Nomen-Verb-Verbindungen Flashcards
eine /die Absicht haben + inf. mit zu ( niyeti olmak / Intention )
- Die Geschäftsleitung hat die Absicht, Raucherpausen einzurichten.
(Şirket yönetiminin Sigara molalarını düzenleme niyeti var.)
*Ich habe die Absicht, nächstes Jahr nach Spanien zu reisen.
*Ich habe die Absicht, meine Sprachkenntnisse zu verbessern.
* Ich habe die Absicht, mich um eine neue Stelle zu bewerben.( Yeniay bir is basvurusu yapmak niyetindeyim)
*Er hat die Absicht, bald ein neues Auto zu kaufen.
*beabsichtigen + zu inf. ( bir niyeti yada amacı olmak )
- Die Geschäftsführung beabsichtig, Raucherpausen einzurichten.
*Ich beabsichtige, nächstes Jahr nach Spanien zu reisen.
*Ich beabsichtige, meine Sprachkenntnisse zu verbessern. - Ich beabsichtige, mich um eine neue Stelle zu bewerben.
- Er beabsichtigt, bald ein neues Auto zu kaufen.
eine/ keine Ahnung haben ( Bilgisi, Fikri olmamak )
- Ich habe keine Ahnung, wozu diese Maßnahme gut sein soll.
- Sie haben keine Ahnung, wie wichtig diese Entscheidung ist.
- Ich habe keine Ahnung, wie man das Problem lösen kann.
- Hast du keine Ahnung, warum sie nicht gekommen ist?
*Er hat wirklich keine Ahnung von Mathematik.
- wissen
*Ich weiß nicht, wozu diese Maßnahme gut sein soll.
*ich weiß nicht, wie wichtig diese Entscheidung ist.
* Ich weiß nicht, wie man das Problem lösen kann.
* weißt du, warum sie nicht gekommen ist ?
- Angst haben ( Korkusu olmak)
- Ich habe Angst, die Prüfung nicht zu bestanden.
- viele Menschen haben Angst vor Veränderungen.
*Kinder haben oft Angst vor der Dunkelheit - Sie hat Angst vor, einen Fehler zu machen.
- Ich habe keine Angst vor Herausforderungen.
*befürchten ( korkmak)
* sich befürchten vor
- Ich befürchte , die Prüfung nicht zu bestanden.
- ich befürchte mich davor, die Prüfung nicht zu bestanden.
- Viele Menschen befürchten vor Veränderungen
- Kinder befürchten oft vor der Dunkelheit.
- sie befürchtet sich davor, eine Fehler zu machen.
*Auswirkungen haben auf +A (Birseyin başka birşey üstünde etkisi )
*Die neue Regelung wird Auswirkungen auf die Arbeitszeiten haben.
( yeni düzenleme çalışma saatleri üzerinde etkili olacak )
* Die Umweltverschmutzung hat schwerwiegende Auswirkungen auf die Gesundheit der Menschen.
( çevre kirliliği insan sağlığı üzerinde ciddi etkiler oluşturuyor )
* Die politischen Entscheidungen haben langfristige Auswirkungen auf die Gesellschaft.
Politik kararlar, toplum üzerinde uzun vadeli etkileri oluşturur.
- Diese wirtschaftlichen Veränderungen werden Auswirkungen auf den Arbeitsmarkt haben.
Bu ekonomik değişiklikler işgücü piyasası üzerinde etkili olacak.
*sich auswirken auf + A ( bir şeyi etkilemek , sonuç doğurmak )
* einen Effekt haben auf +A
- Die neue Regelung wird sich auf die Arbeitszeiten auswirken.
- Die Umweltverschmutzung hat schwerwiegenden Effekt auf die Gesundheit der Menschen.
*Die politischen Entscheidungen wirken langfristig auf die Gesellschaft.
ins Boot holen
“Ins Boot holen” ist eine deutsche Redewendung und bedeutet, jemanden in ein Projekt oder eine Entscheidung mit einzubeziehen, ihn zu überzeugen oder für eine Sache zu gewinnen.
Türkçe Açıklama:
“Ins Boot holen” deyimi, birini bir projeye, karara veya sürece dahil etmek, onu ikna etmek veya desteklemesini sağlamak anlamına gelir.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Wir müssen die Kollegen ins Boot holen, bevor wir die Entscheidung treffen.
• Kararı vermeden önce meslektaşlarımızı sürece dahil etmeliyiz.
2. Der neue Manager hat versucht, das gesamte Team ins Boot zu holen.
• Yeni yönetici, tüm ekibi sürece katmaya çalıştı.
3. Um das Projekt erfolgreich umzusetzen, sollten wir auch externe Experten ins Boot holen.
• Projeyi başarıyla gerçekleştirmek için dış uzmanları da sürece dahil etmeliyiz.
4. Wenn wir die Stadtverwaltung ins Boot holen, könnten wir mehr finanzielle Unterstützung bekommen.
• Belediye yönetimini işin içine katarsak daha fazla mali destek alabiliriz.
5. Er hat seine Mitarbeiter frühzeitig ins Boot geholt, um Widerstände zu vermeiden.
• Dirençleri önlemek için çalışanlarını erken aşamada sürece dahil etti.
Diese Redewendung stammt aus der Seefahrt: Wer mit im Boot sitzt, ist Teil der Mannschaft und rudert mit.
vor Wut sprechen
“Vor Wut sprechen” bedeutet, dass jemand in einem Zustand großer Wut spricht, oft unkontrolliert, laut oder emotional. Es drückt aus, dass die Wut das Sprechen beeinflusst.
Türkçe Açıklama:
“Vor Wut sprechen”, büyük bir öfke içinde konuşmak anlamına gelir. Kişinin öfkesi, konuşma tarzını etkiler; genellikle kontrolsüz, yüksek sesle veya duygusal bir şekilde konuşur.
Beispielsätze mit Übersetzung:
1. Er konnte vor Wut kaum sprechen.
• Öfkeden neredeyse konuşamıyordu.
2. Sie schrie vor Wut und konnte keine klaren Sätze mehr sprechen.
• Öfkeden bağırıyordu ve artık net cümleler kuramıyordu.
3. Vor Wut bebend sprach er mit zitternder Stimme.
• Öfkeden titreyerek, titrek bir sesle konuştu.
4. Ich konnte seine Worte nicht verstehen, weil er vor Wut so laut sprach.
• Onun sözlerini anlayamadım çünkü öfkeden çok yüksek sesle konuşuyordu.
5. Er sprach so schnell vor Wut, dass niemand ihm folgen konnte.
• Öfkeden o kadar hızlı konuşuyordu ki kimse onu takip edemedi.
Diese Wendung zeigt, dass die Emotion „Wut“ einen starken Einfluss auf das Sprechen hat.
unter Freunden sein
“Unter Freunden sein” bedeutet, in der Gesellschaft von Freunden zu sein – also in einem vertrauten, entspannten und informellen Umfeld. Es drückt aus, dass man sich in einer freundschaftlichen Runde befindet, in der man offen, ehrlich und ungezwungen kommunizieren kann.
Türkçe Açıklama:
“Unter Freunden sein” ifadesi, arkadaşların arasında olmak, samimi ve rahat bir ortamda bulunmak anlamına gelir. Bu durumda insanlar birbirlerine karşı açık ve dürüst davranırlar, resmiyetten uzak, içten bir iletişim kurarlar.
Beispielssätze mit Türkischer Übersetzung:
- Man fühlt sich wohl, wenn man unter Freunden ist.
• Arkadaşlar arasında olmak insanı rahat hissettirir. - Unter Freunden kann man über alles ehrlich sprechen.
• Arkadaşlar arasında her konuda dürüstçe konuşmak mümkündür. - Er genießt es, Zeit unter Freunden zu verbringen.
• O, arkadaşlarının arasında vakit geçirmeyi çok sever. - Die Atmosphäre ist entspannt, wenn man unter Freunden ist.
• Arkadaşlar arasında ortam çok rahat olur. - Unter Freunden gibt es keine Förmlichkeit – man kann einfach man selbst sein.
• Arkadaşlar arasında hiçbir resmiyet yoktur; sadece kendin olabilirsin.
Diese Sätze verdeutlichen, was es bedeutet, „unter Freunden zu sein“, und zeigen, wie man in solch einem Umfeld kommuniziert und sich fühlt.
verwirrt sein
Türkçe Anlamı:
• “Kafası karışık olmak”, “şaşırmış olmak”, “zihni bulanık olmak”
Almanca Açıklama:
• “Verwirrt sein”, bir kişinin düşüncelerinin net olmaması, şaşkın veya kafası karışık olması durumunu ifade eder.
• Zihinsel karmaşa, şaşkınlık veya beklenmedik bir durum karşısında tepki verme anlamında kullanılır.
- Bir Durum Karşısında Şaşkın veya Kafası Karışık Olmak
Örnek:
• “Nach der komplizierten Erklärung war ich völlig verwirrt.”
→ Karmaşık açıklamadan sonra tamamen kafam karıştı.
• “Er war so müde, dass er ganz verwirrt war.”
→ O kadar yorgundu ki tamamen şaşkındı.
- Duygusal veya Zihinsel Olarak Karışmış Hissetmek
Örnek:
• “Sie fühlte sich verwirrt, weil sie nicht wusste, was sie tun sollte.”
→ Ne yapacağını bilmediği için kendini şaşkın hissetti.
• “Ich bin verwirrt – kannst du das bitte nochmal erklären?”
→ Kafam karıştı, bunu lütfen bir daha açıklayabilir misin?
- Günlük Hayatta Beklenmedik Durumlara Verilen Tepki Olarak
Örnek:
• “Ich war verwirrt, als er plötzlich verschwunden war.”
→ O aniden kaybolduğunda şaşırdım.
• “Die widersprüchlichen Informationen machten ihn verwirrt.”
→ Çelişkili bilgiler onu kafasını karıştırdı.
Zıt ve Benzer Anlamlı Kelimeler
• Benzer: “durcheinander sein” (kafası karışmak), “ratlos sein” (çaresiz kalmak), “unsicher sein” (emin olmamak)
• Zıt: “klar denken” (net düşünmek), “fokussiert sein” (odaklanmış olmak), “entschlossen sein” (kararlı olmak)
Bu ifade, **hem günlük konuşmalarda hem de duygusal/zihinsel durumları anlat
geistesabwesend sein
“Geistesabwesend sein” – Almanca’da Anlamı ve Kullanımı
Türkçe Anlamı:
• “Dalgın olmak”, “zihnen başka yerde olmak”, “düşüncelere dalmak”
Almanca Açıklama:
• “Geistesabwesend sein”, bir kişinin o an çevresine odaklanamaması, zihninin başka bir şeyle meşgul olması veya dalgın olması durumunu ifade eder.
• Genellikle düşüncelere dalmış, dikkatini kaybetmiş veya hayallere dalmış kişiler için kullanılır.
- Dikkatini Kaybetmiş veya Dalıp Gitmiş Olmak
Örnek:
• “Er war während des Gesprächs geistesabwesend und hat nicht zugehört.”
→ Konuşma sırasında dalgındı ve dinlemedi.
• “Sie saß geistesabwesend am Fenster und dachte an die Vergangenheit.”
→ Pencerede dalgın bir şekilde oturdu ve geçmişi düşündü.
- Günlük Hayatta Dalgınlık veya Unutkanlık Göstermek
Örnek:
• “Geistesabwesend nahm er das falsche Glas.”
→ Dalgın bir şekilde yanlış bardağı aldı.
• “Ich war so geistesabwesend, dass ich meinen Schlüssel vergessen habe.”
→ O kadar dalgındım ki anahtarımı unuttum.
- İş veya Okulda Zihnen Meşgul Olmak
Örnek:
• “Der Schüler war im Unterricht geistesabwesend.”
→ Öğrenci derste dalgındı.
• “Entschuldigung, ich war gerade geistesabwesend. Kannst du das wiederholen?”
→ Özür dilerim, dalgındım. Bunu tekrar edebilir misin?
Zıt ve Benzer Anlamlı Kelimeler
• Benzer: “zerstreut sein” (dikkati dağınık olmak), “abwesend wirken” (oradaymış gibi ama aslında dikkat etmemek), “in Gedanken sein” (düşüncelere dalmak)
• Zıt: “konzentriert sein” (odaklanmış olmak), “aufmerksam sein” (dikkatli olmak), “bei der Sache sein” (konuya odaklanmak)
Bu ifade, günlük konuşmalarda dalgınlık veya unutkanlık durumlarını anlatmak için kullanılan B2 seviyesinde bir deyimdir.
zerstreut sein
“Zerstreut sein” – Almanca’da Anlamı ve Kullanımı
Türkçe Anlamı:
• “Dikkati dağılmış olmak”, “dağınık olmak”, “unutkan ve dikkatsiz olmak”
Almanca Açıklama:
• “Zerstreut sein”, bir kişinin dikkatinin dağılması, zihninin birden fazla şeye kayması veya dağınık bir şekilde davranması durumunu ifade eder.
• Genellikle unuttuğu şeylerle veya çevresindeki olaylarla ilgisi olmayan bir kişiyi tanımlamak için kullanılır.
- Dikkat ve Odaklanma Sorunlarıyla Kullanım
Örnek:
• “Sie ist heute ganz zerstreut und hat ihre Tasche vergessen.”
→ Bugün çok dağınık, çantasını unuttu.
• “Er ist in letzter Zeit ziemlich zerstreut und vergisst oft wichtige Termine.”
→ Son zamanlarda oldukça dağınık, sık sık önemli randevuları unutuyor.
- Günlük Yaşamda Dağınıklık veya Unutkanlık
Örnek:
• “Er kam zerstreut zur Arbeit und vergaß seine Schlüssel.”
→ Dağınık bir şekilde işe geldi ve anahtarlarını unuttu.
• “Sie war so zerstreut, dass sie den Bus verpasst hat.”
→ O kadar dağınıktı ki otobüsü kaçırdı.
- Fiziksel ve Zihinsel Dağınıklık Durumları
Örnek:
• “Er wirkt zerstreut, weil er an etwas anderes denkt.”
→ O, başka bir şey düşündüğü için dağınık görünüyor.
• “Zerstreute Menschen sind oft nicht in der Lage, sich zu konzentrieren.”
→ Dağınık insanlar genellikle odaklanmakta zorlanırlar.
Zıt ve Benzer Anlamlı Kelimeler
• Benzer: “geistesabwesend sein” (dalgın olmak), “abwesend wirken” (dikkatsiz olmak), “vergesslich sein” (unutkan olmak)
• Zıt: “konzentriert sein” (odaklanmış olmak), “aufmerksam sein” (dikkatli olmak), “ordentlich sein” (düzenli olmak)
Bu ifade, dalgınlık, unutkanlık ve zihinsel dağınıklıkla ilgili durumları anlatırken B2 seviyesinde yaygın olarak kullanılır.
abwesend wirken
“Abwesend wirken” – Almanca’da Anlamı ve Kullanımı
Türkçe Anlamı:
• “Dikkatsiz görünmek”, “yanında olmamak”, “oradaymış gibi ama aslında mevcut olmamak”
Almanca Açıklama:
• “Abwesend wirken”, bir kişinin fiziksel olarak bir yerde bulunmasına rağmen zihinsel veya duygusal olarak o anın dışında olduğunu ifade eder.
• Bu ifade, dikkatini kaybetmiş veya şu anki duruma odaklanmamış birini tanımlamak için kullanılır.
- Fiziksel Olarak Varlık Gösterip, Zihinsel Olarak Bulunmamak
Örnek:
• “Er wirkte abwesend, als ich ihm von dem Problem erzählte.”
→ Ona problemi anlattığımda dikkatsiz görünüyordu.
• “Während des Meetings wirkte sie abwesend und hörte kaum zu.”
→ Toplantı sırasında dikkatsiz görünüyordu ve neredeyse hiç dinlemedi.
- Duygusal ve Zihinsel Dağınıklık Durumlarında Kullanımı
Örnek:
• “Du siehst abwesend aus. Denkst du an etwas anderes?”
→ Dikkatsiz görünüyorsun. Başka bir şey mi düşünüyorsun?
• “Er wirkte abwesend, weil er an seine schwierige Situation dachte.”
→ Zor durumu hakkında düşündüğü için dikkatsiz göründü.
- Başka Bir Yerdeymiş Gibi Hissedilen Durumlar
Örnek:
• “Obwohl er in der Klasse saß, wirkte er abwesend und schaute aus dem Fenster.”
→ Sınıfta oturmasına rağmen dikkatsiz görünüyor ve pencereye bakıyordu.
• “Sie wirkte abwesend, als sie von ihrer Familie sprach.”
→ Ailesinden bahsederken dikkatsiz görünüyordu.
Zıt ve Benzer Anlamlı Kelimeler
• Benzer: “geistesabwesend wirken” (dalgın görünmek), “zerstreut wirken” (dağınık görünmek), “abwesend sein” (bulunmamak)
• Zıt: “aufmerksam wirken” (dikkatli görünmek), “fokussiert wirken” (odaklanmış görünmek), “präsent sein” (mevcut olmak)
Bu ifade, B2 seviyesinde özellikle birinin zihinsel olarak bir durumda bulunmadığı, ancak fiziksel olarak orada olduğu durumları anlatmak için kullanılır.
von mir aus
• “Bana göre”, “Benim açımdan”, “Benim için sorun değil”
(Bir öneriye veya duruma karşı kişisel itirazın olmadığını, kabul edilebilir olduğunu belirtir.)
Almanca Açıklama:
• “Von mir aus” ifadesi, bir şeyin benim açımdan kabul edilebilir veya uygun olduğunu ifade eder.
• Genellikle karşı tarafın önerisine veya duruma itiraz etmediğinizi, aksine onayladığınızı veya kayıtsız olduğunuzu belirtmek için kullanılır.
• Bu ifade, “as far as I’m concerned” veya “it’s fine by me” gibi İngilizce ifadelere benzer şekilde, kişisel tercih veya onay anlamı taşır.
İngilizce Karşılığı:
• “As far as I’m concerned”, “It’s fine by me”, “I don’t mind”
Zıt Anlamlıları:
• “Mir ist das egal nicht” (benim için sorunlu, kabul edilemez)
• “Ich habe etwas dagegen” (buna karşıyım)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Meiner Meinung nach” (bana göre, benim fikrimce)
• “Für mich ist das in Ordnung” (benim için uygun)
• “Ich habe nichts dagegen” (buna karşı hiçbir itirazım yok)
1. “Sollen wir heute Abend ins Restaurant gehen?” Antwort: “Von mir aus, das klingt gut.” (Türkçe: “Bu akşam restorana gidelim mi?” — “Benim için sorun değil, kulağa hoş geliyor.”) 2. “Du kannst den Film aussuchen, ich bin von mir aus einverstanden.” (Türkçe: “Filmi sen seç, ben buna gayet iyiyim.”) 3. “Wenn du den Rest der Arbeit übernimmst, ist das von mir aus in Ordnung.” (Türkçe: “Eğer kalan işi sen yaparsan, benim açımdan sorun yok.”) 4. “Wir können die Besprechung um eine Stunde verschieben, von mir aus.” (Türkçe: “Toplantıyı bir saat erteleyebiliriz, ben buna katılıyorum.”) 5. “Soll ich das Auto parken? – Von mir aus, mach, wie du willst.” (Türkçe: “Arabayı park etsem mi? – Benim için fark etmez, istediğin gibi yap.”)
aus Liebe töten
• “Aşktan dolayı öldürmek”, “sevgi uğruna öldürmek”
(Bir kişinin ya da varlığın, sevgi veya aşk motivasyonu nedeniyle öldürülmesi)
Almanca Açıklama:
• “Aus Liebe töten” ist ein Ausdruck, der beschreibt, wenn jemand aus Liebe handelt und dabei eine extreme Handlung wie das Töten begeht.
• Diese Formulierung findet sich oft in literarischen oder metaphorischen Kontexten, um die paradoxe Situation darzustellen, in der Liebe zu Handlungen führt, die normalerweise als moralisch verwerflich gelten.
• Es handelt sich um ein starkes und emotional aufgeladenes Motiv, das in der Realität ethisch, rechtlich und moralisch höchst umstritten ist.
Englische Entsprechung:
• “To kill out of love”, “to kill for love”
1. “In manchen Romanen wird beschrieben, wie ein Mensch aus Liebe tötet, um den anderen vor weiterem Leid zu bewahren.” (Türkçe: Bazı romanlarda, bir kişinin diğerini daha fazla acı çekmekten kurtarmak için aşktan dolayı öldürdüğü anlatılır.) 2. “Die Aussage ‘aus Liebe töten’ verdeutlicht, wie extrem Emotionen Handlungen beeinflussen können.” (Türkçe: ‘Aşktan dolayı öldürmek’ ifadesi, duyguların nasıl aşırı eylemleri etkileyebileceğini ortaya koyar.) 3. “Obwohl es literarisch oft thematisiert wird, ist das Töten aus Liebe in der Realität niemals gerechtfertigt.” (Türkçe: Edebiyatta sıklıkla ele alınsa da, aşktan dolayı öldürmek gerçek hayatta asla haklı görülemez.)
Zusätzliche Hinweise:
• Literarisch und Philosophisch:
In literarischen oder philosophischen Diskussionen wird der Ausdruck oft genutzt, um die Komplexität und Widersprüchlichkeit menschlicher Emotionen zu beleuchten.
• Ethische und Rechtliche Aspekte:
Unabhängig von der emotionalen Motivation ist das Töten – selbst wenn es “aus Liebe” geschieht – in den meisten Gesellschaften ethisch und rechtlich nicht akzeptiert.
Diese Ausdrucksweise dient vor allem dazu, extreme emotionale Konflikte und paradoxe Situationen in Kunst und Literatur zu beschreiben.
zum Dank
“Zum Dank” bedeutet, dass etwas als Ausdruck der Anerkennung oder Dankbarkeit für eine erbrachte Leistung, Hilfe oder Unterstützung getan wird.
Türkçe Açıklama:
“Zum Dank” ifadesi, yapılan bir yardım, katkı veya destek için teşekkür amacıyla yapılan bir şeyi ifade eder.
Beispielssätze mit Übersetzung:
1. Er hat mir ein Geschenk zum Dank für die Hilfe gegeben.
• Yardımım için bana teşekkür olarak bir hediye verdi.
2. Zum Dank für ihren unermüdlichen Einsatz hat das Team ihr eine Auszeichnung verliehen.
• Durmaksızın gösterdiği çaba için takıma bir ödül verdi.
3. Zum Dank für ihre Unterstützung haben wir ein gemeinsames Abendessen organisiert.
• Destekleri için ortak bir akşam yemeği organize ettik.
4. Zum Dank für ihre Freundschaft schenkte sie ihm eine handgemachte Uhr.
• Dostluğu için ona el yapımı bir saat hediye etti.
5. Er wurde zum Dank für seine Bemühungen mit einer Urkunde geehrt.
• Çabaları için bir sertifika ile onurlandırıldı.
In diesen Beispielen zeigt „zum Dank“, dass eine Handlung oder ein Geschenk als Zeichen der Dankbarkeit für etwas Bestimmtes erfolgt.
beurteilen / to evaluate
• “Değerlendirmek”, “yargılamak”, “hakim olmak”
(Bir durumu, olayı veya kişiyi belirli bir bakış açısıyla değerlendirme veya hüküm verme eylemi.)
Almanca Açıklama:
• “Beurteilen” fiili, bir şeyin veya bir kişinin değerlendirilmesi veya yargılanması anlamında kullanılır. Bu, genellikle bir durumun ya da davranışın iyi veya kötü, doğru ya da yanlış olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılır.
• Ayrıca, bir kişiyi kişisel özellikleri, davranışları ya da işlevselliği açısından eleştirel veya olumlu bir şekilde değerlendirmek de anlamına gelir.
İngilizce Karşılığı:
• “To judge”, “to evaluate”, “to assess”
Zıt Anlamlıları:
• “Unbeurteilen” (değerlendirmemek)
• “Tolerieren” (hoşgörmek, yargılamamak)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Bewerten” (değerlendirmek, puanlamak)
• “Einschätzen” (değerlendirmek, tahminde bulunmak)
1. “Es ist schwierig, eine solche Entscheidung zu beurteilen.” (Türkçe: Böyle bir kararı değerlendirmek zor.) 2. “Er hat die Situation objektiv beurteilt.” (Türkçe: Durumu objektif bir şekilde değerlendirdi.) 3. “Wir sollten Menschen nicht nur nach ihrem Aussehen beurteilen.” (Türkçe: İnsanları sadece dış görünüşlerine göre yargılamamalıyız.) 4. “Der Lehrer beurteilte die Leistungen der Schüler sehr gerecht.” (Türkçe: Öğretmen, öğrencilerin performanslarını çok adil bir şekilde değerlendirdi.) 5. “Es ist schwer, einen Film ohne vorherige Kenntnisse über den Regisseur zu beurteilen.” (Türkçe: Bir filmi, yönetmen hakkında önceden bilgi sahibi olmadan değerlendirmek zordur.)
meiner Ansicht nach / in my opinion
• “Bana göre”, “görüşüme göre”, “benim fikrime göre”
Almanca Açıklama:
• “Meiner Ansicht nach” ifadesi, kişisel bir görüşü ifade etmek için kullanılır. Bir konu hakkında bireysel bir değerlendirme veya düşünceyi belirten bir ifadedir.
• Bu ifade, genellikle bir kişinin düşüncelerini, değerlendirmelerini veya yorumlarını paylaşırken kullanılır ve daha çok öznel bir görüşü ifade eder.
İngilizce Karşılığı:
• “In my opinion”, “in my view”, “according to my opinion”
Zıt Anlamlıları:
• “Aus meiner Sicht” (benim görüşümden, benim açımdan)
• “Nicht meiner Meinung” (benim görüşüme aykırı)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Ich denke, dass” (Bence)
• “Ich glaube, dass” (Sanırım ki)
• “Ich finde, dass” (Bence)
1. “Meiner Ansicht nach ist das eine sehr gute Idee.” (Türkçe: Bana göre bu çok iyi bir fikir.) 2. “Meiner Ansicht nach sollten wir diese Entscheidung noch einmal überdenken.” (Türkçe: Görüşüme göre bu kararı bir kez daha gözden geçirmeliyiz.) 3. “Meiner Ansicht nach hat er den besten Job gemacht.” (Türkçe: Bence o en iyi işi yaptı.) 4. “Meiner Ansicht nach wäre es besser, noch ein bisschen zu warten.” (Türkçe: Bana göre biraz daha beklemek daha iyi olur.) 5. “Meiner Ansicht nach ist das Problem nicht so schwer zu lösen.” (Türkçe: Görüşüme göre bu sorun çözülmesi çok zor değil.)
bei Verdacht auf Kriminalität
• “Suç şüphesi durumunda”, “suçlama şüphesiyle”
Almanca Açıklama:
• “Bei Verdacht auf Kriminalität” ifadesi, bir kişinin veya bir olayın suç işlediğine dair bir şüphe olduğunda kullanılır. Bu ifade, genellikle bir olayı araştırmak ya da suçun önlenmesi için belirli adımlar atmak gerektiğini belirtmek için kullanılır.
• “Verdacht”, şüphe anlamına gelir ve burada “Kriminalität” (suç) ile birlikte kullanılarak, suç işlenip işlenmediğine dair bir kuşku oluşturur.
İngilizce Karşılığı:
• “In case of suspicion of crime”, “if there is a suspicion of criminal activity”
Zıt Anlamlıları:
• “Kein Verdacht” (şüphe yok)
• “Sicher” (emin, kesin)
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Bei Verdacht auf Straftaten” (suç şüphesi durumunda)
• “Im Fall von Verdacht auf kriminelles Verhalten” (suçlu davranış şüphesi durumunda)
1. “Bei Verdacht auf Kriminalität muss die Polizei sofort informiert werden.” (Türkçe: Suç şüphesi durumunda polis hemen bilgilendirilmelidir.) 2. “Es gab einen Verdacht auf Kriminalität, weshalb die Ermittlungen begonnen wurden.” (Türkçe: Suç şüphesi vardı, bu yüzden soruşturma başlatıldı.) 3. “Bei Verdacht auf Kriminalität wird eine sofortige Untersuchung eingeleitet.” (Türkçe: Suç şüphesi durumunda derhal bir soruşturma başlatılır.) 4. “Die Polizei wurde bei Verdacht auf Kriminalität gerufen.” (Türkçe: Suç şüphesi durumunda polis çağrıldı.) 5. “Bei Verdacht auf Kriminalität werden oft zusätzliche Sicherheitsmaßnahmen ergriffen.” (Türkçe: Suç şüphesi durumunda genellikle ek güvenlik önlemleri alınır.)
es handelt sich um
• “Söz konusu olan…”
• “Bahsedilen şey…”
• “İlgili olan…”
Bu yapı, bir konuya, duruma veya nesneye atıfta bulunurken kullanılır.
Almanca Açıklama:
• “Es handelt sich um” bedeutet, dass ein bestimmtes Thema oder eine bestimmte Sache im Mittelpunkt der Aussage steht.
• Es wird oft verwendet, um eine Erklärung oder eine Definition einzuleiten.
Englische Entsprechung:
• “It is about…”
• “It concerns…”
• “It deals with…”
Benzer Anlamlı İfadeler:
• “Es geht um” (Konu … ile ilgili)
• “Es dreht sich um” (Konu … etrafında dönüyor)
• “Das Thema ist” (Konu şudur)
1. “Es handelt sich um ein Missverständnis.” (Türkçe: Söz konusu olan bir yanlış anlaşılma.) 2. “Bei dem Fund handelt es sich um ein sehr seltenes Fossil.” (Türkçe: Bulunan şey çok nadir bir fosil.) 3. “Es handelt sich um eine ernste Angelegenheit.” (Türkçe: Bu ciddi bir meseledir.) 4. “Es handelt sich um ein Problem, das wir schnell lösen müssen.” (Türkçe: Hızlıca çözmemiz gereken bir problem söz konusu.) 5. “Es handelt sich bei diesem Produkt um eine neue Innovation.” (Türkçe: Bu ürün yeni bir inovasyondur.)
Zusammenfassung:
• “Es handelt sich um”, bir konunun veya nesnenin ne olduğunu açıklamak için kullanılır.
• Genellikle tanımlama veya yanlış anlaşılmaları düzeltme amacıyla kullanılır.
• Resmi ve akademik dilde yaygın olarak görülür.
verrückt sein nach
• “Bir şeye aşık olmak”
• “Bir şeyin delicesine peşinden gitmek”
• “Bir şeye takıntılı olmak”
“Verrückt sein nach”, birine ya da bir şeye karşı büyük bir tutku, aşırı ilgi veya takıntı duymak anlamında kullanılır. Bu ifade, genellikle bir şey ya da kişiye karşı duyulan yoğun hayranlık veya istekli bir arzu için kullanılır.
Almanca Açıklama:
• “Eine sehr starke, meist unvernünftige Leidenschaft oder Interesse für etwas haben.”
• “Etwas oder jemanden übermäßig mögen oder sich sehr dafür interessieren.”
Englische Entsprechung:
• “To be crazy about” (bir şeyin ya da birinin peşinden gitmek)
• “To be mad about” (birine ya da bir şeye delicesine aşık olmak)
• “To be obsessed with” (bir şeyin ya da birinin takıntılı olmak)
Benzer ve Zıt Anlamlı Kelimeler
Benzer Anlamlılar:
• “Verrückt nach etwas sein” (bir şeye deli gibi olmak)
• “Begeistert sein von” (bir şeye hayran olmak)
• “Sich für etwas begeistern” (bir şeye ilgi duymak)
Zıt Anlamlılar:
• “Gegenteiliges Interesse haben an” (tam tersi ilgi duymak)
• “Desinteressiert sein” (ilgisiz olmak)
• “Sich abwenden von” (bir şeye sırt dönmek)
1. “Sie ist verrückt nach Schokolade.” (Türkçe: O, çikolataya delicesine aşık.) 2. “Er ist verrückt nach diesem Musikstück.” (Türkçe: O, bu müzik parçasına delicesine hayran.) 3. “Ich bin verrückt nach alten Filmen.” (Türkçe: Eski filmlere bayılıyorum.) 4. “Die Kinder sind verrückt nach diesem Spielzeug.” (Türkçe: Çocuklar bu oyuncak için deli oluyorlar.) 5. “Er ist verrückt nach seiner Freundin.” (Türkçe: O, kız arkadaşına delicesine aşık.)
Zusammenfassung:
• “Verrückt sein nach”, bir şeye karşı aşırı ilgi, tutku veya takıntı duymayı ifade eder.
• “Begeistert sein von” ve “sich für etwas begeistern” ile benzer anlam taşır.
• “Desinteressiert sein” ve “sich abwenden von” ise zıt anlamlı ifadeleridir.
sich sehnen nach
• “Bir şeyi çok istemek”
• “Bir şeyin ya da birinin özlemini çekmek”
• “Bir şeye arzu duymak”
“sich sehnen nach”, bir şeyi ya da birini özlemek veya bir şey için derin bir arzu ve istek duymak anlamına gelir. Bu ifade, özellikle kaybedilen bir şeyi veya uzak bir hedefi özleme duygusunu ifade eder. Ayrıca, bazı durumlarda ulaşılması zor bir şeyin peşinden gitme arzusunu da belirtir.
Almanca Açıklama:
• “Sich nach etwas sehnen bedeutet, eine starke, oft unerfüllbare Sehnsucht oder ein tiefes Verlangen nach etwas oder jemandem zu haben.”
• “Das Verlangen oder die Sehnsucht nach etwas, das man nicht oder noch nicht hat.”
Englische Entsprechung:
• “To long for” (bir şeyin ya da birinin özlemini çekmek)
• “To yearn for” (bir şey için derin bir arzu duymak)
• “To crave” (bir şeyi çok istemek, arzulamak)
Benzer ve Zıt Anlamlı Kelimeler
Benzer Anlamlılar:
• “Sehnen nach” (özlemek, arzu etmek)
• “Verlangen nach” (bir şeyi istemek, arzu etmek)
• “Hoffen auf” (bir şey için umut etmek, beklemek)
Zıt Anlamlılar:
• “Sich abfinden mit” (kabullenmek)
• “Geben sich mit etwas zufrieden” (bir şeyle yetinmek)
• “Desinteressiert sein” (ilgisiz olmak, umursamamak)
B2-Düzeyinde Almanca Beispielsätze:
1. “Sie sehnt sich nach einem ruhigen Leben auf dem Land.”
(Türkçe: O, kırsal bir hayata özlem duyuyor.)
2. “Er sehnt sich nach der Liebe, die er verloren hat.”
(Türkçe: Kaybettiği aşkı özlüyor.)
3. “Ich sehne mich nach den Sommerferien.”
(Türkçe: Yaz tatilini çok özlüyorum.)
4. “Sie sehnt sich nach der Freiheit, die sie nie hatte.”
(Türkçe: Hiç sahip olmadığı özgürlüğü özlüyor.)
5. “Viele Menschen sehnen sich nach Glück und Erfüllung.”
(Türkçe: Birçok insan mutluluk ve tatmin özlemi duyuyor.)
Zusammenfassung:
• “sich sehnen nach”, bir şeyin veya birinin özlemini çekmek, çok istemek veya derin bir arzu duymak anlamına gelir.
• “Verlangen nach” ve “hoffen auf” ile benzer anlamlar taşır.
• “Sich abfinden mit” ve “sich zufrieden geben” ise zıt anlamlı ifadelerdir.
süchtig sein nach
• “Bir şeye bağımlı olmak”
• “Bir şeyin takıntılı şekilde peşinden gitmek”
• “Bir şeyin etkisi altında olmak”
“Süchtig sein nach”, bir şeyin, özellikle maddelerin ya da davranışların, sürekli olarak arzulandığı, istenildiği ve bunlara karşı aşırı bir bağımlılık hissi duyulduğu durumu ifade eder. Bu ifade, fiziksel ya da psikolojik bağımlılığı anlatmak için yaygın olarak kullanılır.
Almanca Açıklama:
• “Süchtig sein nach bedeutet, eine starke und oft unkontrollierbare Abhängigkeit oder Begierde nach etwas zu haben, häufig mit negativen Konsequenzen.”
• “Es beschreibt eine ungesunde und zwanghafte Anziehung zu einer Substanz oder Aktivität, die zu einer Abhängigkeit führt.”
Englische Entsprechung:
• “To be addicted to” (bir şeye bağımlı olmak)
• “To be hooked on” (bir şeye takıntılı olmak)
• “To crave” (bir şeyin peşinden gitmek, aşırı arzu etmek)
Benzer ve Zıt Anlamlı Kelimeler
Benzer Anlamlılar:
• “Abhängig sein von” (bir şeye bağımlı olmak)
• “Geprägt sein von” (bir şey tarafından şekillendirilmek)
• “Fiebern nach” (bir şeyin peşinden gitmek, takıntılı olmak)
Zıt Anlamlılar:
• “Desinteressiert sein” (ilgisiz olmak)
• “Sich befreien von” (bağımsız olmak, kurtulmak)
• “Genügsam sein” (muttlu olmak, fazla istememek)
1. “Er ist süchtig nach Computerspielen.” (Türkçe: O, bilgisayar oyunlarına bağımlıdır.) 2. “Sie ist süchtig nach Kaffee und kann ohne ihn nicht arbeiten.” (Türkçe: O, kahveye bağımlıdır ve onsuz çalışamaz.) 3. “Viele Menschen sind süchtig nach Social Media und verbringen den ganzen Tag damit.” (Türkçe: Birçok insan sosyal medyaya bağımlıdır ve bütün günü onunla geçirir.) 4. “Er ist süchtig nach Zigaretten und versucht, davon loszukommen.” (Türkçe: O, sigaraya bağımlıdır ve bundan kurtulmaya çalışıyor.) 5. “Manchmal ist man süchtig nach etwas, ohne es wirklich zu merken.” (Türkçe: Bazen bir şeye bağımlı olursunuz, farkında olmadan.)
Zusammenfassung:
• “Süchtig sein nach”, bir şeye bağımlı olmak veya bir şeyin takıntılı şekilde peşinden gitmek anlamına gelir.
• “Abhängig sein von” ve “fiebern nach” benzer anlamlar taşır.
• “Desinteressiert sein” ve “sich befreien von” ise zıt anlamlı ifadelerdir.
fähig sein zu
• “Yapabilmek”
• “Bir şeyi yapma kapasitesine sahip olmak”
• “Bir yeteneğe sahip olmak”
• “Yetenekli olmak”
“Fähig sein zu”, bir kişinin ya da bir şeyin belirli bir yeteneğe veya beceriye sahip olması anlamına gelir. Bu ifade, bir şeyin yapılabilmesi için gerekli olan kapasiteyi, bilgi ya da beceriyi belirtir. Genellikle kişisel, mesleki ya da fiziksel yeteneklere referansla kullanılır.
Almanca Açıklama:
• “Fähig sein zu bedeutet, die Fähigkeit oder die Kraft zu haben, etwas zu tun.”
• “Es wird verwendet, um auszudrücken, dass jemand oder etwas eine bestimmte Fähigkeit hat, eine Aufgabe zu erledigen.”
Englische Entsprechung:
• “To be able to” (yapabilmek)
• “To be capable of” (kapasiteye sahip olmak)
• “To have the ability to” (yapma yeteneğine sahip olmak)
Benzer ve Zıt Anlamlı Kelimeler
Benzer Anlamlılar:
• “In der Lage sein” (yapabilmek, yetenekli olmak)
• “Können” (yapabilmek, becermek)
• “Kompetent sein” (kompetan olmak, yeterli olmak)
Zıt Anlamlılar:
• “Unfähig sein” (yetersiz olmak, yapamamak)
• “Unvermögen” (yapamamak, yetersizlik)
• “Unbefähigt” (yetersiz, beceriksiz)
1. “Ich bin nicht fähig, diese Aufgabe alleine zu erledigen.” (Türkçe: Bu görevi tek başıma yapmaya yeteneğim yok.) 2. “Er ist sehr fähig, die schwierigen Probleme zu lösen.” (Türkçe: O, zor problemleri çözme konusunda çok yetenekli.) 3. “Sie ist fähig, mehrere Sprachen zu sprechen.” (Türkçe: O, birden fazla dil konuşma yeteneğine sahip.) 4. “Kannst du fähig sein, das Projekt bis Ende des Monats abzuschließen?” (Türkçe: Bu projeyi ay sonuna kadar bitirme kapasiten var mı?) 5. “Er war nicht fähig, die Antwort zu finden.” (Türkçe: O, cevabı bulmaya yetenekli değildi.)
Zusammenfassung:
• “Fähig sein zu”, bir şey yapma kapasitesine veya yeteneğine sahip olmak anlamına gelir.
• “In der Lage sein” ve “können” benzer anlamlar taşır.
• “Unfähig sein” ve “unbefähigt” ise zıt anlamlı ifadelerdir.
einverstanden sein mit
• “Birine veya bir şeye katılmak”
• “Bir konuda hemfikir olmak”
• “Onaylamak”
• “Razı olmak”
“Einverstanden sein mit”, bir kişinin bir konuya, öneriye veya başka birinin görüşüne katıldığını, ona onay verdiğini veya kabul ettiğini ifade etmek için kullanılır.
Almanca Açıklama:
• “Einverstanden sein mit bedeutet, dass man eine Meinung oder eine Entscheidung akzeptiert oder zustimmt. Es drückt aus, dass man etwas gutheißt oder damit einverstanden ist.”
• “Es wird häufig in Gesprächen verwendet, wenn man einer Idee oder einem Vorschlag zustimmt.”
Englische Entsprechung:
• “To agree with” (birine veya bir şeye katılmak, aynı fikirde olmak)
• “To be okay with” (razı olmak)
• “To consent to” (onay vermek)
• “To approve of” (onaylamak)
Benzer ve Zıt Anlamlı Kelimeler
Benzer Anlamlılar:
• “Zustimmen” (katılmak, onaylamak)
• “Akzeptieren” (kabul etmek, onaylamak)
• “Gutheißen” (onaylamak, tasvip etmek)
• “Bejahen” (evet demek, olumlu cevap vermek)
Zıt Anlamlılar:
• “Ablehnen” (reddetmek)
• “Widersprechen” (karşı çıkmak)
• “Nicht einverstanden sein” (katılmamak, aynı fikirde olmamak)
• “Verweigern” (yok demek, reddetmek)
1. “Ich bin mit deinem Vorschlag einverstanden.” (Türkçe: Senin önerinle katılıyorum.) 2. “Bist du einverstanden mit den Änderungen am Plan?” (Türkçe: Plan üzerindeki değişikliklerle razı mısın?) 3. “Er ist mit der Entscheidung des Teams einverstanden.” (Türkçe: O, takımın kararına katılıyor.) 4. “Wir sind uns einig und einverstanden mit dem Vertrag.” (Türkçe: Biz, sözleşmeyle hemfikiriz ve kabul ediyoruz.) 5. “Sie war nicht einverstanden mit der Lösung.” (Türkçe: O, çözümle hemfikir değildi.)
Zusammenfassung:
• “Einverstanden sein mit”, bir konuya, öneriye veya karara katılmak, onaylamak anlamında kullanılır.
• “Zustimmen” ve “Akzeptieren” benzer anlamlar taşır.
• “Ablehnen” ve “Widersprechen” ise zıt anlamlılardır.
Die Stirn runzeln
• “Die Stirn runzeln” bedeutet, die Stirn zu Falten, was häufig als Ausdruck von Konzentration, Unzufriedenheit, Sorge oder Verwirrung interpretiert wird.
• Es signalisiert oft, dass jemand über etwas nachdenkt oder mit einer schwierigen Situation konfrontiert ist.
Beispiele im Kontext:
1. “Als er die schlechte Nachricht hörte, runzelte er die Stirn.”
(Türkçe: Kötü haberi duyunca kaşlarını çattı.)
2. “Sie runzelte die Stirn, während sie über die komplizierte Aufgabe nachdachte.”
(Türkçe: Karmaşık görev üzerinde düşünürken kaşlarını çattı.)
3. “Die Lehrerin runzelte die Stirn, als sie den unaufmerksamen Schüler sah.”
(Türkçe: Dikkatsiz öğrenciyi görünce öğretmen kaşlarını çattı.)
4. “Er runzelte die Stirn, um seine Verwirrung zu verbergen.”
(Türkçe: Kafası karışıklığını gizlemek için kaşlarını çattı.)
5. “Die Situation war so ärgerlich, dass jeder in der Gruppe die Stirn runzelte.”
(Türkçe: Durum o kadar sinir bozucuydu ki, gruptaki herkes kaşlarını çattı.)
Zusammenfassung:
• “Die Stirn runzeln” ist ein idiomatischer Ausdruck, der zeigt, dass jemand intensiv nachdenkt, besorgt oder unzufrieden ist.
• Die Geste ist im alltäglichen Sprachgebrauch weit verbreitet und wird häufig als nonverbaler Hinweis auf Emotionen und innere Zustände genutzt.
von etwas ausgehen
von etwas ausgehen
Almanca Anlamı: Eine Annahme oder Hypothese als Grundlage für eine Entscheidung oder Schlussfolgerung nehmen.
Türkçe Anlamı: Bir şeyden hareketle düşünmek, varsaymak, bir şeyden yola çıkmak.
İngilizce Anlamları: To assume, to base on, to start from something.
Zıt Anlamlılar (Antonyme)
• etwas in Frage stellen (bir şeyi sorgulamak)
• zweifeln (şüphe etmek)
• ignorieren (görmezden gelmek)
Benzer Anlamlılar (Synonyme)
• vermutlich annehmen (muhtemelen kabul etmek)
• unterstellen (varsaymak)
• abschätzen (tahmin etmek)
1. Wir gehen davon aus, dass das Projekt nächste Woche abgeschlossen wird. (Projenin gelecek hafta tamamlanacağı varsayımında bulunuyoruz.) 2. Wenn wir von den besten Bedingungen ausgehen, können wir schnell Fortschritte machen. (En iyi koşullardan yola çıkarsak, hızlı bir şekilde ilerleme kaydedebiliriz.) 3. Ich gehe davon aus, dass du die E-Mail schon erhalten hast. (E-postayı zaten aldığını varsayıyorum.) 4. Von diesem Beispiel ausgehend können wir eine allgemeine Regel ableiten. (Bu örnekten yola çıkarak genel bir kural çıkarabiliriz.) 5. Es geht davon aus, dass alle Teilnehmer pünktlich erscheinen. (Tüm katılımcıların zamanında gelmesi varsayılmaktadır.)
tragt dazu bei
tragen dazu bei (bir şeye katkıda bulunmak)
Almanca Anlamı: Einen Beitrag zu etwas leisten, etwas unterstützen oder fördern.
Türkçe Anlamı: Bir şeye katkıda bulunmak, desteklemek, yardımcı olmak.
İngilizce Anlamları: To contribute to, to help with, to play a part in.
Zıt Anlamlılar (Antonyme)
• verhindern (önlemek)
• behindern (engellemek)
• sabotieren (sabote etmek)
Benzer Anlamlılar (Synonyme)
• beitragen zu (katkı sağlamak)
• unterstützen (desteklemek)
• fördern (teşvik etmek)
1. Eine gesunde Ernährung trägt dazu bei, fit zu bleiben. (Sağlıklı beslenme, formda kalmaya katkıda bulunur.) 2. Moderne Technologien tragen dazu bei, den Klimawandel zu bekämpfen. (Modern teknolojiler, iklim değişikliğiyle mücadeleye katkıda bulunur.) 3. Regelmäßige Bewegung trägt dazu bei, Stress abzubauen. (Düzenli egzersiz, stresin azalmasına yardımcı olur.) 4. Jeder Einzelne kann dazu beitragen, die Umwelt zu schützen. (Her birey, çevrenin korunmasına katkıda bulunabilir.) 5. Gute Zusammenarbeit trägt dazu bei, Projekte erfolgreich abzuschließen. (İyi işbirliği, projelerin başarılı bir şekilde tamamlanmasına yardımcı olur.)
Mir ist eingefallnen
- mir ist eingefallen
Alıma geldi, aklıma düştü
Almanca Anlamı: Plötzlich an etwas denken, sich erinnern.
Türkçe Anlamı: Aklına gelmek, hatırlamak.
İngilizce Anlamları: To come to mind, to remember.
Beispielsätze (Örnek Cümleler)
1. Mir ist eingefallen, dass ich noch einkaufen muss.
(Aklıma geldi ki hâlâ alışveriş yapmam gerekiyor.)
2. Plötzlich ist mir eine gute Idee eingefallen.
(Birden aklıma iyi bir fikir geldi.)
3. Es ist mir nicht sofort eingefallen, aber jetzt erinnere ich mich.
(Hemen aklıma gelmedi ama şimdi hatırlıyorum.)