UNIT 9 Flashcards
Affirm
Verb: /əˈfɜːrm/ - /uh-furm/
She affirmed her commitment to the project during the meeting.
Affirmation
Noun: /ˌæfərˈmeɪʃən/ - /af-ur-may-shuhn/
His words were an affirmation of her hard work and dedication.
Doğrulamak
Toplantı sırasında projeye olan bağlılığını doğruladı.
Onay
Onun sözleri, onun sıkı çalışması ve adanmışlığının bir onayıydı.
Cease TO DO DOING
Verb: /siːs/ - /sees/
The company decided to cease production due to financial difficulties.
Cease
Verb: /siːs/ - /sees/
The rain will cease by the evening.
Durmak
Şirket, mali zorluklar nedeniyle üretimi durdurmaya karar verdi.
Kesilmek
Yağmur akşam saatlerine kadar kesilecek.
Deceive
Verb: /dɪˈsiːv/ - /di-seev/
He tried to deceive her with false information.
Deception
Noun: /dɪˈsɛpʃən/ - /di-sep-shuhn/
The entire plan was based on deception and lies.
Deceptive
Adjective: /dɪˈsɛptɪv/ - /di-sep-tiv/
Her smile was deceptive; she was actually very upset.
Deceptively
Adverb: /dɪˈsɛptɪvli/ - /di-sep-tiv-lee/
The package was deceptively light for its size.
Kandırmak
Onun sahte bilgilerle onu kandırmaya çalıştı.
Aldatma
Tüm plan, aldatma ve yalanlara dayanıyordu.
Aldatıcı
Onun gülümsemesi aldatıcıydı; aslında çok üzgündü.
Aldatıcı bir şekilde
Paket, boyutuna göre aldatıcı bir şekilde hafifti.
Deliberate
Adjective: /dɪˈlɪbəreɪt/ - /di-lib-uh-rayt/
Her actions were deliberate, showing careful consideration.
Deliberate
Verb: /dɪˈlɪbəreɪt/ - /di-lib-uh-rayt/
The committee will deliberate before making a final decision.
Deliberately
Adverb: /dɪˈlɪbəreɪtli/ - /di-lib-uh-rayt-lee/
He deliberately ignored the warning signs and kept driving.
Kasıtlı
Onun hareketleri kasıtlıydı, dikkatli bir şekilde düşünülmüştü.
Tartışmak
Komite, nihai bir karar vermeden önce tartışacaktır.
Kasıtlı bir şekilde
Uyarı işaretlerini kasıtlı bir şekilde görmezden geldi ve sürmeye devam etti.
Devote
Verb: /dɪˈvoʊt/ - /di-voht/
She decided to devote more time to her studies this semester.
Devotion
Noun: /dɪˈvoʊʃən/ - /di-voh-shuhn/
His devotion to his work is truly admirable.
Devoted TO BE TO
Adjective: /dɪˈvoʊtɪd/ - /di-voh-tid/
She is a devoted teacher who cares deeply for her students.
Devotedly
Adverb: /dɪˈvoʊtɪdli/ - /di-voh-tid-lee/
He worked devotedly on the project, staying late every night.
Adamak
Bu dönem, çalışmalarına daha fazla zaman ayırmaya karar verdi.
Bağlılık
Onun işine olan bağlılığı gerçekten takdire şayan.
Bağlı
O, öğrencilerine derinden değer veren, bağlı bir öğretmendir.
Bağlı bir şekilde
Projede, her gece geç saatlere kadar çalışarak bağlı bir şekilde çalıştı.
Fundamentals
Noun (plural): /ˈfʌndəˌmɛntəlz/ - /fun-duh-men-tuhlz/
Understanding the fundamentals of math is essential for advanced study.
Fundamental
Adjective: /ˌfʌndəˈmɛntəl/ - /fun-duh-men-tuhl/
The fundamental principles of democracy are equality and freedom.
Fundamentally
Adverb: /ˌfʌndəˈmɛntəli/ - /fun-duh-men-tuh-lee/
He is fundamentally different from others in his approach to problem-solving.
Temeller
Matematiğin temellerini anlamak, ileri düzey çalışmaları için önemlidir.
Temel
Demokrasinin temel ilkeleri eşitlik ve özgürlüktür.
Temelde
Problemleri çözme yaklaşımında, temelde diğerlerinden farklıdır.
Humiliate IN
Verb: /hjuːˈmɪlieɪt/ - /hyoo-mil-ee-ayt/
The coach humiliated the player in front of the entire team.
Humiliation
Noun: /hjuːˌmɪliˈeɪʃən/ - /hyoo-mil-ee-ay-shuhn/
Her public failure caused her great humiliation.
Humiliated
Adjective: /hjuːˈmɪlieɪtɪd/ - /hyoo-mil-ee-ay-tid/
He felt humiliated after losing the competition.
Aşağılama
Koç, oyuncuyu tüm takımın önünde aşağıladı.
Aşağılama
Halka açık başarısızlık, ona büyük bir aşağılanma yaşattı.
Aşağılanmış
Yarışmayı kaybettikten sonra kendini aşağılanmış hissetti.
Impede
Verb: /ɪmˈpiːd/ - /im-peed/
The heavy traffic will impede our progress to the airport.
Engellemek
Yoğun trafik, havalimanına ilerleyişimizi engelleyecek.
Imply
Verb: /ɪmˈplaɪ/ - /im-plai/
Her words implied that she was unhappy with the decision.
Implicit
Adjective: /ɪmˈplɪsɪt/ - /im-plis-it/
There was an implicit understanding between the two colleagues.
Implicitly
Adverb: /ɪmˈplɪsɪtli/ - /im-plis-it-lee/
She implicitly trusted him with the project details.
İma etmek
Onun sözleri, kararın kendisini mutsuz ettiğini ima etti.
Dolaylı
İki meslektaş arasında dolaylı bir anlayış vardı.
Dolaylı bir şekilde
Projeyle ilgili detayları ona dolaylı bir şekilde güvenerek verdi.
Incline
Verb: /ɪnˈklaɪn/ - /in-klain/
She inclined her head to show that she agreed with the suggestion.
Inclination
Noun: /ˌɪnklɪˈneɪʃən/ - /in-kluh-nay-shuhn/
He has a natural inclination toward helping others.
Inclined
Adjective: /ɪnˈklaɪnd/ - /in-klahynd/
She felt inclined to accept the job offer after the interview.
incline to/towards
inclination of
Eğilmek
Başını eğdi ve öneriyi kabul ettiğini gösterdi.
Eğilim
Başka insanlara yardım etme konusunda doğal bir eğilimi var.
Eğilimli
Görüşmeden sonra iş teklifini kabul etmeye eğilimli hissediyordu.
Innocence
Noun: /ˈɪnəsəns/ - /in-uh-sens/
The court found him guilty, but his innocence was later proven.
Innocent
Adjective: /ˈɪnəsənt/ - /in-uh-suhnt/
She looked innocent, but she was involved in the situation.
Masumiyet
Mahkeme onu suçlu buldu, ancak masumiyeti daha sonra kanıtlandı.
Masum
Masum görünüyordu, ancak duruma dahil olmuştu.
Lessen OF
Verb: /ˈlɛsən/ - /les-uhn/
The new law aims to lessen the environmental impact of factories.
Azaltmak
Yeni yasa, fabrikaların çevresel etkisini azaltmayı amaçlıyor.
Mislead ABOUT
Verb: /ˌmɪsˈliːd/ - /mis-leed/
The advertisement misled customers into thinking the product was free.
Misleading
Adjective: /ˌmɪsˈliːdɪŋ/ - /mis-leed-ing/
The report gave a misleading impression of the company’s financial situation.
Yanıltmak
Reklam, müşterileri ürünün ücretsiz olduğunu düşünmeye yönlendirdi.
Yanıltıcı
Rapor, şirketin finansal durumu hakkında yanıltıcı bir izlenim verdi.
Prominent
Adjective: /ˈprɒmɪnənt/ - /prom-uh-nuhnt/
She is a prominent scientist in the field of genetics.
Önde gelen
O, genetik alanında önde gelen bir bilim insanıdır.
Prone
Adjective: /proʊn/ - /prohn/
He is prone to making careless mistakes when he is tired.
Eğilimli
Yorgunken dikkatsiz hatalar yapmaya eğilimlidir.
Resign FROM
Verb: /rɪˈzaɪn/ - /ri-zayn/
The manager decided to resign due to personal reasons.
Resignation
Noun: /ˌrɛzɪɡˈneɪʃən/ - /rez-ig-nay-shuhn/
She submitted her resignation letter to the HR department.
İstifa etmek
Müdür, kişisel sebeplerden dolayı istifa etmeye karar verdi.
İstifa
İstifa mektubunu insan kaynakları departmanına sundu.
Speculate ON ABOUT
Verb: /ˈspɛkjəˌleɪt/ - /spek-yuh-layt/
People began to speculate about the reason for his sudden resignation.
Speculation
Noun: /ˌspɛkjəˈleɪʃən/ - /spek-yuh-lay-shuhn/
There was a lot of speculation about the company’s financial problems.
Speculative
Adjective: /ˈspɛkjələtɪv/ - /spek-yuh-luh-tiv/
His report was based on speculative assumptions rather than facts.
Speculatively
Adverb: /ˈspɛkjələtɪvli/ - /spek-yuh-luh-tiv-lee/
She looked at him speculatively, unsure of his intentions.
Tahminde bulunmak
İnsanlar, onun ani istifasının sebebi hakkında tahminde bulunmaya başladı.
Spekülasyon
Şirketin finansal sorunları hakkında birçok spekülasyon vardı.
Spekülatif
Onun raporu, gerçeklerden çok spekülatif varsayımlara dayanıyordu.
Spekülatif bir şekilde
Onun niyetinden emin olmayarak spekülatif bir şekilde ona baktı.
Twist
Verb: /twɪst/ - /twist/
She twisted her ankle while running.
Twist
Noun: /twɪst/ - /twist/
The story had an unexpected twist at the end.
Bükmek, burkmak
Koşarken ayak bileğini burktu.
Dönemeç, beklenmedik gelişme
Hikâyenin sonunda beklenmedik bir gelişme vardı.
Vulnerability
Noun: /ˌvʌlnərəˈbɪləti/ - /vul-nuh-ruh-bil-uh-tee/
The country’s economic vulnerability increased after the crisis.
Vulnerable TO BE TO
Adjective: /ˈvʌlnərəbl/ - /vul-nuh-ruh-bul/
Children are more vulnerable to infections.
Invulnerable
Adjective: /ɪnˈvʌlnərəbl/ - /in-vul-nuh-ruh-bul/
The fortress was nearly invulnerable to attacks.
Savunmasızlık, kırılganlık
Krizin ardından ülkenin ekonomik savunmasızlığı arttı.
Savunmasız, kırılgan
Çocuklar enfeksiyonlara karşı daha savunmasızdır.
Savunulabilir, zarar görmez
Kale neredeyse saldırılara karşı zarar görmezdi.
Assess
Verb: /əˈsɛs/ - /uh-ses/
The teacher will assess the students’ progress.
Assessment
Noun: /əˈsɛsmənt/ - /uh-ses-muhnt/
The doctor made a careful assessment of the patient’s condition.
Değerlendirmek
Öğretmen, öğrencilerin ilerlemesini değerlendirecek.
Değerlendirme
Doktor, hastanın durumunu dikkatlice değerlendirdi.
Awareness OF ABOUT
Noun: /əˈwɛrnəs/ - /uh-wair-nuhs/
The campaign aims to raise awareness about climate change.
Aware OF
Adjective: /əˈwɛr/ - /uh-wair/
She was aware of the risks before making her decision.
Unaware
Adjective: /ˌʌnəˈwɛr/ - /un-uh-wair/
He was unaware of the meeting scheduled for today.
Farkındalık, bilinç
Kampanya, iklim değişikliği konusunda farkındalık oluşturmayı amaçlıyor.
Farkında, bilinçli
O, kararını vermeden önce risklerin farkındaydı.
Habersiz, farkında olmayan
Bugün planlanan toplantıdan habersizdi.
Bias
Noun: /ˈbaɪəs/ - /bahy-uhs/
The study was criticized for its bias in data selection.
Biased for against
Adjective: /ˈbaɪəst/ - /bahy-uhst/
The article was biased against the new policy.
Önyargı, taraflılık
Çalışma, veri seçimi konusundaki önyargısı nedeniyle eleştirildi.
Önyargılı, taraflı
Makale, yeni politika aleyhine önyargılıydı.
Competence
Noun: /ˈkɒmpɪtəns/ - /kom-pi-tuhns/
The job requires a high level of competence in programming.
Competent
Adjective: /ˈkɒmpɪtənt/ - /kom-pi-tuhnt/
She is a competent manager who handles all tasks efficiently.
Competently
Adverb: /ˈkɒmpɪtəntli/ - /kom-pi-tuhnt-lee/
He completed the project competently, meeting all the deadlines.
Yeterlilik, yetkinlik
İş, yüksek düzeyde programlama yeterliliği gerektiriyor.
Yeterli, yetkin
O, tüm görevleri verimli bir şekilde yöneten yeterli bir yöneticidir.
Yeterince yetkin bir şekilde
Projeyi, tüm son teslim tarihlerine uyarak yeterince yetkin bir şekilde tamamladı.
Demonstrate against for
Verb: /ˈdɛmənstreɪt/ - /dem-uhn-streyt/
The teacher will demonstrate how to solve the problem step by step.
Demonstration
Noun: /ˌdɛmənˈstreɪʃən/ - /dem-uhn-strey-shuhn/
The demonstration showed the new features of the product.
Demonstrator
Noun: /ˈdɛmənstreɪtə/ - /dem-uhn-strey-tur/
The demonstrator explained the process to the audience.
Demonstrative
Adjective: /dɪˈmɒnstrətɪv/ - /dih-mon-struh-tiv/
She is very demonstrative when it comes to showing her emotions.
