book 36 Flashcards
solemnity
solemnity
i. ciddiyet, ağırbaşlılık, tören, dini tören, dinsel tören
vice
vice
i. ahlaksızlık, kötülük, özür, kusur, zaaf, çapkınlık, huysuzluk (at), mengene, vekil
ed. yerine
ök. ikinci, yardımcı
Examples
Why do men behave like Apes and vice versa?
insanlar niçin maymun gibi davranıyor yada tam tersi?
He would leave the job to his vice president.
işi başkan yardımcısına bırakacaktı.
composure
composure
i. sakinlik, dinginlik, huzur, rahat
Examples He soon recovered his composure. Kısa sürede soğukkanlılığını geri kazandı. Tom lost his composure. Tom soğukkanlılığını kaybetti.
confounded
confounded
s. kafasını karışmış, şaşırmış; kahrolası, baş belâsı
Examples
A great city is not to be confounded with a populous one.
Aristotle
Büyük bir şehir, yoğun nüfuslu olanıyla karıştırılmamalıdır.
assert
assert
f. söylemek, iddia etmek, ileri sürmek, öne sürmek, savunmak (hak)
Examples Tom knows how to assert himself. Tom kendini nasıl savunacağını biliyor. He knows how to assert himself. O kendini nasıl savunacağını biliyor.
stolidly
duyarsızca
granted
granted
s. imtiyazlı, diyelim ki
Examples Lincoln granted liberty to slaves. Lincoln kölelere özgürlük verdi. The defendant was granted an appeal. Sanığa bir başvuru verildi.
assent
assent
f. kabul etmek, razı olmak
i. kabul, rıza, onay
merit
merit
f. değmek, layık olmak, hak etmek
i. değer, erdem, meziyet, fazilet, yararlık
Examples
At the meeting I pointed out the plan’s merit.
Toplantıda planın liyakatını belirttim.
But in spite of the merits of being single, they do want to get married some day.
Fakat bekar olmanın yararlarına rağmen, onlar birgün evlenmek istiyor.
exceedingly
exceedingly
zf. son derece, fazlasıyla
Examples Ann is exceedingly fond of chocolate. Ann aşırı derecede çikolataya düşkün. I thought that went exceedingly well. Onun son derece iyi gittiğini düşünüyordum
calamity
calamity
i. belâ, felâket, musibet, afet, sefalet, yoksulluk
Examples
It is an unfortunate calamity however that we need not accept.
Kabul etmek zorunda olmasak da, bu talihsiz bir faciadır.
Calamity Jane lived in California.
Calamity Jane, California’da yaşadı.
distinguished
distinguished
s. seçkin, güzide; farkedilebilir, görülebilir; ünlü, tanınmış; sivrilmiş
Examples Can you distinguish silver from tin? Kalayı gümüşten ayırt edebilir misin? Dogs can't distinguish between colors. Köpekler renkler arasında ayrım yapamazlar.
consent
consent
f. razı olmak, kabul etmek, izin vermek
i. izin, rıza, uygun bulma
Examples He consented to help the old lady. Yaşlı bayana yardımcı olmaya razı oldu. I interpreted his silence as consent. Onun sessizliğini razı oluş kabul ettim
conscientiously
conscientiously
özenle
itina ile
adorn
adorn
f. süslemek, bezemek, güzelleştirmek, renk katmak
Examples
I’ve never heard Lefferts so abound in the sentiments that adorn Christian manhood.
Lefferts’in Hıristiyanlık ilkelerine böyle derinden bağlı olduğunu bilmiyordum.
A slew of corporate logos adorned the entrance to the soccer match.
Bir takım şirket logoları futbol maçının girişini süsledi.
attain
attain
f. ulaşmak, erişmek, varmak, gelmek, elde etmek, kazanmak
Examples
She attained her success through hard work.
Başarısına çok çalışarak ulaştı.
All that spirits desire, spirits attain.
Kahlil Gibran
Ruhların arzuladığı her şeyi, ruhlar elde ederler.
more
pretext
pretext
i. bahane, kulp
Examples
He came to my house on the pretext of seeing me.
O, beni görme bahanesiyle evime geldi.
He did not come on the pretext of sickness.
O, hastalık bahanesiyle gelmedi.
soothe
soothe
f. yatıştırmak, sakinleştirmek, dindirmek, teskin etmek
Examples This medicine will soothe your headache. Bu ilaç baş ağrınızı yatıştıracaktır. He tried to soothe the angry man. Öfkeli adamı yatıştırmaya çalıştı.
irrefutable
irrefutable
s. inkâr edilemez, çürütülemez, su götürmez, reddedilemez
Examples
Even today his theory remains practically irrefutable.
Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
The proof is irrefutable.
Kanıt reddedilemez.
spirited
spirited
snk. huylu, sever, ruhuna sahip, ruh haline sahip, tabiatlı
s. huylu, cesur, mizaçlı, canlı, neşeli, hevesli, heyecanlı, güçlü, esprili, nükteli
Examples My husband is in high spirits today. Bugün kocamın keyfi yerinde. They were weak and broken in spirit. Onlar zayıftı ve ruhen çökmüştü.