book 14 Flashcards
hitch
hitch
f. çekmek, sıyırmak, aksamak, topallamak, çekiştirmek, bağlamak, takmak, arabaya koşmak, bağlanmak, evlenmek
i. çekme, çekiverme, çekiş, aksaklık, aksama, aksilik, terslik, arıza
Examples
Then after we did our hitch, we both went our separate ways,
Askerliğimizi yaptıktan sonra, yollarımız ayrıldı…
Janet and Michael are going to get hitched in June.
Janet ve Michael haziran ayında evlenecekler.
myth
myth
i. mit, efsane, hayali şey
Examples
- You didn’t come here to d an objective story.
- There’s no such thing. The objective journalist is a myth you read about……like Gerard or Phoenix an honest politician.
- Buraya objektif bir hikaye yazmak için gelmediniz.
- Böyle birşey yoktur. Objektif gazeteci diye okuduğunuz şey, bir mit sadece …. aynı Gerard ya da Pheonix’in dürüst politikacılar olması gibi.
- Do you know what it is? What Medusa even means?
- No, all I know is the myth.
- You know, a woman so ugly that if you looked at her, you’d turned to stone.
- Ne olduğunu biliyor musun? Medusa’nın ne anlama geldiğini biliyor musun?
- Hayır, tüm bildiğim bir mit olduğudur.
taming
taming
i. evcilleştirme, uslandırma
Examples
Nicholas caught a wolf and tried to tame it.
Nicholas bir kurt yakaladı ve onu evcilleştirmeye çalıştı.
The bear is quite tame and doesn’t bite.
Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
helm
helm
i. dümen, idare, kontrol, yönetim, miğfer
brutal
brutal
s. vahşi, yabani, acımasız, gaddar, zalim, kaba, yontulmamış, sert, şiddetli
Examples
He always behaves compassionately everyone, whereas his sister is brutal entirely.
O herkese merhametle davranıyor, oysa kız kardeşi büsbütün yabani.
- l’m scared. Please don’t go tonight, stay here with me.
- No, l’ll sleep downstairs. l’ll protect you. l’m ten times more brutal than Dragon.
- When you’re so disrespectfull …
- But now, you’re crossing the line.
- Please forgive me…
- Korkuyorum. Lütfen bu gece gitme, burada benimle kal.
- Hayır. Alt katta uyuyacağım. Seni korurum. Ben Dragon’dan on kat daha vahşiyim.
- Bu kadar saygısız olduğunda…
- Ama şimdi, çizgiyi aşıyorsun.
- Lütfen, beni affet…
steer
steer
f. sürmek, dümenle idare etmek, yönetmek, idare etmek, yönlendirmek, dümen kullanmak, yönetilmek
i. öküz, dana, iğdiş edilmiş boğa
Examples
It might be set off by microwave ovens, so I would steer clear of pancake houses of the international variety.
Mikrodalga fırınlarla başlatılabilir bu iş, böylece uluslar arası çeşitliliğe sahip krep evlerinden kurtulurum.
She steered our efforts in the right direction.
O bizim çabalarımızı doğru yönde yönlendirdi.
dodge
dodge
f. yana kaçmak, kenara sıçramak, fırlamak, kaçınmak, sıyrılmak; kaçamak yapmak; atlatmak, kaytarmak
i. yana çekilme, kurtulma; kurnazlık; hile; dolap
Examples
I’m spending my Sunday
night with dodge.
Pazar akşamımı
kaçamakla geçiriyorum.
Willy the kid arrived in dodge city one evening.
Genç Willy bir akşam Dodge şehrine ulaştı.
rite
rite
i. dini tören, ayin, aşai rabbani ayini, usul, yöntem, yol yordam
Examples
In Japan, one should never stick the chopsticks in the rice, as this is a funerary rite.
Japonya’da asla çubuklarınızı pilavın içine saplamamanız gerekir; çünkü bu bir cenaze ayinidir.
Meeting your girlfriend’s parents in Japan is quite a rite in itself.
Japon kız arkadaşınızın ailesiyle tanışmak başlı başına bir tören.
sentimental
sentimental
s. duygulara hitap eden, duygulu, içli, duygusal, hissi
adj. appealing to the emotions; nostalgic, tender, romantic; overly emotional, corny
adj. sentimental, appealing to the emotions, emotional, full of feeling
adv. sentimentally, emotionally, with emotion, with feeling, in a sentimental manner
Examples
Nicholas couldn’t help but feel sentimental.
Nicholas’ın duygusal olması elinde değildi.
You have won the endorsement of the sentimental, the greedy. I am none of those.
Duygusal, hırslı insanların desteğini kazandın. Ben asla onlardan değilim.
litter
litter
f. talaş sermek, dağıtmak, karıştırmak, yavrulamak
i. tahtırevan, çöp, sedye, kedi kumu, hayvanların altına serilen talaş, bir batında doğan yavrular, dağınıklık, döküntü
Examples Don't litter. Yere çöp atmayın. Debris littered the streets. Moloz sokakları kirletti.
detour
detour
f. servis yolundan vermek (trafik); sapmak, saptırmak
i. dolambaçlı yol; servis yolu; sapak, sapma
Examples
He took a detour to avoid the heavy traffic.
Yoğun trafikten kaçınmak için tali yoldan gitti.
Is there a detour or should I enter the city?
Alternatif var mı, şehrin içine girmeli miyim?
hindsight
hindsight
i. önemini sonradan anlama, geç anlama, gez (silah)
Examples
In hindsight, this was a mistake.
Geriye dönüp baktığımda, bu bir hataydı.
come up with
come up with
ulaşmak, yetişmek, ortaya atmak, öne sürmek, ileri sürmek
Examples Nicholas came up with a good solution. Nicholas yeni bir çözüm ileri sürdü. Nicholas came up with a new technique. Nicholas yeni bir teknik öne sürdü.
lasso
lasso
f. kementle yakalamak
i. kement
wit
wit
f. yâni, bilmek, öğrenmek
i. zekâ, ince zekâ, akıl, ince espri, nükte, zeki kimse
Examples
At last the little money which I had saved began to run short, and I was at my wit’s end as to what I should do.
Sonunda biriktirmiş olduğum para tükenmeye başladı, ne yapmam gerektiğine gelince, iyice şaşkınım.
- He was a good man, too a humanitarian man. A man of wit and humour. He joined the Special Forces. And after that his…ideas, methods…became…unsound.
- İyi bir adamdı, çok insanietperver biriydi. akıl ve mizah adamıydı. Özel Birliğe katıldı. Ve bundan sonra da … fikirleri…. metodları sıhhatsizleşti.
stink
stink
f. pis kokmak, iğrenç kokmak, kokmak, kötü olmak, iğrenç olmak, berbat olmak, kötü kokmak, kokutmak, kokusundan anlamak
i. pis koku, ucuz parfüm
Examples
(sad): ‘cause it stinks in the kitchen.
Mutfakta berbat kokuyor.
Along those lines, I want to tell you upfront that some days are going to stink.
Buraya kadar bahsettiğim şeylerle bağlantılı olarak, bazı günlerin berbat geçeceğini önceden size söylemek istiyorum.
ointment
ointment
i. merhem
Examples
The holiday was wonderful, the only fly in the ointment was bad weather.
Tatil çok iyiydi. Tek neşe kaçıran/keyif bozan şey kötü havaydı.
I’m itching from mosquito bites. Do you have any ointment?
Sivrisinek sokmalarından kaşınıyorum. Herhangi bir merhemin var mı?
craft
craft
i. beceri, hüner, sanat, zanaat; gemi; hile; uçak
Examples
Craft must have clothes, but truth loves to go naked.
El sanatının giysisi olmalı, ama gerçek çıplak gitmeyi seviyor.
Flower arranging is a traditional craft in Japan.
Çiçek düzenleme Japonya’da geleneksel bir zanaattır.
abbey
abbey
i. manastır, manastır kilisesi
Examples
Well, I should really like to stay, but recollected some urgent affairs at my abbey
Şey, gerçekten kalmak isterdim ama manastırımda beni bekleyen bazı acil işler olduğunu hatırladım.
The tragedy of modern war is that the young men die fighting each other - instead of their real enemies back home in the capitals.
Edward Abbey
Modern savaşın trajedisi genç adamların birbirleri ile -asıl düşmanlarının yurtta başkentlerde iken- savaşarak ölmeleridir.
paralyzed
paralyzed
s. kötürüm
Examples
The child was paralyzed with fear.
Çocuk korkudan felç oldu.
I heard that a paralyzed man was eaten alive by maggots.
Ben felçli bir adamın kurtçuklar tarafından canlı canlı yenildiğini duydum.
stowaway
stowaway
i. kaçak yolcu, gemiye kaçak binen yolcu
Examples
Tom was a stowaway on a ship.
Tom gemide kaçak bir yolcuydu.
blushing
blushing
s. yüzü kızaran, terbiyeli, efendi
i. kızarma
Examples
Nicholas blushed when he saw Mary naked.
Nicholas Mary’yi çıplak görünce kızardı.
At the first blush, it seems an excellent plan.
İlk bakışta harika bir plan gibi görünüyordu.
contemplate
contemplate
f. tasarlamak; niyet etmek; düşünmek; seyretmek, süzmek, dalmak
Examples He contemplated taking a trip to Paris. Paris'e bir gezi yapmayı düşündü. I'm contemplating this option. Ben bu seçeneği düşünüyorum.
breed
breed
f. doğurmak, çoğalmak, yavrulamak; yetiştirmek, beslemek; çiftleşmek, üretmek
i. cins, soy, nesil, tür
Examples What's your favorite breed of dog? Favori köpek ırkın nedir? The British captured Breed's Hill. ingilizler Breed's Hill'i ele geçirdi.
cordial
cordial
s. samimi, candan, içten; kâlbe güç veren
i. canlandırıcı ilaç, uyarıcı madde; likör, tatlı içecek
Examples
You tell your employer, if he ever wastes my time like this again, our next meeting will not be so cordial.
Patronuna söylersin, eğer bir daha zamanımı yine böyle boşa harcarsa, gelecek toplantımız böyle samimi olmayacak.
The cherry cordials are her favorites out of the whole chocolate box.
Bütün çikolata kutusunun dışında kiraz likörleri onun gözdeleridir.
drown
drown
f. boğmak, suda boğulmak, suda boğmak, bastırmak, dağıtmak
i. boğma
Examples If you go into the deep water you may drown. Derin suya girersen boğulabilirsin. He saved a little boy from drowning. Küçük bir çocuğu boğulmaktan kurtardı.
stern
stern
i. kıç, arka taraf
s. arka, sert, katı, şiddetli, inatçı, acımasız, haşin, amansız, kıç
Examples
Our greatest responsibility is not to be pencils of the past.
Robert A. M. Stern
En büyük sorumluluğumuz geçmişin kalemleri olmamaktır.
Silvia had a stern father who never praised her.
Silvia’nın onu övmeyen sert bir babası vardı.
bestow
bestow
f. vermek, bağışlamak, hediye etmek, yerine koymak
Examples
He bestowed a large amount of money on the institute.
Enstitüye büyük miktarda para bağışladı.
The college bestowed an honorary degree on him.
Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.
diversion
diversion
i. ilgisini başka tarafa çekme, dikkatini dağıtma, saptırma; şaşırtma; yanıltma; oyalama, eğlence
Examples
We need a diversion.
Bir oyalamaya ihtiyacımız var.
feeble
feeble
s. kuvvetsiz, zayıf, güçsüz, cılız, çelimsiz, eli ayağı tutmayan, çürük, kötü, hafif
Examples
To crush the feeble intellect of the unhappy old man, to force him to abjure his faith, and thus prevent him from being restored to his position in the East.
Mutsuz yaşlı adamın zayıf iradesini ezmek, onu bağlılığından vazgeçirmek ve böylece Doğudaki görevine yeniden atanmasını engellemek.
Happiness is a feeble flower.
Mutluluk kırılgan bir çiçektir.
strap him down
bağla onu
disembowel
disembowel
f. bağırsaklarını çıkarmak; içini temizlemek
vessel
vessel
i. kap, tas, damar, kanal, alet, tekne, gemi
Examples
A blood vessel burst inside his brain.
Beyninde bir kan damarı patladı.
Our best bet is to defuse the motion sensor and get this off site in a blast containment vessel before it vaporizes the block.
İddiamız, hareket sensörünü etkisiz hale getirip bu yerleşim alanını tüm blok buharlaşmadan önce çok büyük ve emin bir gemiye taşımak.
giraffe
giraffe
i. zürafa
Examples
A giraffe extends its neck to get food.
Bir zürafa yiyeceğini almak için boynunu uzatır.
Zebras and giraffes are found at a zoo.
Zebralar ve zürafalar bir hayvanat bahçesinde bulundular.
eunuch (unik)
eunuch
i. haremağası, hadım
intricacy (intrikasi)
intricacy
i. karışıklık, karmakarışıklık, anlaşılmazlık
Examples
The investigator tried to figure out the intricacies of the crime.
Dedektif suç inceliklerini anlamaya çalıştı.
ripped
ripped
s. sökülmüş
Examples
Nicholas sometimes rips off his customers.
Nicholas bazen müşterilerinden fahiş fiyat ister.
He ripped up all her letters and photos.
Tüm mektuplarını ve fotoğraflarını yırttı.
sleeve
sleeve
i. kol (giysi), yen, kol, kol düzeni, ek bileziği, zıvana
Examples The coat has sleeves and keeps me warm. Paltomun kolları uzun olduğundan beni ısıtır. His sleeve touched the greasy pan. Onun kolu yağlı tavaya dokundu.
jabber
jabber
f. hızlı konuşmak, çabuk ve anlaşılmaz konuşmak, ağzında yuvarlamak
i. hızlı konuşma
blatant
blatant
s. gürültücü, yaygaracı; bariz, besbelli olan
Examples
That’s a blatant lie.
Bu bariz bir yalan.