UNIT 4 Flashcards
Absorb (Verb) /əbˈzɔːrb/ - /əb-zɔːrb/
The sponge absorbs water quickly.
FROM
Emmek
Sünger suyu hızla emer.
Adapt (Verb) /əˈdæpt/ - /ə-dæpt/
It takes time to adapt to a new environment.
Adaptation (Noun) /ˌædæpˈteɪʃən/ - /ad-æp-tey-şın/
The movie is an adaptation of a famous novel.
Adaptable (Adjective) /əˈdæptəbl/ - /ə-dæp-tə-bıl/
She is highly adaptable to changes in the workplace.
Uyum Sağlamak
Yeni bir çevreye uyum sağlamak zaman alır.
Uyarlama
Film, ünlü bir romanın uyarlamasıdır.
Uyum Sağlayabilen
O, iş yerindeki değişikliklere son derece uyum sağlayabilen biridir.
Attach (Verb) /əˈtætʃ/ - /ə-tæʧ/
Please attach the document to your email.
Attachment (Noun) /əˈtætʃmənt/ - /ə-tæʧ-mənt/
I sent the report as an attachment in the email.FROM
Attached (Adjective) /əˈtætʃt/ - /ə-tæʧt/
The files are attached to the message.
Eklemek
Lütfen belgeyi e-postanıza ekleyin.
Ek
Raporu e-postada ek olarak gönderdim.
Ekli
Dosyalar mesaja eklenmiştir.
Conclude (Verb) /kənˈkluːd/ - /kən-kluːd/
We can conclude that the project was a success.
Conclusion (Noun) /kənˈkluːʒən/ - /kən-kluː-ʒən/
The conclusion of the report highlighted the main findings.
Conclusive (Adjective) /kənˈkluːsɪv/ - /kən-kluː-sɪv/
The evidence was conclusive, proving his innocence.
Sonuçlandırmak
Projenin başarılı olduğunu sonuçlandırabiliriz.
Sonuç
Raporun sonucu, ana bulguları vurguladı.
Kesin
Kanıtlar kesin olup, masumiyetini kanıtladı.
Convert (Verb) /kənˈvɜːrt/ - /kən-vɜːrt/FROM
You can convert the document to a PDF file.
Conversion (Noun) /kənˈvɜːrʒən/ - /kən-vɜːr-ʒən/
The conversion of the house into a restaurant took several months.
Convertible (Adjective) /kənˈvɜːrtəbl/ - /kən-vɜːr-tə-bıl/
He owns a convertible car that he drives during summer.
Dönüştürmek
Belgeyi PDF dosyasına dönüştürebilirsiniz.
Dönüşüm
Evin restorana dönüşümü birkaç ay sürdü.
Dönüştürülebilir
O, yazın sürmek için bir dönüştürülebilir arabaya sahip.
Dedicate (Verb) /ˈdɛdɪkeɪt/ - /de-dı-keyt/
She decided to dedicate her life to helping others.
Dedication (Noun) /ˌdɛdɪˈkeɪʃən/ - /de-dı-key-şın/
His dedication to his work is truly inspiring.
Dedicated (Adjective) /ˈdɛdɪkeɪtɪd/ - /de-dı-key-tıd/
She is a dedicated teacher who spends extra hours helping students.
Adamak
Hayatını başkalarına yardım etmeye adama kararı aldı.
Adanmışlık
Onun işe olan adanmışlığı gerçekten ilham vericidir.
Adanmış
O, öğrencilere yardımcı olmak için ekstra saatler harcayan adanmış bir öğretmendir.
Efficiency (Noun) /ɪˈfɪʃənsi/ - /i-fi-şın-si/
The efficiency of the new system reduced operating costs.
Efficient (Adjective) /ɪˈfɪʃənt/ - /i-fi-şınt/
This is an efficient way to complete the project.
Inefficient (Adjective) /ˌɪnɪˈfɪʃənt/ - /in-i-fi-şınt/
The old machine is inefficient and needs to be replaced.
Efficiently (Adverb) /ɪˈfɪʃəntli/ - /i-fi-şınt-li/
She completed the task efficiently, ahead of schedule.
Inefficiently (Adverb) /ˌɪnɪˈfɪʃəntli/ - /in-i-fi-şınt-li/
The team worked inefficiently, causing delays in the project.
Verimlilik
Yeni sistemin verimliliği işletme maliyetlerini azalttı.
Verimli
Bu, projeyi tamamlamak için verimli bir yoldur.
Verimsiz
Eski makine verimsizdir ve değiştirilmesi gerekir.
Verimli Bir Şekilde
Görevi verimli bir şekilde tamamladı, zamanından önce.
Verimsiz Bir Şekilde
Ekip, projede gecikmelere neden olacak şekilde verimsiz çalıştı.
Enterprise (Noun) /ˈentəpraɪz/ - /en-tı-praız/
She started her own enterprise to provide digital marketing services.
Girişim
Kendi dijital pazarlama hizmetlerini sunmak için kendi girişimini başlattı.
Eventual (Adjective) /ɪˈventʃuəl/ - /i-ven-tju-ıl/
The eventual winner of the competition was announced after hours of deliberation.
Eventually (Adverb) /ɪˈventʃuəli/ - /i-ven-tju-ə-li/
She eventually found the solution after many attempts.
Sonuçta
Yarışmanın sonuçlanan galibi, saatler süren tartışmaların ardından açıklandı.
Sonunda
Birçok denemeden sonra sonunda çözümü buldu.
Exist (Verb) /ɪɡˈzɪst/ - /ig-zist/
Does life exist on other planets?
OF
Existence (Noun) /ɪɡˈzɪstəns/ - /ig-zis-tıns/ INTO OF
The existence of extraterrestrial life is still unproven.
Var Olmak
Diğer gezegenlerde yaşam var mı?
Varlık
Dünya dışı yaşamın varlığı hala kanıtlanmamıştır.
Extract (Verb) /ɪkˈstrækt/ - /ik-strakt/
The dentist will extract the tooth that is causing pain.
FROM
Extract (Noun) /ˈɛkstrækt/ - /ek-strakt/
She used a vanilla extract to enhance the flavor of the cake.
Extraction (Noun) /ɪkˈstrækʃən/ - /ik-strak-şın/
The extraction of the data from the report took several hours.
Çekmek
Dişçi, ağrıya neden olan dişi çekecek.
Öz
Keklerin tadını artırmak için vanilya özü kullandı.
Çekme
Raporlardan veri çekme işlemi birkaç saat sürdü.
Framework (Noun) /ˈfreɪmˌwɜːrk/ - /freym-werk/
The software development team uses an open-source framework to build the application.
OF
Çerçeve
Yazılım geliştirme ekibi, uygulama yapmak için açık kaynaklı bir çerçeve kullanıyor.
Gather (Verb) /ˈɡæðər/ - /gæð-ır/
She will gather all the necessary materials before starting the project.
Gathering (Noun) /ˈɡæðərɪŋ/ - /gæð-ır-ing/
There was a large gathering of people at the concert last night.
Toplamak
Proje başlamadan önce gerekli tüm malzemeleri toplayacak.
Toplantı
Dün akşam konserde büyük bir insan topluluğu vardı.
Generate (Verb) /ˈdʒɛnəreɪt/ - /je-nı-reyt/
The new solar panels will generate enough energy to power the entire building.
Generation (Noun) /ˌdʒɛnəˈreɪʃən/ - /je-nı-rey-şın/
This generation is more focused on technology than previous ones.
Üretmek
Yeni güneş panelleri, binanın tamamını çalıştırmak için yeterli enerjiyi üretecek.
Nesil
Bu nesil, önceki nesillerden daha fazla teknolojiye odaklanıyor.
Gradual (Adjective) /ˈɡrædʒuəl/ - /gra-ju-ıl/
The change in temperature was gradual, increasing by only a few degrees each day.
Gradually (Adverb) /ˈɡrædʒuəli/ - /gra-ju-ə-li/
He gradually improved his skills by practicing every day.
Aşamalı
Sıcaklık değişimi aşamalıydı, her gün sadece birkaç derece arttı.
Aşama Aşama
Her gün pratik yaparak aşama aşama yeteneklerini geliştirdi.
Organic (Adjective) /ɔːˈɡænɪk/ - /or-ɡan-ik/
She prefers to buy organic vegetables because they are grown without pesticides.
Inorganic (Adjective) /ˌɪnɔːˈɡænɪk/ - /in-or-ɡan-ik/
The rocks in the desert are primarily inorganic, made of minerals and metals.
Organically (Adverb) /ɔːˈɡænɪkli/ - /or-ɡan-ik-li/
The company sources its ingredients organically, avoiding artificial additives.
Organik
Pestisit kullanılmadan yetiştirilen organik sebzeleri almayı tercih eder.
İnorganik
Çölün kayaları, genellikle mineraller ve metallerden yapılmış inorganiktir.
Organik Olarak
Şirket, katkı maddelerinden kaçınarak organik olarak malzemelerini temin eder.
Permanent (Adjective) /ˈpɜːrmənənt/ - /pər-mə-nənt/
She made a permanent decision to move abroad and start a new life.
Permanently (Adverb) /ˈpɜːrmənəntli/ - /pər-mə-nənt-li/
The store closed permanently after 20 years of business.
Kalıcı
Yurt dışına taşınma ve yeni bir hayat kurma kararını kalıcı olarak verdi.
Kalıcı Olarak
Dükkan, 20 yıl iş yaptıktan sonra kalıcı olarak kapandı.
Release (Verb) /rɪˈliːs/ - /rı-lis/
The company plans to release the new product next month.
FROM
Release (Noun) /rɪˈliːs/ - /rı-lis/
The movie’s release date has been postponed until next year.
Yayımlamak
Şirket, yeni ürünü gelecek ay piyasaya sürmeyi planlıyor.
Yayımlanma
Filmin vizyon tarihi gelecek yıla ertelendi.
Rely on (Phrasal Verb) /rɪˈlaɪ ɒn/ - /rı-lay on/
You can always rely on your friends for support.
Reliance (Noun) /rɪˈlaɪəns/ - /rı-lay-əns/
His reliance on technology has made him less independent.
Reliable (Adjective) /rɪˈlaɪəbl/ - /rı-lay-ı-bıl/
She’s a reliable employee who always completes her tasks on time.
Reliably (Adverb) /rɪˈlaɪəbli/ - /rı-lay-ıb-li/
The system works reliably, even under heavy load.
Güvenmek
Her zaman arkadaşlarına destek için güvenebilirsin.
Güven
Teknolojiye olan güveni onu daha bağımsız yapmadı.
Güvenilir
Zamanında her zaman görevlerini tamamlayan güvenilir bir çalışandır.
Güvenilir Bir Şekilde
Sistem, ağır yük altında bile güvenilir bir şekilde çalışır.
Replace (Verb) /rɪˈpleɪs/ - /rı-pleys/
You should replace the broken parts of the machine to ensure it works properly.
WITH
Replacement (Noun) /rɪˈpleɪsmənt/ - /rı-pleys-mənt/
The company is offering a replacement for the damaged product.FOR
Replaceable (Adjective) /rɪˈpleɪsəbl/ - /rı-pleys-ı-bıl/
The parts are replaceable, so you don’t have to worry about the damage.
Irreplaceable (Adjective) /ˌɪrɪˈpleɪsəbl/ - /ir-ri-pleys-ı-bıl/
She has an irreplaceable collection of rare books.
Değiştirmek
Makinenin düzgün çalışmasını sağlamak için kırık parçaları değiştirmelisiniz.
Değiştirme
Şirket, hasar görmüş ürün için bir değişim sunuyor.
Değiştirilebilir
Parçalar değiştirilebilir, bu yüzden hasar hakkında endişelenmenize gerek yok.
Değiştirilemez
Onun, nadir kitaplardan oluşan değiştirilemez bir koleksiyonu var.
Resemble (Verb) /rɪˈzɛmbəl/ - /rı-zem-bıl/
She resembles her mother in both appearance and personality.
Resemblance (Noun) /rɪˈzɛmbləns/ - /rı-zem-bləns/
There is a strong resemblance between the two paintings.BETWEEN
Benzemek
O, hem dış görünüşü hem de kişiliğiyle annesine benziyor.
Benzetme
İki tablo arasında güçlü bir benzerlik var.
Residence (Noun) /ˈrɛzɪdəns/ - /re-zı-dəns/
Their family home is a large residence in the countryside.
Resident (Noun) /ˈrɛzɪdənt/ - /re-zı-dənt/
She is a resident of the city and has lived here for years.
Residential (Adjective) /ˌrɛzɪˈdɛnʃəl/ - /re-zı-den-şıl/
The area is a residential neighborhood with quiet streets and parks.
İkametgah
Aile evleri, kırsal alanda büyük bir ikamettir.
Sakin
O, şehrin sakini ve yıllardır burada yaşıyor.
İkametle İlgili
Bölge, sessiz sokaklar ve parklarla dolu bir konut alanıdır.
Shortage (Noun) /ˈʃɔːtɪdʒ/ - /şor-tıc/
There is a shortage of fresh water in many parts of the world.
Kıtlık
Dünyanın birçok yerinde temiz su kıtlığı yaşanıyor.
Source (Noun) /sɔːrs/ - /sors/
The river is the main source of water for the local community.
OF
Kaynak
Nehir, yerel topluluk için ana su kaynağıdır.
Wealth (Noun) /wɛlθ/ - /welθ/
He inherited a large wealth from his grandparents.
Wealthy (Adjective) /ˈwɛlθi/ - /wel-θi/
She comes from a wealthy family and enjoys a luxurious lifestyle.
Zenginlik
Büyükbabasından büyük bir zenginlik miras aldı.
Zengin
O, zengin bir aileden geliyor ve lüks bir yaşam tarzına sahip.
Alternate (Adjective) /ˈɔːltərnət/ - /ol-tır-nıt/
We can take the alternate route to avoid the traffic.
Alternative (Noun) /ɔːlˈtɜːrnətɪv/ - /ol-tır-ne-tiv/
They offered an alternative solution to the problem.
Alternative (Adjective) /ɔːlˈtɜːrnətɪv/ - /ol-tır-ne-tiv/
She chose an alternative method for completing the task.
Alternatively (Adverb) /ɔːlˈtɜːrnətɪvli/ - /ol-tır-ne-tiv-li/
Alternatively, you could take the bus if you prefer not to drive.
Alternatif
Trafiği önlemek için alternatif yolu kullanabiliriz.
Alternatif Çözüm
Onlar, probleme alternatif bir çözüm sundular.
Alternatif
Görevi tamamlamak için alternatif bir yöntem seçti.
Alternatif Olarak
Alternatif olarak, eğer araba kullanmak istemezseniz otobüsü kullanabilirsiniz.
Astonish (Verb) /əˈstɒnɪʃ/ - /əs-to-nış/
The magician’s tricks never fail to astonish the audience.
Astonishment (Noun) /əˈstɒnɪʃmənt/ - /əs-to-nış-mınt/
Her face showed pure astonishment when she saw the surprise.
Astonishing (Adjective) /əˈstɒnɪʃɪŋ/ - /əs-to-nı-şing/
The view from the top of the mountain was astonishing.
Astonishingly (Adverb) /əˈstɒnɪʃɪŋli/ - /əs-to-nı-şınğ-li/
Astonishingly, he completed the project in just one day.
Şaşırtmak
Sihirbazın numaraları, izleyiciyi şaşırtmaktan asla vazgeçmez.
Şaşkınlık
Ona sürprizi gösterdiğimizde yüzü tamamen şaşkınlıkla dolmuştu.
Şaşırtıcı
Dağın zirvesinden manzara şaşırtıcıydı.
Şaşırtıcı Bir Şekilde
Şaşırtıcı bir şekilde, projeyi sadece bir günde tamamladı.
Attract (Verb) /əˈtrækt/ - /ə-trækt/
The beautiful painting attracted a lot of attention.
Attraction (Noun) /əˈtrækʃən/ - /ə-trak-şın/
The Eiffel Tower is a famous tourist attraction in Paris.
Attracted (Adjective) /əˈtræktɪd/ - /ə-træk-tıd/
He was immediately attracted to the new art exhibit.
Çekmek
Güzel tablo, birçok dikkat çekti.
Çekim
Eyfel Kulesi, Paris’teki ünlü bir turistik çekim alanıdır.
Çekilmiş
O, yeni sanat sergisine hemen çekildi.
Capacity (Noun) /kəˈpæsɪti/ - /kə-pæs-i-ti/
The stadium has a seating capacity of 50,000.
FOR
Kapasite
Stadyumun oturma kapasitesi 50.000 kişidir.
Dramatic (Adjective) /drəˈmætɪk/ - /drə-mæt-ik/
The dramatic change in the weather surprised everyone.
Dramatically (Adverb) /drəˈmætɪkli/ - /drə-mæt-ik-li/
The project was dramatically improved after the new strategy was implemented.
Dramatik
Havanın dramatik değişimi herkesi şaşırttı.
Dramatik Bir Şekilde
Proje, yeni strateji uygulandıktan sonra dramatik bir şekilde iyileştirildi.
Extent (Noun) /ɪkˈstɛnt/ - /ik-stent/
The extent of the damage caused by the flood was unimaginable.
OF
Facilitate (Verb) /fəˈsɪlɪteɪt/ - /fə-sil-i-teyt/
The new software will facilitate the process of data analysis.
Facilitator (Noun) /fəˈsɪlɪteɪtər/ - /fə-sil-i-tey-tır/ FOR
The facilitator guided the team through the brainstorming session.
Kolaylaştırmak
Yeni yazılım, veri analizinin sürecini kolaylaştıracak.
Kolaylaştırıcı
Kolaylaştırıcı, takımı beyin fırtınası oturumundan yönlendirdi.
force
the force of gravity
the force of explosion
Kuvvet
yerçekimi kuvveti
patlama kuvveti
Function (Noun) /ˈfʌŋkʃən/ - /fank-şın/
The main function of the heart is to pump blood throughout the body.
Function (Verb) /ˈfʌŋkʃən/ - /fank-şın/ OF
This device functions as both a phone and a camera.
Functional (Adjective) /ˈfʌŋkʃənl/ - /fank-şın-l/
The building is old, but it’s still functional.
Functionally (Adverb) /ˈfʌŋkʃənəli/ - /fank-şın-e-li/
The two machines work functionally together to complete the task.
Fonksiyon
Kalbin ana fonksiyonu, vücuda kan pompalamaktır.
Fonksiyonel
Bina eski ama hâlâ fonksiyonel.
Fonksiyonel Olarak
İki makine, görevi tamamlamak için fonksiyonel olarak birlikte çalışır.
Intend (Verb) /ɪnˈtɛnd/ - /in-tend/
I intend to finish this project by next week.
of
Intention (Noun) /ɪnˈtɛnʃən/ - /in-ten-şın/
Her intention was to help, but things didn’t go as planned.
Intentional (Adjective) /ɪnˈtɛnʃənl/ - /in-ten-şın-l/
His actions were intentional, not accidental.
Unintentional (Adjective) /ˌʌnɪnˈtɛnʃənl/ - /an-in-ten-şın-l/
The damage was unintentional, but it still caused problems.
Intentionally (Adverb) /ɪnˈtɛnʃənəli/ - /in-ten-şın-e-li/
She intentionally left the keys on the table so I could find them.
Unintentionally (Adverb) /ˌʌnɪnˈtɛnʃənəli/ - /an-in-ten-şın-e-li/
He unintentionally hurt her feelings by making that comment.
Niyet Etmek
Bu projeyi gelecek hafta bitirmeyi niyet ediyorum.
Niyet
Onun niyeti yardımcı olmaktı, ama işler planlandığı gibi gitmedi.
Kasdi / Bilerek
Onun hareketleri kasıttı, kazara değildi.
Kazara
Hasar kasıtsızdı, ama yine de sorunlara yol açtı.
Kasıtlı Olarak
Anahtarları masanın üstüne kasıtlı olarak bıraktı, böylece onları bulabilirdim.
Kasıtsız Olarak
O, yaptığı yorumla kasıtsız olarak onun duygularını kırdı.
Launch (Verb) /lɔːntʃ/ - /lonç/
They plan to launch the new product next month.
OF
Launch (Noun) /lɔːntʃ/ - /lonç/
The launch of the new software was a big success.
Başlatmak / Piyasaya Sürmek
Yeni ürünü gelecek ay piyasaya sürmeyi planlıyorlar.
Lansman / Başlangıç
Yeni yazılımın lansmanı büyük bir başarıydı.
Notice (Verb) /ˈnəʊtɪs/ - /no-tıs/
Did you notice the changes in the design?
Notice (Noun) /ˈnəʊtɪs/ - /no-tıs/
She gave me a notice about the meeting schedule.
Noticeable (Adjective) /ˈnəʊtɪsəbl/ - /no-tı-sı-bıl/
There was a noticeable improvement in his performance.
Fark Etmek / Dikkat Etmek
Tasarımda yapılan değişiklikleri fark ettin mi?
Bildiri / Duyuru
Bana toplantı programı hakkında bir bildiri verdi.
Dikkate Değer / Göze Çarpan
Performansında dikkate değer bir iyileşme vardı.
Operate (Verb) /ˈɒpəreɪt/ - /o-pı-reyt/
She will operate the machine during the shift.
OUT ANOperation (Noun) /ˌɒpəˈreɪʃən/ - /o-pı-rey-şın/
The operation of the new system was smooth.
Operating (Adjective) /ˈɒpəreɪtɪŋ/ - /o-pı-rey-ting/
The operating procedure is simple and easy to follow.
Operational (Adjective) /ˌɒpəˈreɪʃənl/ - /o-pı-rey-şı-nıl/
The factory is now fully operational.
Operationally (Adverb) /ˌɒpəˈreɪʃənəli/ - /o-pı-rey-şı-nıl-li/
Operationally, the company is functioning well.
Çalıştırmak / İşletmek
Vardiyada makineyi çalıştıracak.
İşlem / Operasyon
Yeni sistemin çalışması sorunsuzdu.
Çalışan / Faaliyette Olan
Çalışan prosedür basit ve takip etmesi kolaydır.
Operasyonel
Fabrika şimdi tamamen operasyonel durumda.
Operasyonel Olarak
Operasyonel olarak, şirket iyi çalışıyor.
Predict (Verb) /prɪˈdɪkt/ - /pri-dikt/
I predict that the weather will improve tomorrow.
about
Prediction (Noun) /prɪˈdɪkʃən/ - /pri-dik-şın/ ABOUT
His prediction about the stock market came true.
Predictable (Adjective) /prɪˈdɪktəbl/ - /pri-dik-tı-bıl/
The results were predictable based on the data.
Unpredictable (Adjective) /ˌʌnprɪˈdɪktəbl/ - /an-pri-dik-tı-bıl/
The weather can be unpredictable in the mountains.
Tahmin Etmek
Yarının hava durumunun düzeleceğini tahmin ediyorum.
Tahmin
Borsadaki tahmini doğru çıktı.
Tahmin Edilebilir
Sonuçlar, verilerle tahmin edilebilirdi.
Tahmin Edilemez
Dağlarda hava durumu tahmin edilemez olabilir.
Rapidity (Noun) /rəˈpɪdəti/ - /rə-pi-dı-ti/
The rapidity of technological advancements is astonishing.
of
Rapid (Adjective) /ˈræpɪd/ - /ra-pıd/
He made a rapid recovery after the surgery.
Rapidly (Adverb) /ˈræpɪdli/ - /ra-pıd-li/
The situation is changing rapidly, and we must act fast.
Hız
Teknolojik gelişmelerin hızı şaşırtıcı.
Hızlı
Ameliyat sonrası hızla iyileşti.
Hızla
Durum hızla değişiyor ve hızlı bir şekilde hareket etmeliyiz.
Reflect (Verb) /rɪˈflɛkt/ - /rı-flekt/
The mirror reflects the image of the room.ABOUT
Reflection (Noun) /rɪˈflɛkʃən/ - /rı-flek-şın/
The reflection in the water was beautiful. OF
Reflective (Adjective) /rɪˈflɛktɪv/ - /rı-flek-tiv/OF
He has a reflective personality and often thinks deeply about life.IN
Reflectively (Adverb) /rɪˈflɛktɪvli/ - /rı-flek-tiv-li/
She looked at the painting reflectively, lost in thought.
Yansıtmak
Ayna, odanın görüntüsünü yansıtır.
Yansıma
Suda yansıyan manzara çok güzeldi.
Düşünceli
O, düşünceli bir kişiliğe sahiptir ve sıklıkla hayata derinlemesine düşünür.
Düşünerek
Tabloya düşünerek baktı, zihni başka bir dünyadaydı.
Surround (Verb) /səˈraʊnd/ - /sı-raund/
The mountains surround the valley on all sides.
Surrounded (Adjective) /səˈraʊndɪd/ - /sı-raun-dıd/
The house was surrounded by beautiful flowers.
BY WITH
Etrafını Sarmak
Dağlar vadinin her tarafını çevreliyor.
Etrafı Sarılmış
Ev, güzel çiçeklerle çevrilmişti.
Transform (Verb) /trænsˈfɔːrm/ - /trans-form/
The caterpillar will transform into a butterfly.
Transformation (Noun) /ˌtrænsfɔːˈmeɪʃən/ - /trans-for-mey-şın/
The transformation of the city over the years has been remarkable.
Transformational (Adjective) /ˌtrænsfɔːˈmeɪʃənl/ - /trans-for-mey-şı-nıl/
The transformational leadership changed the company’s approach to innovation.
Dönüştürmek
Tırtıl, bir kelebeğe dönüşecek.
Dönüşüm
Şehrin yıllar içindeki dönüşümü gerçekten dikkat çekiciydi.
Dönüştürücü
Dönüştürücü liderlik, şirketin yenilik anlayışını değiştirdi.
Concentrate (Verb) /ˈkɒnsəntreɪt/ - /kon-sın-treyt/
Please concentrate on your work and avoid distractions.
ON UPON
Concentration (Noun) /ˌkɒnsənˈtreɪʃən/ - /kon-sın-trey-şın/
His concentration was unwavering during the exam.
on upon
Concentrated (Adjective) /ˈkɒnsəntreɪtɪd/ - /kon-sın-trey-tıd/
The juice was too concentrated, so I added water to dilute it.
Konsantre Olmak
Lütfen işinize konsantre olun ve dikkat dağılmalarından kaçının.
Konsantrasyon
Sınav sırasında onun konsantrasyonu bozulmamıştı.
Konsantre Edilmiş
Meyve suyu çok konsantreydi, bu yüzden suyunu seyrelttim.
Concept (Noun) /ˈkɒnsept/ - /kon-sept/
The concept of time travel has fascinated people for centuries.
of
Conceptual (Adjective) /kənˈsɛptʃʊəl/ - /kın-sep-çoo-əl/
Her conceptual thinking helped in solving complex problems.
Kavram
Zaman yolculuğu kavramı, yüzyıllardır insanları etkilemiştir.
Kavramsal
Onun kavramsal düşüncesi, karmaşık problemleri çözmede yardımcı oldu.
Contemporary (Adjective) /kənˈtɛmpərəri/ - /kın-tem-pı-ri/
His contemporary art collection includes works from the 21st century.
Of ELSE
Contemporary (Noun) /kənˈtɛmpərəri/ - /kın-tem-pı-ri/
She is one of the most prominent contemporaries of modern literature.
Çağdaş (Sıfat)
Onun çağdaş sanat koleksiyonu, 21. yüzyıldan eserler içeriyor.
Çağdaş (İsim)
O, modern edebiyatın en tanınmış çağdaşlarından biridir.
Justify (Verb) /ˈdʒʌstɪfaɪ/ - /cʌs-tı-fay/
He tried to justify his actions, but no one believed him.
Justice (Noun) /ˈdʒʌstɪs/ - /cʌs-tıs/
The lawyer fought for justice on behalf of his client.
Justification (Noun) /ˌdʒʌstɪfɪˈkeɪʃən/ - /cʌs-tı-fı-key-şın/
There is no solid justification for his behavior.
(Un)Justified (Adjective) /ˈdʒʌstɪfaɪd/ - /cʌs-tı-fayd/
His actions were justified by the circumstances.
The punishment was unjustified and harsh.
(Un)Just (Adjective) /dʒʌst/ - /cʌst/
She fought for a just cause.
His actions were considered unjust by the community.
Haklı Çıkarmak (Fiil)
Yaptığı hareketleri haklı çıkarmaya çalıştı, ancak kimse ona inanmadı.
Adalet (İsim)
Avukat, müvekkilinin adına adalet için savaştı.
Haklı Gösterme (İsim)
Davranışları için sağlam bir haklı gösterme yoktu.
(Adaletsiz) Haklı (Sıfat)
Onun hareketleri, koşullar tarafından haklı çıkartıldı.
Ceza, adaletsiz ve sertti.
(Adaletsiz) Adil (Sıfat)
O, adil bir dava için savaştı.
Hareketleri toplum tarafından adaletsiz olarak kabul edildi.
Lack (Verb) /læk/ - /lak/
The project lacked proper planning and attention to detail.
Lack (Noun) /læk/ - /lak/
There was a lack of resources for the project.
Eksik Olmak (Fiil)
Projenin doğru planlamadan ve ayrıntılara dikkat edilmeden yapılması eksikti.
Eksiklik (İsim)
Projede kaynak eksikliği vardı.
Obey (Verb) /əˈbeɪ/ - /ə-bey/
He chose to obey the rules and follow the instructions carefully.
Obedience (Noun) /əˈbiːdiəns/ - /ə-bi-di-əns/
The dog showed great obedience to its owner, following every command.
Obedient (Adjective) /əˈbiːdiənt/ - /ə-bi-di-ənt/
She was always obedient to her parents’ wishes.
Disobedient (Adjective) /ˌdɪsəˈbiːdiənt/ - /dis-ə-bi-di-ənt/
The child was disobedient, ignoring his mother’s requests.
Obediently (Adverb) /əˈbiːdiəntli/ - /ə-bi-di-ənt-li/
He obeyed the instructions obediently, without any hesitation.
İtaat Etmek (Fiil)
Kurallara uymayı ve talimatları dikkatlice takip etmeyi seçti.
İtaat (İsim)
Köpek, sahibine büyük bir itaatle her komutu yerine getirdi.
İtaatkar (Sıfat)
Her zaman ailesinin isteklerine itaatkardı.
İtaatsiz (Sıfat)
Çocuk, annesinin isteklerini görmezden gelerek itaatsizdi.
İtaatkar Bir Şekilde (Zarf)
Talimatları itaatkar bir şekilde, tereddüt etmeden yerine getirdi.
Occur (Verb) /əˈkɜːr/ - /ə-kur/
The event will occur tomorrow afternoon.
Occurrence (Noun) /əˈkʌrəns/ - /ə-kır-əns/
The occurrence of an earthquake in this region is rare.
Gerçekleşmek (Fiil)
Etkinlik yarın öğleden sonra gerçekleşecek.
Olay (İsim)
Bu bölgede bir deprem olayı nadiren gerçekleşir.
Persuade (Verb) /pərˈsweɪd/ - /pər-sweyd/
She managed to persuade him to join the team.
of
Persuasion (Noun) /pərˈsweɪʒən/ - /pər-swey-zhın/
His persuasion skills helped him convince the clients.
Persuasive (Adjective) /pərˈsweɪsɪv/ - /pər-swey-siv/
The speaker gave a persuasive argument that won everyone over.
İkna Etmek (Fiil)
Onu takıma katılmaya ikna etmeyi başardı.
İkna (İsim)
Onun ikna yetenekleri, müşterileri ikna etmesine yardımcı oldu.
İkna Edici (Sıfat)
Konuşmacı, herkesin görüşünü kazanan ikna edici bir argüman sundu.
Prohibit (Verb) /prəˈhɪbɪt/ - /prə-hib-it/ FROM
The law prohibits drinking alcohol in public places.
Prohibitive (Adjective) /prəˈhɪbɪtɪv/ - /prə-hib-i-tiv/
The high cost of living in the city is prohibitive for many people.
of against
Yasaklamak (Fiil)
Kanun, halka açık yerlerde alkol içmeyi yasaklar.
Yasaklayıcı (Sıfat)
Şehirdeki yüksek yaşam maliyeti, birçok insan için yasaklayıcıdır.
Regard (Verb) /rɪˈɡɑːrd/ - /ri-gard/AS WITH IN
I regard her as one of the best writers of her generation.
Regard (Noun) /rɪˈɡɑːrd/ - /ri-gard/
She has great regard for her colleagues.
Regardless (Adverb) /rɪˈɡɑːrdləs/ - /ri-gar-dıls/
Regardless of the weather, we will go hiking tomorrow.OF
Regarding (Preposition) /rɪˈɡɑːdɪŋ/ - /ri-gar-ding/
We received an email regarding your application.
regardless of sth
to regard sth as sth
regard for
with/in regard to sth
Saygı Duymak (Fiil)
Onu, kendi jenerasyonunun en iyi yazarlarından biri olarak kabul ediyorum.
Saygı (İsim)
Onun meslektaşlarına büyük bir saygısı var.
Hesaba Katmadan (Zarf)
Hava durumu ne olursa olsun, yarın yürüyüşe çıkacağız.
İlgili (Edat)
Başvurunuzla ilgili bir e-posta aldık.
Regulate (Verb) /ˈrɛɡjʊˌleɪt/ - /re-gyu-leyt/
The government aims to regulate the financial markets more strictly.
Regulation (Noun) /ˌrɛɡjʊˈleɪʃən/ - /re-gyu-ley-shın/
New regulations were introduced to ensure better safety in the workplace.
Regulatory (Adjective) /ˈrɛɡjʊləˌtɔːri/ - /re-gyu-lə-tor-i/
The regulatory framework for the industry is very complex.
Düzenlemek (Fiil)
Hükümet, finansal piyasaları daha sıkı bir şekilde düzenlemeyi hedefliyor.
Düzenleme (İsim)
İş yerinde daha iyi güvenliği sağlamak için yeni düzenlemeler getirildi.
Düzenleyici (Sıfat)
Sektör için düzenleyici çerçeve oldukça karmaşıktır.
Threaten (Verb) /ˈθrɛtn/ - /thret-n/
He threatened to call the police if they didn’t leave.
against
Threat (Noun) /θrɛt/ - /thret/
The storm posed a serious threat to the coastal areas.
AGAINST
Threatening (Adjective) /ˈθrɛtənɪŋ/ - /thret-ə-nin/
The dark clouds looked threatening, signaling an impending storm.
Tehdit Etmek (Fiil)
Eğer gitmezlerse polisi aramakla tehdit etti.
Tehdit (İsim)
Fırtına, kıyı bölgeleri için ciddi bir tehdit oluşturuyordu.
Tehditkar (Sıfat)
Koyu bulutlar tehditkar görünüyordu, yaklaşan bir fırtınanın habercisi gibiydi.
Başka bir kelime veya açıklama istediğiniz bir şey var mı?
Summarize (Verb) /ˈsʌməraɪz/ - /sʌ-mə-raız/
Please summarize the main points of the article.
Sum (Noun) /sʌm/ - /sʌm/
The sum of the numbers is 15.
Summary (Noun) /ˈsʌməri/ - /sʌ-mə-ri/ OF
The summary of the book was brief but informative.
a considerable sum of money
Özetlemek (Fiil)
Lütfen makalenin ana noktalarını özetleyin.
Toplam (İsim)
Sayıların toplamı 15’tir.
Özet (İsim)
Kitabın özeti kısa ama bilgilendiriciydi.
önemli miktarda para