book 34 Flashcards
constancy
constancy
i. istikrar, sabitlik, azim, sebat, sadakât; vefa, bağlılık
deception
deception
i. kandırma, aldatma, dalavere, hile, aldanma; ayartma; kanma; utanç
Examples
The art of pleasing is the art of deception.
Hoşa gitme sanatı, aldatma sanatıdır.
entice
entice
f. kandırmak, ayartmak, baştan çıkarmak, ikna etmek
Examples
He is hoping to entice her into doing what he wants.
Oonu istediğini yaptırmaya ikna edeceğini sanıyor.
You can be enticed by food, wooed by food, sex, money, or instruments.
Bernie Worrell
Yiyecekle cezbedilebilirsin, yiyecekle seksle, parayla yada enstrümanlarla elde edilebilirsin.
feign
feign
f. yalandan yapmak, numarası yapmak, rol yapmak, uydurmak
Examples
Mother said, ‘Do not lie in bed and feign sleep.’
Annem, ‘Yatağa yatıp uyuyormuş gibi yapma.’ dedi.
She tried to feign innocence but her eyes were telling the whole truth.
Masum rolü yapmaya çalıştı fakat gözleri bütün gerçeği anlatıyordu.
evade
evade
f. kaçınmak, kaçamak yapmak, sakınmak, savuşturmak, kurtulmak, başından savmak, yan çizmek, kaçamak cevap vermek, kaytarmak
Examples She didn't try to evade the truth. O gerçekten kaçmaya çalışmadı. Jack tried to evade paying his taxes. Jack vergilerini ödemekten kaçınmaya çalıştı.
choleric
choleric
s. sinirli, asabi, çabuk öfkelenen
divulge
divulge
f. açığa vurmak, ifşa etmek, ortaya dökmek, yaymak
Examples
He didn’t divulge the information, not even under pain of torture.
O, işkence acısı altında bile bilgileri açıklamadı.
protracted
protracted
s. uzun süren, sürüncemeli, uzatmalı, müzmin
Examples
My father died a protracted and painful death of cancer I was 16 years old and very fond of my father. I used to race to the hospita every day after school…… and sit in his room doing my homework.
Babam müzmin ve ağrılı kanserden öldü. 16 yaşındaydım ve babama çok düşkündüm. Her öğleden sonra okul çıkışında hızla hastaneye koşardım
ve onun odasında oturup ödevlerimi yapardım.
Because of the protracted depression, many workers are unemployed.
Uzun süren depresyondan dolayı birçok işçi işsiz.
impoverished
impoverished
[impoverish] f. fakirleştirmek, yoksullaştırmak, güçsüzleştirmek, verimsizleştirmek, zayıflatmak
Examples
The war lasting for years impoverished the country.
Yıllar süren savaş ülkeyi fakirleştirdi.
drained away
akıtıldı
tüketildi
callous
callous
f. nasır tutmak, duygusuzlaşmak, hissizleşmek
s. nasırlı, duygusuz, şefkâtsiz, hissiz, katı
Examples
You are a thoughtless, callous, selfish… Do not touch me
Sen düşüncesiz, duygusuz, bencil…Bana dokunma.
You are a thoughtless, callous, selfish…Do not touch me
Sen düşüncesiz, duygusuz, bencil…Bana dokunma.
tentative
tentative
i. deneme, tecrübe
s. deneme niteliğinde, deneysel, geçici, belli belirsiz, tereddüdlü
Examples I have a tentative schedule. Geçici bir programım var. I've made a tentative deal with Tom. Tom'la geçici bir anlaşma yaptım.
deficit
deficit
i. hesap açığı, açık; eksiklik; dezavantaj
Examples
A huge federal budget deficit has been plaguing the American economy for many years.
Dev bir federal bütçe açığı, yıllardır Amerikan ekonomisinin başına bela oldu.
He made up for the deficit.
O, zararı telafi etti.
acquiring
acquiring
i. edinme
Examples He acquired the habit of snacking. O atıştırma alışkanlığı kazandı. He acquired French when he was young. O gençken Fransızca öğrendi.
prerequisite
prerequisite
s. önceden gereken, önceden gerekli olan
i. önceden gerekli şey
inborn
inborn
s. doğuştan, doğal
renege
renege
f. dönmek, dininden dönmek, sözünden dönmek, hile yapmak, kurallara uymamak, reddetmek
Examples
Mary promised to bake me a cake, but then she reneged.
Mary bana kek pişirmeye söz verdi ama sonra sözünden döndü.
endow
endow
f. bağışlamak, gelir bağlamak, vermek, bahşetmek
Examples She is endowed with a special talent. Özel bir yetenekle donatılmıştır. He is endowed with many talents. Ona birçok yetenekler bahşedilmiş.
exquisitely
exquisitely
zarifçe
interplay
interplay
i. etkileşim