce
s. kıt, zor bulunur, az bulunur, sınırlı, nadir, seyrek
Examples
She decided to make herself scarce during the argument.
Kız tartışmada kendini geride tutmaya karar verdi.
Oil is scarce in this country.
Bu ülkede petrol sınırlıdır.
prosperous
prosperous
s. başarılı, yolunda, zengin, refah, kazançlı, uygun, elverişli, şanslı
Examples
Germany is Europe’s largest and most prosperous economy.
Almanya Avrupa’nın en büyük ve en ferah ekonomisi.
Live a long and prosperous life.
Uzun ve müreffeh bir hayat yaşa.
illustrious
illustrious
s. ünlü, meşhur, tanınmış
persecute
persecute
f. eziyet etmek, acı çektirmek, işkence etmek, sıkıntı vermek
Examples The Romans persecuted Christians. Romalılar Hristiyanlara zulmetti. Tom felt persecuted. Tom zulme uğramış hissetti.
compelled
compelled
s. mecbur
Examples
He was compelled to sign the contract.
O sözleşmeyi imzalamak zorunda bırakıldı.
Black people were compelled to work in cotton fields.
Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
obliged (ablayc)
obliged
zorunda kaldı
s. minnettar, zorunlu
Examples We were obliged to give up our plan. Planımızdan vazgeçmek zorunda kaldık. I was obliged to go out yesterday. Dün dışarı çıkmak zorunda kaldım. s. minnettar, zorunlu
limb
limb
i. uzuv, kol, bacak, kanat, şube, bent, yaramaz çocuk
Examples She is left out on a limb. Desteksiz/bir başına kaldı. Tree limbs grow from the tree trunk. Dallar ağacın gövdesinden çıkarlar.
artifice
artifice
i. hile; kurnazlık, marifet, beceri, sanat
peninsula
peninsula
i. yarımada
Examples
Have you ever been to the Korean Peninsula?
Kore yarım adasına hiç gittin mi?
Indonesia consists of many islands and two peninsulas.
Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.