Unit 3 Flashcards
Access ak ses to
Access
Accessible ek ses ı bil
Inaccessible in ek ses ı bıl
Erişim
Erişmek
Erişilebilir
Erişilemez
Adapt
Adaption a dap şın
Adaptable a daep to bil
Uyarlamak
Uyum
Uyum sağlayabilen
Allow verb a lau to
The teacher allowed the students to go outside
Allowance noun a lau ıns
My father gives me an allowance every week
İzin vermek
Harçlık
Babam bana her hafta harçlık veriyor
Ancient eyn şınt
antik
Believe verb bı livIN
Belief noun bi lif IN
Believable adj
Unbelievable
The last minute goal in the match was unbelievable
İnanmak
İnanç
İnanılabilir
İnanılmaz
Benefit verb
This project will benefit many people
Benefit FROM
Beneficial adj
Yarar sağlamak
Fayda
Yararlı
Bright
The sun looks very bright today
She is a very bright student and always gets high grades
Parlak aydınlık zeki
Complete (Verb)
He completed his project on time.
Complete (Adjective)
The task was a complete success.
Incomplete (Adjective)
The report was incomplete and needed more data.
Completely (Adverb)
She was completely surprised by the news.
Completion (Noun)
The completion of the project will take several months.
Tamamlamak
Projesini zamanında tamamladı.
Tam, eksiksiz
Görev tam bir başarıydı.
Eksik, tamamlanmamış
Rapor eksikti ve daha fazla veriye ihtiyacı vardı.
Tamamen
Haberlere tamamen şaşırdı.
Tamamlama, bitirme
Projenin tamamlanması birkaç ay sürecek.
Control (Verb) over
He controls the situation with great care.
Control (Verb) with
She controls the machine with ease.
Control (Noun) of
She has full control of the project.
Kontrol etmek
Durumu büyük bir dikkatle kontrol ediyor.
Kontrol etmek
Makineyi kolaylıkla kontrol ediyor.
Kontrol
Projede tam kontrolü var.
Crash (Noun) /kræʃ/
The crash caused severe traffic on the highway.
Crash into (Verb) /kræʃ ˈɪntuː/
The car crashed into a tree because of the slippery road.
Çarpışma/Kaza (İsim)
Kaza otoyolda ciddi bir trafik oluşturdu.
Çarpmak (Fiil)
Araba kaygan yol yüzünden bir ağaca çarptı.
Create (Verb) /kriˈeɪt/
She wants to create a beautiful painting.
Creation (Noun) /kriˈeɪʃən/
The creation of the new park took several months.
Creativity (Noun) /ˌkriːeɪˈtɪvɪti/
The artist is known for her incredible creativity.
Creative (Adjective) /kriˈeɪtɪv/
He is a very creative person who always has unique ideas.
Oluşturmak
Güzel bir tablo oluşturmak istiyor.
Yaratım
Yeni parkın yaratımı birkaç ay sürdü.
Yaratıcılık
Sanatçı inanılmaz yaratıcılığıyla tanınır.
Yaratıcı
O, her zaman benzersiz fikirleri olan çok yaratıcı bir insandır.
Data (Noun) /ˈdeɪtə/
The scientist analyzed the data to draw conclusions.
Veri
Bilim insanı sonuç çıkarmak için verileri analiz etti.
Design (Noun) /dɪˈzaɪn/
The design of the building is modern and sleek.
Design (Verb) /dɪˈzaɪn/
She wants to design a new logo for the company.
Designer (Noun) /dɪˈzaɪnər/
The designer created a stunning collection for the fashion show.
Tasarım
Binasının tasarımı modern ve şıktır.
Tasarım Yapmak
Şirket için yeni bir logo tasarlamak istiyor.
Tasarımcı
Tasarımcı, defile için muazzam bir koleksiyon yarattı.
Discover (Verb) /dɪsˈkʌvər/
She discovered a hidden treasure in the forest.
Discovery (Noun) /dɪsˈkʌvəri/
The discovery of the ancient ruins shocked the archaeologists.
Keşfetmek
Ormanda gizli bir hazine keşfetti.
Keşif
Antik kalıntıların keşfi arkeologları şok etti.
Educate (Verb) /ˈɛdʒʊˌkeɪt/ on about
The teacher aims to educate students about environmental issues.
Education (Noun) /ˌɛdʒʊˈkeɪʃən/
Quality education is essential for personal development.
Eğitmek
Öğretmen, öğrencilere çevre sorunları hakkında eğitim vermeyi amaçlıyor.
Eğitim
Kaliteli eğitim, kişisel gelişim için çok önemlidir.
Environment (Noun) /ɪnˈvaɪrənmənt/
The forest is an important part of the natural environment.
Environmentalist (Noun) /ɪnˌvaɪərənˈmɛntəlɪst/
The environmentalist is working to protect endangered species.
Environmental (Adjective) /ɪnˌvaɪərənˈmɛntəl/
The company is implementing environmental policies to reduce pollution.
Environmentally (Adverb) /ɪnˌvaɪərənˈmɛntəli/
The new product is environmentally friendly and recyclable.
Çevre (İsim)
Orman, doğal çevrenin önemli bir parçasıdır.
Çevreci (İsim)
Çevreci, nesli tükenmekte olan türleri korumak için çalışıyor.
Çevresel (Sıfat)
Şirket, kirliliği azaltmak için çevresel politikalar uyguluyor.
Çevre Dostu (Zarf)
Yeni ürün, çevre dostu ve geri dönüştürülebilir.
Feedback (Noun) /ˈfiːdbæk/
The teacher provided feedback on the student’s essay.
Geri Bildirim
Öğretmen, öğrencinin denemesine geri bildirimde bulundu.
Globe (Noun) /ɡloʊb/
The globe represents the Earth and its continents.
Global (Adjective) /ˈɡloʊbəl/
Global warming is a serious environmental issue.
Globally (Adverb) /ˈɡloʊbəli/
The company operates globally, with offices in many countries.
Dünya
Globe, Dünya’yı ve kıtalarını temsil eder.
Küresel
Küresel ısınma ciddi bir çevre sorunudur.
Küresel Olarak
Şirket, birçok ülkede ofisleriyle küresel olarak faaliyet göstermektedir.
goverment
hükümet
Improve (Verb) /ɪmˈpruːv/ in
She worked hard to improve her English skills.
Improvement (Noun) /ɪmˈpruːvmənt/
There has been a significant improvement in his performance.
İyileştirmek
O, İngilizce becerilerini iyileştirmek için çok çalıştı.
İyileşme
Performansında önemli bir iyileşme oldu.
Law (Noun) /lɔː/
The law requires all drivers to wear a seatbelt.
Hukuk
Hukuk, tüm sürücülerin emniyet kemeri takmasını zorunlu kılar.
Limit (Noun) /ˈlɪmɪt/ on
There is a limit to how much you can carry.
Limit (Verb) /ˈlɪmɪt/
The company decided to limit the number of participants.
Limitation (Noun) /ˌlɪmɪˈteɪʃən/
One limitation of the study was the small sample size.
Limited (Adjective) /ˈlɪmɪtɪd/
The tickets are limited, so buy yours early.
Unlimited (Adjective) /ʌnˈlɪmɪtɪd/
The service offers unlimited data usage.
Limit
Taşıyabileceğiniz şeylerin bir limiti vardır.
Limit
Şirket, katılımcı sayısını sınırlamaya karar verdi.
Sınırlama
Araştırmanın bir sınırlaması küçük örneklem büyüklüğüydü.
Sınırlı
Biletler sınırlıdır, bu yüzden erkenden almanızı tavsiye ederim.
Sonsuz
Hizmet, sınırsız veri kullanımı sunmaktadır.
Motivate (Verb) /ˈmoʊtɪˌveɪt/ to do
The coach tries to motivate the players before every game.
Motivation (Noun) /ˌmoʊtɪˈveɪʃən/ FOR
His motivation for studying is to get into a good university.
Motivated (Adjective) /ˈmoʊtɪˌveɪtɪd/
She is highly motivated to complete her project on time.
Motive Etmek
Koç, her maçtan önce oyuncuları motive etmeye çalışır.
Motivasyon
Çalışmanın motivasyonu, iyi bir üniversiteye girmektir.
Motive Olmuş
Zamanında projesini tamamlamak için oldukça motive olmuştur.
Obey (Verb) /əˈbeɪ/
Children must obey their parents’ rules.
Obedience (Noun) /əˈbiːdiəns/
The dog showed great obedience to its trainer.
Obedient (Adjective) /əˈbiːdiənt/
The obedient student always follows the teacher’s instructions.
Disobedient (Adjective) /ˌdɪsəˈbiːdiənt/
The disobedient child refused to listen to his parents.
Obediently (Adverb) /əˈbiːdiəntli/
She answered the question obediently, without hesitation.
İtaat Etmek (Fiil)
Çocuklar, ebeveynlerinin kurallarına uymalıdır.
İtaat (İsim)
Köpek, eğitmenine büyük bir itaat gösterdi.
İtaatkar (Sıfat)
İtaatkar öğrenci, öğretmenin talimatlarını her zaman takip eder.
İtaatsiz (Sıfat)
İtaatsiz çocuk, ebeveynlerini dinlemeyi reddetti.
İtaatkar Bir Şekilde (Zarf)
Soruya tereddütsüz itaatkar bir şekilde cevap verdi.
Possibility (Noun) /ˌpɒsɪˈbɪləti/ for
There is a possibility of rain tomorrow.
Possible (Adjective) /ˈpɒsəbl/
It is possible to finish the project on time. FOR
Impossible (Adjective) /ɪmˈpɒsəbl/
It’s impossible to travel without a passport.
Possibly (Adverb) /ˈpɒsəbli/
She will possibly arrive late to the meeting.
Impossibly (Adverb) /ɪmˈpɒsəbli/
The task was impossibly difficult to complete.
Olasılık (İsim)
Yarın yağmur yağma olasılığı var.
Mümkün (Sıfat)
Projeyi zamanında bitirmek mümkündür.
İmkansız (Sıfat)
Pasaport olmadan seyahat etmek imkansızdır.
Muhtemelen (Zarf)
Toplantıya muhtemelen geç kalacak.
İmkansız Bir Şekilde (Zarf)
Görev, imkansız derecede zordu.
Rely on (Phrasal Verb) /rɪˈlaɪ ɒn/
You can always rely on me to help you when needed.
Reliance (Noun) /rɪˈlaɪəns/
There is a strong reliance on technology in modern society.
Reliable (Adjective) /rɪˈlaɪəbl/
He is a reliable person who never breaks promises.
Unreliable (Adjective) /ˌʌnrɪˈlaɪəbl/
The weather forecast was unreliable, as it rained unexpectedly.
Güvenmek (Fiil)
Bana her zaman ihtiyacın olduğunda yardımcı olacağıma güvenebilirsin.
Güven (İsim)
Modern toplumda teknolojiye güçlü bir güven vardır.
Güvenilir (Sıfat)
O, asla sözünden dönmeyen güvenilir bir kişidir.
Güvenilmez (Sıfat)
Hava durumu tahmini güvenilmezdi, çünkü beklenmedik bir şekilde yağmur yağdı.
Require (Verb) /rɪˈkwaɪə/
The job requires a lot of experience in the field.
Requirement (Noun) /rɪˈkwaɪəmənt/
A high level of English proficiency is a requirement for the position.
Gerektirmek
İş, alanda çok deneyim gerektiriyor.
Gereklilik
Pozisyon için yüksek seviyede İngilizce bilgisi gereklilik olarak kabul ediliyor.
Respond (Verb) /rɪˈspɒnd/ to
She didn’t respond to the email right away.
Response (Noun) /rɪˈspɒns/
His response to the question was very thoughtful.
Cevaplamak
O, e-postaya hemen cevap vermedi.
Yanıt
Soruyu yanıtı çok düşünceliydi.
Safety (Noun) /ˈseɪfti/
Safety measures should always be taken in hazardous environments.
Safe (Adjective) /seɪf/
The children are safe in the playground.
Unsafe (Adjective) /ʌnˈseɪf/
The building was declared unsafe due to structural damage.
Güvenlik
Tehlikeli ortamlarda her zaman güvenlik önlemleri alınmalıdır.
Güvenli
Çocuklar oyun alanında güvende.
Güvensiz
Bina, yapısal hasar nedeniyle güvensiz olarak ilan edildi.
Science (Noun) /ˈsaɪəns/
Science has made great progress in recent years.
Scientist (Noun) /ˈsaɪəntɪst/
The scientist is conducting an important experiment.
Scientific (Adjective) /ˌsaɪənˈtɪfɪk/
They conducted a scientific study on climate change
Bilim
Bilim son yıllarda büyük ilerlemeler kaydetti.
Bilim İnsanı
Bilim insanı önemli bir deney yapıyor.
Bilimsel
İklim değişikliği üzerine bilimsel bir çalışma yapıldı.
Score (Noun) /skɔːr/
The final score of the game was 3-2.
Score (Verb) /skɔːr/
He scored a goal in the final minute of the match.
Puan
Maçın son puanı 3-2’ydi.
Puan Almak
Son dakikada bir gol attı.
Sense (Noun) /sɛns/ of
He has a good sense of humor.
Sense (Verb) /sɛns/
She sensed that something was wrong.
Anlam
İyi bir espri anlayışına sahiptir.
Hissetmek
Bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti.
Skill (Noun) /skɪl/
He has excellent skills in playing the piano.
Skilled (Adjective) /skɪld/
She is a skilled painter.
Yetenek (İsim)
O, piyano çalma konusunda mükemmel yeteneklere sahiptir.
Becerikli (Sıfat)
O, becerikli bir ressamdır.
Worry (Noun) /ˈwɜːri/ about
She has a lot of worries about the future.
Worry (Verb) /ˈwɜːri/
Don’t worry about the exam, you’ll do great!
Worried (Adjective) /ˈwɜːrɪd/
He looked worried when he heard the news.
Worrying (Adjective) /ˈwɜːriɪŋ/
The worrying situation needs immediate attention.
Endişe
O, gelecek hakkında birçok endişeye sahip.
Endişelenmek
Sınav hakkında endişelenme, çok iyi yapacaksın!
Endişeli
Haberleri duyduğunda endişeli görünüyordu.
Endişe Verici
Endişe verici durum, acil bir dikkat gerektiriyor.
Afford (Verb) /əˈfɔːrd/ to
I can’t afford to buy a new car right now.
Affordable (Adjective) /əˈfɔːrdəbl/
The store offers affordable prices for everyone.
Maddi Gücü Yetmek
Şu anda yeni bir araba almaya maddi gücüm yetmiyor.
Uygun Fiyatlı
Mağaza, herkes için uygun fiyatlar sunuyor.
Attack (Verb) /əˈtæk/
The army planned to attack the enemy at dawn.
Attack (Noun) /əˈtæk/
The sudden attack surprised everyone.
Saldırmak
Ordu, düşmana şafakta saldırmayı planladı.
Saldırı
Ani saldırı herkesi şaşırttı.
Credit (Verb) /ˈkrɛdɪt/
The bank credited the money to his account.
Credit (Noun) /ˈkrɛdɪt/
She received full credit for her hard work.
Para yatırmak
Banka, parayı hesabına yatırdı.
Kredi, takdir
O, sıkı çalışması için tam takdir aldı.
Crime (Noun) /kraɪm/
Crime rates have increased in the city.
Criminal (Noun) /ˈkrɪmɪnəl/
The police arrested the criminal yesterday.
Criminal (Adjective) /ˈkrɪmɪnəl/
His actions were considered criminal under the law.
Suç
Şehirde suç oranları arttı.
Suçlu
Polis dün suçluyu tutukladı.
Suçla ilgili
Onun eylemleri yasa kapsamında suç olarak değerlendirildi.
Disappoint (Verb) /ˌdɪsəˈpɔɪnt/
I didn’t mean to disappoint you.
Disappointment (Noun) /ˌdɪsəˈpɔɪntmənt/
Her failure to win caused great disappointment.
Disappointed (Adjective) /ˌdɪsəˈpɔɪntɪd/
He felt disappointed with the results.
Disappointing (Adjective) /ˌdɪsəˈpɔɪntɪŋ/
The movie was disappointing compared to the reviews.
Hayal Kırıklığına Uğratmak
Seni hayal kırıklığına uğratmak istemedim.
Hayal Kırıklığı
Onun kazanamaması büyük bir hayal kırıklığına neden oldu.
Hayal Kırıklığına Uğramış
Sonuçlardan dolayı hayal kırıklığına uğradı.
Hayal Kırıklığı Yaratan
Film, yorumlarla karşılaştırıldığında hayal kırıklığı yarattı.
Establish (Verb) /ɪˈstæblɪʃ/ with
The company was established in 1990.
Establishment (Noun) /ɪˈstæblɪʃmənt/
The establishment of the school took several years.
Established (Adjective) /ɪˈstæblɪʃt/
The organization is well-established in the community.
Kurmak
Şirket 1990 yılında kuruldu.
Kuruluş
Okulun kuruluşu birkaç yıl sürdü.
Kurulmuş
Organizasyon, toplum içinde iyi bir şekilde kurulmuş durumda.
Eventual (Adjective) /ɪˈvɛnʧuəl/
The team’s eventual success surprised everyone.
Eventually (Adverb) /ɪˈvɛnʧuəli/
She eventually found her lost keys after hours of searching.
Nihai
Takımın nihai başarısı herkesi şaşırttı.
Sonunda
Saatlerce aradıktan sonra sonunda kayıp anahtarlarını buldu.
Exhausted (Adjective) /ɪɡˈzɔːstɪd/
After the long hike, he felt completely exhausted.
Exhausting (Adjective) /ɪɡˈzɔːstɪŋ/
Climbing the mountain was an exhausting experience.
Bitkin
Uzun yürüyüşten sonra tamamen bitkin hissetti.
Yorucu
Dağa tırmanmak yorucu bir deneyimdi.
Influence (Noun) /ˈɪn.flu.əns/ on OF
Her speech had a significant influence on the audience.
Influence (Verb) /ˈɪn.flu.əns/
The book influenced his way of thinking.
Etkisi
Konuşması, dinleyiciler üzerinde önemli bir etki bıraktı.
Etkilemek
Kitap, onun düşünce tarzını etkiledi.
Manage (Verb) /ˈmæn.ɪdʒ/
She managed to finish the project on time.
Management (Noun) /ˈmæn.ɪdʒ.mənt/
Good management is key to a successful business.
Manager (Noun) /ˈmæn.ɪ.dʒər/
The manager is responsible for overseeing the team.
Yönetmek
Projeyi zamanında bitirmeyi başardı.
Yönetim
İyi bir yönetim, başarılı bir iş için anahtardır.
Yönetici
Yönetici, ekibi denetlemekten sorumludur.
Physical (Adjective) /ˈfɪzɪkəl/
Physical activity is essential for good health.
Physically (Adverb) /ˈfɪzɪkli/
She is physically strong and trains every day.
Fiziksel
Fiziksel aktivite, iyi sağlık için gereklidir.
Fiziksel Olarak
Fiziksel olarak güçlüdür ve her gün antrenman yapar.
Point (Noun) /pɔɪnt/ OF
He made an important point during the meeting.
Point (Verb) /pɔɪnt/
She pointed to the map to show the location.
Nokta (İsim)
Toplantı sırasında önemli bir nokta koydu.
İşaret Etmek (Fiil)
Yeri göstermek için haritaya işaret etti.
Politics (Noun) /ˈpɒlɪtɪks/
Politics can be a complicated subject.
Politician (Noun) /ˌpɒlɪˈtɪʃən/
The politician gave a speech on the economy.
Political (Adjective) /pəˈlɪtɪkəl/
They had a political discussion about climate change.
Siyaset (İsim)
Siyaset karmaşık bir konu olabilir.
Siyasetçi (İsim)
Siyasetçi, ekonomi hakkında bir konuşma yaptı.
Siyasi (Sıfat)
İklim değişikliği hakkında siyasi bir tartışma yaptılar.
Pretend (Verb) /prɪˈtɛnd/
She likes to pretend she is a superhero.
Taklit etmek
Süper kahraman olduğunu taklit etmeyi sever.
Quit (Verb) /kwɪt/
She decided to quit her job and travel the world.
Bırakmak
İşini bırakıp dünyayı gezmeye karar verdi.
Research (Noun) /ˈriːsɜːrtʃ/
She conducted extensive research on the topic.
Research (Verb) /rɪˈsɜːrtʃ/
He needs to research the history of the region for his paper.
Araştırma (İsim)
Konu üzerinde kapsamlı bir araştırma yaptı.
Araştırmak (Fiil)
Bölgenin tarihi hakkında kağıdı için araştırma yapması gerekiyor.
Resource (Noun) /rɪˈzɔːrs/
Water is a valuable resource in many parts of the world.
distribution of resources
Kaynak (İsim)
Su, dünyanın birçok yerinde değerli bir kaynaktır.
kaynakların dağıtımı
Support (Verb) /səˈpɔːrt/ in
She always supports her friends when they need help.
Support (Noun) /səˈpɔːrt/
The project received strong financial support from the community.
Supporter (Noun) /səˈpɔːrtər/
He is a passionate supporter of environmental causes.
Desteklemek
Arkadaşları yardıma ihtiyaç duyduğunda onları her zaman destekler.
Destek (İsim)
Proje, toplumdan güçlü bir finansal destek aldı.
Destekçi (İsim)
O, çevreyle ilgili konuların tutkulu bir destekçisidir.
Employ (Verb) /ɪmˈplɔɪ/
The company employs over 200 workers.
Employment (Noun) /ɪmˈplɔɪmənt/
She is looking for employment in the education sector.
Unemployment (Noun) /ˌʌnɪmˈplɔɪmənt/
Unemployment rates have risen in recent months.
Employee (Noun) /ɪmˈplɔɪiː/
The employee asked for a day off.
Employer (Noun) /ɪmˈplɔɪər/
The employer announced new company benefits.
Employed (Adjective) /ɪmˈplɔɪd/
He is currently employed at a tech firm.
Unemployed (Adjective) /ˌʌnɪmˈplɔɪd/
Many young people are unemployed after graduation.
İş Vermek
Şirket, 200’den fazla işçi çalıştırıyor.
İstihdam (İsim)
Eğitim sektöründe bir iş arıyor.
İşsizlik (İsim)
Son aylarda işsizlik oranları arttı.
Çalışan (İsim)
Çalışan bir gün izin istedi.
İşveren (İsim)
İşveren yeni şirket avantajlarını duyurdu.
Çalışıyor (Sıfat)
Şu anda bir teknoloji firmasında çalışıyor.
İşsiz (Sıfat)
Birçok genç mezun olduktan sonra işsiz kalıyor.
Ambition (Noun) /æmˈbɪʃən/ em biş ın
Her ambition is to become a successful entrepreneur.
Ambitious (Adjective) /æmˈbɪʃəs/ em biş ıs
He is very ambitious and works hard to achieve his goals.
Hırs, Amaç (İsim)
Onun amacı başarılı bir girişimci olmaktır.
Hırslı (Sıfat)
O çok hırslı ve hedeflerine ulaşmak için sıkı çalışıyor.
Contract (Noun) /ˈkɒn.trækt/
The company signed a contract with a new supplier.
Contract (Verb) /kənˈtrækt/
They contracted a builder to renovate the house.
Sözleşme
Şirket, yeni bir tedarikçiyle sözleşme imzaladı.
Sözleşme Yapmak
Evi yenilemek için bir müteahhit ile sözleşme yaptılar.
Doubt (Noun) /daʊt/
There is no doubt about her honesty.
WİTHOUT ABOUT
Doubt (Verb) /daʊt/
I doubt that he will come to the meeting.
Şüphe
Onun dürüstlüğü hakkında hiçbir şüphe yok.
Şüphe Duymak
Onun toplantıya geleceğinden şüphe ediyorum.
Intend (Verb) /ɪnˈtɛnd/ of
She intends to study abroad next year.
Intention (Noun) /ɪnˈtɛnʃən/
His intention was to help, not to offend anyone.
Niyet Etmek
Gelecek yıl yurt dışında eğitim almayı niyet ediyor.
Niyet
Onun niyeti yardım etmekti, kimseyi kırmak değil.
Manner (Noun) /ˈmænər/
He spoke to the audience in a polite manner.
Tutum, Tavır
Dinleyicilere kibar bir tavırla konuştu.
Rate (Noun) /reɪt/ OF
The unemployment rate has decreased this year.
Rate (Verb) /reɪt/
The movie was rated highly by critics.
Oran
İşsizlik oranı bu yıl azaldı.
Değerlendirmek
Film eleştirmenler tarafından yüksek puan aldı.
