UNIT2 Flashcards
Adjust
Verb: /əˈdʒʌst/ - /ı-dʒıst/
You need to adjust the settings before starting the machine.
TO
Adjustment
Noun: /əˈdʒʌstmənt/ - /ı-dʒıst-ment/
The adjustment of the equipment was necessary to improve performance.
Adjustable
Adjective: /əˈdʒʌstəbəl/ - /ı-dʒıst-ıbıl/
The chair has adjustable armrests for added comfort.
Ayarlamak
Makineyi başlatmadan önce ayarları yapmalısınız.
Ayar
Ekipmanın ayarı, performansı iyileştirmek için gerekliydi.
Ayarlanabilir
Sandalyede ek konfor için ayarlanabilir kolçaklar bulunmaktadır.
Apparent
Adjective: /əˈpærənt/ - /ı-pærınt/
The apparent cause of the problem was a lack of communication.
Apparently
Adverb: /əˈpærəntli/ - /ı-pærınt-li/
Apparently, the meeting has been rescheduled for tomorrow.
Belli
Sorunun belli nedeni iletişim eksikliğiydi.
Görünüşe göre
Görünüşe göre, toplantı yarına ertelendi.
Boost
Verb: /buːst/ - /bust/
The new marketing campaign is designed to boost sales.
to/in/for
Boost
Noun: /buːst/ - /bust/
The company saw a significant boost in profits last quarter.
Arttırmak
Yeni pazarlama kampanyası satışları artırmak için tasarlandı.
Artış
Şirket, geçen çeyrekte önemli bir kâr artışı gördü.
Boundary
Noun: /ˈbaʊndəri/ - /bav-ri/
The river forms the boundary between the two countries.
Sınır
Nehir, iki ülke arasındaki sınırı oluşturur.
Cognition
Noun: /kɒɡˈnɪʃən/ - /kog-ni-şın/
The study of cognition helps us understand how we process information.
Cognitive
Adjective: /ˈkɒɡnɪtɪv/ - /kog-ni-tiv/
Cognitive development is crucial in early childhood education.
Cognitively
Adverb: /ˈkɒɡnɪtɪvli/ - /kog-ni-tiv-li/
He was cognitively engaged in the discussion, offering insightful ideas.
Biliş
Bilişsel çalışmanın, bilgiyi nasıl işlediğimizi anlamamıza yardımcı olur.
Bilişsel
Bilişsel gelişim, erken çocukluk eğitiminde çok önemlidir.
Bilişsel olarak
Tartışmaya bilişsel olarak katıldı, derinlemesine fikirler sundu.
Consistency
Noun: /kənˈsɪstənsi/ - /kın-sıs-tın-si/
The consistency of his work is what makes him reliable.
Inconsistency
Noun: /ˌɪnkənˈsɪstənsi/ - /ın-kın-sıs-tın-si/
There was an inconsistency in the data that needs to be addressed.
Consistent BE(IN) WITH
Adjective: /kənˈsɪstənt/ - /kın-sıs-tınt/
She has been consistent in her efforts to improve.
Inconsistent
Adjective: /ˌɪnkənˈsɪstənt/ - /ın-kın-sıs-tınt/
His performance has been inconsistent throughout the project.
Consistently
Adverb: /kənˈsɪstəntli/ - /kın-sıs-tınt-li/
She has consistently performed well in all her assignments.
Inconsistently
Adverb: /ˌɪnkənˈsɪstəntli/ - /ın-kın-sıs-tınt-li/
He has been working inconsistently, which has affected his results.
Tutarlılık
İşinin tutarlılığı, onu güvenilir kılar.
Tutarsızlık
Verilerde ele alınması gereken bir tutarsızlık vardı.
Tutarlı
Çabalarını geliştirmek konusunda tutarlıydı.
Tutarsız
Performansı, proje boyunca tutarsızdı.
Tutarlı bir şekilde
Tüm görevlerinde tutarlı bir şekilde iyi performans sergiledi.
Tutarsız bir şekilde
Tutarsız bir şekilde çalıştı, bu da sonuçlarını etkiledi.
BY ON
Constrain
Verb: /kənˈstreɪn/ - /kın-streyn/
The rules of the game constrain the players’ actions.
Constraint
Noun: /kənˈstreɪnt/ - /kın-streynt/
Time constraints made it difficult to complete the project on time.
Kısıtlamak
Oyunun kuralları, oyuncuların hareketlerini kısıtlar.
Kısıtlama
Zaman kısıtlamaları, projeyi zamanında tamamlamayı zorlaştırdı.
Defend
Verb: /dɪˈfɛnd/ - /dı-fend/
The lawyer will defend her client in court.
against/from
Defense
Noun: /dɪˈfɛns/ - /dı-fens/
The team worked hard on their defense strategy.
Defender
Noun: /dɪˈfɛndər/ - /dı-fen-dır/
He is an excellent defender and prevents many goals.
Defensive
Adjective: /dɪˈfɛnsɪv/ - /dı-fen-siv/
His defensive play was key to the team’s victory.
Defenseless
Adjective: /dɪˈfɛnsələs/ - /dı-fen-sıls/
The children felt defenseless in the face of the storm.
Defensively
Adverb: /dɪˈfɛnsɪvli/ - /dı-fen-sıv-li/
The player acted defensively to protect the goal.
Savunmak
Avukat, müvekkilini mahkemede savunacak.
Savunma
Takım, savunma stratejileri üzerinde çok çalıştı.
Savunmacı
O mükemmel bir savunmacıdır ve birçok golü engeller.
Savunmacı
Onun savunma oyunları, takımın zaferi için çok önemliydi.
Savunmasız
Çocuklar, fırtınaya karşı savunmasız hissediyordu.
Savunma amaçlı
Oyuncu, golü korumak için savunma amaçlı hareket etti.
Derive
Verb: /dɪˈraɪv/ - /dı-raɪv/
The word “philosophy” is derived from Greek.
FROM
Türetmek
“Felsefe” kelimesi Yunanca’dan türetilmiştir.
WİTH
Encounter
Verb: /ɪnˈkaʊntər/ - /in-kaʊn-tır/
I encountered many challenges during the project.
Encounter
Noun: /ɪnˈkaʊntər/ - /in-kaʊn-tır/
Our encounter at the conference was very brief.
Karşılaşmak
Proje sırasında birçok zorlukla karşılaştım.
Karşılaşma
Konferanstaki karşılaşmamız çok kısa sürdü.
Exploit
Verb: /ɪkˈsplɔɪt/ - /iks-ployt/
The company exploited the new technology to increase profits.
Exploitation BE TO OF
Noun: /ˌɛksplɔɪˈteɪʃən/ - /eks-ploy-tey-shın/
The exploitation of natural resources is a growing concern.
Sömürmek
Şirket, yeni teknolojiyi kullanarak karlarını artırdı.
Sömürme
Doğal kaynakların sömürülmesi, büyüyen bir endişe kaynağıdır.
Eventual
Adjective: /ɪˈvɛntʃʊəl/ - /i-ven-chu-uhl/
The eventual outcome of the negotiations was a compromise.
OF
Eventually
Adverb: /ɪˈvɛntʃʊəli/ - /i-ven-chu-uh-lee/
Eventually, they reached an agreement after hours of discussion.
Nihai
Müzakerelerin nihai sonucu bir uzlaşma oldu.
Sonunda
Sonunda, saatler süren tartışmanın ardından bir anlaşmaya vardılar.
Infrastructure
Noun: /ˈɪnfrəˌstrʌktʃər/ - /in-fruh-struhk-chur/
The city’s infrastructure needs significant investment to improve.
Infrastructural
Adjective: /ˌɪnfrəˈstrʌktʃərəl/ - /in-fruh-struhk-chur-uhl/
The infrastructural development in rural areas is crucial for growth.
Altyapı
Şehrin altyapısının iyileştirilmesi için önemli bir yatırım yapılması gerekiyor.
Altyapısal
Kırsal alanlardaki altyapısal gelişim, büyüme için çok önemlidir.
Embrace
Verb: /ɪmˈbreɪs/ - /im-breys/
She embraced the opportunity to travel abroad.
Embrace
Noun: /ɪmˈbreɪs/ - /im-breys/
He gave her a warm embrace before leaving.
Kucaklamak
Yurt dışına seyahat etme fırsatını kucakladı.
Kucaklama
Ayrılmadan önce ona sıcak bir kucaklama yaptı.
Eradicate
Verb: /ɪˈrædɪkeɪt/ - /i-ra-di-keyt/
The goal is to eradicate poverty around the world.
FROM
Eradication
Noun: /ɪˌrædɪˈkeɪʃən/ - /i-ra-di-key-shın/
The eradication of disease is a key focus for the health organization.
Kökünü kurutmak
Amaç, dünya çapında yoksulluğu kökünden kurutmak.
Kökünü kuruma
Hastalığın kökünü kurutma, sağlık kuruluşunun temel odaklarından biridir.
Habitat
Noun: /ˈhæbɪtæt/ - /hæ-bi-tæt/
The rainforest is the natural habitat of many species.
Yaşam alanı
Yağmur ormanı, birçok türün doğal yaşam alanıdır.
Impose
Verb: /ɪmˈpoʊz/ - /im-pohz/
The government decided to impose new regulations on businesses.
ON
Imposition
Noun: /ˌɪmpəˈzɪʃən/ - /im-puh-zish-uhn/
The imposition of higher taxes caused dissatisfaction among the public.
Uygulamak
Hükümet, işletmelere yeni düzenlemeler uygulamaya karar verdi.
Yükleme
Daha yüksek vergilerin uygulanması, halk arasında hoşnutsuzluğa yol açtı.
Migrate
Verb: /ˈmaɪɡreɪt/ - /mai-greyt/
Many birds migrate to warmer regions during the winter.
Migration of
Noun: /maɪˈɡreɪʃən/ - /mai-grey-shuhn/
The migration of people to urban areas has increased over the years.
Migrant
Noun: /ˈmaɪɡrənt/ - /mai-gruhnt/
Migrants often face challenges when settling in a new country.
Migratory
Adjective: /ˈmaɪɡrəˌtɔri/ - /mai-gruh-tor-ee/
Many species of fish are migratory and travel vast distances.
Göç etmek
Birçok kuş, kışın daha sıcak bölgelere göç eder.
Göç
İnsanların kentsel alanlara göçü yıllar içinde arttı.
Göçmen
Göçmenler, yeni bir ülkede yerleşirken genellikle zorluklarla karşılaşır.
Göçebe
Birçok balık türü göçebedir ve uzun mesafeler kat eder.
Minimize
Verb: /ˈmɪnɪmaɪz/ - /mi-ni-maiz/
We need to minimize the risks before starting the project.
TO
Minimum
Noun: /ˈmɪnɪməm/ - /mi-ni-muhm/
The minimum requirements for this job are a bachelor’s degree and two years of experience.
Minimal
Adjective: /ˈmɪnɪməl/ - /mi-ni-muhl/
The damage was minimal, and it didn’t affect the operation.
Minimally
Adverb: /ˈmɪnɪməli/ - /mi-ni-muh-lee/
The product’s design has been minimally changed to meet the new standards.
En aza indirmek
Projeye başlamadan önce riskleri en aza indirmeliyiz.
Asgari
Bu işin asgari gereksinimleri bir lisans diploması ve iki yıl deneyimdir.
Minimum düzeyde
Hasar minimum düzeydeydi ve operasyonu etkilemedi.
Minimum şekilde
Ürünün tasarımı, yeni standartlara uyacak şekilde minimum şekilde değiştirildi.
Perceive
Verb: /pərˈsiːv/ - /per-seev/
She can perceive subtle differences in tone.
Perception
Noun: /pərˈsɛpʃən/ - /per-sep-shuhn/
His perception of the situation was quite different from mine.
Perceptive
Adjective: /pərˈsɛptɪv/ - /per-sep-tiv/
She is very perceptive and can easily understand people’s feelings.
Algılamak
Tonlamadaki ince farkları algılayabilir.
Algı
Durumu algılayış şekli, benimkinden oldukça farklıydı.
Algılama yeteneği yüksek
O çok algılama yeteneği yüksek biridir ve insanların duygularını kolayca anlayabilir.
Predator
Noun: /ˈprɛdəˌtɔr/ - /pred-uh-tawr/
The lion is a powerful predator in the savanna.
Avcı
Aslan, savanada güçlü bir avcıdır.
Prime
Noun: /praɪm/ - /prahym/
This is the prime of his career, and he’s achieving great success.
IN
Prime
Adjective: /praɪm/ - /prahym/
The prime location for the new restaurant would be downtown.
En verimli dönem
Bu, onun kariyerinin en verimli dönemi ve büyük başarılar elde ediyor.
Önde gelen
Yeni restoran için en iyi konum şehir merkezinde olacaktır.
Rely on
Verb: /rɪˈlaɪ/ - /ri-lahy/
You can rely on her to complete the task on time.
TO BE ON
Reliance
Noun: /rɪˈlaɪəns/ - /ri-lahy-uhns/
Their reliance on technology has grown over the years.
Reliability
Noun: /rɪˌlaɪəˈbɪləti/ - /ri-lahy-uh-bil-i-tee/
The reliability of the service is very important to our customers.
Reliant on
Adjective: /rɪˈlaɪənt/ - /ri-lahy-uhnt/
She is highly reliant on her team for support.
Reliable to be
Adjective: /rɪˈlaɪəbl/ - /ri-lahy-uh-buhl/
He is a reliable worker and always meets deadlines.
Unreliable
Adjective: /ˌʌnrɪˈlaɪəbl/ - /uhn-ri-lahy-uh-buhl/
The report was filled with unreliable data, making it hard to trust.
Reliably
Adverb: /rɪˈlaɪəbli/ - /ri-lahy-uh-blee/
She reliably finishes her tasks before the deadline.
Güvenmek
Onun bu görevi zamanında tamamlayacağına güvenebilirsin.
Bağlılık
Teknolojiye olan bağlılıkları yıllar içinde arttı.
Güvenilirlik
Hizmetin güvenilirliği, müşterilerimiz için çok önemlidir.
Bağlı
O, desteği için takımına oldukça bağlıdır.
Güvenilir
O, güvenilir bir çalışandır ve her zaman teslim tarihlerine uyar.
Güvenilmez
Rapor, güvenilmez verilerle doluydu, bu da ona güvenmeyi zorlaştırıyordu.
Güvenilir bir şekilde
O, görevlerini güvenilir bir şekilde teslim tarihinden önce bitirir.
AS OF
Reputation
Noun: /ˌrɛpjuˈteɪʃən/ - /rep-yoo-tey-shuhn/
She has a reputation for being honest and hardworking.
Reputational
Adjective: /ˌrɛpjuˈteɪʃənl/ - /rep-yoo-tey-shuh-nuhl/
The company worked hard to restore its reputational image after the crisis.
İtibar
O, dürüst ve çok çalışan biri olarak bir itibara sahiptir.
İtibari
Şirket, kriz sonrası itibari imajını yeniden kazandırmak için çok çalıştı.