book 39 Flashcards

1
Q

snuff

A

snuff
f. burnuna çekmek, koklamak, kokusunu almak, enfiye çekmek, yanmış mum ipini kesmek

i. burnuna çekme, enfiye, mum ipinin yanık ucu

Examples

  • Snuff out the candles and make a wish.
  • It come true already.
  • Mumları söndür ve bir dilek tut.
  • Dileğim gerçekleşti bile.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

withered

A

withered
s. solmuş, bozulmuş, kalmamış, pörsük

Examples
All the flowers in the garden withered.
Bahçedeki bütün çiçekler solmuş.
Because of the drought the grass has withered.
Kuraklıktan dolayı çim soldu.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

cling

A

cling
f. yapışmak, sarılmak; bağlanmak, sadık kalmak; tırmanmak, tutunmak

Examples
The boy is clinging to his mother.
Çocuk annesine tutunuyor.
That child was clinging to his mother.
O çocuk annesine sarılıyordu.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

infest

A

infest
f. bürümek, kaplamak, istila etmek, doldurmak, zarar vermek

Examples
He fell into the shark infested waters.
Köpekbalığı dolu suya düştü.
His wounds were infested with flesh-eating maggots.
Onun yaraları et yiyen kurtçuklarla istila edildi.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

strangle

A

strangle
f. boğmak, boğarak öldürmek, gelişimini engellemek, bastırmak, boğazlamak, tutmak

Examples
Nicholas couldn’t quite bring himself to strangle Mary.
Nicholas Mary’yi boğazlamak için tamamen hazır değildi.
War is horrible because it strangles youth.
Philip Kearny
Savaş korkunçtur çünkü gençliğin gelişimini engeller

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

drench

A

drench
f. ıslatmak, sırılsıklam etmek, ilaç içirmek (hayvan)

i. ıslatma, sırılsıklam etme, sağanak, zorla içirilen ilaç (hayvan)

Examples
We were all drenched with perspiration.
Hepimiz terden sırılsıklam olduk.
He was drenched by the rain.
Yağmurdan sırılsıklam oldu.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

pitch-black

A

pitch-black
kapkara
simsiyah

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

dawdle

A

dawdle
f. sallanmak, ağır davranmak, boşa geçirmek, aylaklık etmek

Examples
Don’t dawdle on the way home.
Eve gelirken yolda oyalanma.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

acquaintance

A

acquaintance
i. tanışma, tanıma, tanıdık; bilgi

Examples
I struck up an acquaintance with her.
Onunla tanışık oldum.
Mr. Smith is an acquaintance of hers.
Bay Smith onun bir tanıdığıdır.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

fatigue

A

fatigue
f. yorulmak, yormak

i. yorgunluk, bitkinlik, tükenmişlik, dayanıklılığını yitirme, angarya

Examples
If you work or play too hard you will become fatigued.
Çok oynar ya da çalışırsan yorulursun.
When you are fatigued you are exhausted.
Yorgunken çok bitkinsindir.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

swarm

A

swarm
f. kovanı terketmek, oğul vermek, toplanmak, yığılmak, üşüşmek, kaynamak, dolup taşmak, cirit atmak, den geçilmemek, kol va bacaklarını sararak tırmanmak, sarılarak tırmanmak, tırmanmak (tutunarak)

i. arı kümesi, oğul, sürü, yığın

Examples
We were attacked by swarms of bees.
Arı sürüsü tarafından saldırıya uğradık.
The beach is swarming with people.
Plaj insanlarla dolu.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

permeate

A

permeate
f. geçmek, sızmak, sinmek, yayılmak

Examples
A bad smell permeated the room.
Odaya kötü bir koku yayıldı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

v

A

exert
f. kullanmak, harcamak, uygulamak

Examples
Several politicians exerted strong pressure on the committee.
Birçok siyasetçi komite üzerine güçlü bir baskı uygulamıştır.
He had come till here without stopping, and by exerting himself to the utmost for days.
Günlerdir dur durak bilmeden,gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayarak buralara kadar gelmişti.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

remedy

A

remedy
f. tedavi etmek, iyileştirmek, çare bulmak, çözüm getirmek, düzeltmek, onarmak

i. ilaç, tedavi, deva, çare, derman, çözüm

Examples
What is the best remedy for colds?
Soğuk algınlıkları için en iyi ilaç nedir?
Hot lemon with honey is a good remedy for colds.
Ballı sıcak limon soğuk algınlığı için iyi bir ilaçtır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

altruistic

A

altruistic

s. fedakar özgecil, başkalarını düşünen

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

beneficiary

A

beneficiary

i. ; hak sahibi, lehtar yararlanan kimse

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

complimentaryattendant

A

complimentary
s.Ücretsiz kompliman türünden, övgü olarak verilen, hayranlık belirten, hediye olarak verilen, parasız, onursal, fahri

Examples
First class plane flights come with complimentary alcohol.
Birinci sınıf uçak bileti ücretsiz alkol ile birlikte gelir

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

attendant

A

attendant
i. görevli, bakıcı, hizmetli, operatör, refakâtçi, eşlik eden kimse

s. bakan, ilgilenen, mevcut, eşlik eden, beraberinde olan

Examples
Nicholas worked as a gas station attendant.
Nicholas bir benzin istasyonu görevlisi olarak çalıştı.
When I woke, the flight attendant was shaking my arm.
Uyandığımda uçuş görevlisi kolumu sarsıyordu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

array

A

array
f. sıralamak, sıraya dizmek; giydirmek, süslemek; çeki düzen vermek

i. düzen, sıra, diziliş, sergileme, gösteriş; jüri heyeti, jüri heyeti listesi, görkem; ihtişam, gösterişli kıyafet

Examples
There is quite an impressive array of guests. Everyone is noble.
Oldukça etkileyici bir dizi konuk var. Herkes asil.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

Lust

A

lust
f. arzulu olmak, şehvetli olmak

i. şehvet, seks düşkünlüğü, arzu

Examples
To love so furious a victor, who, bloodstained, comes before me, torch in hand and lusting for more killing, having reduced
Elinde feneri ve daha fazla cinayetin işlenmemesini arzulayan, kana bulanmış bir galibi bu şekilde sevmek herşeyden önce gelir.
I’m lusting after her.
Onu şehvetle arzuluyorum.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

gluttony

A

gluttony
i. oburluk, açgözlülük

Examples
The seven deadly sins are: pride, envy, greed, anger, lust, gluttony and sloth.
Yedi ölümcül günah şunlardır: kibir, kıskançlık, açgözlülük, öfke, şehvet düşkünlüğü, oburluk ve tembellik.

22
Q

And if so

A

ve öyle olsa bile

23
Q

boast

A

boast
f. övünmek, övünç duymak, büyük konuşmak, iftihar etmek, böbürlenmek; palavra atmak

i. övünme, iftihar, övünç, övünç kaynağı

Examples
Some people like to boast.
Bazı insanlar övünmekten hoşlanır.
She boasts that she can swim well.
O iyi yüzebilmekle böbürlenir.
24
Q

bruise

A

bruise
f. berelemek, berelenmek, zedelemek; yaralamak, dövmek, hırpalamak, vurmak, yaralanmak

i. çürük, bere, ezik, yara

Examples
Nicholas has a bruise on his right leg.
Nicholas’ın sağ bacağında bir çürük vardı.
He had bruises all over after the fight.
Uçuştan sonra her yerde morlukları vardı.

25
Q

shed

A

dökmek

26
Q

scratchy

A

scratchy

s. kaşındıran, kaşınan, kargacık burgacık, derme çatma, eğri büğrü, gelişigüzel, üstünkörü, gıcırdayan, cızırtılı

27
Q

exceedingly

A

exceedingly
zf. son derece, fazlasıyla

Examples
Ann is exceedingly fond of chocolate.
Ann aşırı derecede çikolataya düşkün.
I thought that went exceedingly well.
Onun son derece iyi gittiğini düşünüyordum.
28
Q

specimen

A

specimen
i. örnek, numune, model, simge, tahlil, ilginç tip, acayip kimse, göstermelik, tip

Examples
We’ve been at your institute for a month.We’re looking for specimens of lungfish.
Bir aydır senin enstitündeyiz. Ciğer balığı türlerini araştırıyoruz.
The entomologist could not find a specimen of the bug.
Böcekbilimci böceğin tipini bulamadı.

29
Q

grasping

A

grasping
s. açgözlü, doyumsuz, gözü aç

Examples
She is able to grasp the situation.
Durumu kavrayabilir.
He grasped the rope with two hands.
ipi iki eliyle kavradı.
30
Q

ponder

A

ponder
f. iyice düşünmek, kafa yormak, kafa patlatmak, düşünüp taşınmak, ölçüp tartmak, ölçüp biçmek

Examples
She pondered the question for a while.
Soruyu bir süre düşünüp taşındı.
We all pondered over what had taken place.
Hepimiz ne olduğunu düşünüp taşındık.
31
Q

ejaculation

A

ejaculation

i. fışkırtma, boşalma, haykırma, nida

32
Q

liable

A

liable
s. sorumlu, olası, mesul, yükümlü, eğilimli, duyarlı, muhtemel

Examples
We are all liable to make mistakes.
Hepimiz hata yapmaya karşı yükümlüyüz.
You could get hurt. This thing’s liable to explode and blow your ears off.
Yaralanabilirdin. Bu nesne patlamaya ve kulaklarını uçurmaya eğilimlidir.

33
Q

rummage

A

rummage
f. didik didik aramak, aramak, araştırmak

i. mezat malı

Examples
Tom was rummaging through some of his stuff when Mary walked into the room.
Mary odaya girdiğinde Tom eşyalarından bazılarını karıştırıyordu.

34
Q

lull

A

lull
f. uyuşturmak, yatıştırmak, teskin etmek, uyuşmak

i. sükunet, ara

35
Q

vernacular

A

vernacular
i. argo, lehçe, şive, konuşma dili

s. anadile ait, yerel dille yazılan, argo, yerel, bölgesel

36
Q

declension

A

declension
i. çekim; gerileme, bozulma; sapma

Examples
The Latin noun "hortus" belongs to the o-declension.
Latince isim "hortus" o-çekime aittir.
In Latin there are five declensions.
Latincede beş çekim vardır.
37
Q

persevere

A

persevere
f. sebat etmek, direnmek, azmetmek

Examples
We will persevere, come life or death.
Lewis Tappan
Direneceğiz, yaşayacağız yada öleceğiz.
I'm persevering.
Ben azmediyorum.
38
Q

pounce

A

pounce
f. üstüne atılmak, saldırmak, dalıvermek, toz serperek kurutmak

i. pençe (kuş), pençe, saldırı, atılma, hamle, mürekkep kurutma tozu

39
Q

avidity

A

avidity

i. hırs, istek, açgözlülük

40
Q

fold

A

fold
f. katlamak, kavuşturmak, sarmak, bükülmek, kıvırmak, bükmek, çırpmak, çökmek, kapanmak, ağıla kapamak

i. katlama, kat, kıvrım, büklüm, pli, ağıl, sürü (koyun), cemaat, kilise, aile ocağı, yuva
snk. kat, katı, misil, katlı

Examples
When I write a letter I fold it.
Mektubu yazdıktan sonra katlarım.
After the letter is folded it will fit into an envelope.
Mektup katlandıktan sonra zarfa sığar.
41
Q

facsimile

A

facsimile
f. kopyalamak, aynısını basmak

i. kopya, aynı, aynı basım, kopyalama

42
Q

impetuosity

A

impetuosity

i. acelecilik, tez canlılık, ataklık, şiddet

43
Q

parsley

A

parsley
i. maydanoz

Examples
The herb used in that pasta sauce might be parsley.
Bu makarna sosunda kullanılan bitki maydanoz olabilir.

44
Q

veal

A

veal
i. dana eti

Examples
- How's the food in this restaurant?
- Try the veal. It's the best in the city.
- Bu restorantta yemekler nasıl?
- Dana etini dene. En iyisi burada.
"And for monsieur?" "A veal stew!"
"Ve mösyö için?" "Bir dana yahni!"
45
Q

affectionate

A

affectionate
s. sevecen, şefkâtli, müşfik, seven, sevgi gösteren

Examples
He sent me an affectionate letter.
Bana sevgi dolu bir mektup gönderdi.
Your cat isn't very affectionate, isn't he?
Senin kedin çok sevecen değil, değil mi?
46
Q

attentive

A

attentive
s. dikkatli, özenli, nazik, kibar

Examples
She is very attentive to her grandmother.
Büyük annesine karşı çok naziktir.
Nicholas asked Mary to be attentive during meetings.
Nicholas Mary’den toplantılar sırasında dikkatli olmasını rica etti.

47
Q

conscientious

A

conscientious
s. vicdanlı, insaflı, dürüst, hakçı

Examples
It is an unfortunate fact that even the most conscientious traveler cannot be prepared for every problem.
En dikkatli-bilinçli seyyah bile her sorun karşısında hazırlıklı olamaz, bu talihsiz bir gerçek.
I think Tom is conscientious.
Tom’un vicdanlı olduğunu düşünüyorum.

48
Q

trice

A

trice
i. an

Examples
In a trice they all disappeared.
Göz açıp kapatıncaya kadar tümü yok oldu

49
Q

commence

A

commence
f. başlamak, başlatmak; dava açmak; doktora derecesi almak, yüksek lisans almak

Examples
Direct flights between New York and Tokyo commenced recently.
New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.
The meeting will commence.
buluşma başlayacak.

50
Q

supposition

A

supposition
i. sanı, zan, tahmin, varsayım, faraziye

Examples
That’s a supposition, not a fact.
O bir varsayım, bir gerçek değil.