Unit4 Flashcards
Accuracy (Noun) /ˈækjərəsi/ ˈakyərəsē
The accuracy of the data is crucial for the experiment.
Accurate (Adjective) /ˈækjərət/
The report provided accurate information.
Inaccurate (Adjective) /ɪnˈækjərət/
Some details in the article were inaccurate.
Accurately (Adverb) /ˈækjərətli/
The task was completed accurately and on time.
Doğruluk
Verilerin doğruluğu deney için çok önemlidir.
Doğru
Rapor doğru bilgiler sağladı.
Yanlış, Hatalı
Makalede bazı detaylar hatalıydı.
Doğru Bir Şekilde
Görev doğru ve zamanında tamamlandı.
Activity (Noun) /ækˈtɪvəti/
Physical activity is essential for maintaining a healthy lifestyle.
Active (Adjective) /ˈæktɪv/
She is very active in community service.
Actively (Adverb) /ˈæktɪvli/
He participated actively in the meeting.
Faaliyet
Fiziksel faaliyet, sağlıklı bir yaşam tarzını sürdürmek için gereklidir.
Aktif
Toplum hizmetlerinde çok aktif.
Aktif Bir Şekilde
Toplantıya aktif bir şekilde katıldı.
Advertise (Verb) /ˈædvərtaɪz/
Companies advertise their products on social media.
Advertisement (Noun) /ˌædvərˈtɪzmənt/
She saw an advertisement for a new restaurant in the magazine.
Advert (Noun) /ˈædvɜːrt/
The advert on TV caught my attention.
Advertising (Noun) /ˈædvərˌtaɪzɪŋ/
Advertising on the internet has become more common.
Reklam Vermek (Fiil)
Şirketler ürünlerini sosyal medyada reklam yapar.
Reklam (İsim)
Dergide yeni bir restoran için bir reklam gördü.
Reklam (İsim)
Televizyondaki reklam dikkatimi çekti.
Reklamcılık (İsim)
İnternette reklamcılık daha yaygın hale gelmiştir.
Affect (Verb) /əˈfɛkt/
The news about the storm will affect our travel plans.
Effect (Noun) /ɪˈfɛkt/
The new policy had a positive effect on the economy.
Effective (Adjective) /ɪˈfɛktɪv/
This treatment has proven to be very effective in reducing pain.
Ineffective (Adjective) /ˌɪnɪˈfɛktɪv/
The medication was ineffective in treating the symptoms.
Effectively (Adverb) /ɪˈfɛktɪvli/
She communicated her ideas effectively during the meeting.
Ineffectively (Adverb) /ˌɪnɪˈfɛktɪvli/
The manager handled the situation ineffectively, leading to confusion.
Etkilemek (Fiil)
Fırtına hakkındaki haberler seyahat planlarımızı etkileyecek.
Etkisi (İsim)
Yeni politikanın ekonomiye olumlu bir etkisi oldu.
Etkili (Sıfat)
Bu tedavi, ağrıyı azaltmada çok etkili olduğu kanıtlanmıştır.
Etkisiz (Sıfat)
İlaç, belirtileri tedavi etmede etkisizdi.
Etkili Bir Şekilde (Zarf)
Toplantıda fikirlerini etkili bir şekilde iletti.
Etkisiz Bir Şekilde (Zarf)
Yönetici durumu etkisiz bir şekilde ele aldı, bu da kafa karışıklığına yol açtı.
Announce (Verb) /əˈnaʊns/
She will announce the winner of the contest tomorrow.
Announcement (Noun) /əˈnaʊnsmənt/
The company made an announcement about the new product launch.
Duyurmak (Fiil)
Yarışmanın kazananını yarın duyuracak.
Duyuru (İsim)
Şirket, yeni ürün lansmanı hakkında bir duyuru yaptı.
Annoy (Verb) /əˈnɔɪ/ with
The loud noise annoys me every morning.
Annoyed (Adjective) /əˈnɔɪd/
He felt annoyed by the constant interruptions. ABOUT BY WİTH AT
Annoying (Adjective) /əˈnɔɪɪŋ/
The constant ringing of the phone is so annoying.
Rahatsız Etmek (Fiil)
Yüksek ses her sabah beni rahatsız ediyor.
Rahatsız (Sıfat)
Sürekli kesintiler yüzünden sinirli hissetti.
Rahatsız Edici (Sıfat)
Telefonun sürekli çalması çok rahatsız edici.
Annual (Adjective) /ˈænjuəl/
The company hosts an annual conference every year.
Annually (Adverb) /ˈænjuəli/
The event is held annually in the summer.
Yıllık (Sıfat)
Şirket, her yıl yıllık bir konferans düzenler.
Yıllık Olarak (Zarf)
Etkinlik, her yıl yaz aylarında düzenlenir.
Certain (Adjective) /ˈsɜːtn/
She was certain that she would pass the exam.
Uncertain (Adjective) /ʌnˈsɜːtn/
The outcome of the project is still uncertain.
Certainly (Adverb) /ˈsɜːtnli/
He will certainly attend the meeting tomorrow. ABOUT OF
Kesin (Sıfat)
Sınavı geçeceğinden kesinlikle emindi.
Belirsiz (Sıfat)
Projenin sonucu hala belirsiz.
Kesinlikle (Zarf)
Yarınki toplantıya kesinlikle katılacak.
Current (Adjective) /ˈkʌrənt/
The current situation is difficult to manage.
Currently (Adverb) /ˈkʌrəntli/
She is currently working on a new project.
Mevcut (Sıfat)
Mevcut durum yönetilmesi zor.
Şu An (Zarf)
Şu an yeni bir proje üzerinde çalışıyor.
Defend (Verb) /dɪˈfɛnd/ AGAINST
The lawyer tried to defend his client in court.
Defense (Noun) /dɪˈfɛns/
The team showed strong defense during the game.
Savunmak
Avukat, mahkemede müvekkilini savunmaya çalıştı.
Savunma
takım oyun sırasında güçlü bir savunma gösterdi
Donate (Verb) /ˈdoʊneɪt/
She decided to donate money to the local charity.
Donation (Noun) /doʊˈneɪʃən/
The organization received a generous donation from an anonymous supporter.
Bağışlamak
Yerel bir hayır kurumuna para bağışlamaya karar verdi.
Bağış
Kuruluş, isimsiz bir destekçiden cömert bir bağış aldı.
Entertain (Verb) /ˌɛn·tərˈteɪn/
The comedian’s jokes were enough to entertain the entire audience.
Entertainment (Noun) /ˌɛn·tərˈteɪn·mənt/
Movies and music are popular forms of entertainment.
Eğlendirmek
Komedyenin şakaları tüm izleyiciyi eğlendirmeye yetti.
Eğlence
Filmler ve müzik, popüler eğlence türlerindendir.
Equipment (Noun) /ɪˈkwɪp·mənt/ - /ekwipmınt/
The laboratory is fully equipped with modern equipment.
Ekipman
Laboratuvar, modern ekipmanlarla tamamen donatılmıştır.
Factor (Noun) /ˈfæk·tər/ - /faktır/
Cost was a major factor in their decision.
Faktör
Maliyet, kararlarında önemli bir faktördü.
Field (Noun) /fiːld/ - /fiild/
He works in the medical field.
Alan
O, tıp alanında çalışıyor.
Impact (Noun) /ˈɪmˌpækt/ of
The new law had a significant impact on the economy.
Etkisi
Yeni yasa, ekonomi üzerinde önemli bir etki yaptı.
Interest (Noun) /ˈɪn·tər·ɪst/ - /interıst/
She has a great interest in science.
Interest (Verb) /ˈɪn·tər·ɪst/ - /interıst/
The new movie really interests me.
Interested (Adjective) /ˈɪn·tər·ɪstɪd/ - /interıstıd/
He is very interested in history.
Interesting (Adjective) /ˈɪn·tər·ɪs·tɪŋ/ - /interıstıng/
The book is very interesting.
Interestingly (Adverb) /ˈɪn·tər·əs·tɪŋ·li/ - /interıstıngli/
Interestingly, they solved the problem in just a few minutes.
İlgi (İsim)
Bilime büyük bir ilgisi var.
İlgi Duymak (Fiil)
Yeni film gerçekten ilgimi çekti.
İlgili (Sıfat)
Tarihe çok ilgili.
İlginç (Sıfat)
Kitap çok ilginç.
İlginç Bir Şekilde (Zarf)
İlginç bir şekilde, problemi sadece birkaç dakika içinde çözdüler.
Issue (Noun) /ˈɪʃ·u/ - /işu/
The main issue was the lack of funding.
Issue (Verb) /ˈɪʃ·u/ - /işu/
The government will issue a statement later today.
Konu (İsim)
Ana konu, finansman eksikliğiydi.
Yayınlamak (Fiil)
Hükümet, bugün geç saatlerde bir açıklama yapacak.
Memorize (Verb) /ˈmɛm·əˌraɪz/ - /meməraız/
I need to memorize these words for the exam.
Memory (Noun) /ˈmɛm·ər·i/ - /memıri/
She has a great memory for names.
Memorable (Adjective) /ˈmɛm·ər·ə·bəl/ - /memorabıl/
It was a memorable day filled with joy.
Ezberlemek (Fiil)
Bu kelimeleri sınav için ezberlemem gerekiyor.
Hafıza (İsim)
İyi bir isim hafızasına sahiptir.
Unutulmaz (Sıfat)
Bu, neşeyle dolu unutulmaz bir gündü.
IN Popularity (Noun) /ˌpɒp·jʊIˈlær·ɪ·ti/ - /popülarıti/
The popularity of the new movie is increasing every day.
Popular (Adjective) /ˈpɒp·jʊ·lər/ - /popüler/
She is a popular singer with a large fan base.
Popülerlik (İsim)
Yeni filmin popülerliği her geçen gün artıyor.
Popüler (Sıfat)
O, geniş bir hayran kitlesine sahip popüler bir şarkıcıdır.
Provide (Verb) /prəˈvaɪd/ - with /prıvaid/
The company provides excellent customer service.
Sağlamak (Fiil)
Şirket, mükemmel müşteri hizmeti sağlar.
Receive (Verb) /rɪˈsiːv/ - /rısıv/ from
I received a gift for my birthday.
Almak (Fiil)
Doğum günüm için bir hediye aldım.
Recommend (Verb) /ˌrek·əˈmend/ - /rekı’mend/
I recommend visiting the museum when you’re in town.
Recommendation (Noun) /ˌrek·əˈmen·deɪ·ʃən/ - /rekı’mendeyşın/
He gave me a great recommendation for a good restaurant.
Önerme (Fiil)
Şehre geldiğinizde müzeyi ziyaret etmenizi öneririm.
Öneri (İsim)
Bana iyi bir restoran için harika bir öneri verdi.
Relevant (Adjective) /ˈrɛləvənt/ - /relıvınt/
This information is highly relevant to the discussion.
Irrelevant (Adjective) /ɪˈrɛləvənt/ - /irelıvınt/
The details you mentioned are irrelevant to the topic
İlgili (Sıfat)
Bu bilgi tartışmaya son derece ilgili.
İlgisiz (Sıfat)
Belirttiğiniz ayrıntılar konu ile ilgisiz.
Salary (Noun) /ˈsæləri/ - /sæları/
She receives a high salary for her work.
Maaş (İsim)
O, yaptığı iş için yüksek bir maaş alıyor.
Scared (Adjective) /skerəd/ - of /skeırd/
She was scared when she heard the loud noise.
Scary (Adjective) /ˈskɛri/ - /skerii/
The movie was really scary, I couldn’t watch it.
Korkmuş (Sıfat)
Yüksek sesi duyduğunda korkmuştu.
Korkutucu (Sıfat)
Film gerçekten korkutucuydu, onu izleyemedim.
Serve (Verb) /sɜːrv/ - /sɜːrv/ in
She will serve dinner to the guests.
Service (Noun) /ˈsɜːrvɪs/ - /ˈsɜːrvəs/
The hotel offers excellent service.
Hizmet Etmek (Fiil)
O, misafirlere akşam yemeği hizmeti verecek.
Hizmet (İsim)
Otel mükemmel bir hizmet sunuyor.
Specific (Adjective) /spəˈsɪfɪk/ - about /spesifik/ ABOUT
She gave a specific answer to the question.
Specifically (Adverb) /spəˈsɪfɪkli/ - /spesifikli/
He asked specifically about the project deadlines.
Belirli (Sıfat)
Soruya belirli bir cevap verdi.
Özellikle (Zarf)
Projelerin son tarihleri hakkında özellikle soru sordu.
Suggest (Verb) /səˈdʒɛst/ - /sıjest/
I suggest that we start the meeting now.
Suggestion (Noun) /səˈdʒɛsʧən/ - /sıceşın/
Her suggestion was very helpful for the project.
Önermek (Fiil)
Toplantıya şimdi başlamayı öneriyorum.
Öneri (İsim)
Onun önerisi, proje için çok faydalıydı.
Support (Verb) /səˈpɔːrt/ - in /support/
I support your decision to pursue your dreams.
Support (Noun) /səˈpɔːrt/ - /support/
We need to show our support for the local community.
Supporter (Noun) /səˈpɔːrtər/ - /supportır/
He is a loyal supporter of the team.
Desteklemek (Fiil)
Hayallerini takip etme kararını destekliyorum.
Destek (İsim)
Yerel topluluğa destek göstermemiz gerekiyor.
Destekçi (İsim)
O, takımın sadık bir destekçisidir.
Industry (Noun) /ˈɪn.də.stri/ - /ındıstri/
The manufacturing industry has grown significantly in the past decade.
Industrialization (Noun) /ɪnˌdʌs.tri.ə.laɪˈzeɪ.ʃən/ - /ındastriyılayzeyşın/
Industrialization has led to major changes in the workforce.
Industrial (Adjective) /ɪnˈdʌs.tri.əl/ - /ındastriyıl/
The country has an industrial economy.
Sanayi (İsim)
Üretim sanayisi son on yılda önemli ölçüde büyüdü.
Sanayileşme (İsim)
Sanayileşme, iş gücünde büyük değişikliklere yol açtı.
Sanayi (Sıfat)
Ülkenin sanayi ekonomisi vardır.
attitude towards sth
bir şeye karşı tutum
Campaign (Noun) /kæmˈpeɪn/ - /kəmpeyn/
They launched a campaign to raise awareness about climate change.
Kampanya (İsim)
İklim değişikliği hakkında farkındalık yaratmak için bir kampanya başlattılar.
Century (Noun) /ˈsɛn·tʃə·ri/
The 21st century has seen many technological advancements.
Yüzyıl (İsim)
21. yüzyıl, birçok teknolojik ilerlemeye tanık oldu.
character
he main character
İdda
Claim (Verb) /kleɪm/
She claimed the prize after winning the competition.
Claim (Noun) /kleɪm/
He made a claim for compensation after the accident.
Yarışmayı kazandıktan sonra ödülü iddia etti.
İddia (İsim)
Kazadan sonra tazminat için bir iddiada bulundu.
Contact (Noun) /ˈkɒntækt/ with
You can get in contact with the support team via email.
Contact (Verb) /ˈkɒntækt/
She contacted me about the meeting details.
İletişim (İsim)
Destek ekibiyle e-posta yoluyla iletişime geçebilirsiniz.
İletişime Geçmek (Fiil)
Toplantı detayları hakkında benimle iletişime geçti.
Criticize (Verb) /ˈkrɪtɪˌsaɪz/ - for /krıtızayz/
She criticized his decision to quit the project.
Critic (Noun) /ˈkrɪtɪk/ - /krıtık/
The critic gave a positive review of the movie.
Criticism (Noun) /ˈkrɪtɪˌsɪzəm/ - /krıtızızm/
Her criticism of the policy was well-received.
Critical (Adjective) /ˈkrɪtɪkəl/ - /krıtıkıl/
He made a critical observation about the design.
Uncritical (Adjective) /ʌnˈkrɪtɪkəl/ - /ankrıtıkıl/
She had an uncritical acceptance of the new policy.
Critically (Adverb) /ˈkrɪtɪkli/ - /krıtıkli/
The project was critically important to the company’s success.
Eleştirmek (Fiil)
Projeden ayrılma kararını eleştirdi.
Eleştirmen (İsim)
Eleştirmen, filmi olumlu bir şekilde değerlendirdi.
Eleştiri (İsim)
Politikaya yönelik eleştirisi olumlu karşılandı.
Eleştirel (Sıfat)
Tasarım hakkında eleştirel bir gözlemde bulundu.
Eleştirisiz (Sıfat)
Yeni politikayı eleştirisiz bir şekilde kabul etti.
Eleştirel Olarak (Zarf)
Proje, şirketin başarısı için eleştirel derecede önemliydi.
Device (Noun) /dɪˈvaɪs/ - /dıvays/
This device allows you to take high-quality photos.
Cihaz (İsim)
Bu cihaz, yüksek kaliteli fotoğraflar çekmenizi sağlar.
Appear (Verb) /əˈpɪər/ - /apir/
She appeared suddenly in the room.
Disappear (Verb) /ˌdɪsəˈpɪər/ - /dısapir/
The magician made the rabbit disappear.
Appearance (Noun) /əˈpɪərəns/ - /apirıns/ IN
His appearance at the event surprised everyone.
Disappearance (Noun) /ˌdɪsəˈpɪərəns/ - /dısapırıns/
The disappearance of the letter remains a mystery.
Görünmek (Fiil)
Odaya aniden göründü.
Kaybolmak (Fiil)
Sihirbaz tavşanı kaybettirdi.
Görünüş (İsim)
Etkinlikteki görünüşü herkesi şaşırttı.
Kayboluş (İsim)
Mektubun kayboluşu bir sır olarak kaldı.
Evidence (Noun) /ˈɛvɪdəns/ - /evıdıns/
The evidence was clear that he was at the scene.
Kanıt (İsim)
Kanıt, onun olay yerinde olduğunu açıkça gösteriyordu.
Harm (Noun) /hɑːrm/ - /haarm/
The accident caused significant harm to the environment.
Harmful (Adjective) /ˈhɑːrmfəl/ - /haarmfıl/
Smoking is harmful to your health.
Harmless (Adjective) /ˈhɑːrmləs/ - /haarmlıs/
The chemical is harmless when used in small amounts.
Zarar (İsim)
Kazanın çevreye büyük zarar verdi.
Zararlı (Sıfat)
Sigara içmek sağlığınıza zararlıdır.
Zararsız (Sıfat)
Kimyasal, küçük miktarlarda kullanıldığında zararsızdır.
National (Adjective) /ˈnæʃənl/ - /naşınıl/
The national holiday is celebrated every year.
International (Adjective) /ˌɪntəˈnæʃənl/ - /interneşınıl/
They have an international network of partners.
Nationally (Adverb) /ˈnæʃənəli/ - /naşınılı/
The event is nationally recognized as a major achievement.
Internationally (Adverb) /ˌɪntəˈnæʃənəli/ - /interneşınılı/
The company operates internationally, serving customers worldwide.
Ulusal (Sıfat)
Ulusal tatil her yıl kutlanır.
Uluslararası (Sıfat)
Uluslararası bir ortaklar ağına sahiptirler.
Ulusal Olarak (Zarf)
Etkinlik, ulusal düzeyde büyük bir başarı olarak tanınmaktadır.
Uluslararası Olarak (Zarf)
Şirket, dünya çapında müşterilerine hizmet vererek uluslararası alanda faaliyet göstermektedir.
Introduce (Verb) /ɪnˈtrəʊdjuːs/ - to /intrudüs/
I would like to introduce you to my colleague, Sarah.
Introduction (Noun) /ˌɪntrəˈdʌkʃən/ - /intrıdakşın/
The introduction of the new system took longer than expecte
Tanıtmak (Fiil)
Sizi meslektaşım Sarah ile tanıştırmak isterim.
Tanıtım (İsim)
Yeni sistemin tanıtımı beklenenden daha uzun sürdü.
Mention (Verb) /ˈmɛnʃən/ - to /menşın/
She didn’t mention anything about the meeting.
Mention (Noun) /ˈmɛnʃən/ - /menşın/
There was a mention of the new policy in the report.
Bahsetmek (Fiil)
Toplantıdan hiç bahsetmedi.
Bahsetme (İsim)
Raporun içinde yeni politikadan bahsedildi.
Modern (Adjective) /ˈmɒdərn/ - /modırn/
The building has a modern design with sleek lines.
Modern (Sıfat)
Bina, şık hatlarla modern bir tasarıma sahip.
Organize (Verb) /ˈɔːɡənaɪz/ - /organayz/
They will organize a charity event next week.
Organization (Noun) /ˌɔːɡəˈneɪʃən/ - /orgıneyşın/ OF
The organization helps support local communities.
Organize (Fiil)
Gelecek hafta bir hayır etkinliği organize edecekler.
Organizasyon (İsim)
Bu organizasyon, yerel topluluklara destek olmaya yardımcı olur.
Person (Noun) /ˈpɜːrsən/ - /pörsın/
She is a kind and helpful person.
Personality (Noun) /ˌpɜːrsəˈnælɪti/ - /pörsıneliti/
His personality makes him a great leader.
Personal (Adjective) /ˈpɜːrsənl/ - /pörsınıl/
This is a personal matter and should be kept private.
Personally (Adverb) /ˈpɜːrsənəli/ - /pörsınıli/
I personally think that it’s a great idea.
Kişi (İsim)
O, nazik ve yardımsever bir kişidir.
Kişilik (İsim)
Onun kişiliği, onu harika bir lider yapar.
Kişisel (Sıfat)
Bu, kişisel bir mesele olup özel tutulmalıdır.
Kişisel Olarak (Zarf)
Ben kişisel olarak bunun harika bir fikir olduğunu düşünüyorum.
Privacy (Noun) /ˈpraɪvəsi/ - /prayvısi/
Everyone has the right to privacy.
Private (Adjective) /ˈpraɪvət/ - /prayvıt/
She has a private office in the building.
Privately (Adverb) /ˈpraɪvətli/ - /prayvıtli/
They discussed the matter privately.
Gizlilik (İsim)
Herkesin gizlilik hakkı vardır.
Özel (Sıfat)
Binada özel bir ofisi var.
Özel Olarak (Zarf)
Konuyu özel olarak tartıştılar.
Recent (Adjective) /ˈriːsənt/ - in /risınt/
The recent news shocked everyone.
Recently (Adverb) /ˈriːsəntli/ - /risıntli/
I have recently moved to a new city.
Son (Sıfat)
Son haber herkesin şok olmasına neden oldu.
Son Zamanlarda (Zarf)
Son zamanlarda yeni bir şehre taşındım.
Refuse (Verb) /rɪˈfjuːz/ - /rifiuz/ to do
She refused to accept the invitation.
Refusal (Noun) /rɪˈfjuːzl/ - /rifiizıl/
His refusal to cooperate caused delays.
Reddetmek (Fiil)
O, daveti kabul etmeyi reddetti.
Reddetme (İsim)
İşbirliği yapmayı reddetmesi gecikmelere neden oldu.
Target (Noun) /ˈtɑːɡɪt/ - /ta:git/
The target for the sales team was increased this quarter.
Target (Verb) /ˈtɑːɡɪt/ - /ta:git/
The marketing campaign targeted young adults.
Hedef (İsim)
Satış ekibi için hedef bu çeyrekte artırıldı.
Hedeflemek (Fiil)
Pazarlama kampanyası genç yetişkinleri hedef aldı.
Taste (Noun) /teɪst/ - /teyst/
The taste of this dish is amazing.
Taste (Verb) /teɪst/ - /teyst/
She tasted the soup to check if it was salty enough.
Tasty (Adjective) /ˈteɪsti/ - /teysti/
The pizza was incredibly tasty.
Tat (İsim)
Bu yemeğin tadı harika.
Tadına Bakmak (Fiil)
Çorbanın tuzunun yeterli olup olmadığını kontrol etmek için tadına baktı.
Lezzetli (Sıfat)
Pizza inanılmaz derecede lezzetliydi.
Comfort (Noun) /ˈkʌmfərt/ - /kamfırt/
She felt a sense of comfort after a long day.
Comfortable (Adjective) /ˈkʌmfərtəbəl/ - /kamfırtıbıl/
This chair is so comfortable to sit on.
Uncomfortable (Adjective) /ʌnˈkʌmfərtəbəl/ - /ankamfırtıbıl/
The hard wooden bench was very uncomfortable.
Comfortably (Adverb) /ˈkʌmfərtəbli/ - /kamfırtıbli/
She sat comfortably on the couch, reading her book.
Uncomfortably (Adverb) /ʌnˈkʌmfərtəbli/ - /ankamfırtıbli/
He shifted uncomfortably in his chair during the meeting.
Rahatlık (İsim)
Uzun bir günün ardından rahatlık hissetti.
Rahat (Sıfat)
Bu sandalye oturmak için çok rahat.
Rahat Olmayan (Sıfat)
Sert tahta bank çok rahatsız ediciydi.
Rahatça (Zarf)
Koltukta rahatça oturup kitabını okudu.
Rahat Olmadan (Zarf)
Toplantı sırasında sandalyesinde rahatsız bir şekilde hareket etti.
Waste (Noun) /weɪst/ - /weist/
The factory produces a lot of waste every day.
WASTE OF TIME
ON
Waste (Verb) /weɪst/ - /weist/
Don’t waste your time on things that don’t matter.
Atık (İsim)
Fabrika her gün çok fazla atık üretir.
Ziyan Etmek (Fiil)
Önemli olmayan şeylere zamanını ziyan etme.
Worldwide (Adjective) /ˈwɜːldˌwaɪd/ - /wɜrldwajd/
The company has a worldwide presence.
Worldwide (Adverb) /ˈwɜːldˌwaɪd/ - /wɜrldwajd/
The news spread worldwide in just a few hours.
Dünya Genelinde (Sıfat)
Şirketin dünya genelinde bir varlığı var.
Dünya Genelinde (Zarf)
Haber sadece birkaç saat içinde dünya genelinde yayıldı.
Case (Noun) /keɪs/ - /keys/ İN The lawyer presented the case in court.
Durum (İsim)
Avukat, davayı mahkemede sundu.
Depression (Noun) /dɪˈprɛʃən/ - /di-preşın/ FROM
She is undergoing treatment for depression.
Depressed (Adjective) /dɪˈprɛst/ - /di-prest/ ABOUT BY
He felt depressed after hearing the bad news.
Depressing (Adjective) /dɪˈprɛsɪŋ/ - /di-pre-sing/
The news about the disaster was very depressing.
Depresyon (İsim)
O, depresyon tedavisi görüyor.
Depresif (Sıfat)
Kötü haberleri duyduktan sonra depresif hissetti.
Sıkıcı (Sıfat)
Felaketle ilgili haberler çok sıkıcıyd
Instruction (Noun) /ɪnˈstrʌkʃən/ - /in-strak-şın/
The teacher gave clear instructions for the assignment.
Talimat (İsim)
Öğretmen, ödev için net talimatlar verdi.
Generous (Adjective) /ˈdʒɛnərəs/ - /cen-er-ıs/
She is always generous with her time and resources.
Generously (Adverb) /ˈdʒɛnərəsli/ - /cen-er-əs-li/
He generously donated to the charity.
Cömert (Sıfat)
O, her zaman zamanını ve kaynaklarını cömertçe kullanır.
Cömertçe (Zarf)
O, hayır kurumuna cömertçe bağış yaptı.
Strategy (Noun) /ˈstrætədʒi/ - /stra-tı-dji/
The company developed a new strategy to increase sales.
Strategic (Adjective) /strəˈtiːdʒɪk/ - /struh-ti-jik/
They made a strategic decision to enter new markets.
Strategically (Adverb) /strəˈtiːdʒɪkli/ - /struh-ti-jik-li/
The company strategically placed ads in high-traffic areas.
Strateji (İsim)
Şirket, satışları artırmak için yeni bir strateji geliştirdi.
Stratejik (Sıfat)
Yeni pazarlara girmek için stratejik bir karar aldılar.
Stratejik Olarak (Zarf)
Şirket, yoğun trafiği olan alanlarda stratejik olarak reklam yerleştirdi.
Truth (Noun) /truːθ/ - /trutʰ/
The truth is often stranger than fiction.
Gerçek (İsim)
Gerçek, genellikle kurguya göre daha gariptir.