book 39 Flashcards
snuff
snuff
f. burnuna çekmek, koklamak, kokusunu almak, enfiye çekmek, yanmış mum ipini kesmek
i. burnuna çekme, enfiye, mum ipinin yanık ucu
Examples
- Snuff out the candles and make a wish.
- It come true already.
- Mumları söndür ve bir dilek tut.
- Dileğim gerçekleşti bile.
withered
withered
s. solmuş, bozulmuş, kalmamış, pörsük
Examples All the flowers in the garden withered. Bahçedeki bütün çiçekler solmuş. Because of the drought the grass has withered. Kuraklıktan dolayı çim soldu.
cling
cling
f. yapışmak, sarılmak; bağlanmak, sadık kalmak; tırmanmak, tutunmak
Examples The boy is clinging to his mother. Çocuk annesine tutunuyor. That child was clinging to his mother. O çocuk annesine sarılıyordu.
infest
infest
f. bürümek, kaplamak, istila etmek, doldurmak, zarar vermek
Examples
He fell into the shark infested waters.
Köpekbalığı dolu suya düştü.
His wounds were infested with flesh-eating maggots.
Onun yaraları et yiyen kurtçuklarla istila edildi.
strangle
strangle
f. boğmak, boğarak öldürmek, gelişimini engellemek, bastırmak, boğazlamak, tutmak
Examples
Nicholas couldn’t quite bring himself to strangle Mary.
Nicholas Mary’yi boğazlamak için tamamen hazır değildi.
War is horrible because it strangles youth.
Philip Kearny
Savaş korkunçtur çünkü gençliğin gelişimini engeller
drench
drench
f. ıslatmak, sırılsıklam etmek, ilaç içirmek (hayvan)
i. ıslatma, sırılsıklam etme, sağanak, zorla içirilen ilaç (hayvan)
Examples We were all drenched with perspiration. Hepimiz terden sırılsıklam olduk. He was drenched by the rain. Yağmurdan sırılsıklam oldu.
pitch-black
pitch-black
kapkara
simsiyah
dawdle
dawdle
f. sallanmak, ağır davranmak, boşa geçirmek, aylaklık etmek
Examples
Don’t dawdle on the way home.
Eve gelirken yolda oyalanma.
acquaintance
acquaintance
i. tanışma, tanıma, tanıdık; bilgi
Examples I struck up an acquaintance with her. Onunla tanışık oldum. Mr. Smith is an acquaintance of hers. Bay Smith onun bir tanıdığıdır.
fatigue
fatigue
f. yorulmak, yormak
i. yorgunluk, bitkinlik, tükenmişlik, dayanıklılığını yitirme, angarya
Examples If you work or play too hard you will become fatigued. Çok oynar ya da çalışırsan yorulursun. When you are fatigued you are exhausted. Yorgunken çok bitkinsindir.
swarm
swarm
f. kovanı terketmek, oğul vermek, toplanmak, yığılmak, üşüşmek, kaynamak, dolup taşmak, cirit atmak, den geçilmemek, kol va bacaklarını sararak tırmanmak, sarılarak tırmanmak, tırmanmak (tutunarak)
i. arı kümesi, oğul, sürü, yığın
Examples We were attacked by swarms of bees. Arı sürüsü tarafından saldırıya uğradık. The beach is swarming with people. Plaj insanlarla dolu.
permeate
permeate
f. geçmek, sızmak, sinmek, yayılmak
Examples
A bad smell permeated the room.
Odaya kötü bir koku yayıldı.
v
exert
f. kullanmak, harcamak, uygulamak
Examples
Several politicians exerted strong pressure on the committee.
Birçok siyasetçi komite üzerine güçlü bir baskı uygulamıştır.
He had come till here without stopping, and by exerting himself to the utmost for days.
Günlerdir dur durak bilmeden,gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayarak buralara kadar gelmişti.
remedy
remedy
f. tedavi etmek, iyileştirmek, çare bulmak, çözüm getirmek, düzeltmek, onarmak
i. ilaç, tedavi, deva, çare, derman, çözüm
Examples
What is the best remedy for colds?
Soğuk algınlıkları için en iyi ilaç nedir?
Hot lemon with honey is a good remedy for colds.
Ballı sıcak limon soğuk algınlığı için iyi bir ilaçtır.
altruistic
altruistic
s. fedakar özgecil, başkalarını düşünen
beneficiary
beneficiary
i. ; hak sahibi, lehtar yararlanan kimse
complimentaryattendant
complimentary
s.Ücretsiz kompliman türünden, övgü olarak verilen, hayranlık belirten, hediye olarak verilen, parasız, onursal, fahri
Examples
First class plane flights come with complimentary alcohol.
Birinci sınıf uçak bileti ücretsiz alkol ile birlikte gelir
attendant
attendant
i. görevli, bakıcı, hizmetli, operatör, refakâtçi, eşlik eden kimse
s. bakan, ilgilenen, mevcut, eşlik eden, beraberinde olan
Examples
Nicholas worked as a gas station attendant.
Nicholas bir benzin istasyonu görevlisi olarak çalıştı.
When I woke, the flight attendant was shaking my arm.
Uyandığımda uçuş görevlisi kolumu sarsıyordu.
array
array
f. sıralamak, sıraya dizmek; giydirmek, süslemek; çeki düzen vermek
i. düzen, sıra, diziliş, sergileme, gösteriş; jüri heyeti, jüri heyeti listesi, görkem; ihtişam, gösterişli kıyafet
Examples
There is quite an impressive array of guests. Everyone is noble.
Oldukça etkileyici bir dizi konuk var. Herkes asil.
Lust
lust
f. arzulu olmak, şehvetli olmak
i. şehvet, seks düşkünlüğü, arzu
Examples
To love so furious a victor, who, bloodstained, comes before me, torch in hand and lusting for more killing, having reduced
Elinde feneri ve daha fazla cinayetin işlenmemesini arzulayan, kana bulanmış bir galibi bu şekilde sevmek herşeyden önce gelir.
I’m lusting after her.
Onu şehvetle arzuluyorum.