Umwelt Flashcards

1
Q

Das Abwasser bedroht die Umwelt, ähnlich verhält es sich bei der unkontrollierten Abfallentsorgung.

A

Atık su, çevreyi tehdit eder; benzer şekilde, kontrolsüz çöp atımı da oyledir.

📚 Türkçe Açıklamalar:
das Abwasser: Atık su

bedrohen: Tehdit etmek

ähnlich verhält es sich bei: Aynı şekilde, … ile ilgili durum da böyledir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

Deutsch:
Das Düngemittel hat den Boden stark belastet, aber die Pflanzen konnten sich schnell von den Schäden erholen; anders verhält es sich bei tropischen Pflanzen, die empfindlicher auf Chemikalien reagieren.

A

Türkisch:
Gübre toprağı ciddi şekilde yordu, fakat bitkiler zararlarından hızlıca kurtulabildi; kimyasallara daha hassas olan tropikal bitkilerde ise durum farklıdır.

Erklärungen (auf Türkisch):

das Düngemittel: Bitkilerin büyümesini teşvik etmek için toprağa eklenen madde, yani “gübre”.

sich erholen von (+dat): Bir şeyden sonra toparlanmak veya iyileşmek. Örneğin bir hastalık, stres ya da zarar gördükten sonra kendini toparlamak.

anders/ähnlich verhält es sich bei (+dat): “Bir şeyde durum farklıdır/benzerdir” anlamında kullanılır. Karşılaştırma yaparken kullanılır, örneğin: “Bu bitkilerde durum farklıdır.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

Deutsch:
Es hat sich herausgestellt, dass der Hormonhaushalt durch Stress stark beeinflusst wird, was mir noch gut in Erinnerung ist aus meinem Biologieunterricht.

A

Türkisch:
Hormon dengesi̇ni̇n stres yoluyla güçlü bir şekilde etkilendiği ortaya çıktı, bu durum biyoloji dersimden hâlâ aklımda.

Erklärungen (auf Türkisch):

der Hormonhaushalt: Vücuttaki hormonların dengesi. “Hormon dengesi” olarak çevrilir.

sich herausstellen, dass…: Bir şeyin sonradan ortaya çıkması, anlaşılması anlamına gelir. Örneğin: “Ortaya çıktı ki…”

jmdm. in Erinnerung sein: Birinin hafızasında kalmak, hatırlanmak. Örnek: “Bu bana hatırlanıyor” → “Bu hâlâ aklımda.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

Deutsch:
Der Umweltschutzverband hat grell leuchtende Plakate verwendet, um auf die Bedeutung von erneuerbarer Energie hinzuweisen – denn diese ist eine Investition in die Zukunft.

A

Türkisch:
Çevre koruma derneği, yenilenebilir enerjinin önemine dikkat çekmek için parlak şekilde ışıldayan afişler kullandı – çünkü bu, geleceğe yapılmış bir yatırımdır.

Erklärungen (auf Türkisch):

der Umweltschutzverband: Çevreyi korumayı amaçlayan dernek veya kuruluş. “Çevre koruma derneği” anlamına gelir.

grell leuchtend: Göz alıcı şekilde parlak, çok canlı ve dikkat çekici renkler/ışıklar için kullanılır. “Parlak şekilde ışıldayan” olarak çevrilebilir.

eine Investition in die Zukunft sein: Gelecek için yapılmış bir yatırım anlamındadır. Örnek: Eğitim, geleceğe yapılan bir yatırımdır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

Deutsch:
Das Waldsterben wurde lange unterschätzt und galt früher als stressbedingt, doch die Forschung dazu steckt noch immer in den Kinderschuhen.

A

Türkisch:
Orman ölümü uzun süre hafife alındı ve eskiden strese bağlı olduğu düşünülüyordu, ancak bu konudaki araştırmalar hâlâ emekleme aşamasındadır.

Erklärungen (auf Türkisch):

das Waldsterben: Ağaçların, özellikle ormanların kademeli olarak ölmesi. Genellikle çevre kirliliği, asit yağmurları ve iklim değişikliğiyle ilişkilidir. “Orman ölümü” olarak çevrilir.

stressbedingt: Stresten kaynaklanan/dolayı olan. Örneğin: “Strese bağlı hastalıklar.”

in den Kinderschuhen stecken: Hâlâ başlangıç aşamasında olmak, henüz gelişmemiş olmak. Türkçede “emekleme döneminde” ya da “daha çok yeni” anlamına gelir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

Deutsch:
Obwohl einige konservative Stimmen das Gebäude wegen seiner bunten Beleuchtung abwerten wollten, hat die Stadt Maßnahmen ergriffen, um ein Zeichen für Vielfalt zu setzen – nun leuchtet es jede Nacht in Regenbogenfarben.

A

Türkisch:
Bazı muhafazakâr çevreler binayı rengârenk aydınlatması nedeniyle küçümsemek istese de, şehir yetkilileri çeşitlilikten yana bir duruş sergilemek için önlemler aldı – şimdi bina her gece gökkuşağı renklerinde parlıyor.

Erklärungen (auf Türkisch):

etwas abwerten: Bir şeyi değersizleştirmek, küçümsemek. Örneğin: “Sanatı politik nedenlerle küçümsediler.”

Maßnahmen ergreifen: Önlem almak, harekete geçmek. Resmi ve güçlü bir ifadedir.

in Regenbogenfarben leuchten: Gökkuşağı renklerinde parlamak. Genellikle LGBTQ+ desteği veya çeşitlilik/sembolizm için kullanılır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

Deutsch:
In seiner Präsentation konnte der Experte das Thema Klimawandel klar umreißen, die wichtigsten Ursachen und Folgen benennen und betonte, dass er dem Publikum für weitere Fragen jederzeit zur Verfügung steht.

A

Türkisch:
Uzman, sunumunda iklim değişikliği konusunu net bir şekilde özetleyebildi, en önemli nedenleri ve sonuçları belirtti ve dinleyicilere başka sorular için her zaman yardımcı olabileceğini vurguladı.

Erklärungen (auf Türkisch):

ein Thema umreißen: Bir konunun ana hatlarını çizmek, özetlemek. “Konuyu genel hatlarıyla açıklamak” anlamına gelir.

Ursachen und Folgen benennen: Nedenleri ve sonuçları adlandırmak, belirtmek. Bilimsel ya da mantıksal açıklamalarda kullanılır.

jmdm. zur Verfügung stehen für (+Akk): Birine bir şey için hazır olmak, yardımcı olmak. “Sorularınız için her zaman buradayım.” gibi ifadelerle benzer anlam taşır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

Die neue Technologie hat den Nutzern nicht nur innovative Funktionen beschert, sondern ermöglicht es auch, den vollen Anspruch auf Nachhaltigkeit gerecht zu werden und das enorme Energiepotenzial in erneuerbaren Quellen zu erschließen.

A

Yeni teknoloji, kullanıcılara sadece yenilikçi özellikler sunmakla kalmadı, aynı zamanda sürdürülebilirlik konusunda tam hakkı vermeyi ve yenilenebilir kaynaklarda devasa enerji potansiyelini keşfetmeyi mümkün kıldı.

jmdm. etw. bescheren: Birine bir şey sunmak, hediye etmek. Genellikle olumlu, değerli bir şey verildiğinde kullanılır. “Bana büyük bir mutluluk hediye etti.”

einem Anspruch gerecht werden: Bir beklenti veya talebi karşılamak, hakkını vermek. “Ona olan sorumluluğumuzu yerine getirdik.”

Energiepotenziale erschließen: Enerji kaynaklarını kullanmak veya bunlardan faydalanmak, özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarından. “Rüzgar enerjisini keşfetmek.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

Da die gestalterische Freiheit des Projekts durch neue gesetzliche Vorgaben auf der Kippe stand, rief dies zahlreiche Architekten und Stadtplaner auf den Plan, die sich für den Erhalt kreativer Spielräume einsetzten.

A

Projenin tasarımsal özgürlüğü yeni yasal düzenlemeler nedeniyle tehlikeye girince, bu durum birçok mimar ve şehir plancısını harekete geçirdi; onlar yaratıcı alanların korunması için mücadele etti.

gestalterisch: Tasarımla veya yaratıcı düzenlemeyle ilgili. Özellikle mimarlık, sanat, medya gibi alanlarda kullanılır. “Tasarım açısından yaratıcı bir çözüm sundu.”

auf der Kippe stehen: Tehlikede olmak, sallantıda olmak. Bir şeyin sona erme veya kaybolma riski olduğunda kullanılır. “Proje iptal edilme tehlikesiyle karşı karşıya.”

jmdn. auf den Plan rufen: Birini harekete geçirmek, müdahale etmeye zorlamak. Genellikle beklenmedik bir gelişmeye tepki olarak. “Bu gelişme çevrecileri harekete geçirdi.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

Laut dem aktuellen Kriterienkatalog dürfen nur naturbelassene Produkte das Bio-Siegel tragen, da Unternehmen, die Raubbau an der Natur betreiben, langfristig massive Umweltschäden verursachen.

A

Güncel kriterler kataloğuna göre yalnızca doğal hâlini koruyan ürünler organik etiketi alabilir, çünkü doğaya tahrip edici şekilde zarar veren şirketler uzun vadede büyük çevre sorunlarına yol açmaktadır.

der Kriterienkatalog: Belirli bir konuda dikkate alınacak ölçütlerin (kriterlerin) listesi. Genellikle resmi ve sistematik değerlendirmelerde kullanılır.
“Değerlendirme kriterleri kataloğunda açıkça belirtilmişti.”

naturbelassen: Doğal hâlinde, işlenmemiş. Genellikle gıda, çevre ya da ürünler için kullanılır.
“Bu bal tamamen doğaldır, katkı maddesi içermez.”

Raubbau an der Natur betreiben: Doğayı sömürmek, kaynakları ölçüsüzce tüketmek.
“Ormanları aşırı kesmek, doğanın tahribatıdır.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

Die Verknappung natürlicher Ressourcen und die Tatsache, dass viele Produkte immer noch umweltaufwendig hergestellt werden, gehören längst auf die politische Tagesordnung.

A

Doğal kaynakların azalması ve birçok ürünün hâlâ çevreye zarar verecek şekilde üretilmesi, çoktan siyasi gündemin bir parçası olmalıdır.

Erklärungen (auf Türkisch):

die Verknappung: Bir şeyin azalması, kıtlaşması. Genellikle su, enerji veya kaynaklarla ilgili kullanılır.
“Su kaynaklarının azalması büyük bir sorundur.”

umweltaufwendig: Çevreye zarar verecek şekilde çok kaynak ve enerji tüketen.
“Bu üretim yöntemi çevre açısından çok maliyetli.”

auf die Tagesordnung gehören: Gündeme alınması gereken, konuşulması gereken bir konu olmak.
“Bu konu artık ciddi biçimde ele alınmalı.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

Während neue Materialien mit höherer Wärmeleitfähigkeit entwickelt werden, steht die Bauindustrie vor einem Umbruch, da traditionelle Prozesse zunehmend unberechenbar geworden sind.

A

Daha yüksek ısı iletkenliğine sahip yeni malzemeler geliştirilirken, geleneksel süreçlerin giderek öngörülemez hâle gelmesi nedeniyle inşaat sektörü büyük bir değişimin eşiğindedir.

die Wärmeleitfähigkeit: Bir malzemenin ısıyı iletme yeteneği. Özellikle fizik, mühendislik ve inşaat alanlarında kullanılır.
“Bakırın ısı iletkenliği yüksektir.”

unberechenbar: Öngörülemez, tahmin edilemez. İnsanlar veya süreçler için kullanılabilir.
“Hava durumu tamamen öngörülemezdi.”

vor einem Umbruch stehen: Büyük bir değişimin eşiğinde olmak. Ekonomik, teknolojik ya da toplumsal dönüşümler için kullanılır.
“Toplum dijitalleşme konusunda bir dönüm noktasında.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

Die Schüler tauschten sich im Unterricht über die Umweltbelastung durch Aluminiumdosen aus, die unter den Begriff „Einwegverpackungen“ fallen.

A

Öğrenciler derste alüminyum kutuların çevreye verdiği zarar hakkında fikir alışverişinde bulundular; bu kutular “tek kullanımlık ambalajlar” kavramına giriyor.

Erklärungen (auf Türkisch):

die Aluminiumdosen: Alüminyumdan yapılmış içecek veya gıda kutuları. Genellikle geri dönüştürülebilir olmalarına rağmen çevre sorunlarına yol açabilirler.
“Kola alüminyum kutularda satılır.”

sich austauschen über (+Akk): Bir konu hakkında karşılıklı fikir alışverişinde bulunmak.
“Arkadaşımla bu konuyu konuştuk ve görüşlerimizi paylaştık.”

unter einen Begriff fallen: Belirli bir kavram ya da kategoriye girmek.
“Bu ürünler ‘organik’ sınıfına giriyor.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

Die Diskussion um die Klimapolitik wird oft dadurch beeinträchtigt, dass Medien pauschal mit dem Begriff „Klimahysterie“ operieren, anstatt differenzierter zu berichten.

A

İklim politikasıyla ilgili tartışmalar, medyanın “iklim histerisi” gibi genelleyici bir kavramla hareket etmesi nedeniyle çoğu zaman olumsuz etkileniyor; oysa daha ayrıntılı bir şekilde bilgi vermeleri gerekirdi.

die Diskussion um (+Akk): Belirli bir konu hakkında süregelen tartışma veya görüş alışverişi.
“Enerji politikalarıyla ilgili tartışma devam ediyor.”

etwas beeinträchtigen: Olumsuz etkilemek, zarar vermek. Genellikle süreçleri, sağlığı ya da ilişkileri tanımlar.
“Gürültü, konsantrasyonumu olumsuz etkiliyor.”

mit einem Begriff operieren: Belirli bir kavramı kullanarak argüman oluşturmak, düşünceyi o kelime üzerinden yürütmek.
“Medya ‘göç krizi’ kavramını kullanarak algı yaratıyor.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

Immer mehr Verbraucher greifen zu Energiesparlampen, da sie in einer direkten Beziehung zur Reduzierung des Stromverbrauchs und damit zum Umweltschutz stehen.

A

Giderek daha fazla tüketici enerji tasarruflu ampullere yöneliyor, çünkü bu ampuller elektrik tüketiminin azaltılmasıyla ve dolayısıyla çevrenin korunmasıyla doğrudan ilişkilidir.

die Energiesparlampe: Daha az enerji tüketen ve çevreye daha az zarar veren ampul türü.
“Enerji tasarruflu ampuller elektrik faturasını düşürür.”

greifen zu (+Dat): Bir şeye yönelmek, tercih etmek, kullanmaya başlamak.
“Artık çoğu insan bitki bazlı sütlere yöneliyor.”

in einer Beziehung stehen zu (+Dat): Bir şeyle bağlantılı veya ilişkili olmak.
“Egzoz gazı hava kirliliğiyle doğrudan ilişkilidir.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

Als das Auto plötzlich liegen blieb, erwischte es ihn kalt – er war in Eile und hatte das nötige Ersatzteil nicht zur Hand.

A

Araba aniden bozulunca bu durum onu hazırlıksız yakaladı – acele içindeydi ve gerekli yedek parça elinde yoktu.

das Ersatzteil: Bozulan bir cihaz ya da aracın yerine takılan yedek parça.
“Arabanın fren balataları yedek parçayla değiştirildi.”

jmdn. kalt erwischen: Birini hazırlıksız yakalamak, ani ve beklenmedik bir durumda bırakmak.
“Sınav haberi bizi hazırlıksız yakaladı.”

in Eile sein: Acelesi olmak, hızlı davranmak zorunda olmak.
“İşe geç kalmamak için acele ediyordum.”

17
Q

Die belebte Natur ist durch manche menschliche Eingriffe bereits irreparabel geschädigt worden, doch einige Initiativen zum Schutz der Artenvielfalt wurden für ihren Einsatz mit einem Preis ausgezeichnet.

A

Canlı doğa, bazı insan müdahaleleri nedeniyle artık onarılamayacak şekilde zarar görmüştür; ancak biyoçeşitliliği korumaya yönelik bazı girişimler, çabaları nedeniyle ödüllendirilmiştir.

die belebte Natur: Canlı doğa; bitkiler, hayvanlar ve mikroorganizmalar gibi canlıları kapsar.
“Canlı doğanın dengesi bozulursa, ekosistem zarar görür.”

irreparabel: Onarılamaz, geri döndürülemez.
“Bazı çevresel zararlar ne yazık ki geri döndürülemezdir.”

mit einem Preis ausgezeichnet werden: Ödüllendirilmek, bir başarı ya da katkı nedeniyle ödül almak.
“Çevre projesi büyük başarısıyla ödül aldı.”

18
Q

Die Schnittstelle zwischen Mensch und Technologie entwickelt sich zunehmend organisch, weshalb Experten immer häufiger Ratschläge dazu geben, wie man diese Verbindung nachhaltig gestalten kann.

A

İnsan ile teknoloji arasındaki arayüz giderek daha organik bir şekilde gelişiyor; bu nedenle uzmanlar, bu bağlantının sürdürülebilir şekilde nasıl kurulacağı konusunda giderek daha fazla tavsiyede bulunuyorlar.

die Schnittstelle: Arayüz; iki sistem veya yapı arasında bağlantı kuran noktadır.
“Kullanıcı ile yazılım arasındaki arayüz sezgisel olmalıdır.”

organisch: Doğal, yapay olmayan şekilde gelişen; burada anlamı “doğal bir uyumla gelişen” şeklindedir.
“Organik gelişim zorlamadan, doğal yollarla olur.”

Ratschläge geben zu (+Dat): Bir konuda tavsiyede bulunmak.
“Beslenme konusunda tavsiye verdim.”

19
Q

stylisch +naturlichen Ursprungs sein + einen momen Zeit haben fur