Verben Flashcards
anwachsen auf
“Anwachsen auf” bedeutet, dass etwas in seiner Menge, Größe oder Intensität zunimmt und einen bestimmten Wert oder Umfang erreicht.
Türkçe Açıklama:
“Anwachsen auf” ifadesi, bir şeyin miktar, büyüklük veya yoğunluk açısından artarak belirli bir değere ulaşmasını ifade eder.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Die Zahl der Arbeitslosen ist im letzten Jahr auf drei Millionen angewachsen.
• İşsizlerin sayısı geçen yıl üç milyona yükseldi.
2. Das Budget für das Projekt ist auf 5 Millionen Euro angewachsen.
• Projenin bütçesi 5 milyon Euro’ya çıktı.
3. Die Spannung wuchs während der Diskussion auf ein unerträgliches Maß an.
• Tartışma sırasında gerilim dayanılmaz bir seviyeye ulaştı.
4. Die Einwohnerzahl der Stadt ist in den letzten Jahren auf eine Million angewachsen.
• Şehrin nüfusu son yıllarda bir milyona yükseldi.
5. Der Schuldenberg des Unternehmens ist auf über 10 Millionen Euro angewachsen.
• Şirketin borçları 10 milyon Euro’nun üzerine çıktı.
Diese Sätze zeigen, dass „anwachsen auf“ verwendet wird, wenn eine bestimmte Entwicklung oder Zunahme beschrieben wird, die eine spezifische Grenze oder Zahl erreicht.
dazukommen
“Dazugekommen” ist das Partizip Perfekt von “dazukommen”, was bedeutet, dass etwas oder jemand zusätzlich zu einer bereits bestehenden Gruppe, Menge oder Situation hinzukommt.
Türkçe Açıklama:
“Dazugekommen”, “dazukommen” fiilinin geçmiş zaman hali olup, bir şeye veya bir gruba sonradan eklenmek, katılmak anlamına gelir.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Zu unserer Gruppe ist ein neues Mitglied dazugekommen.
• Grubumuza yeni bir üye katıldı.
2. Während des Meetings sind noch einige Themen dazugekommen.
• Toplantı sırasında birkaç konu daha eklendi.
3. Ich bin etwas später dazugekommen, weil ich einen Termin hatte.
• Bir randevum olduğu için biraz geç katıldım.
4. Im Laufe der Zeit sind viele neue Funktionen zur App dazugekommen.
• Zaman içinde uygulamaya birçok yeni özellik eklendi.
5. Erst waren wir zu dritt, aber später sind noch zwei Leute dazugekommen.
• Başta üç kişiydik, ama sonra iki kişi daha katıldı.
Das Wort wird häufig in sozialen, beruflichen oder technischen Kontexten verwendet, um eine nachträgliche Ergänzung oder Veränderung auszudrücken.
sich erfreuen an
„Sich erfreuen an“ bedeutet, Freude oder Vergnügen an etwas zu haben. Es beschreibt, dass jemand eine Sache genießt oder sich daran erfreut.
Türkçe Açıklama:
“Sich erfreuen an”, bir şeyden keyif almak veya bir şeyden memnun olmak anlamına gelir.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Er erfreut sich an der schönen Landschaft.
• O, güzel manzaranın tadını çıkarıyor.
2. Sie erfreut sich an der Musik und tanzt dazu.
• O, müziğin keyfini çıkarıyor ve ona eşlik ederek dans ediyor.
3. Kinder erfreuen sich an kleinen Geschenken.
• Çocuklar küçük hediyelerden mutlu olur.
4. Nach dem langen Winter erfreut er sich an den ersten Sonnenstrahlen.
• Uzun kışın ardından, ilk güneş ışınlarının keyfini çıkarıyor.
5. Er erfreut sich an seiner neuen Arbeit, weil sie ihm viel Spaß macht.
• Yeni işinden keyif alıyor, çünkü ona çok eğlenceli geliyor.
Bu ifade özellikle edebi ve formel dilde daha sık kullanılır. Günlük dilde genellikle “sich freuen über” (bir şeyden dolayı sevinmek) veya “genießen” (bir şeyin tadını çıkarmak) kullanılır.
sich bemühen um
Türkçe Anlamı:
• “Çabalamak, gayret göstermek, uğraşmak”
Almanca Açıklama:
• “Sich bemühen um” ifadesi, bir şeyi elde etmek, başarmak veya iyileştirmek için çaba göstermek anlamına gelir.
• Genellikle Akkusativ (ismin -i hali) ile kullanılır.
- Bir Şeyi Elde Etmek İçin Çabalamak
Örnek:
• “Er bemüht sich um eine neue Arbeitsstelle.”
→ O, yeni bir iş için çaba gösteriyor.
• “Sie bemüht sich um bessere Noten in der Schule.”
→ O, okulda daha iyi notlar almak için uğraşıyor.
- Birisine veya Bir Şeye Özen Göstermek
Örnek:
• “Wir bemühen uns um unsere Gäste.”
→ Misafirlerimizle ilgileniyoruz.
• “Der Kellner bemühte sich um die Zufriedenheit der Kunden.”
→ Garson, müşterilerin memnuniyeti için çaba gösterdi.
- Bir Konuyu Geliştirmek İçin Çalışmak
Örnek:
• “Die Regierung bemüht sich um eine Lösung des Problems.”
→ Hükümet, sorunun çözümü için çaba gösteriyor.
• “Ich bemühe mich um eine bessere Aussprache auf Deutsch.”
→ Almanca’da daha iyi bir telaffuz için uğraşıyorum.
Zıt ve Benzer Anlamlı Kelimeler
• Benzer: “sich anstrengen” (zorlamak), “sich engagieren für” (bir şey için çaba harcamak), “versuchen” (denemek)
• Zıt: *“aufgeben” (vazgeçmek), “nachlassen” (gevş
riechen nach / to smell like
• ”… gibi kokmak”, “… kokusu çıkmak”
Almanca Açıklama:
• “Riechen nach” ifadesi, bir nesnenin veya ortamın hangi kokuya sahip olduğunu belirtmek için kullanılır.
• Esasen “riechen” (kokmak) fiilinin üzerine “nach” edatı eklenerek, koku kaynağını veya benzetme yapılan unsuru ifade eder.
• Örneğin, “Die Blume riecht nach Rosen.” demek, çiçeğin gül kokusu çıkardığı anlamına gelir.
İngilizce Karşılığı:
• “To smell like”
Zıt Anlamlıları:
• “nicht riechen” (koku yaymamak)
• “geruchlos sein” (kokusuz olmak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “duften” (hoş koku yaymak, genellikle olumlu anlamda)
1. “Die Blume riecht nach Rosen.” Türkçe: “Çiçek güller gibi kokuyor.” 2. “Die Küche riecht nach frisch gebackenem Brot.” Türkçe: “Mutfak taze pişmiş ekmek gibi kokuyor.” 3. “Der Raum riecht nach frischem Kaffee.” Türkçe: “Oda taze kahve gibi kokuyor.” 4. “Der Motor riecht nach verbranntem Öl.” Türkçe: “Motor yanık yağ gibi kokuyor.” 5. “Nach dem Regen riecht die Luft wunderbar.” Türkçe: “Yağmurdan sonra hava harika kokuyor.”
duften / to smell good
• “Hoş kokmak”, “güzel koku yaymak”
(Bir şeyin hoş ve çekici bir kokuya sahip olduğunu ifade eder.)
Almanca Açıklama:
• “Duften” fiili, genellikle hoş bir koku yayma eylemini tanımlar.
• Bu fiil, nesnelerin, bitkilerin, parfümlerin veya yiyeceklerin hoş koku salması durumunda kullanılır.
• Not: “Duften” genellikle olumlu anlamda, hoş ve çekici kokular için tercih edilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To smell good”, “to give off a pleasant fragrance”
Zıt Anlamlıları:
• “Stinken” (kokmak, kötü koku yaymak)
• “Übelriechen” (hoş olmayan koku yaymak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Angenehm duften” (hoş kokmak)
• “Wohlriechend sein” (güzel koku salmak)
B2 Düzeyinde Almanca Örnekler:
1. “Das Parfüm duftet wunderbar.”
(Türkçe: Parfüm harika kokuyor.)
2. “Frische Blumen duften im ganzen Raum.”
(Türkçe: Taze çiçekler tüm odaya hoş koku yayıyor.)
3. “Die Küche duftet nach frisch gebackenem Brot.”
(Türkçe: Mutfak, taze pişmiş ekmek gibi hoş kokuyor.)
4. “Der Garten duftet im Sommer besonders intensiv.”
(Türkçe: Bahçe, yazın özellikle yoğun bir şekilde hoş kokuyor.)
5. “Nach dem Regen duftet die Luft besonders frisch.”
(Türkçe: Yağmurdan sonra hava özellikle ferah kokuyor.)
sich befassen mit
“Sich befassen mit” bedeutet, sich intensiv mit einem Thema, einer Aufgabe oder einer Angelegenheit zu beschäftigen oder sich damit auseinanderzusetzen. Es beschreibt den Prozess, sich mit etwas zu beschäftigen, zu studieren oder zu analysieren.
Türkçe Açıklama:
“Sich befassen mit” bir konu, görev veya mesele ile ilgilenmek, üzerine yoğunlaşmak anlamına gelir. Bir şeyle meşgul olmak, araştırmak ya da incelemek anlamında kullanılır.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Ich befasse mich derzeit mit einem neuen Projekt.
• Şu anda yeni bir projeyle ilgileniyorum.
2. Wir müssen uns mit den Auswirkungen dieser Entscheidung befassen.
• Bu kararın etkileriyle ilgilenmemiz gerekiyor.
3. Er befasst sich schon lange mit der Geschichte des alten Rom.
• O, uzun zamandır eski Roma tarihiyle ilgileniyor.
4. Die Forscher befassen sich mit der Entwicklung neuer Technologien.
• Araştırmacılar, yeni teknolojilerin geliştirilmesiyle ilgileniyorlar.
5. Sie befasst sich mit der Lösung des Problems.
• O, problemin çözümüyle meşgul oluyor.
In diesen Sätzen wird “sich befassen mit” verwendet, um zu zeigen, dass jemand seine Zeit oder Energie einer bestimmten Aufgabe oder einem Thema widmet.
sich begeben
“Sich begeben” bedeutet, sich an einen bestimmten Ort zu bewegen oder zu einem bestimmten Ziel zu gehen. Es wird oft verwendet, um anzuzeigen, dass jemand absichtlich einen Ort aufsucht oder an einen bestimmten Platz geht.
Türkçe Açıklama:
“Sich begeben” ifadesi, belirli bir yere gitmek veya bir hedefe yönelmek anlamına gelir. Bir kişinin bir yere gitmek için hareket etmesi veya bir yere ulaşmak amacıyla oraya yönelmesi ifade edilir.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Er begab sich zur Tür, um den Brief abzuholen.
• Kapıya gitmek için hareket etti, mektubu almak amacıyla.
2. Wir begaben uns in den Park, um spazieren zu gehen.
• Yürüyüş yapmak için parka gittik.
3. Sie begab sich sofort ins Krankenhaus, nachdem sie den Anruf erhalten hatte.
• Aramayı aldıktan sonra hemen hastaneye gitti.
4. Nach der Besprechung begab er sich in sein Büro.
• Toplantıdan sonra ofisine gitti.
5. Die Touristen begaben sich zu den Sehenswürdigkeiten der Stadt.
• Turistler, şehrin turistik yerlerine yöneldi.
In diesen Beispielen drückt “sich begeben” eine bewusste und gezielte Bewegung zu einem bestimmten Ort aus. Es wird oft in formelleren Kontexten verwendet, um eine Handlung zu beschreiben, bei der jemand absichtlich an einen Zielort geht.
anregen zu
“Anregen zu” bedeutet, jemanden zu einer Handlung oder einem Gedanken anzuregen oder zu motivieren. Es beschreibt den Prozess, in dem jemandem eine Idee oder ein Impuls gegeben wird, etwas zu tun oder zu überdenken.
Türkçe Açıklama: Teşvik etmek
“Anregen zu” birini bir eylemi yapmaya veya bir düşünceyi benimsemeye teşvik etmek anlamına gelir. Birine bir fikir veya harekete geçmesi için bir dürtü sağlama sürecini ifade eder.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Der Vortrag regte die Teilnehmer zu einer tiefgründigen Diskussion an.
• Konuşma, katılımcıları derinlemesine bir tartışmaya teşvik etti.
2. Seine Worte haben mich zu einem neuen Projekt angeregt.
• Sözleri, beni yeni bir projeye teşvik etti.
3. Das Buch regt zum Nachdenken über die Zukunft der Gesellschaft an.
• Kitap, toplumun geleceği hakkında düşünmeye teşvik ediyor.
4. Der Film hat viele Zuschauer zu einem gesünderen Lebensstil angeregt.
• Film, birçok izleyiciyi daha sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemeye teşvik etti.
5. Die Diskussion hat die Schüler dazu angeregt, mehr über Umweltschutz zu lernen.
• Tartışma, öğrencileri çevre koruma hakkında daha fazla şey öğrenmeye teşvik etti.
In diesen Beispielen sehen wir, wie „anregen zu“ verwendet wird, um eine Art von Motivation oder Inspiration auszudrücken, die jemanden dazu bringt, etwas zu tun oder zu denken.
beurteilen
“Beurteilen” bedeutet, eine Meinung oder ein Urteil über etwas oder jemanden zu bilden, basierend auf einer Bewertung oder Analyse. Es kann auch bedeuten, zu entscheiden, wie gut oder schlecht etwas ist.
Türkçe Açıklama:
“Beurteilen”, bir şeyin veya birinin üzerine düşünerek, değerlendirme yaparak bir görüş veya karar oluşturmak anlamına gelir. Aynı zamanda bir şeyin iyi veya kötü olduğuna karar vermek anlamında da kullanılır.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Es ist schwierig, die Qualität des Produkts zu beurteilen.
• Ürünün kalitesini değerlendirmek zor.
2. Die Jury wird die Leistung der Teilnehmer beurteilen.
• Jüri, katılımcıların performansını değerlendirecek.
3. Man kann das Verhalten einer Person nicht nur aufgrund von Gerüchten beurteilen.
• Bir kişinin davranışını sadece dedikodulara dayanarak değerlendiremezsiniz.
4. Er konnte die Situation schnell und richtig beurteilen.
• Durumu hızlı ve doğru bir şekilde değerlendirebildi.
5. Die Experten werden den Schaden an der Brücke beurteilen.
• Uzmanlar, köprünün hasarını değerlendirecek.
In diesen Beispielen wird „beurteilen“ verwendet, um auszudrücken, dass etwas (sei es eine Leistung, Situation oder Qualität) bewertet, analysiert und eine Entscheidung oder Meinung darüber gebildet wird.
verurteilen zu
• “Birine (bir cezaya) mahkûm etmek”, “hüküm vermek”
(Bir kişiye belirli bir ceza veya yaptırım uygulamak anlamında kullanılır.)
Almanca Açıklama:
• “Verurteilen zu” ifadesi, bir kişinin suç işlemesi sonucu bir cezaya mahkûm edilmesi anlamında kullanılır. Genellikle bir mahkeme kararını ya da yargı sürecini ifade eder ve ceza ile bağlantılıdır.
• Bu kalıp, bir kişinin suçlu bulunup, belirli bir cezaya çarptırılmasını anlatırken kullanılır.
İngilizce Karşılığı:
• “To sentence to”, “to condemn to”, “to convict to”
Zıt Anlamlıları:
• “Freisprechen” (beraat etmek, suçsuz bulunmak)
• “Befreien” (serbest bırakmak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Verurteilen” (mahkûm etmek, yargılamak)
• “Aburteilen” (birine ceza vermek)
1. “Der Angeklagte wurde zu zehn Jahren Gefängnis verurteilt.” (Türkçe: Sanık, on yıl hapis cezasına mahkûm edildi.) 2. “Er wurde zu einer Geldstrafe verurteilt, weil er betrogen hatte.” (Türkçe: Aldatmak suçundan dolayı para cezasına mahkûm edildi.) 3. “Die Richterin verurteilte den Dieb zu einer Haftstrafe.” (Türkçe: Hakim, hırsızı hapis cezasına mahkûm etti.) 4. “Er wurde zu einer lebenslangen Haftstrafe verurteilt.” (Türkçe: O, müebbet hapis cezasına mahkûm edildi.) 5. “Im Gerichtssaal wurde er zu 20 Jahren Gefängnis verurteilt.” (Türkçe: Mahkeme salonunda 20 yıl hapis cezasına mahkûm edildi.)"
nachgeben
• “Boyun eğmek”, “geri adım atmak”, “teslim olmak”
(Bir kişi veya durum karşısında geri çekilmek, direncini kaybetmek, ya da isteğe uygun hareket etmek.)
Almanca Açıklama:
• “Nachgeben” fiili, bir kişinin baskı, ısrar veya zorlama karşısında geri adım atması veya bir isteğe boyun eğmesi anlamına gelir. Bu, çoğu zaman bir çatışma ya da anlaşmazlık sırasında ortaya çıkar.
• “Nachgeben”, karşı tarafın isteklerine veya taleplerine boyun eğmek şeklinde bir anlam taşır. Aynı zamanda dayanma gücünün tükenmesi veya baskılara karşı teslimiyet olarak da kullanılabilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To give in”, “to yield”, “to surrender”
Zıt Anlamlıları:
• “Durchhalten” (dayanmak)
• “Widerstehen” (karşı koymak, direnmek)
• “Standhalten” (direnmek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Nachlassen” (gevşemek, azalma göstermek)
• “Kapitulieren” (teslim olmak)
• “Einschränken” (sınırlamak, kısıtlamak)
1. “Er gab nach, als sie ihn bat, die Entscheidung zu ändern.” (Türkçe: O, kararını değiştirmesi için onu rica ettiğinde boyun eğdi.) 2. “Sie gab unter dem Druck der Argumente nach und stimmte zu.” (Türkçe: Argümanların baskısı altında geri adım attı ve kabul etti.) 3. “Er wollte nicht nachgeben, aber schließlich tat er es.” (Türkçe: Boyun eğmek istemedi, ama sonunda yaptı.) 4. “Die Regierung gab dem internationalen Druck nach und änderte die Gesetzgebung.” (Türkçe: Hükümet, uluslararası baskılara boyun eğdi ve yasayı değiştirdi.) 5. “Wir dürfen nicht immer nachgeben, auch wenn die Forderungen schwer zu erfüllen sind.” (Türkçe: Her zaman boyun eğmemeliyiz, talepler yerine getirilmesi zor olsa bile.)
begleiten / to accompany
• “Eşlik etmek”, “yol arkadaşı olmak”, “beraber gitmek”
Almanca Açıklama:
• “Begleiten” fiili, bir kişiye veya bir olaya eşlik etmek anlamına gelir. Bu, fiziksel olarak bir kişiye yolculuk yapma, bir etkinlikte yanında olma veya bir durumu gözlemleme gibi anlamlar taşır. Ayrıca, birine duygusal destek sağlamak da bu fiilin anlamları arasındadır.
• “Begleiten”, bir kişiyi bir yere yolculuk yaparken eşlik etmek ya da bir etkinlikte ona katılmak anlamında kullanılır.
İngilizce Karşılığı:
• “To accompany”, “to escort”, “to attend”
Zıt Anlamlıları:
• “Verlassen” (terk etmek)
• “Abschied nehmen” (vedalaşmak)
• “Allein lassen” (yalnız bırakmak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Mitkommen” (beraber gitmek)
• “Unterstützen” (destek olmak)
• “Helfen” (yardım etmek)
1. “Ich werde dich zum Bahnhof begleiten.” (Türkçe: Seni istasyona kadar eşlik edeceğim.) 2. “Sie begleitete ihn auf seiner Reise nach Paris.” (Türkçe: O, Paris’e yaptığı yolculukta ona eşlik etti.) 3. “Der Lehrer begleitete die Schüler während des Ausflugs.” (Türkçe: Öğretmen, gezi sırasında öğrencilere eşlik etti.) 4. “Ich werde dich zu deiner Wohnung begleiten, damit du sicher ankommst.” (Türkçe: Seni evine kadar eşlik edeceğim, böylece güvenli bir şekilde varırsın.) 5. “Die Musik begleitete die ganze Feier und schuf eine festliche Atmosphäre.” (Türkçe: Müzik tüm kutlamaya eşlik etti ve şenlikli bir atmosfer yarattı.)
erwähnen / to mention/ refer to
• “Bahsetmek”, “söylemek”, “anmak”
Almanca Açıklama:
• “Erwähne”, “erwähnen” fiilinin 1. tekil halidir ve bir konuda kısaca bahsetmek veya söylemek anlamına gelir. Bir konuya ya da kişiye ilişkin kısa bir referans yapmak ya da dikkate değer bir noktayı belirtmek için kullanılır.
• Genellikle bir konuşma, yazı ya da açıklama sırasında, doğrudan detay vermeden ya da uzun uzadıya tartışmadan, bir şeyi yüzeysel olarak dile getirmek için kullanılır.
İngilizce Karşılığı:
• “To mention”, “to refer to”, “to bring up”
Zıt Anlamlıları:
• “Ignorieren” (göz ardı etmek)
• “Verschweigen” (gizlemek)
• “Übersehen” (görmezden gelmek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Nennen” (adlandırmak)
• “Anmerken” (belirtmek)
• “Hinzufügen” (eklemek)
1. “Erwähne bitte die wichtigsten Punkte in deinem Bericht.” (Türkçe: Lütfen raporunda en önemli noktaları bahset.) 2. “Ich möchte in diesem Zusammenhang den Umweltschutz erwähnen.” (Türkçe: Bu bağlamda çevre korumayı anmak istiyorum.) 3. “Sie erwähnte in ihrem Vortrag, dass die Forschungsergebnisse bald veröffentlicht werden.” (Türkçe: Konuşmasında, araştırma sonuçlarının yakında yayımlanacağını belirtti.) 4. “Du hast die Schwierigkeiten nicht erwähnt, die während des Projekts aufgetreten sind.” (Türkçe: Proje sırasında ortaya çıkan zorluklardan bahsetmedin.) 5. “Erwähne bei der Besprechung auch die neuen Vorschriften.” (Türkçe: Toplantıda yeni düzenlemeleri de an.)
betrachten
• “Dikkatlice bakmak”, “incelemek”, “değerlendirmek”, “olarak görmek”
Almanca Açıklama:
• “Betrachten” fiili, bir şeye dikkatlice bakmak, onu gözlemlemek veya değerlendirmek anlamına gelir.
• Soyut anlamda da kullanılarak bir durumu veya kişiyi belli bir şekilde görmek ya da algılamak anlamında kullanılabilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To observe”, “to consider”, “to regard”, “to view”
Zıt Anlamlıları:
• “Übersehen” (görmezden gelmek)
• “Ignorieren” (önemsememek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Ansehen” (bakmak, görmek)
• “Begutachten” (değerlendirmek)
• “Wahrnehmen” (algılamak, fark etmek)
1. “Er betrachtet das Gemälde mit großem Interesse.” (Türkçe: Resme büyük bir ilgiyle bakıyor.) 2. “Ich betrachte ihn als meinen besten Freund.” (Türkçe: Onu en iyi arkadaşım olarak görüyorum.) 3. “Das Problem muss aus verschiedenen Perspektiven betrachtet werden.” (Türkçe: Sorun farklı perspektiflerden ele alınmalıdır.) 4. “Sie betrachtete die Stadt vom höchsten Punkt des Turms.” (Türkçe: Şehri kulenin en yüksek noktasından gözlemledi.) 5. “Viele Menschen betrachten Klimawandel als eine ernsthafte Bedrohung.” (Türkçe: Birçok insan iklim değişikliğini ciddi bir tehdit olarak görüyor.)
bestimmen /to determine/to decide
• “Belirlemek”, “karar vermek”, “tayin etmek”, “saptamak”
Almanca Açıklama:
• “Bestimmen” fiili, bir şeyi belirlemek, kararlaştırmak veya tanımlamak anlamına gelir.
• Ayrıca bir şey üzerinde yetkiye sahip olmak, yani hükmetmek, karar vermek ya da bir şeyin nasıl olacağını tayin etmek anlamlarında da kullanılır.
• Bilimsel veya teknik bağlamlarda, bir değeri veya özelliği saptamak anlamına da gelebilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To determine”, “to decide”, “to define”, “to govern”
Zıt Anlamlıları:
• “Unbestimmt lassen” (belirsiz bırakmak)
• “Sich nicht festlegen” (karar vermemek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Festlegen” (kararlaştırmak, belirlemek)
• “Entscheiden” (karar vermek)
• “Ermitteln” (saptamak, tespit etmek)
1. “Die Regierung bestimmt die neuen Regeln für den Arbeitsmarkt.” (Türkçe: Hükümet, iş piyasası için yeni kuralları belirliyor.) 2. “Jeder Mensch sollte selbst über sein Leben bestimmen können.” (Türkçe: Her insan, kendi hayatı hakkında karar verebilmelidir.) 3. “Der Preis wird durch Angebot und Nachfrage bestimmt.” (Türkçe: Fiyat, arz ve talep tarafından belirlenir.) 4. “Er hat selbst bestimmt, welchen Beruf er ergreifen möchte.” (Türkçe: Hangi mesleği yapmak istediğine kendisi karar verdi.) 5. “Die Wissenschaftler haben die genaue Zusammensetzung des Materials bestimmt.” (Türkçe: Bilim insanları, malzemenin tam bileşimini saptadı.)
anlachen
• ”(Birine) gülümsemek”, “gülerek bakmak”
• “Flörtöz veya arkadaşça bir şekilde gülümsemek”
Almanca Açıklama:
• “Anlachen” fiili, bir kişiye gülümseyerek bakmayı ifade eder.
• Genellikle olumlu bir anlam taşır ve birine sıcak, dostane veya çekici bir şekilde gülümsemek için kullanılır.
• Bazen, flörtöz veya eğlenceli bir anlamda da kullanılabilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To smile at (someone)”, “to give (someone) a friendly smile”
Zıt Anlamlıları:
• “Böse anschauen” (kızgın bakmak)
• “Ignorieren” (görmezden gelmek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Anlächeln” (gülümsemek)
• “Freundlich anschauen” (dostça bakmak)
1. “Das Baby hat mich plötzlich angelacht.” (Türkçe: Bebek bana aniden gülümsedi.) 2. “Er hat sie im Café angelacht, und sie hat zurückgelächelt.” (Türkçe: O, kafede ona gülümsedi ve o da geri gülümsedi.) 3. “Wenn mich jemand anlacht, fühle ich mich sofort besser.” (Türkçe: Biri bana gülümsediğinde hemen daha iyi hissediyorum.) 4. “Sie hat den Kellner freundlich angelacht, als sie bestellt hat.” (Türkçe: Sipariş verirken garsona dostça gülümsedi.) 5. “Er wurde rot, als ihn das hübsche Mädchen angelacht hat.” (Türkçe: Güzel kız ona gülümsediğinde kızardı.)
auslachen
“
• “Alay etmek”, “gülerek dalga geçmek”, “biriyle alaycı bir şekilde gülmek”
Almanca Açıklama:
• “Auslachen” fiili, bir kişiye veya duruma alaycı bir şekilde gülmeyi, onunla dalga geçmeyi ifade eder.
• Negatif bir anlam taşır ve genellikle birinin hatası, görünüşü veya davranışı yüzünden onunla alay edilmesini anlatır.
• Bir kişi topluluk içinde küçük düşürülüyorsa, bu fiil sıklıkla kullanılır.
İngilizce Karşılığı:
• “To laugh at (someone)”, “to mock (someone)”, “to ridicule”
Zıt Anlamlıları:
• “Mitlachen” (biriyle birlikte gülmek)
• “Bewundern” (hayran olmak)
• “Ernst nehmen” (ciddiye almak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Verspotten” (alay etmek, dalga geçmek)
• “Sich lustig machen über” (biriyle dalga geçmek)
1. “Die Kinder haben ihn wegen seiner Brille ausgelacht.” (Türkçe: Çocuklar, gözlüğü yüzünden onunla dalga geçtiler.) 2. “Niemand mag es, ausgelacht zu werden.” (Türkçe: Kimse alay edilmekten hoşlanmaz.) 3. “Er wurde von der ganzen Klasse ausgelacht, weil er die Antwort nicht wusste.” (Türkçe: Cevabı bilmediği için bütün sınıf onunla alay etti.) 4. “Lach mich nicht aus, wenn ich einen Fehler mache!” (Türkçe: Hata yaparsam benimle dalga geçme!) 5. “Sie fühlte sich gedemütigt, als ihre Kollegen sie ausgelacht haben.” (Türkçe: İş arkadaşları onunla alay edince kendini küçük düşmüş hissetti.)
nennen
• “Adlandırmak”, “isim vermek”, “bahsetmek”, “söylemek”
Almanca Açıklama:
• “Nennen” fiili, bir kişiye, nesneye ya da kavrama bir isim vermek, belirli bir isimle anmak veya bahsetmek anlamında kullanılır.
• Bu fiil, bir şeyi tanımlarken ya da açıklarken kullanılır. Örneğin, birinin adını söylemek veya bir nesneyi belirli bir adla çağırmak için “nennen” kullanılır.
• Ayrıca, “nennen” bazen “belirtmek” veya “listelemek” anlamında da kullanılabilir; örneğin, “Liste der Probleme” ifadesinde “problemleri saymak” anlamında kullanılabilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To name”, “to call”, “to mention”
Zıt Anlamlıları:
• “Verschweigen” (gizlemek, söylememek)
• “Nicht erwähnen” (bahsetmemek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Benennen” (özellikle isim vermek anlamında)
• “Erwähnen” (kısaca bahsetmek, anmak)
1. “Er nennt seinen Sohn Max.” (Türkçe: O, oğluna Max adını veriyor.) 2. “Kannst du mir bitte einen guten Film nennen?” (Türkçe: Bana iyi bir film söyleyebilir misin?) 3. “Im Vortrag wurden viele wichtige Punkte genannt.” (Türkçe: Sunumda pek çok önemli nokta belirtildi.) 4. “Wir nennen ihn unseren Helden, weil er immer hilft.” (Türkçe: Onu, her zaman yardım ettiği için kahramanımız diyoruz.) 5. “Nenne bitte die Gründe für deine Entscheidung.” (Türkçe: Lütfen kararının nedenlerini belirt.)
angehen
• “Ele almak”, “yaklaşmak”, “mücadele etmek” (örneğin, bir sorunu ele almak veya bir konuyu tartışmaya açmak)
• “Başlamak” (örneğin, bir makine veya ışığın çalışmaya başlaması: “das Licht geht an”)
• “İlgilenmek” veya “konu olmak” (örneğin, “Das geht dich nichts an.” – “Bu, seni ilgilendirmez.”)
Almanca Açıklama:
• “Angehen” bir ayrılabilir fiildir ve bağlama göre farklı anlamlar kazanabilir:
• Bir sorunu veya konuyu ele almak:
Örneğin, “Wir müssen das Problem endlich angehen.”
Bu kullanım, bir meseleyle yüzleşmek ve çözüm yolları aramak anlamına gelir.
• Bir şeyin başlaması veya aktif hale gelmesi:
Örneğin, “Das Licht geht an.”
Bu anlamda, bir cihazın çalışmaya başlaması veya bir mekanizmanın devreye girmesi kastedilir.
• “Birini veya bir şeyi ilgilendirmek”:
Örneğin, “Das geht dich nichts an.”
Bu kullanım, “bu senin işin değil” veya “bu seni ilgilendirmez” anlamında kullanılır.
İngilizce Karşılığı:
• “To tackle”, “to approach” (bir sorunu ele almak anlamında)
• “To turn on” (bir şeyin başlaması anlamında)
• “To concern” (ilgilenmek, konu olmak)
Zıt Anlamlıları:
• “Vernachlässigen” (ihmal etmek, ele almamak) – özellikle bir sorunu görmezden gelmek anlamında.
• “Nicht angehen” (bir konuyu tartışmaya açmamak, önemsememek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “In Angriff nehmen” (bir işi veya problemi almaya başlamak, girişmek)
• “Anpacken” (aktif şekilde bir sorunu çözmek veya işe koyulmak)
1. “Wir müssen dieses Problem bald angehen, bevor es schlimmer wird.” (Türkçe: Bu sorunu daha da kötüleşmeden yakında ele almalıyız.) 2. “Wie wollen wir das Thema in unserem Meeting angehen?” (Türkçe: Toplantımızda bu konuyu nasıl tartışmaya açacağız?) 3. “Das Licht geht automatisch an, wenn man den Raum betritt.” (Türkçe: Odaya girildiğinde ışık otomatik olarak yanar.) 4. “Diese Entscheidung geht dich nichts an!” (Türkçe: Bu karar seni ilgilendirmez!) 5. “Er packt die Herausforderung mutig an und sucht nach Lösungen.” (Türkçe: O, zorlukla cesurca mücadele ediyor ve çözümler arıyor.)
Bu şekilde, “angehen” fiili hem somut anlamda (bir şeyin başlaması veya çalışmaya başlaması) hem de soyut anlamda (bir problemi ele almak veya bir konuyu tartışmaya açmak) kullanılabilir.
anhören
• “Dinlemek”, “kulak vermek”
(Özellikle bir ses kaynağını, müziği, konuşmayı veya diğer sesli içerikleri dikkatlice dinlemek.)
Almanca Açıklama:
• “Anhören” fiili, aktif olarak bir şeyin sesini dinlemek anlamına gelir.
• Genellikle bir şeye dikkatlice kulak vermek, onun içeriğini veya detaylarını anlamaya çalışmak için kullanılır.
• Çoğu zaman refleksif olarak kullanılır; örneğin, “Ich habe mir das neue Album angehört.” (Yeni albümü dinledim.)
• “Anhören” fiili, özellikle müzik, konuşma, sesli kitap veya diğer ses kaynaklarının dinlenmesinde tercih edilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To listen to”
Zıt Anlamlıları:
• “Nicht anhören” (dinlememek)
• “Überhören” (bilerek duymamak, görmezden gelmek)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Zuhören” (özellikle dikkatlice dinlemek)
• “Hinhören” (kulak vermek)
1. “Ich habe mir gestern das neue Album angehört.” (Türkçe: Dün yeni albümü dinledim.) 2. “Hast du dir schon die Rede angehört?” (Türkçe: Konuşmayı dinledin mi?) 3. “Er hört sich immer Podcasts an, wenn er unterwegs ist.” (Türkçe: O, dışarıdayken her zaman podcast dinler.) 4. “Wir sollten uns mal wieder die Nachrichten anhören.” (Türkçe: Bir kez daha haberleri dinlemeliyiz.) 5. “Sie hat sich stundenlang das Hörbuch angehört.” (Türkçe: O, saatlerce sesli kitabı dinledi.)
abfragen
• “Sorgulamak”, “bilgi almak”, “veri çekmek”
(Örneğin; bir veritabanından bilgi çekmek veya bir kişiden bilgi istemek anlamında kullanılır.)
Almanca Açıklama:
• “Abfragen” fiili, genellikle bilgi veya verileri talep etmek, sorgulamak anlamına gelir.
• Teknolojik bağlamda, veritabanından verileri çekmek için kullanılır.
• Ayrıca sınavlarda veya günlük hayatta, bir konu hakkında bilgi istemek, durumu kontrol etmek için de kullanılabilir.
• Bu fiil ayrılabilir bir fiildir; örneğin: “Ich frage die Daten ab.” (Verileri sorguluyorum.)
İngilizce Karşılığı:
• “To query”, “to fetch data”, “to ask for information”
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Erfragen” (bilgi istemek)
• “Nachfragen” (tekrar sormak, netleştirmek)
1. “Der Administrator kann die Benutzerdaten aus der Datenbank abfragen.” (Türkçe: Yönetici, veritabanından kullanıcı verilerini sorgulayabilir.) 2. “Ich werde den aktuellen Status der Lieferung abfragen.” (Türkçe: Teslimatın mevcut durumunu sorgulayacağım.) 3. “Im Test wurden den Schülern verschiedene Fragen abgefragt.” (Türkçe: Sınavda öğrencilere çeşitli sorular soruldu.) 4. “Die Software ist in der Lage, automatisch Informationen aus dem System abzufragen.” (Türkçe: Yazılım, sistemden otomatik olarak bilgi çekebiliyor.) 5. “Bitte fragen Sie bei der IT-Abteilung nach, ob der Server ordnungsgemäß funktioniert.” (Türkçe: Lütfen, sunucunun düzgün çalışıp çalışmadığını IT departmanına sorarak kontrol edin.)
*schreien
*anschreien
schreien • “Bağırmak”, “çığlık atmak”
anschreien - birine bağırmak
(Genellikle yüksek sesle, güçlü duyguların ifadesi olarak yapılan ses çıkarma eylemi)
Bu iki fiil arasındaki temel fark, “schreien” genel bir bağırma eylemini, duygusal bir tepkiyi ifade ederken, “anschreien” ise özellikle bir kişiye yönelik, genellikle olumsuz ve sert bir tepkidir.
Almanca Açıklama:
• “Schreien” fiili, yüksek sesle konuşmak veya seslenmek anlamına gelir.
• Bu eylem, korku, sevinç, acı, öfke veya heyecan gibi yoğun duyguların ifadesi olarak ortaya çıkabilir.
• Fiil, duygusal bir tepkiyi ya da ani bir durum karşısında oluşan ses yükseltmeyi tanımlar.
İngilizce Karşılığı:
• “To scream”, “to shout”
Zıt Anlamlıları:
• “Flüstern” (fısıldamak)
• “leise sprechen” (sessiz konuşmak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Brüllen” (kükremek, çok sert bağırmak) – daha aşırı durumlar için
1. “Das Kind begann laut zu schreien, als es stürzte.” (Türkçe: Çocuk düştüğünde yüksek sesle bağırmaya başladı.) 2. “Bei dem Unfall hat sie vor Schmerz geschrien.” (Türkçe: Kaza sırasında acıdan çığlık attı.) 3. “Er musste schreien, um gehört zu werden.” (Türkçe: Duyulabilmek için bağırmak zorunda kaldı.)
- Anschreien
Türkçe Anlamı:
• “Birine bağırmak”, “birini yüksek sesle eleştirmek”
(Kastederek, özellikle kızgınlık veya öfke nedeniyle bir kişiye yüksek sesle hitap etmek)
Almanca Açıklama:
• “Anschreien” fiili, bir kişiye yönelik olarak bağırmak anlamına gelir.
• Bu kullanım, genellikle öfke, hayal kırıklığı veya sert bir uyarı ifade etmek amacıyla, karşıdaki kişiyi zor durumda bırakacak şekilde ses yükseltmeyi tanımlar.
• “Anschreien”, sözcüğün “an-” ön ekiyle, eylemin belirli bir kişiye yöneldiğini vurgular.
İngilizce Karşılığı:
• “To shout at (someone)”, “to yell at (someone)”
Zıt Anlamlıları:
• “Beruhigen” (sakinleştirmek)
• “Freundlich ansprechen” (nazikçe konuşmak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Anpöbeln” (alaycı veya sert bir şekilde eleştirmek) – daha olumsuz bir çağrışımı vardır
1. “Der Lehrer hat den Schüler angeschrien, weil er wieder unaufmerksam war.” (Türkçe: Öğretmen, öğrencinin yine dikkatsiz olması yüzünden ona bağırdı.) 2. “Sie wurde von ihrem Chef angeschrien, als sie den Fehler machte.” (Türkçe: Hatasını yaptığında patronu tarafından yüksek sesle eleştirildi.) 3. “Anstatt ihn zu unterstützen, hat sie ihn angeschrien.” (Türkçe: Onu desteklemek yerine ona bağırdı.)
Bu iki fiil arasındaki temel fark, “schreien” genel bir bağırma eylemini, duygusal bir tepkiyi ifade ederken, “anschreien” ise özellikle bir kişiye yönelik, genellikle olumsuz ve sert bir tepkidir.
*arbeiten ->to work
*bearbeiten -> to edit, to process, to work on
• “Arbeiten” genel anlamda çalışmak, emek harcamak demektir.
• “Bearbeiten” ise üzerinde çalışmak, düzenlemek, detaylandırmak anlamında kullanılır.
Bu iki fiil, temelde birbirleriyle bağlantılıdır; ancak “bearbeiten” daha spesifik, düzenleme ve iyileştirme anlamını vurgular.
Arbeiten • “Çalışmak”, “iş yapmak” (Genellikle bir iş yerinde, projede ya da belirli bir amaç için emek harcamak anlamında kullanılır.)
Almanca Açıklama:
• “Arbeiten” temel anlamıyla fiziksel veya zihinsel emek sarf etmek anlamına gelir.
• Hem genel anlamda meslek hayatı içinde çalışmak, hem de ev işleri, proje üzerinde uğraşmak gibi durumlarda kullanılır.
• Örneğin, “Ich arbeite in einem Büro.” ifadesi, “Ben bir ofiste çalışıyorum” anlamındadır.
İngilizce Karşılığı:
• “To work”
1. “Ich arbeite jeden Tag von 9 bis 17 Uhr.” (Türkçe: Her gün 9’dan 17’ye kadar çalışıyorum.) 2. “Er arbeitet als Ingenieur in einem großen Unternehmen.” (Türkçe: O, büyük bir şirkette mühendis olarak çalışıyor.) 3. “Wir arbeiten gemeinsam an diesem Projekt.” (Türkçe: Bu proje üzerinde birlikte çalışıyoruz.) 4. “Sie arbeitet hart, um ihre Ziele zu erreichen.” (Türkçe: Hedeflerine ulaşmak için çok çalışıyor.) 5. “Nach der Schule muss ich noch Hausaufgaben machen und arbeiten.” (Türkçe: Okuldan sonra ödevlerimi yapmak ve çalışmak zorundayım.)
“Bearbeiten” – Almanca’da Anlamı ve Kullanımı
Türkçe Anlamı:
• “Düzenlemek”, “işlemek”, “üzerinde çalışmak”
(Özellikle bir metin, belge, konu veya proje üzerinde detaylı çalışma yapmak anlamında kullanılır.)
Almanca Açıklama:
• “Bearbeiten” fiili, temel fiil “arbeiten” üzerine eklenen “be-” ön eki ile oluşturulmuştur.
• Bu fiil, bir şeyi düzenlemek, iyileştirmek, değiştirmek ya da detaylı olarak ele almak anlamını taşır.
• Örneğin, “Ich bearbeite einen Artikel.” cümlesi, “Ben bir makale üzerinde çalışıyorum/düzenliyorum” demektir.
• Ayrıca, teknik anlamda verileri işlemek, bir problemi çözmek veya bir konu üzerinde ayrıntılı inceleme yapmak anlamında da kullanılabilir.
İngilizce Karşılığı:
• “To edit”, “to process”, “to work on”
1. “Ich bearbeite gerade ein wichtiges Dokument.” (Türkçe: Şu anda önemli bir belge üzerinde çalışıyorum/düzenliyorum.) 2. “Sie bearbeitet ihre Bachelorarbeit mit großem Engagement.” (Türkçe: O, lisans tezini büyük bir özveriyle düzenliyor/üzerinde çalışıyor.) 3. “Der Computer kann große Datenmengen schnell bearbeiten.” (Türkçe: Bilgisayar, büyük miktarda veriyi hızla işleyebiliyor.) 4. “Wir müssen diesen Fall noch einmal sorgfältig bearbeiten.” (Türkçe: Bu durumu yeniden dikkatlice ele almamız gerekiyor.) 5. “Er hat den Text überarbeitet und verbessert, um ihn verständlicher zu machen.” (Türkçe: Metni, daha anlaşılır hale getirmek için yeniden düzenledi ve iyileştirdi.)
Özet:
• “Arbeiten” genel anlamda çalışmak, emek harcamak demektir.
• “Bearbeiten” ise üzerinde çalışmak, düzenlemek, detaylandırmak anlamında kullanılır.
Bu iki fiil, temelde birbirleriyle bağlantılıdır; ancak “bearbeiten” daha spesifik, düzenleme ve iyileştirme anlamını vurgular.