UNIT 5 Flashcards
Access (Verb) /ˈækses/ - /æk-ses/
You can access the website using this link.
in to
Access (Noun) /ˈækses/ - /æk-ses/
The library provides access to thousands of online resources.
Accessibility (Noun) /əkˌsɛsəˈbɪləti/ - /ak-se-si-bi-li-ti/
The building’s accessibility for wheelchair users has improved.
Accessible (Adjective) /əkˈsɛsəbəl/ - /ak-se-sı-bıl/
The museum is easily accessible by public transport.
Inaccessible (Adjective) /ˌɪnəkˈsɛsəbəl/ - /in-ak-se-sı-bıl/
The remote village is inaccessible during the winter months.
Erişmek (Fiil)
Bu bağlantıyı kullanarak web sitesine erişebilirsiniz.
Erişim (İsim)
Kütüphane, binlerce çevrimiçi kaynağa erişim sağlar.
Erişilebilirlik (İsim)
Bina, tekerlekli sandalye kullanıcıları için erişilebilirliği artırdı.
Erişilebilir (Sıfat)
Müze toplu taşıma ile kolayca erişilebilir.
Erişilemez (Sıfat)
Uzak köy kış aylarında erişilemez durumda.
Approach (Noun/Verb) /əˈproʊtʃ/ - /a-proç/
The teacher’s approach to explaining the topic was very effective. (Noun)
We need to approach this problem from a different perspective. (Verb)
to an
Approachable (Adjective) /əˈproʊtʃəbl/ - /a-pro-ça-bıl/
The new manager is very approachable and willing to listen to suggestions.
Yaklaşım (İsim)/Yaklaşmak (Fiil)
Öğretmenin konuyu açıklama yaklaşımı çok etkiliydi. (İsim)
Bu soruna farklı bir bakış açısıyla yaklaşmamız gerekiyor. (Fiil)
Yaklaşılabilir (Sıfat)
Yeni müdür çok yaklaşılabilir ve önerilere açık.
Attempt (Noun/Verb) /əˈtɛmpt/ - /e-tempt/
She made an attempt to climb the mountain but failed. (Noun)
in an
He attempted to fix the computer but couldn’t solve the problem. (Verb)
Teşebbüs (İsim)/Denemek (Fiil)
Dağa tırmanma teşebbüsünde bulundu ama başarısız oldu. (İsim)
Bilgisayarı tamir etmeyi denedi ama sorunu çözemedi. (Fiil)
Benefit (Noun/Verb) /ˈbɛnɪfɪt/ - /be-nı-fıt/
The new policy will bring significant benefits to the employees. (Noun)
He benefited greatly from the training program. (Verb)
from
Beneficial (Adjective) /ˌbɛnɪˈfɪʃəl/ - /be-nı-fi-şıl/
Regular exercise is beneficial for your health.
Beneficially (Adverb) /ˌbɛnɪˈfɪʃəli/ - /be-nı-fi-şı-li/
The program has been beneficially implemented in many schools.
Fayda (İsim)/Fayda Sağlamak (Fiil)
Yeni politika, çalışanlara önemli faydalar sağlayacak. (İsim)
Eğitim programından büyük ölçüde fayda sağladı. (Fiil)
Faydalı (Sıfat)
Düzenli egzersiz, sağlığınız için faydalıdır.
Faydalı Bir Şekilde (Zarf)
Program, birçok okulda faydalı bir şekilde uygulanmıştır.
Challenge (Noun/Verb) /ˈtʃælɪndʒ/ - /ça-lınc/
The project was a real challenge, but we managed to complete it. (Noun)
She challenged him to solve the puzzle in under a minute. (Verb)
Challenging (Adjective) /ˈtʃælɪndʒɪŋ/ - /ça-lın-cing/
Learning a new language can be challenging but rewarding.
Zorluk (İsim)/Meydan Okumak (Fiil)
Proje gerçek bir zorluktu, ancak tamamlamayı başardık. (İsim)
Ona bulmacayı bir dakikadan kısa sürede çözmesi için meydan okudu. (Fiil)
Zorlayıcı (Sıfat)
Yeni bir dil öğrenmek zorlayıcı ama ödüllendirici olabilir.
Complexity (Noun) /kəmˈplɛksɪti/ - /kım-plek-sı-ti/OF
The complexity of the problem made it hard to solve.
(Problemin karmaşıklığı çözmeyi zorlaştırdı.)
Complex (Adjective) /ˈkɑmplɛks/ - /kom-pleks/
The instructions for assembling the furniture were too complex to follow.
(Mobilyayı monte etme talimatları takip etmek için çok karmaşıktı.)
Karmaşıklık (İsim)
Durumun karmaşıklığı, bir çözüm bulmayı zorlaştırdı.
Karmaşık (Sıfat)
Bu, dikkatli düşünmeyi gerektiren karmaşık bir karardı.
Consume (Verb) /kənˈsjuːm/ - /kın-süüm/
She consumes a lot of water every day.
Consumer (Noun) /kənˈsjuːmər/ - /kın-sü-mır/
The consumer has many choices in the market.
Consumption (Noun) /kənˈsʌmpʃən/ - /kın-sam-şın/
The consumption of sugar should be reduced.
Consumerism (Noun) /kənˈsjuːmɪzəm/ - /kın-sü-mı-zım/
Consumerism promotes the constant purchase of goods.
Tüketmek
Her gün çok su tüketiyor.
Tüketici
Tüketicinin pazarda birçok seçeneği vardır.
Tüketim
Şeker tüketimi azaltılmalıdır.
Tüketimcilik
Tüketimcilik, malların sürekli satın alınmasını teşvik eder.
Deficiency (Noun) /dɪˈfɪʃənsi/ - /di-fi-şın-sı/
The doctor diagnosed a deficiency in vitamin D.
FROM
Deficient (Adjective) /dɪˈfɪʃənt/ - /di-fi-şınt/
His diet was deficient in essential nutrients.
Eksiklik
Doktor, D vitamini eksikliği teşhisi koydu.
Eksik
Onun diyeti, temel besinlerden eksikti.
Digest (Verb) /daɪˈdʒɛst/ - /day-gest/
It takes time for the body to digest food properly.
Digestion (Noun) /daɪˈdʒɛstʃən/ - /day-jes-şın/
Proper digestion is essential for good health.
Sindirmek
Vücudun yiyecekleri düzgün bir şekilde sindirmesi zaman alır.
Sindirim
Düzgün sindirim, iyi sağlık için çok önemlidir.
Eliminate (Verb) /ɪˈlɪmɪneɪt/ - /i-li-mı-neyt/ FROM
The company decided to eliminate unnecessary expenses.
Elimination (Noun) /ɪˌlɪmɪˈneɪʃən/ - /i-li-mı-ney-şın/
Elimination of waste is an important step in recycling.
Ortadan Kaldırmak
Şirket, gereksiz harcamaları ortadan kaldırmaya karar verdi.
Ortadan Kaldırma
Atıkların ortadan kaldırılması, geri dönüşümde önemli bir adımdır.
Finding (Noun) /ˈfaɪndɪŋ/ - /faynd-ing/
The findings of the study were surprising.
Bulgular
Çalışmanın bulguları şaşırtıcıydı.
Gene (Noun) /dʒiːn/ - /cin/
Genes are passed down from parents to offspring.
Genetics (Noun) /dʒəˈnɛtɪks/ - /cı-ne-tiks/
She studied genetics to understand how traits are inherited.
Genetic (Adjective) /dʒəˈnɛtɪk/ - /cı-ne-tik/
Genetic diseases can be passed from parents to children.
Genetically (Adverb) /dʒəˈnɛtɪkli/ - /cı-ne-tik-li/
Humans are genetically similar to other primates.
Gen
Genler, ebeveynlerden yavrulara aktarılır.
Genetik
O, özelliklerin nasıl miras alındığını anlamak için genetiği inceledi.
Genetik
Genetik hastalıklar, ebeveynlerden çocuklara geçebilir.
Genetik Olarak
İnsanlar, diğer primatlarla genetik olarak benzerler.
Identify (Verb) /aɪˈdɛntɪfaɪ/ - /ay-den-tı-fay/
Can you identify the person in this photo?
Identification (Noun) /aɪˌdɛntɪfɪˈkeɪʃən/ - /ay-den-tı-fı-key-şın/
He showed his identification to the security guard.
Identity (Noun) /aɪˈdɛntɪti/ - /ay-den-tı-ti/
Her identity was verified before she entered the building.
Identified (Adjective) /aɪˈdɛntɪfaɪd/ - /ay-den-tı-fayd/
The identified suspect was arrested by the police.
Unidentified (Adjective) /ˌʌnɪˈdɛntɪfaɪd/ - /an-ı-den-tı-fayd/
The unidentified object in the sky remained a mystery.
Tanımlamak
Bu fotoğraftaki kişiyi tanımlayabilir misiniz?
Kimlik Belgesi
Güvenlik görevlisine kimlik belgesini gösterdi.
Kimlik
Binaya girmeden önce kimliği doğrulandı.
Tanımlanmış
Tanımlanan şüpheli polis tarafından tutuklandı.
Tanımlanamayan
Gökyüzündeki tanımlanamayan nesne gizem olarak kaldı.
Initial (Adjective) /ɪˈnɪʃəl/ - /i-ni-şıl/
The initial response to the proposal was positive.
Initially (Adverb) /ɪˈnɪʃəli/ - /i-ni-şı-li/
Initially, we thought it would be a simple task, but it turned out to be more difficult.
İlk
Teklifin ilk yanıtı olumlu oldu.
Başlangıçta
Başlangıçta bunun basit bir görev olacağını düşündük, ancak daha zor olduğunu fark ettik.
Nutrition (Noun) /njuːˈtrɪʃən/ - /nu-tri-şın/
A balanced diet is essential for good nutrition. OF
Nutrient (Noun) /ˈnjuːtrɪənt/ - /nu-tri-ınt/
Fruits and vegetables are rich in essential nutrients.
Nutritious (Adjective) /njuːˈtrɪʃəs/ - /nu-tri-şıs/
Eating a variety of nutritious foods helps maintain good health.
Beslenme
Dengeli bir diyet, iyi beslenme için önemlidir.
Besin Öğesi
Meyveler ve sebzeler, önemli besin öğeleri bakımından zengindir.
Besleyici
Çeşitli besleyici gıdalar yemek, iyi sağlığı korumaya yardımcı olur.
Nutrition (Noun) /njuːˈtrɪʃən/ - /nu-tri-şın/
A balanced diet is essential for good nutrition.
İN
Nutrient (Noun) /ˈnjuːtrɪənt/ - /nu-tri-ınt/
Fruits and vegetables are rich in essential nutrients.
Nutritious (Adjective) /njuːˈtrɪʃəs/ - /nu-tri-şıs/
Eating a variety of nutritious foods helps maintain good health.
Beslenme
Dengeli bir diyet, iyi beslenme için önemlidir.
Besin Öğesi
Meyveler ve sebzeler, önemli besin öğeleri bakımından zengindir.
Besleyici
Çeşitli besleyici gıdalar yemek, iyi sağlığı korumaya yardımcı olur.
Process (Noun) /ˈprəʊsɛs/ - /pro-ses/
The manufacturing process is highly efficient.
AN
Process (Verb) /ˈprəʊsɛs/ - /pro-ses/
The company processes orders quickly and accurately.
Processed (Adjective) /ˈprəʊsɛst/ - /pro-sest/
Processed foods often contain preservatives and additives.
Süreç (İsim)
Üretim süreci oldukça verimlidir.
İşlemek (Fiil)
Şirket, siparişleri hızlı ve doğru bir şekilde işler.
İşlenmiş (Sıfat)
İşlenmiş gıdalar genellikle koruyucu maddeler ve katkı maddeleri içerir.
Promise (Noun) /ˈprɒmɪs/ - /pro-mıs/
She made a promise to help him with the project.
Promise (Verb) /ˈprɒmɪs/ - /pro-mıs/
He promised to return the book by tomorrow.
Promising (Adjective) /ˈprɒmɪsɪŋ/ - /pro-mis-ing/
The new project looks very promising and could lead to great success.
Söz (İsim)
Projeye yardımcı olacağına dair bir söz verdi.
Söz Vermek (Fiil)
Kitabı yarına kadar geri getireceğine söz verdi.
Ümit Verici (Sıfat)
Yeni proje çok ümit verici görünüyor ve büyük bir başarıya yol açabilir.
Represent (Verb) /ˌrɛprɪˈzɛnt/ - /re-pre-zent/
She represents the company at international conferences.
AS AN
Representation (Noun) /ˌrɛprɪˈzɛntəʃən/ - /re-pre-zen-tey-şın/
The painting is a representation of the artist’s vision.
Representative (Noun) /ˌrɛprɪˈzɛntətɪv/ - /re-pre-ze-nı-tev/
He is the representative of the local community in the government.
Representative (Adjective) /ˌrɛprɪˈzɛntətɪv/ - /re-pre-ze-nı-tev/
She gave a representative example of the results during the meeting.
Temsil Etmek (Fiil)
O, uluslararası konferanslarda şirketi temsil ediyor.
Temsil (İsim)
Tablo, sanatçının vizyonunun bir temsilidir.
Temsilci (İsim)
O, hükümette yerel topluluğun temsilcisidir.
Temsilci (Sıfat)
Toplantı sırasında sonuçların temsilci bir örneğini verdi.
Represent (Verb) /ˌrɛprɪˈzɛnt/ - /re-pre-zent/
She represents the company at international conferences.
AS
Representation (Noun) /ˌrɛprɪˈzɛntəʃən/ - /re-pre-zen-tey-şın/
The painting is a representation of the artist’s vision.
Representative (Noun) /ˌrɛprɪˈzɛntətɪv/ - /re-pre-ze-nı-tev/
He is the representative of the local community in the government.
Representative (Adjective) /ˌrɛprɪˈzɛntətɪv/ - /re-pre-ze-nı-tev/
She gave a representative example of the results during the meeting.
Temsil Etmek
O, uluslararası konferanslarda şirketi temsil ediyor.
Temsil
Tablo, sanatçının vizyonunun bir temsilidir.
Temsilci
O, hükümette yerel topluluğun temsilcisidir.
Temsilci
Toplantı sırasında sonuçların temsilci bir örneğini verdi.
Respond (Verb) /rɪˈspɒnd/ - /ri-spond/
He responded quickly to the email.
TO
Response (Noun) /rɪˈspɒns/ - /ri-spons/
Her response to the question was thoughtful and well-articulated.
Responsive (Adjective) /rɪˈspɒnsɪv/ - /ri-spons-iv/
The new software is highly responsive and easy to use.
Cevap Vermek
E-postaya hızlı bir şekilde cevap verdi.
Yanıt
Soruyu yanıtı düşünceli ve iyi bir şekilde açıklandı.
Duyarlı
Yeni yazılım son derece duyarlı ve kullanımı kolaydır.
Sense (Noun) /sɛns/ - /sens/
She had a strong sense of responsibility.
OF
Sense (Verb) /sɛns/ - /sens/
He could sense that something was wrong.
Sensible (Adjective) /ˈsɛnsɪbəl/ - /sen-sı-bıl/
It was a sensible decision to bring an umbrella.
Sensibly (Adverb) /ˈsɛnsɪbli/ - /sen-sı-bli/
She sensibly avoided driving in the storm.
Anlam
O, güçlü bir sorumluluk duygusuna sahipti.
Hissetmek
Bir şeylerin ters gittiğini hissedebiliyordu.
Mantıklı
Şemsiye getirmek mantıklı bir karardı.
Mantıklı Bir Şekilde
Fırtınada araba kullanmaktan mantıklı bir şekilde kaçındı.
Signify (Verb) /ˈsɪɡnɪfaɪ/ - /sig-nı-fay/
The red light signifies that you must stop.
Significance (Noun) /sɪɡˈnɪfɪkəns/ - /sig-nı-fı-kıns/
The significance of the discovery was not understood at the time.
Significant (Adjective) /sɪɡˈnɪfɪkənt/ - /sig-nı-fı-kınt/
The meeting had a significant impact on the project’s direction.FOR TO
Insignificant (Adjective) /ˌɪnsɪɡˈnɪfɪkənt/ - /in-sig-nı-fı-kınt/
The error was insignificant and didn’t affect the outcome.
Significantly (Adverb) /sɪɡˈnɪfɪkəntli/ - /sig-nı-fı-kınt-li/
The results improved significantly after the changes were made.
Anlamına Gelmek
Kırmızı ışık, durmanız gerektiğini belirtir.
Önem
Keşfin önemi o zamanlar anlaşılmamıştı.
Önemli
Toplantı, projenin yönü üzerinde önemli bir etki yarattı.
Önemsiz
Hata önemsizdi ve sonucu etkilemedi.
Önemli Bir Şekilde
Sonuçlar, değişiklikler yapıldıktan sonra önemli ölçüde iyileşti.
Ultimate (Adjective) /ˈʌltəmət/ - /ʌl-tı-mıt/
The ultimate goal of the project is to improve customer satisfaction.
Ultimately (Adverb) /ˈʌltəmətli/ - /ʌl-tı-mıt-li/
Ultimately, the decision rests with the board of directors.
Son
Projenin nihai amacı müşteri memnuniyetini artırmaktır.
Sonunda
Sonuçta, karar yönetim kurulu tarafından verilecektir.
Vary (Verb) /ˈværi/ - /ve-ri/
The temperature can vary depending on the time of day.
of/in/among/between
Variation (Noun) /ˌvɛəˈreɪʃən/ - /ve-rey-şın/ OF IN AMOUNG BETWEEN
There is a lot of variation in the styles of the paintings.
Variety (Noun) /vəˈraɪəti/ - /vı-raj-i-ti/
The restaurant offers a variety of dishes to choose from.
Various (Adjective) /ˈvɛəriəs/ - /ve-ri-əs/
They visited various countries during their trip.
Değişmek
Sıcaklık, günün saatine göre değişebilir.
Varyasyon
Tabloların tarzlarında büyük bir varyasyon vardır.
Çeşitlilik
Restoran, seçebileceğiniz çok çeşitli yemekler sunmaktadır.
Çeşitli
Seyahatlerinde çeşitli ülkeleri ziyaret ettiler.
Agriculture (Noun) /ˈæɡrɪkʌltʃər/ - /e-gri-kʌl-çır/
Agriculture is the backbone of many economies around the world.
Agricultural (Adjective) /ˌæɡrɪˈkʌltʃərəl/ - /e-gri-kʌl-çır-əl/
They live in an agricultural area where farming is the main activity.
Tarım
Tarım, dünya çapındaki birçok ekonominin bel kemiğidir.
Tarımsal
Farming’in ana faaliyet olduğu tarımsal bir bölgede yaşıyorlar.
Alter (Verb) /ˈɔːltər/ - /ol-tır/
She decided to alter her plans after hearing the news.
Alteration (Noun) /ˌɔːltəˈreɪʃən/ - /ol-tı-rey-şın/
The alteration of the building’s structure took several months.
Değiştirmek
Haberleri duyduktan sonra planlarını değiştirmeye karar verdi.
Değişiklik
Bina yapısındaki değişiklik birkaç ay sürdü.
Crave (Verb) /kreɪv/ - /kreyv/
She craves chocolate every afternoon.
FOR
Craving (Noun) /ˈkreɪvɪŋ/ - /krey-ving/FOR
He had a sudden craving for pizza last night.
İstemek
Her öğleden sonra çikolata istemektedir.
İştah
Dün gece aniden pizza iştahı oldu.
Convince (Verb) /kənˈvɪns/ - /kən-vins/
She tried to convince him to come to the party.
TO
Convincing (Adjective) /kənˈvɪnsɪŋ/ - /kən-vin-sing/
His argument was very convincing, and everyone agreed.
Convinced (Adjective) /kənˈvɪnst/ - /kən-vinst/
I am convinced that he will succeed in his new job.
İkna Etmek
Onu partiye gelmesi için ikna etmeye çalıştı.
İkna Edici
Onun argümanı çok ikna ediciydi, herkes katıldı.
İkna Olmuş
Yeni işinde başarılı olacağına ikna oldum.
OF AN FOR
Cure (Noun) /kjʊər/ - /kür/
A cure for the disease has not been found yet.
Cure (Verb) /kjʊər/ - /kür/
Doctors are working hard to cure the disease.
Tedavi Etmek
Doktorlar hastalığı tedavi etmek için çok çalışıyor.
Tedavi
Hastalığa karşı bir tedavi henüz bulunamadı.
Dominate (Verb) /ˈdɒmɪneɪt/ - /do-mı-neyt/
The team dominated the match from start to finish.
Dominance (Noun) /ˈdɒmɪnəns/ - /do-mı-nıns/
His dominance in the field is unmatched by any competitor.
Dominant (Adjective) /ˈdɒmɪnənt/ - /do-mı-nınt/
The dominant player led his team to victory.
Hükmetmek
Takım, maç boyunca hükmetti.
Hegemonya
Alanındaki hegemonya, hiçbir rakip tarafından aşılmamıştır.
Egemen
Egemen oyuncu, takımını zafere taşıdı.
Distribute (Verb) /dɪˈstrɪbjuːt/ - /di-strib-yut/
The company distributes products worldwide.
AMOUNG TO
Redistribute (Verb) /ˌriːdɪˈstrɪbjuːt/ - /ri-di-strib-yut/
They plan to redistribute the wealth among the poorer regions.
Distribution (Noun) /ˌdɪstrɪˈbjuːʃən/ - /di-strib-yu-şın/
The distribution of the supplies was well organized.OF
Redistribution (Noun) /ˌriːdɪstrɪˈbjuːʃən/ - /ri-di-strib-yu-şın/
Redistribution of resources can help address inequality.
Dağıtmak
Şirket, ürünleri dünya çapında dağıtıyor.
Yeniden Dağıtmak
Onlar, zenginliği daha yoksul bölgelere yeniden dağıtmayı planlıyor.
Dağıtım
Yardımların dağıtımı iyi organize edilmişti.
Yeniden Dağıtım
Kaynakların yeniden dağıtımı, eşitsizliği azaltmaya yardımcı olabilir.
Ignore (Verb) /ɪɡˈnɔːr/ - /i-gnor/
She tried to ignore the distractions during the exam.
Ignorance (Noun) /ˈɪɡnərəns/ - /i-gno-rıns/
His ignorance of the situation caused many problems.
Ignorant (Adjective) /ˈɪɡnərənt/ - /i-gno-rınt/
The young man was ignorant of the laws in his country.
Görmezden Gelmek
Sınav sırasında dikkat dağılmalarını görmezden gelmeye çalıştı.
Cahillik
Durumu bilmemesi birçok probleme yol açtı.
Cahil
Genç adam, kendi ülkesindeki yasalardan habersizdi.
Infect (Verb) /ɪnˈfɛkt/ - /in-fekt/
The flu can infect a large number of people in a short time.
AN FROM
Infection (Noun) /ɪnˈfɛkʃən/ - /in-fek-şın/
He was diagnosed with a bacterial infection.
Infectious (Adjective) /ɪnˈfɛkʃəs/ - /in-fek-şıs/
The disease is highly infectious, spreading quickly among the population.
Bulaştırmak
Grip, kısa sürede büyük bir insan grubunu bulaştırabilir.
Enfeksiyon
Ona bakteriyel bir enfeksiyon teşhisi kondu.
Bulaşıcı
Hastalık oldukça bulaşıcıdır, nüfus arasında hızla yayılır.
Modify (Verb) /ˈmɒdɪfaɪ/ - /ma-dı-fay/
They decided to modify the plan to fit the new requirements.
Modification (Noun) /ˌmɒdɪfɪˈkeɪʃən/ - /ma-dı-fi-key-şın/
The modification of the software improved its performance.
Modified (Adjective) /ˈmɒdɪfaɪd/ - /ma-dı-fayd/
The modified version of the app is much more user-friendly.
Değiştirmek
Planı yeni gereksinimlere uyacak şekilde değiştirmeye karar verdiler.
Değişiklik
Yazılımın değiştirilmesi, performansını artırdı.
Değiştirilmiş
Uygulamanın değiştirilmiş sürümü çok daha kullanıcı dostuydu.
Potential (Noun) /pəˈtɛnʃəl/ - /po-ten-şıl/
She has great potential to become a successful artist.
FOR
Potential (Adjective) /pəˈtɛnʃəl/ - /po-ten-şıl/
There are potential risks involved in this investment.
Potentially (Adverb) /pəˈtɛnʃəli/ - /po-ten-şıl-li/
This change could potentially improve the overall process.
Potansiyel (İsim)
Büyük bir sanatçı olma potansiyeline sahip.
Potansiyel (Sıfat)
Bu yatırımdan potansiyel riskler bulunmaktadır.
Potansiyel Olarak (Zarf)
Bu değişiklik, süreci potansiyel olarak iyileştirebilir.
Precision (Noun) /prɪˈsɪʒən/ - /pri-si-jan/
The precision of the measurements is critical for the experiment.
WİTH
Precise (Adjective) /prɪˈsaɪs/ - /pri-says/ABOUT
The engineer gave precise instructions for assembling the machine.
Precisely (Adverb) /prɪˈsaɪsli/ - /pri-says-li/
She explained the process precisely to avoid any misunderstandings.
Kesinlik (İsim)
Ölçümlerin kesinliği, deney için çok önemlidir.
Kesin (Sıfat)
Mühendis, makineyi monte etmek için kesin talimatlar verdi.
Kesin Olarak (Zarf)
Süreci kesin olarak açıkladı, böylece herhangi bir yanlış anlaşılma olmadı.
Produce (Verb) /prəˈdjuːs/ - /prı-dyus/
The factory produces thousands of cars every year.
Production (Noun) /prəˈdʌkʃən/ - /prı-dak-şın/
The production of the new smartphone model started last month.
IN Productivity (Noun) /ˌprɒdʌkˈtɪvəti/ - /pro-dak-tiv-i-ti/
Increasing workplace productivity is a goal for many businesses.
Productive (Adjective) /prəˈdʌktɪv/ - /prı-dak-tiv/
The team had a productive meeting and came up with many new ideas.
Productively (Adverb) /prəˈdʌktɪvli/ - /prı-dak-tiv-li/
She worked productively all day and finished the report ahead of schedule.
Üretmek (Fiil)
Fabrika her yıl binlerce araba üretiyor.
Üretim (İsim)
Yeni akıllı telefon modelinin üretimi geçen ay başladı.
Verimlilik (İsim)
İşyerinde verimliliği artırmak, birçok işletme için bir hedeftir.
Verimli (Sıfat)
Takım verimli bir toplantı yaptı ve birçok yeni fikir geliştirdi.
Verimli Bir Şekilde (Zarf)
Bütün gün verimli bir şekilde çalıştı ve raporu zamanından önce bitirdi.
AGAINST React (Verb) /rɪˈækt/ - /ri-ækt/
She reacted quickly to the news and started planning immediately.
to/against
Reaction (Noun) /riˈækʃən/ - /ri-ak-şın/
His reaction to the surprise was one of complete astonishment.
Reactive (Adjective) /rɪˈæktɪv/ - /ri-ak-tiv/
The reactive nature of the chemicals makes them dangerous if handled improperly.
Reactively (Adverb) /rɪˈæktɪvli/ - /ri-ak-tiv-li/
He reacted reactively, without thinking through the situation first.
Tepki Vermek (Fiil)
Haberler karşısında hızlı bir şekilde tepki verdi ve hemen plan yapmaya başladı.
Tepki (İsim)
Sürprize verdiği tepki tamamen şaşkınlık içindeydi.
Reaktif (Sıfat)
Kimyasalların reaktif doğası, yanlış kullanıldığında tehlikeli olmasına neden olur.
Tepkisel Bir Şekilde (Zarf)
Durumu önce düşünmeden, tepkisel bir şekilde tepki verdi.
Revolutionize (Verb) /ˌrɛvəˈluːʃənaɪz/ - /re-vu-lü-şın-ayz/
The invention of the internet has revolutionized the way we communicate.
Revolution (Noun) /ˌrɛvəˈluːʃən/ - /re-vü-lü-şın/
The French Revolution dramatically changed the political landscape of France.
Revolutionary (Adjective) /ˌrɛvəˈluːʃəneri/ - /re-vü-lü-şın-er-i/
Her revolutionary ideas in technology have transformed the industry.
Devrim Yaratmak (Fiil)
İnternetin icadı, iletişim şeklimizi devrim niteliğinde değiştirdi.
Devrim (İsim)
Fransız Devrimi, Fransa’nın politik yapısını dramatik bir şekilde değiştirdi.
Devrimci (Sıfat)
Teknolojideki devrimci fikirleri, sektörü dönüştürdü.
Specify (Verb) /ˈspɛsɪfaɪ/ - /spe-sı-fay/
Can you specify the details of the project?
Specification (Noun) /ˌspɛsɪfɪˈkeɪʃən/ - /spe-sı-fi-key-şın/
The product came with a detailed specification guide.
Specific (Adjective) /spəˈsɪfɪk/ - /sı-spe-fik/ABOUT
She gave specific instructions for the task.
Specifically (Adverb) /spəˈsɪfɪkli/ - /sı-spe-fik-li/
He specifically mentioned the need for a faster solution.
Belirtmek (Fiil)
Projeyle ilgili detayları belirtebilir misiniz?
Özellik (İsim)
Ürün, ayrıntılı bir özellik kılavuzu ile geldi.
Belirli (Sıfat)
Görev için belirli talimatlar verdi.
Özellikle (Zarf)
Çözümün daha hızlı olması gerektiğini özellikle belirtti.
Suffer (Verb) /ˈsʌfə(r)/ - /sʌ-fır/
He had to suffer through the long hours of waiting.
FROM
Suffering (Noun) /ˈsʌfərɪŋ/ - /sʌ-fır-ing/
The earthquake caused immense suffering to the people in the region.
Acı Çekmek (Fiil)
Uzun bekleme saatlerine katlanmak zorunda kaldı.
Acı (İsim)
Deprem, bölgede yaşayanlar için büyük bir acıya yol açtı.
Survey (Verb) /ˈsɜːveɪ/ - /sör-vey/
They will survey the area to check for any damage after the storm.
OF
Survey (Noun) /ˈsɜːveɪ/ - /sör-vey/
The survey results were released after the research was complete.
Anket Yapmak (Fiil)
Fırtına sonrası zarar olup olmadığını kontrol etmek için bölgeyi anket yapacaklar.
Anket (İsim)
Araştırma tamamlandıktan sonra anket sonuçları yayınlandı.
Trigger (Noun) /ˈtrɪɡər/ - /trı-gır/
The news about the accident was the trigger for his emotional outburst.
Trigger (Verb) /ˈtrɪɡər/ - /trı-gır/
The news about the accident triggered an emotional outburst from him.
Tetikleyici (İsim)
Kazaya dair haber, onun duygusal patlamasının tetikleyicisiydi.
Tetiklemek (Fiil)
Kazaya dair haber, onun duygusal patlamasını tetikledi.
Ultimate (Adjective) /ˈʌltɪmət/ - /ʌltı-mıt/
Winning the championship was the ultimate goal for the team.
Ultimately (Adverb) /ˈʌltəmətli/ - /ʌltı-mıt-lı/
Ultimately, it is our decision whether to proceed with the plan.
Son (Sıfat)
Şampiyonluk kazanmak, takım için son hedefti.
Sonunda (Zarf)
Sonunda, planla ilerleyip ilerlememeye karar vermek bizim elimizde.
Approve (Verb) /əˈpruːv/ - /ə-pruuv/
She decided to approve the proposal after reviewing all the details.
OF
Approval (Noun) /əˈpruːvəl/ - /ə-pru-vəl/
The committee gave their approval for the new project.
Approved (Adjective) /əˈpruːvd/ - /ə-pruuvd/
The approved budget will be implemented starting next month.
Onaylamak
Tüm detayları inceledikten sonra projeyi onaylamaya karar verdi.
Onay
Komite, yeni proje için onay verdi.
Onaylı
Onaylı bütçe, gelecek aydan itibaren uygulanacak.
Approximate (Adjective/Verb) /əˈprɒksɪmət/ - /ə-prɒk-sı-mıt/
The approximate cost of the project is $10,000.
AMOUNT FOR
Approximately (Adverb) /əˈprɒksɪmətli/ - /ə-prɒk-sı-mət-li/
The meeting will begin approximately at 9 AM.
Yaklaşık
Projenin yaklaşık maliyeti 10.000 dolar.
Yaklaşık Olarak
Toplantı yaklaşık olarak sabah 9’da başlayacak.
Brief (Adjective/Verb) /briːf/ - /bri-f/
The meeting was brief, lasting only 15 minutes.
Briefly (Adverb) /ˈbriːfli/ - /bri-fli/
He explained the situation briefly before moving on to the next topic.
Kısa
Toplantı kısaydı, yalnızca 15 dakika sürdü.
Kısaca
Durumu kısaca açıkladı, sonra bir sonraki konuya geçti.
Bother (Noun) /ˈbɒðər/ - /boh-thur/
It’s such a bother to clean up after the party.
Bother (Verb) /ˈbɒðər/ - /boh-thur/
Please don’t bother me while I’m working.
Zorluk
Partiden sonra temizlik yapmak gerçekten bir zorluk.
Zorlamak
Lütfen çalışırken beni zorlamayın.
Impose (Verb) /ɪmˈpəʊz/ - /im-pohz/
The government decided to impose new taxes on imported goods.
ON
Imposing (Adjective) /ɪmˈpəʊzɪŋ/ - /im-poh-zing/
The imposing building stood out in the skyline.
Uygulamak
Hükümet, ithal mallara yeni vergiler uygulamaya karar verdi.
Göz Alıcı
Göz alıcı bina, şehir silüetinde öne çıkıyordu.
Issue (Noun) /ˈɪʃuː/ - /iş-oo/
There was a serious issue with the company’s financial records.
Issue (Verb) /ˈɪʃuː/ - /iş-oo/
The manager will issue a statement regarding the situation.
WİTH
Sorun
Şirketin mali kayıtlarında ciddi bir sorun vardı.
Yayınlamak
Yönetici, durumla ilgili bir açıklama yayınlayacak.
Option (Noun) /ˈɒpʃən/ - /op-şın/ OR FEW
You have the option to choose between two different plans.
Optional (Adjective) /ˈɒpʃənl/ - /op-şı-nıl/
The additional features are optional and can be added later.
Seçenek
İki farklı plan arasında seçim yapma seçeneğiniz var.
İsteğe Bağlı
Ek özellikler isteğe bağlıdır ve daha sonra eklenebilir.
Precede (Verb) /prɪˈsiːd/ - /pri-siid/
The meeting will precede the conference.
Precedent (Noun) /ˈprɛsɪdənt/ - /pre-sı-dınt/FOR WITHOUT
The judge’s ruling set a new legal precedent.
Önce Gelmek
Toplantı, konferanstan önce gerçekleşecek.
Önceki Örnek
Hakimin kararı yeni bir hukuki emsal oluşturdu.
Restore (Verb) /rɪˈstɔːr/ - /ri-sto:r/
The museum aims to restore the ancient paintings.
in
Restoration (Noun) /ˌrɛstəˈreɪʃən/ - /res-te-rey-şın/
The restoration of the old building took several years.FOR
Eski Haline Getirmek
Müze, eski resimleri eski haline getirmeyi amaçlıyor.
Restorasyon
Eski binanın restorasyonu birkaç yıl sürdü.
Select (Verb) /sɪˈlɛkt/ - /si-lekt/
Please select your preferred option from the list.
Selection (Noun) /sɪˈlɛkʃən/ - /si-lek-şın/
The selection of books at the library is impressive.
Selective (Adjective) /sɪˈlɛktɪv/ - /si-lek-tiv/
She is very selective when it comes to choosing her friends.
Selected (Adjective) /sɪˈlɛktɪd/ - /si-lek-tıd/
The selected candidate will be contacted for an interview.
Selectively (Adverb) /sɪˈlɛktɪvli/ - /si-lek-tiv-li/
She selectively chose the items for the exhibition.
Seçmek
Lütfen listeden tercih ettiğiniz seçeneği seçin.
Seçim
Kütüphanedeki kitap seçimi etkileyici.
Seçici
Arkadaşlarını seçerken çok seçici.
Seçilmiş
Seçilen aday, mülakata çağrılacaktır.
Seçici Bir Şekilde
Sergi için öğeleri seçici bir şekilde seçti.
Settle (Verb) /ˈsɛtl/ - /se-tıl/
They decided to settle in a quiet town by the beach.
in
Settlement (Noun) /ˈsɛtlmənt/ - /se-tıl-ment/OF
The company reached a settlement with the workers after the negotiations.
Yerleşmek
Huzurlu bir kasabada yerleşmeye karar verdiler.
Yerleşim
Şirket, müzakerelerin ardından işçilerle bir anlaşmaya vardı.
Species (Noun) /ˈspiːʃiːz/ - /spi-şiz/
There are many endangered species in the rainforest.
Tür
Yağmur ormanlarında birçok tehlike altındaki tür bulunmaktadır.
Visibility (Noun) /ˌvɪzɪˈbɪləti/ - /vi-zi-bi-lı-ti/
The visibility on the highway was poor due to heavy fog.
Visible (Adjective) /ˈvɪzɪbəl/ - /vi-zi-bıl/
The mountains were clearly visible from the plane.
To BE
Visibly (Adverb) /ˈvɪzəbli/ - /vi-zi-bli/
She was visibly upset after hearing the news.
Görünürlük
Otoyolda yoğun sis nedeniyle görünürlük çok düşüktü.
Görünür
Dağlar uçaktan net bir şekilde görünüyordu.
Görünür Bir Şekilde
Haberleri duyduktan sonra, görünür bir şekilde üzgündü.