UNIT 10 Flashcards
Accountability FOR
Noun: /əˌkaʊntəˈbɪləti/ - /uh-koun-tuh-bil-i-tee/
The company emphasized accountability in all of its business practices.
Accountable
Adjective: /əˈkaʊntəbl/ - /uh-koun-tuh-buhl/
As a manager, she was accountable for the team’s performance.
Hesap verme sorumluluğu
Şirket, tüm iş uygulamalarında hesap verme sorumluluğunu vurguladı.
Hesap verebilir
Bir yönetici olarak, ekibin performansından sorumluydu.
Assemble FROM
Verb: /əˈsɛmbl/ - /uh-sem-buhl/
The team will assemble at the conference room for the meeting.
Assembly
Noun: /əˈsɛmbli/ - /uh-sem-blee/
The assembly of the new product took longer than expected.
Assembled
Adjective: /əˈsɛmbəld/ - /uh-sem-buhld/
The assembled group discussed the new policy changes.
Toplanmak
Takım, toplantı için konferans odasında toplanacak.
Montaj
Yeni ürünün montajı beklenenden daha uzun sürdü.
Toplanmış
Toplanmış grup, yeni politika değişikliklerini tartıştı.
TO BE Commit
Verb: /kəˈmɪt/ - /kuh-mit/
She decided to commit to the project for the next six months.
Commitment
Noun: /kəˈmɪtmənt/ - /kuh-mit-muhnt/
His commitment to the cause inspired others to join.
Taahhüt etmek
Projeye önümüzdeki altı ay boyunca taahhüt etmeye karar verdi.
Bağlılık
Onun davaya olan bağlılığı, başkalarını katılmaya teşvik etti.
Compose OF
Verb: /kəmˈpoʊz/ - /kuhm-pohz/
She will compose a new song for the upcoming concert.
Composer
Noun: /kəmˈpoʊzər/ - /kuhm-poh-zur/
The composer created a masterpiece that was celebrated worldwide.
Composition
Noun: /ˌkɑːmpəˈzɪʃən/ - /kahm-puh-zish-uhn/
The composition of the team was carefully selected for the project.
Bestelemek
Gelecek konser için yeni bir şarkı besteleyip yazacak.
Besteci
Besteci, dünya çapında kutlanan bir başyapıt yarattı.
Kompozisyon
Proje için ekibin kompozisyonu dikkatle seçildi.
Drastic
Adjective: /ˈdræstɪk/ - /dras-tik/
The company made drastic changes to its policy.
Drastically
Adverb: /ˈdræstɪkli/ - /dras-tik-lee/
The weather has drastically improved since yesterday.
Ağır
Şirket, politikasında ağır değişiklikler yaptı.
Ağır bir şekilde
Hava, dününden beri ağır bir şekilde iyileşti.
Eliminate
Verb: /ɪˈlɪmɪˌneɪt/ - /ih-lim-uh-neyt/
They plan to eliminate unnecessary expenses in the budget.
Elimination
Noun: /ɪˌlɪmɪˈneɪʃən/ - /ih-lim-uh-ney-shuhn/
The elimination of waste is a top priority for the company.
Ortadan kaldırmak
Bütçede gereksiz masrafları ortadan kaldırmayı planlıyorlar.
Eliminasyon
Atıkların eliminasyonu, şirketin öncelikli hedefidir.
Ensure
Verb: /ɪnˈʃʊr/ - /in-shur/
The company will ensure that all products are tested for quality.
Sağlamak
Şirket, tüm ürünlerin kalite için test edilmesini sağlayacak.
Erode OF
Verb: /ɪˈroʊd/ - /ih-rohd/
The constant rainfall began to erode the cliff’s surface.
Erosion
Noun: /ɪˈroʊʒən/ - /ih-roh-zhuhn/
Soil erosion is a major environmental concern in the area.
Aşındırmak
Sürekli yağmur, uçurumun yüzeyini aşındırmaya başladı.
Aşındırma
Toprak aşındırması, bölgede büyük bir çevresel endişe kaynağıdır.
Extinct
Adjective: /ɪkˈstɪŋkt/ - /ik-stinkt/
The dodo bird is now extinct, with no living members of its species.
OF Extinction
Noun: /ɪkˈstɪŋkʃən/ - /ik-stink-shuhn/
Many species are at risk of extinction due to habitat loss.
Erode
Verb: /ɪˈroʊd/ - /ih-rohd/
The constant rainfall began to erode the cliff’s surface.
Soyu tükenmiş
Dodo kuşu şu anda soyu tükenmiş, türünün yaşayan hiçbir üyesi yok.
Yok olma
Birçok tür, habitat kaybı nedeniyle yok olma riskiyle karşı karşıyadır.
Aşındırmak
Sürekli yağmur, uçurumun yüzeyini aşındırmaya başladı.
Grasp OF
Verb: /ɡræsp/ - /grasp/
He couldn’t grasp the importance of the decision.
Grasp
Noun: /ɡræsp/ - /grasp/
She tightened her grasp on the rope.
Kavramak
Kararın önemini kavrayamadı.
Tutuş
İpi tutuşunu sıkılaştırdı.
Incorporate İNTO ELSE
Verb: /ɪnˈkɔːrpəreɪt/ - /in-kawr-puh-rayt/
The new ideas were incorporated into the project.
Incorporation
Noun: /ˌɪnkɔːrpəˈreɪʃən/ - /in-kawr-puh-rey-shuhn/
The incorporation of technology into the curriculum has improved learning outcomes.
Dahil Etmek
Yeni fikirler projeye dahil edildi.
Katılım
Teknolojinin müfredata katılımı, öğrenme sonuçlarını iyileştirdi.
Invisibility
Noun: /ɪnˌvɪzɪˈbɪləti/ - /in-viz-uh-bil-i-tee/
The invisibility of the cloak was impressive.
Visibility
Noun: /ˌvɪzɪˈbɪləti/ - /viz-uh-bil-i-tee/
The fog reduced visibility to almost zero.
Invisible
Adjective: /ɪnˈvɪzɪbəl/ - /in-viz-uh-buhl/
The writing was invisible in the dark.
Visible
Adjective: /ˈvɪzɪbəl/ - /viz-uh-buhl/
The mountain became visible as the fog cleared.
Invisibly
Adverb: /ɪnˈvɪzəbli/ - /in-viz-uh-blee/
The changes occurred invisibly over time.
Visibly
Adverb: /ˈvɪzəbli/ - /viz-uh-blee/
She was visibly upset after hearing the news.
Görünmezlik
Cübbenin görünmezliği etkileyiciydi.
Görünürlük
Sis, görünürlüğü neredeyse sıfıra indirdi.
Görünmez
Yazılar karanlıkta görünmezdi.
Görünür
Dağ, sis dağıldıkça görünür oldu.
Görünmez bir şekilde
Değişiklikler zamanla görünmez bir şekilde gerçekleşti.
Görünür bir şekilde
Haberleri duyduktan sonra görünür bir şekilde üzgündü.
Ironic
Adjective: /aɪˈrɒnɪk/ - /ai-ron-ik/
It was ironic that the fire station burned down.
Ironically
Adverb: /aɪˈrɒnɪkli/ - /ai-ron-ik-lee/
Ironically, the chef burned the dinner.
Ironik
İtfaiye istasyonunun yanması ironikti.
Ironik bir şekilde
Şef, akıllıca bir şekilde yemeği yaktı.
Preserve
Verb: /prɪˈzɜːv/ - /pri-zurv/
We must preserve the environment for future generations.
OF Preservation
Noun: /ˌprɛzərˈveɪʃən/ - /prez-er-vey-shuhn/
The preservation of ancient artifacts is crucial.
Preservationist
Noun: /ˌprɛzərˈveɪʃənɪst/ - /prez-er-vey-shuh-nist/
The preservationist fought for the protection of the forest.
Preservative
Adjective: /prɪˈzɜːvətɪv/ - /pri-zur-vuh-tiv/
This food contains many preservatives.
Koruma
Çevreyi gelecek nesiller için korumamız gerekiyor.
Koruma
Antik eserlerin korunması çok önemlidir.
Koruma savunucusu
Koruma savunucusu, ormanın korunması için mücadele etti.
Koruyucu
Bu gıda, birçok koruyucu madde içeriyor.
Profound ON
Adjective: /prəˈfaʊnd/ - /pruh-found/
His speech had a profound impact on the audience.
Profoundly
Adverb: /prəˈfaʊndli/ - /pruh-found-lee/
She was profoundly moved by the charity’s efforts.
Derin
Onun konuşması, dinleyiciler üzerinde derin bir etki bıraktı.
Derin bir şekilde
O, hayır kurumunun çabalarından derin bir şekilde etkilendi.
Shift
Noun: /ʃɪft/ - /şift/
There was a sudden shift in the company’s strategy.
from/towards
Shift
Verb: /ʃɪft/ - /şift/
She quickly shifted her focus to a new project.
Değişim
Şirketin stratejisinde ani bir değişim oldu.
Değiştirmek
O, hızla odak noktasını yeni bir projeye kaydırdı.
Solidarity
Noun: /ˌsɒlɪˈdærɪti/ - /sa-li-de-ri-ti/
The workers showed great solidarity during the strike.
WITH
Dayanışma
İşçiler grev sırasında büyük bir dayanışma gösterdi.
Subtle
Adjective: /ˈsʌtl/ - /sat-l/
She gave him a subtle hint about the surprise party.
Subtly
Adverb: /ˈsʌtli/ - /sat-li/
He subtly changed the subject to avoid the argument.
İnce, Zekice
Ona sürpriz parti hakkında ince bir ipucu verdi.
İnce bir şekilde
Tartışmadan kaçınmak için konuyu ince bir şekilde değiştirdi.
Trace
Verb: /treɪs/ - /treys/
The police tried to trace the missing person’s last location.
WİTHOUT OF
Trace
Noun: /treɪs/ - /treys/
There was no trace of evidence at the crime scene.
Traceable
Adjective: /ˈtreɪsəbl/ - /trey-suh-bl/
The package is traceable through the tracking system.
İzini sürmek
Polis, kayıp kişinin son konumunu izlemeye çalıştı.
İz
Olay yerinde hiçbir iz bulunamadı.
İzi sürülebilir
Paket, takip sistemi sayesinde izi sürülebilir.
Advocate FOR
Verb: /ˈædvəkeɪt/ - /ad-vuh-keyt/
She advocates for equal rights in the workplace.
Advocate
Noun: /ˈædvəkət/ - /ad-vuh-kit/
He is a strong advocate of environmental protection.
Advocative
Adjective: /ˈædvəkətɪv/ - /ad-vuh-kuh-tiv/
Her advocative speech inspired many people.
Savunmak, desteklemek
O, iş yerinde eşit hakları savunuyor.
Savunucu, destekleyici kişi
O, çevre korumanın güçlü bir savunucusudur.
Savunucu, destekleyici (sıfat)
Onun destekleyici konuşması birçok kişiyi etkiledi.
Alter
Verb: /ˈɔːltər/ - /awl-ter/
She decided to alter her dress for the party.
Alteration
Noun: /ˌɔːltəˈreɪʃən/ - /awl-tuh-rey-shuhn/
The building underwent several alterations last year.
Değiştirmek
O, elbisesini parti için değiştirmeye karar verdi.
Değişiklik
Bina geçen yıl birkaç değişiklik geçirdi.
Assume
Verb: /əˈsjuːm/ - /uh-syoom/
I assume he will be here soon.
Assumption ABOUT
Noun: /əˈsʌmpʃən/ - /uh-suhmp-shuhn/
Her assumption about the test was incorrect.
Varsaymak
Onun yakında burada olacağını varsayıyorum.
Varsayım
Onun test hakkındaki varsayımı yanlıştı.
Coincide
Verb: /ˌkəʊɪnˈsaɪd/ - /koh-in-sahyd/
Our holidays coincide this year.
BY OF Coincidence
Noun: /kəʊˈɪnsɪdəns/ - /koh-in-si-duhns/
It was just a coincidence that we met there.
Çakışmak, tesadüf etmek
Bu yıl tatillerimiz çakışıyor.
Tesadüf
Orada karşılaşmamız sadece bir tesadüftü.
Consequence
Noun: /ˈkɒnsɪkwəns/ - /kon-si-kwens/
Your actions will have serious consequences.
Consequent
Adjective: /ˈkɒnsɪkwənt/ - /kon-si-kwent/
The heavy rain and consequent flooding caused major damage.
Consequently
Adverb: /ˈkɒnsɪkwəntli/ - /kon-si-kwent-li/
He didn’t study; consequently, he failed the exam.
Sonuç
Eylemlerinizin ciddi sonuçları olacak.
Sonuç olarak ortaya çıkan
Şiddetli yağmur ve sonucunda oluşan sel büyük hasara yol açtı.
Bunun sonucunda
Ders çalışmadı; bunun sonucunda sınavda başarısız oldu.