UNIT 1 INTER Flashcards

1
Q

Achieve (Verb) /əˈtʃiːv/ - /e-çiv/ İN
She worked hard to achieve her goals.

Achievement (Noun) /əˈtʃiːvmənt/ - /e-çiv-mınt/
Winning the competition was a great achievement.

Achievable (Adjective) /əˈtʃiːvəbl̩/ - /e-çiv-ıbıl/
With determination, any goal is achievable.

A

Başarmak
Hedeflerini başarmak için çok çalıştı.

Başarı
Yarışmayı kazanmak büyük bir başarıydı.

Başarılabilir
Kararlılıkla, her hedef başarılabilir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

Acknowledge (Verb) /əkˈnɒlɪdʒ/ - /ek-nolıc/
She smiled to acknowledge his kind gesture.

Acknowledgement (Noun) /əkˈnɒlɪdʒmənt/ - /ek-nolıc-mınt/
The book begins with an acknowledgement of the author’s mentors.
FROM

A

Kabul etmek / Onaylamak
Onun nazik jestini kabul etmek için gülümsedi.

Kabul / Teşekkür
Kitap, yazarın mentorlarına bir teşekkür ile başlıyor.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

Admire (Verb) /ədˈmaɪər/ - /ed-mayır/
I admire her dedication to her work.

Admiration (Noun) /ˌædməˈreɪʃən/ - /ed-mı-reyşın/
Their bravery earned the admiration of the entire team.

Admirable (Adjective) /ˈædmərəbəl/ - /ed-mırıbıl/
Her honesty is truly admirable.

A

Hayran olmak
Onun işine olan bağlılığına hayranım.

Hayranlık
Cesaretleri, tüm ekibin hayranlığını kazandı.

Takdire şayan
Onun dürüstlüğü gerçekten takdire şayan.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

Appropriateness (Noun) /əˈproʊpriətnəs/ - /e-propri-et-nıs/
The appropriateness of his comments was questioned during the meeting.

Appropriate (Adjective) /əˈproʊpriət/ - /e-propri-et/
It is appropriate to dress formally for the event. FOR

Inappropriate (Adjective) /ˌɪnəˈproʊpriət/ - /in-e-propri-et/
His joke was considered inappropriate in such a formal setting.

Appropriately (Adverb) /əˈproʊpriətli/ - /e-propri-et-li/
She was appropriately dressed for the ceremony.

Inappropriately (Adverb) /ˌɪnəˈproʊpriətli/ - /in-e-propri-et-li/
He behaved inappropriately during the meeting.

A

Uygunluk
Yorumlarının uygunluğu toplantı sırasında sorgulandı.

Uygun
Etkinlik için resmi giyinmek uygundur.

Uygunsuz
Şakası, böyle resmi bir ortamda uygunsuz bulundu.

Uygun bir şekilde
Tören için uygun bir şekilde giyinmişti.

Uygunsuz bir şekilde
Toplantı sırasında uygunsuz bir şekilde davrandı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

Authenticity (Noun) /ˌɔːˌθenˈtɪsɪti/ - /ot-hen-ti-sı-ti/
The authenticity of the painting was confirmed by experts.

Authentic (Adjective) /ɔːˈθentɪk/ - /ot-hen-tik/
This restaurant serves authentic Italian food.

Authentically (Adverb) /ɔːˈθentɪkli/ - /ot-hen-tik-li/
The play authentically depicts life in the 19th century.

A

Gerçeklik
Tablonun gerçekliği uzmanlar tarafından doğrulandı.

Gerçek / Hakiki
Bu restoran hakiki İtalyan yemekleri sunuyor.

Gerçek bir şekilde
Oyun, 19. yüzyıldaki yaşamı gerçek bir şekilde tasvir ediyor.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

Circumstance (Noun) /ˈsɜːrkəmstæns/ - /sör-kım-stens/ of
Under no circumstances should you open that door.

A

Durum / Koşul
O kapıyı hiçbir koşulda açmamalısın.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

Constrain (Verb) /kənˈstreɪn/ - /kın-streyn/
Her busy schedule constrained her from taking a vacation.
or on BY

Constraint (Noun) /kənˈstreɪnt/ - /kın-streynt/
The project faced financial constraints.

Constraining (Adjective) /kənˈstreɪnɪŋ/ - /kın-streyn-ing/
The constraining rules limited their freedom.

A

Kısıtlamak
Yoğun programı, tatil yapmasını engelledi.

Kısıtlama
Proje, finansal kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı.

Kısıtlayıcı
Kısıtlayıcı kurallar, özgürlüklerini sınırladı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

Demonstrate (Verb) /ˈdemənstreɪt/ - /de-mın-streyt/
The teacher demonstrated how to solve the problem.

Demonstration (Noun) /ˌdemənˈstreɪʃn/ - /de-mın-strey-şın/
The demonstration of the experiment was fascinating.

A

Göstermek / Kanıtlamak
Öğretmen, problemin nasıl çözüleceğini gösterdi.

Gösterim / Gösteri
Deneyin gösterimi büyüleyiciydi.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

Diversity (Noun) /daɪˈvɜːsəti/ - /day-vör-si-ti/
Cultural diversity makes the workplace more dynamic.
of
Diverse (Adjective) /daɪˈvɜːrs/ - /day-vörs/
The city has a diverse population from many countries.

Diversely (Adverb) /daɪˈvɜːrsli/ - /day-vörs-li/
The book is written diversely, covering many perspectives.

A

Çeşitlilik
Kültürel çeşitlilik, çalışma ortamını daha dinamik hale getirir.

Çeşitli
Şehir, birçok ülkeden gelen çeşitli bir nüfusa sahiptir.

Çeşitli bir şekilde
Kitap, birçok bakış açısını kapsayan çeşitli bir şekilde yazılmıştır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

Equality (Noun) /ɪˈkwɒləti/ - /i-kuo-lı-ti/
The movement aims to promote gender equality.

Inequality (Noun) /ˌɪnɪˈkwɒləti/ - /in-i-kuo-lı-ti/
Economic inequality remains a major global issue.

Equal (Adjective) /ˈiːkwəl/ - /i-kwıl/ OF
All citizens should have equal rights.

Unequal (Adjective) /ʌnˈiːkwəl/ - /an-i-kwıl/
The wealth distribution in the country is highly unequal.

Equally (Adverb) /ˈiːkwəli/ - /i-kwa-li/
The teacher divided the tasks equally among the students.

A

Eşitlik
Hareket, cinsiyet eşitliğini teşvik etmeyi amaçlıyor.

Eşitsizlik
Ekonomik eşitsizlik hala büyük bir küresel sorun.

Eşit
Tüm vatandaşlar eşit haklara sahip olmalıdır.

Eşitsiz
Ülkedeki servet dağılımı oldukça eşitsizdir.

Eşit bir şekilde
Öğretmen görevleri öğrenciler arasında eşit bir şekilde paylaştırdı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

Empower (Verb) /ɪmˈpaʊər/ - /im-pow-er/
The new law aims to empower citizens by giving them more rights.

Empowerment (Noun) /ɪmˈpaʊərmənt/ - /im-pow-er-mınt/
Education is a key factor in the empowerment of individuals.

Empowered (Adjective) /ɪmˈpaʊərd/ - /im-pow-erd/
She felt empowered to make decisions about her own future.

A

Güçlendirmek
Yeni yasa, vatandaşları daha fazla hak vererek güçlendirmeyi amaçlıyor.

Güçlendirme
Eğitim, bireylerin güçlenmesinde önemli bir faktördür.

Güçlenmiş
Kendi geleceği hakkında kararlar vermek konusunda kendini güçlenmiş hissetti.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

Essential (Adjective) /ɪˈsɛnʃəl/ - /i-sen-şıl/
Water is essential for all forms of life.
TO for
Essential (Noun) /ɪˈsɛnʃəl/ - /i-sen-şıl/
Good communication is one of the essentials of a healthy relationship.

A

Gerekli / Esas
Su, tüm yaşam biçimleri için gereklidir.

Esaslar / Gereklilikler
İyi iletişim, sağlıklı bir ilişkinin esaslarından biridir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

Fundamental (Adjective) /ˌfʌndəˈmɛntl/ - /fan-da-men-tıl/
Education is a fundamental part of personal growth.

Fundamentally (Adverb) /ˌfʌndəˈmɛntəli/ - /fan-da-men-ta-li/
Her approach to the problem is fundamentally flawed.

A

Temel / Esas
Eğitim, kişisel gelişimin temel bir parçasıdır.

Temelde / Esasen
Onun soruna yaklaşımı temelde yanlıştır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

Fund (Noun) /fʌnd/ - /fand/
She donated a large fund to support medical research.

Fund (Verb) /fʌnd/ - /fand/
The company plans to fund a new project in the coming year.

Funding (Noun) /ˈfʌndɪŋ/ - /fand-ing/
The research project was delayed due to a lack of funding.

A

Fon / Sermaye
Tıbbi araştırmaların desteklenmesi için büyük bir fon bağışında bulundu.

Finanse Etmek
Şirket, gelecek yıl yeni bir projeyi finanse etmeyi planlıyor.

Finansman
Araştırma projesi, finansman eksikliği nedeniyle gecikti.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

Incline (Verb) /ɪnˈklaɪn/ - /in-klayn/
He tends to incline towards more creative solutions.

Incline (Noun) /ˈɪnˌklaɪn/ - /in-klayn/
The road had a steep incline, making the climb difficult.

Inclined (Adjective) /ɪnˈklaɪnd/ - /in-klaynd/
She was inclined to agree with the proposal after hearing the arguments.

A

Yatmak / Eğilmek
Daha yaratıcı çözümler yönünde eğilimlidir.

Eğim / Yokuş
Yol, tırmanışı zorlaştıran dik bir eğime sahipti.

Eğilimli / Meğilli
Tartışmaları dinledikten sonra öneriyi kabul etmeye meyilliydi.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

Inherent (Adjective) /ɪnˈhɪərənt/ - /in-hi-rınt/
The inherent risks of the project cannot be ignored.

Inherently (Adverb) /ɪnˈhɪərəntli/ - /in-hi-rınt-li/
The design of the product is inherently flawed, which affects its performance.

A

Doğal / Doğasında Olan
Projenin doğasında bulunan riskler göz ardı edilemez.

Doğal Olarak / Doğasında
Ürünün tasarımı doğası gereği kusurludur, bu da performansını etkiler.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

Inspire (Verb) /ɪnˈspaɪə(r)/ - /in-spayır/
Her speech was meant to inspire the audience to take action.
with

Inspiration (Noun) /ˌɪnspəˈreɪʃn/ - /in-spı-reyşın/
The artist found inspiration in nature for her latest painting.WITH

Inspired (Adjective) /ɪnˈspaɪəd/ - /in-spayırd/
He was inspired by the beauty of the landscape during his travels.

Inspiring (Adjective) /ɪnˈspaɪərɪŋ/ - /in-spayır-ing/
Her inspiring story motivated many people to pursue their dreams.

Inspirational (Adjective) /ˌɪnspəˈreɪʃənl/ - /in-spı-reyşın-l/
The coach gave an inspirational speech before the big game.

A

İlham Vermek
Konuşması, izleyicileri harekete geçirmeye ilham vermek amacıyla yapıldı.

İlham
Sanatçı, son tablosu için doğadan ilham aldı.

İlham Almış
Manzaranın güzelliğinden ilham aldı, seyahatleri sırasında.

İlham Verici
İlham verici hikayesi, birçok kişiyi hayallerinin peşinden gitmeye motive etti.

İlham Verici
Antrenör, büyük oyun öncesinde ilham verici bir konuşma yaptı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

Interact (Verb) /ɪnˈtærækt/ - /in-ter-akt/
Children interact with each other during playtime at school.WITH

Interaction (Noun) /ˌɪntəˈrækʃn/ - /in-ter-ak-shın/
The interaction between the teacher and students is crucial for learning. BETWEEN

Interactivity (Noun) /ˌɪntərækˈtɪvɪti/ - /in-ter-ak-tiv-ı-ti/
The website has high interactivity, allowing users to engage with the content.

Interactively (Adverb) /ˌɪntərˈæktɪvli/ - /in-ter-ak-tiv-li/
The audience interacted interactively with the presenter during the seminar.

with sb
interaction between

A

Etkileşimde Bulunmak
Çocuklar, okulda oyun saatinde birbirleriyle etkileşimde bulunurlar.

Etkileşim
Öğretmen ile öğrenciler arasındaki etkileşim, öğrenme için çok önemlidir.

Etkileşimlilik
Web sitesi, kullanıcılara içerik ile etkileşime girmelerine olanak tanıyan yüksek etkileşimliliğe sahiptir.

Etkileşimli Olarak
Seminer sırasında izleyiciler, sunum yapan kişiyle etkileşimli bir şekilde etkileşime girdiler.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

Ordinary (Adjective) /ˈɔːdɪnəri/ - /or-di-ne-ri/
This is just an ordinary day, nothing special happened.

Extraordinary (Adjective) /ɪkˈstrɔːdɪnəri/ - /eks-tra-or-di-ne-ri/
Her performance was extraordinary, leaving the audience in awe.

Ordinarily (Adverb) /ˈɔːdɪnərɪ/ - /or-di-ne-ri-li/
Ordinarily, I wake up at 7 AM, but today I slept in.

Extraordinarily (Adverb) /ɪkˈstrɔːdɪnərɪ/ - /eks-tra-or-di-ne-ri-li/
He did extraordinarily well in the exam, scoring the highest marks.

A

Sıradan
Bugün sadece sıradan bir gündü, hiçbir özel şey olmadı.

Olağanüstü
Onun performansı olağanüstüydü, izleyiciyi hayrete düşürdü.

Sıradan Olarak
Sıradan olarak sabah 7’de uyanırım, ama bugün geç kalktım.

Olağanüstü Bir Şekilde
Sınavda olağanüstü bir şekilde başarılı oldu, en yüksek puanı aldı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

Obvious (Adjective) /ˈɒbvɪəs/ - /ob-vi-əs/
It’s obvious that she is the best candidate for the job.
from
TO THAT
Obviously (Adverb) /ˈɒbviəsli/ - /ob-vi-əs-li/
Obviously, he didn’t study for the test because he failed.

A

Açık, Bariz
O, iş için en iyi aday olduğu açık.

Açıkça, Bariz Bir Şekilde
Açıkça, sınav için çalışmamış çünkü başarısız oldu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

Perceive (Verb) /pəˈsiːv/ - /pər-siv/
He perceived a change in her attitude after the meeting.AS

Perception (Noun) /pərˈsɛpʃən/ - /pər-sep-shən/
Her perception of the situation was different from mine.
as

A

Algılamak
Toplantıdan sonra onun tutumunda bir değişiklik algıladı.

Algı
Duruma bakışı benimkinden farklıydı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
22
Q

Pursue (Verb) /pərˈsuː/ - /pər-su/
She decided to pursue a career in medicine.

Pursuit (Noun) /pərˈsuːt/ - /pər-sut/
His pursuit of excellence in sports led him to great success.

A

Peşinden gitmek, Takip etmek
Tıpta bir kariyer peşinden gitmeye karar verdi.

Pekiştirme, Takip
Sporlarda mükemmeliyet peşinde koşmak ona büyük başarılar getirdi.

23
Q

Resolve (Verb) /rɪˈzɒlv/ - /ri-zolv/
They resolved the issue after a long discussion.

Resolution (Noun) /ˌrɛzəˈluːʃən/ - /rez-uh-loo-shun/
She made a resolution to exercise more in the new year.

A

Çözmek, Karar vermek
Uzun bir tartışmadan sonra sorunu çözdüler.

Karar, Çözüm
Yeni yılda daha fazla egzersiz yapma kararı aldı.

24
Q

Version (Noun) /ˈvɜːʃən/ - /ver-zhun/ OF
The new version of the software is much faster than the previous one.of

A

Sürüm
Yazılımın yeni sürümü, önceki sürümden çok daha hızlı.

25
Q

Volunteer (Noun) /ˌvɒlənˈtɪə/ - /vol-un-teer/
She works as a volunteer at the local animal shelter.
for

Volunteer (Verb) /ˌvɒlənˈtɪə/ - /vol-un-teer/
He volunteered to help with the community project.

Voluntary (Adjective) /ˈvɒlənteri/ - /vol-un-te-ri/
The work at the charity is entirely voluntary.

Voluntarily (Adverb) /ˈvɒlənterɪli/ - /vol-un-te-ri-lee/
She volunteered voluntarily to help with the event.

A

Gönüllü (isim)
Yerel hayvan barınağında gönüllü olarak çalışıyor.

Gönüllü olmak (fiil)
Toplum projesine yardımcı olmak için gönüllü oldu.

Gönüllü (sıfat)
Hayır kurumundaki işler tamamen gönüllüdür.

Gönüllü olarak (zarf)
Etkinlikle yardımcı olmak için gönüllü olarak katıldı.

26
Q

Assess (Verb) /əˈsɛs/ - /uh-ses/
The teacher will assess the students’ progress at the end of the semester.

Assessment (Noun) /əˈsɛs·mənt/ - /uh-ses-ment/
The final assessment will include both written and practical exams.

A

Değerlendirmek (fiil)
Öğretmen, dönem sonunda öğrencilerin ilerlemesini değerlendirecek.

Değerlendirme (isim)
Son değerlendirme, hem yazılı hem de pratik sınavları içerecek.

27
Q

Approach (Noun) /əˈprəʊtʃ/ - /uh-prohch/
His approach to solving the problem was unique.
for
Approach (Verb) /əˈprəʊtʃ/ - /uh-prohch/
We will approach the task step by step.

Approachable (Adjective) /əˈprəʊtʃəbəl/ - /uh-proh-chuh-buhl/
She is very approachable and always ready to help.

A

Yaklaşım (isim)
Problemi çözme yaklaşımı benzersizdi.

Yaklaşmak (fiil)
Görevi adım adım ele alacağız.

Ulaşılabilir (sıfat)
O çok ulaşılabilir ve her zaman yardımcı olmaya hazır.

28
Q

Attitude (Noun) /ˈætɪtjuːd/ - /at-i-tood/
Her positive attitude helped the team overcome many challenges.

A

Tavır / Tutum (isim)
Onun olumlu tavrı, takımın birçok zorluğun üstesinden gelmesine yardımcı oldu.

29
Q

Capability (Noun) /ˌkeɪpəˈbɪləti/ - /kay-puh-bil-i-tee/
The machine has the capability to perform multiple tasks at once.

Capable (Adjective) /ˈkeɪpəbl/ - /kay-puh-buhl/
She is capable of completing the project on her own.OF

Incapable (Adjective) /ɪnˈkeɪpəbl/ - /in-kay-puh-buhl/
He felt incapable of handling the situation without help.

A

Yetenek / Kapasite (isim)
Makine, birden fazla görevi aynı anda yapabilme kapasitesine sahipti.

Yetenekli (sıfat)
O, projeyi tek başına tamamlayabilecek yeteneğe sahip.

Yetersiz (sıfat)
O, yardım almadan durumu idare edebilecek durumda değildi.

30
Q

Clarify (Verb) /ˈklærɪfaɪ/ - /klair-uh-fai/ OF
Could you clarify your statement about the project?

Clarity (Noun) /ˈklærɪti/ - /klair-i-tee/
The clarity of her explanation made the topic easier to understand.

FOR Clarification (Noun) /ˌklærɪfɪˈkeɪʃən/ - /klair-uh-fi-kay-shun/
The professor provided clarification on the assignment deadline.

A

Açıklamak (fiil)
Projeyle ilgili açıklamanı yapabilir misin?

Açıklık (isim)
Onun açıklığındaki netlik, konuyu daha anlaşılır hale getirdi.

Açıklama (isim)
Profesör, ödev teslim tarihi hakkında bir açıklama yaptı.

31
Q

Commit (Verb) /kəˈmɪt/ - /kə-mit/
He committed to finishing the project on time.

Commitment (Noun) /kəˈmɪtmənt/ - /kə-mit-mənt/
Her commitment to the cause was truly inspiring.

Committed (Adjective) /kəˈmɪtɪd/ - /kə-mit-id/
He is a committed member of the team, always willing to help.

A

Taahhüt etmek (fiil)
Projeyi zamanında bitirmeye taahhüt etti.

Taahhüt (isim)
Onun bu amaca olan bağlılığı gerçekten ilham vericiydi.

Bağlı (sıfat)
O, her zaman yardımcı olmaya istekli bir bağlı takım üyesidir.

32
Q

IN Decline OF (Verb) /dɪˈklaɪn/ - /di-klayn/
He declined the offer to join the team.
in
Decline (Noun) /dɪˈklaɪn/ - /di-klayn/
There has been a decline in sales this quarter.

A

Reddetmek (fiil)
Takıma katılma teklifini reddetti.

Düşüş (isim)
Bu çeyrekte satışlarda bir düşüş yaşandı.

33
Q

Discourage (Verb) /dɪsˈkɜːrɪdʒ/ - /dis-kur-ij/
The bad weather did not discourage them from going on the trip.
from

Discouraged (Adjective) /dɪsˈkɜːrɪdʒd/ - /dis-kur-ij-d/
She felt discouraged after failing the exam. FROM

Discouraging (Adjective) /dɪsˈkɜːrɪdʒɪŋ/ - /dis-kur-ij-ing/
His discouraging words made me rethink my decision.

A

Cesaretini kırmak (fiil)
Kötü hava koşulları, onları seyahate çıkmaktan alıkoymadı.

Cesaret kırılmış (sıfat)
Sınavı geçemediği için cesareti kırıldı.

Cesaret kırıcı (sıfat)
Onun cesaret kırıcı sözleri, kararımı tekrar düşünmeme neden oldu.

34
Q

Affect (Verb) /əˈfɛkt/ - /uh-fekt/
The news greatly affected her mood.

Effect (Noun) /ɪˈfɛkt/ - /ee-fekt/
The new policy had a positive effect on the community.

Effective (Adjective) /ɪˈfɛktɪv/ - /ee-fek-tiv/
The new medicine proved to be highly effective in treating the disease.

Ineffective (Adjective) /ˌɪnɪˈfɛktɪv/ - /in-ih-fek-tiv/
His efforts were ineffective in solving the problem.

Effectively (Adverb) /ɪˈfɛktɪvli/ - /ee-fek-tiv-lee/
She communicated the idea effectively during the meeting.

Ineffectively (Adverb) /ˌɪnɪˈfɛktɪvli/ - /in-ih-fek-tiv-lee/
He attempted to solve the issue ineffectively, wasting time.

A

Etkilemek (fiil)
Haberler, onun ruh halini büyük ölçüde etkiledi.

Etkili olmak (isim)
Yeni politika, topluluk üzerinde olumlu bir etki yarattı.

Etkili (sıfat)
Yeni ilaç, hastalığı tedavi etmede son derece etkili olduğu kanıtlandı.

Etkisiz (sıfat)
Onun çabaları, sorunu çözmede etkisizdi.

Etkili bir şekilde (zarf)
Toplantı sırasında fikri etkili bir şekilde iletti.

Etkisiz bir şekilde (zarf)
Sorunu, etkisiz bir şekilde çözmeye çalıştı ve zaman kaybetti.

35
Q

Enthusiasm (Noun) /ɪnˈθuːziæzəm/ - /en-thoo-zee-az-uhm/
Her enthusiasm for the project was evident from the start. for

Enthusiastic (Adjective) /ɪnˌθuːziˈæstɪk/ - /en-thoo-zee-as-tik/
The team was enthusiastic about the new initiative.

Unenthusiastic (Adjective) /ˌʌnɪnˈθuːziˌæstɪk/ - /un-en-thoo-zee-as-tik/
He was unenthusiastic about the idea and didn’t participate much.

Enthusiastically (Adverb) /ɪnˌθuːziˈæstɪkli/ - /en-thoo-zee-as-tik-lee/
She spoke enthusiastically about the upcoming event.

Unenthusiastically (Adverb) /ˌʌnɪnˈθuːziˌæstɪkli/ - /un-en-thoo-zee-as-tik-lee/
He answered the questions unenthusiastically, showing little interest.

A

Coşku (isim)
Projeye olan coşkusu, başından itibaren belliydi.

Coşkulu (sıfat)
Takım, yeni girişim hakkında coşkuluydu.

Coşkusuz (sıfat)
Fikir hakkında coşkusuzdu ve fazla katılmadı.

Coşkuyla (zarf)
Yaklaşan etkinlik hakkında coşkuyla konuştu.

Coşkusuz bir şekilde (zarf)
Soruları coşkusuz bir şekilde yanıtladı, pek ilgi göstermedi.

36
Q

Executive (Noun) /ɪɡˈzɛkjʊtɪv/ - /ig-zek-yoo-tiv/
She is an executive at a multinational corporation.
of
Executive (Adjective) /ɪɡˈzɛkjʊtɪv/ - /ig-zek-yoo-tiv/
He holds an executive position in the company.

A

Yönetici (isim)
O, çok uluslu bir şirketin yöneticisidir.

Yönetsel (sıfat)
Şirkette yönetsel bir pozisyonda görev yapıyor.

37
Q

Evaluate (Verb) /ɪˈvæljʊeɪt/ - /ih-val-yoo-eyt/
The teacher will evaluate your progress at the end of the term.

Evaluation (Noun) /ɪˌvæljʊˈeɪʃən/ - /ih-val-yoo-ey-shun/
The evaluation of the project was completed yesterday.

A

Değerlendirmek (Fiil)
Öğretmen, dönem sonunda ilerlemenizi değerlendirecek.

Değerlendirme (İsim)
Projenin değerlendirmesi dün tamamlandı.

38
Q

Identify (Verb) /aɪˈdɛntɪfaɪ/ - /ay-den-tuh-fahy/
Can you identify the person in the photo?

Identification (Noun) /aɪˌdɛntɪfɪˈkeɪʃən/ - /ay-den-tuh-fi-kay-shun/
He showed his identification at the security checkpoint.

Identity (Noun) /aɪˈdɛntɪti/ - /ay-den-ti-tee/
Her identity was stolen in the cyber attack.

Identified (Adjective) /aɪˈdɛntɪfaɪd/ - /ay-den-tuh-fahyd/
The suspect has been identified by the police.

Unidentified (Adjective) /ˌʌnaɪˈdɛntɪfaɪd/ - /uhn-ay-den-tuh-fahyd/
The body found in the forest was still unidentified.

A

Tanımlamak (Fiil)
Fotoğraftaki kişiyi tanımlayabilir misin?

Kimlik Tespiti (İsim)
Güvenlik noktasında kimliğini gösterdi.

Kimlik (İsim)
Kimliği siber saldırı sonucu çalındı.

Tanımlanan (Sıfat)
Şüpheli, polis tarafından tanımlandı.

Tanımlanamayan (Sıfat)
Ormanda bulunan ceset hala tanımlanamıyordu.

39
Q

Influence (Noun) /ˈɪnfluəns/ - /in-floo-uhns/
Her influence on the decision was significant. ON OVER

Influence (Verb) /ˈɪnfluəns/ - /in-floo-uhns/
His speech will influence many people.

Influential (Adjective) /ˌɪnfluˈɛnʃəl/ - /in-floo-en-shuhl/ IN
She is an influential leader in the community.

A

Etkileme (İsim)
Karar üzerinde onun etkisi büyük oldu.
in over on
Etkilemek (Fiil)
Onun konuşması birçok kişiyi etkileyecek.

Etkili (Sıfat)
O, toplulukta etkili bir liderdir.

40
Q

Initiate (Verb) /ɪˈnɪʃieɪt/ - /ih-nish-ee-ate/
She will initiate the meeting at 10 AM.

Initiative (Noun) /ɪˈnɪʃətɪv/ - /ih-nish-uh-tiv/
The company launched a new initiative to reduce waste.

A

Başlatmak (Fiil)
O, toplantıyı sabah 10’da başlatacak.

Girişim (İsim)
Şirket, atıkları azaltmak için yeni bir girişim başlattı.

41
Q

Innovate (Verb) /ˈɪnəveɪt/ - /in-uh-veyt/
The company aims to innovate its product line with new technology.
to in
Innovation (Noun) /ˌɪnəˈveɪʃən/ - /in-uh-vey-shun/ IN
The innovation in renewable energy is changing the industry.

Innovative (Adjective) /ˈɪnəvətɪv/ - /in-uh-vay-tiv/
He came up with an innovative solution to the problem.

Innovatively (Adverb) /ˈɪnəveɪtɪvli/ - /in-uh-vay-tiv-lee/
The team worked innovatively to meet the project deadline.

A

Yenilik yapmak (Fiil)
Şirket, yeni teknoloji ile ürün yelpazesinde yenilik yapmayı hedefliyor.

Yenilik (İsim)
Yenilenebilir enerji alanındaki yenilik, sektörü değiştiriyor.

Yenilikçi (Sıfat)
O, probleme yenilikçi bir çözüm önerdi.

Yenilikçi bir şekilde (Zarf)
Ekip, projeyi zamanında teslim etmek için yenilikçi bir şekilde çalıştı.

42
Q

Motivate (Verb) /ˈmoʊtɪveɪt/ - /moh-tuh-veyt/
She wants to motivate her team to work harder and achieve success. BEHIND FOR

Motivation (Noun) /ˌmoʊtɪˈveɪʃən/ - /moh-tuh-vay-shun/
His motivation for working long hours is to provide for his family.

Motive (Noun) /ˈmoʊtɪv/ - /moh-tiv/
The police are still trying to determine the motive behind the crime.

Motivational (Adjective) /ˌmoʊtɪˈveɪʃənəl/ - /moh-tuh-vay-shun-uhl/
The speaker gave a motivational talk that inspired the audience.
for
Motivationally (Adverb) /ˌmoʊtɪˈveɪʃənəli/ - /moh-tuh-vay-shun-uh-lee/
The coach speaks motivationally to the players before every match.

A

Teşvik etmek (Fiil)
O, takımını daha çok çalışmaya ve başarıya ulaşmaya teşvik etmek istiyor.

Motivasyon (İsim)
Uzun saatler çalışmasının motivasyonu ailesine bakmak.

Güdü (İsim)
Polis, suçun arkasındaki güdüyü hala belirlemeye çalışıyor.

Motivasyonel (Sıfat)
Konuşmacı, izleyiciyi etkileyen bir motivasyonel konuşma yaptı.

Motivasyonel bir şekilde (Zarf)
Antrenör, her maçtan önce oyunculara motivasyonel bir şekilde konuşur.

43
Q

Oppose (Verb) /əˈpoʊz/ - /uh-pohz/
She strongly opposes the idea of raising taxes.
to
Opposition (Noun) /ˌɑːpəˈzɪʃən/ - /op-uh-zish-uhn/
There was strong opposition to the new law among the public.

A

Karşı çıkmak (Fiil)
Vergileri artırma fikrine şiddetle karşı çıkıyor.

Karşıtlık (İsim)
Yeni yasaya halk arasında güçlü bir karşıtlık vardı.

44
Q

Perspective (Noun) /pərˈspɛktɪv/ - /per-spek-tiv/
From her perspective, the project seemed too risky.
on

A

Perspektif (İsim)
Onun perspektifinden bakıldığında, proje çok riskli göründü.

45
Q

Recommend (Verb) /ˌrɛkəˈmɛnd/ - /rek-uh-mend/
I highly recommend visiting the museum when you’re in town.
on
Recommendation (Noun) /ˌrɛkəˈmɛndeɪʃən/ - /rek-uh-men-dey-shuhn/
The teacher gave a strong recommendation for his student’s project.

A

Tavsiye etmek (Fiil)
Şehre geldiğinde müzeyi ziyaret etmeyi şiddetle tavsiye ederim.

Tavsiye (İsim)
Öğretmen, öğrencisinin projesi için güçlü bir tavsiye verdi.

46
Q

Will (Noun/Verb) /wɪl/ - /vil/
She has a strong will to succeed in life. (Noun)
I will call you later today. (Verb)

Willingness (Noun) /ˈwɪlɪŋnəs/ - /vi-ling-nıs/
Her willingness to help others is admirable.

Willing (Adjective) /ˈwɪlɪŋ/ - /vi-ling/
He is willing to take on more responsibilities at work.

Unwilling (Adjective) /ʌnˈwɪlɪŋ/ - /an-vi-ling/
She seemed unwilling to talk about the issue.

Willingly (Adverb) /ˈwɪlɪŋli/ - /vi-ling-li/
He willingly agreed to volunteer for the project.

Unwillingly (Adverb) /ʌnˈwɪlɪŋli/ - /an-vi-ling-li/
She unwillingly apologized for her mistake.

A

İstek, irade
Hayatta başarılı olmak için güçlü bir iradesi var.
Seni bugün daha sonra arayacağım.

İsteklilik
Başkalarına yardım etme istekliliği takdire şayan.

İstekli
İş yerinde daha fazla sorumluluk almaya istekli.

İsteksiz
Konu hakkında konuşmaya isteksiz görünüyordu.

İstekli Bir Şekilde
Projede gönüllü olarak çalışmayı isteyerek kabul etti.

İsteksiz Bir Şekilde
Hatası için isteksizce özür diledi.

47
Q

Award (Noun/Verb) /əˈwɔːd/ - /ı-voord/ FOR
The actor received an award for his outstanding performance. (Noun)
They will award the prize to the winner tomorrow. (Verb)
for

A

Ödül
Oyuncu, olağanüstü performansı için bir ödül aldı.
Yarışmayı kazanana ödülü yarın verecekler.

48
Q

Blame (Noun/Verb) /bleɪm/ - /bleyim/
on for
Don’t put the blame on others for your mistakes. (Noun)
She blamed him for the broken vase. (Verb)

A

Suç, Suçlamak
Hataların için suçu başkalarına atma.
Kırık vazo için onu suçladı.

49
Q

Categorize (Verb) /ˈkætɪɡəraɪz/ - /ke-ti-go-rayz/
It’s important to categorize the books by genre.

Category (Noun) /ˈkætɪɡəri/ - /ke-ti-go-ri/
This book falls into the fiction category.

Categorical (Adjective) /ˌkætəˈɡɒrɪkl/ - /ke-ti-go-ri-kıl/
He made a categorical statement that left no room for doubt.

Categorically (Adverb) /ˌkætəˈɡɒrɪkli/ - /ke-ti-go-ri-kı-li/
She categorically denied all the allegations.

A

Sınıflandırmak
Kitapları türe göre sınıflandırmak önemlidir.

Kategori
Bu kitap, kurgu kategorisine giriyor.

Kesin
Hiçbir şüpheye yer bırakmayan kesin bir açıklama yaptı.

Kesin Bir Şekilde
Tüm suçlamaları kesin bir şekilde reddetti.

50
Q

Comprehend (Verb) /ˌkɒmprɪˈhɛnd/ - /kom-pri-hend/
It’s difficult to comprehend the complexity of the issue.

Comprehension (Noun) /ˌkɒmprɪˈhɛnʃən/ - /kom-pri-hen-şın/
Reading comprehension is an essential skill for academic success.

Comprehensive (Adjective) /ˌkɒmprɪˈhɛnsɪv/ - /kom-pri-hen-siv/
The report provides a comprehensive analysis of the problem.

A

Anlamak
Konunun karmaşıklığını anlamak zor.

Anlama
Okuma anlama, akademik başarı için temel bir beceridir.

Kapsamlı
Rapor, sorunun kapsamlı bir analizini sunuyor.

51
Q

Confirm (Verb) /kənˈfɜːm/ - /kın-förm/ OF
Could you confirm the meeting time, please?

Confirmation (Noun) /ˌkɒnfəˈmeɪʃən/ - /kon-fı-mey-şın/
We received confirmation of our reservation this morning.

A

Doğrulamak, Onaylamak
Toplantı saatini doğrulayabilir misiniz, lütfen?

Doğrulama, Onay
Bu sabah rezervasyonumuzun onayını aldık.

52
Q

Current (Adjective) /ˈkʌrənt/ - /kârınt/
The current situation is difficult to handle.

Currently (Adverb) /ˈkʌrəntli/ - /kârınt-li/
I am currently working on a new project.

A

Şu anki, Mevcut
Mevcut durum, başa çıkması zor.

Şu anda
Şu anda yeni bir proje üzerinde çalışıyorum.

53
Q

Determine (Verb) /dɪˈtɜːmɪn/ - /di-tör-mın/
We need to determine the best course of action.

Determination (Noun) /dɪˌtɜːmɪˈneɪʃən/ - /di-tör-mı-ney-şın/
Her determination to succeed is admirable.

Determined (Adjective) /dɪˈtɜːmɪnd/ - /di-tör-mınd/
He was determined to finish the race, no matter what.

A

Belirlemek
En iyi hareket tarzını belirlememiz gerekiyor.

Kararlılık
Başarılı olma kararlılığı takdire şayan.

Kararlı
Yarışı bitirmekte kararlıydı, ne olursa olsun.

54
Q

Occasion (Noun) /əˈkeɪʒən/ - /ı-key-jın/
The wedding was a grand occasion.
For
Occasional (Adjective) /əˈkeɪʒənəl/ - /ı-key-jı-nıl/
He makes occasional visits to the office.

Occasionally (Adverb) /əˈkeɪʒənəli/ - /ı-key-jı-nı-li/
I occasionally go to the gym in the evenings.

A

Fırsat, Durum
Düğün büyük bir fırsattı.

Ara Sıra
Ofise ara sıra ziyaretler yapar.

Ara Sıra
Akşamları ara sıra spor salonuna giderim.