UNIT 1 Flashcards
Accelerate
Verb: /əkˈsɛləreɪt/ - /ak-se-lı-reyt/
The car began to accelerate as it entered the highway.
Acceleration
Noun: /əkˌsɛləˈreɪʃən/ - /ak-se-lı-rey-şın/
The sudden acceleration surprised the passengers.
Hızlanmak
Araç otoyola girerken hızlanmaya başladı.
Hızlanma
Ani hızlanma yolcuları şaşırttı.
Acknowledge
Verb: /əkˈnɒlɪdʒ/ - /ak-nol-ıç/
She acknowledged her mistake and apologized.
TO
Acknowledgement
Noun: /əkˈnɒlɪdʒmənt/ - /ak-nol-ıç-mınt/
The letter was an acknowledgement of their support.
Kabul etmek
Hatasını kabul etti ve özür diledi.
Kabul
Mektup, desteklerine bir kabul niteliğindeydi.
Assemble
Verb: /əˈsɛmbəl/ - /a-sem-bıl/
They assembled the furniture in just an hour.
Assembly
Noun: /əˈsɛmbli/ - /a-sem-bli/
The school held an assembly to discuss the new rules.
Birleştirmek
Mobilyayı sadece bir saatte birleştirdiler.
Toplantı
Okul, yeni kuralları tartışmak için bir toplantı düzenledi.
Automate
Verb: /ˈɔːtəmeɪt/ - /o-to-meyt/
They decided to automate the production process to save time.
Automation
Noun: /ˌɔːtəˈmeɪʃən/ - /o-to-mey-şın/
Automation has significantly improved efficiency in factories.
Automatic
Adjective: /ˌɔːtəˈmætɪk/ - /o-to-ma-tik/
The doors are fully automatic and open when you approach.
Automated
Adjective: /ˈɔːtəˌmeɪtɪd/ - /o-to-mey-tıd/
The company now uses an automated system to manage orders.
Automatically
Adverb: /ˌɔːtəˈmætɪkli/ - /o-to-ma-tik-li/
The machine shuts down automatically after an hour of inactivity.
Otomatize etmek
Üretim sürecini zaman kazanmak için otomatize etmeye karar verdiler.
Otomasyon
Otomasyon, fabrikalarda verimliliği önemli ölçüde artırdı.
Otomatik
Kapılar tamamen otomatiktir ve yaklaştığınızda açılır.
Otomatize edilmiş
Şirket artık siparişleri yönetmek için otomatize edilmiş bir sistem kullanıyor.
Otomatik olarak
Makine, bir saatlik hareketsizlikten sonra otomatik olarak kapanır.
Breakthrough
Noun: /ˈbreɪkˌθruː/ - /breyk-thru/
The scientist made a major breakthrough in cancer research.
İN
Büyük buluş
Bilim insanı, kanser araştırmalarında büyük bir buluş yaptı.
Diversify
Verb: /daɪˈvɜːsɪfaɪ/ - /day-vır-sı-fay/
The company aims to diversify its product range to attract more customers.
Diversity
Noun: /daɪˈvɜːsɪti/ - /day-vır-sı-ti/
The city is known for its cultural diversity.
Diverse
Adjective: /daɪˈvɜːs/ - /day-vırs/
The university offers a diverse range of courses.
Diversely
Adverb: /daɪˈvɜːsli/ - /day-vırs-li/
The team members come from diversely different backgrounds.
Çeşitlendirmek
Şirket, daha fazla müşteri çekmek için ürün yelpazesini çeşitlendirmeyi hedefliyor.
Çeşitlilik
Şehir, kültürel çeşitliliği ile tanınır.
Çeşitli
Üniversite, çeşitli kurs seçenekleri sunar.
Çeşitli bir şekilde
Takım üyeleri, çeşitli farklı geçmişlerden gelmektedir.
Dramatic
Adjective: /drəˈmætɪk/ - /dra-ma-tik/
There was a dramatic change in the weather overnight.
ON
Dramatically
Adverb: /drəˈmætɪkli/ - /dra-ma-tik-li/
The prices of houses have increased dramatically in recent years.
Çarpıcı
Hava durumunda gece boyunca çarpıcı bir değişiklik oldu.
Çarpıcı bir şekilde
Son yıllarda ev fiyatları çarpıcı bir şekilde arttı.
Found
Verb: /faʊnd/ - /faund/
She plans to found a company that focuses on sustainable energy.
OF
Foundation
Noun: /faʊnˈdeɪʃən/ - /faun-dey-şın/
The foundation of the building was made of solid concrete.
Founder
Noun: /ˈfaʊndə(r)/ - /faun-dır/
He is the founder of a successful tech startup.
Kurmak
Sürdürülebilir enerjiye odaklanan bir şirket kurmayı planlıyor.
Temel
Binanın temeli sağlam betonla yapılmıştı.
Kurucu
Başarılı bir teknoloji girişiminin kurucusudur.
Incentive
Noun: /ɪnˈsɛntɪv/ - /in-sen-tiv/
The company offers financial incentives to encourage productivity.
FOR
Teşvik
Şirket, verimliliği artırmak için finansal teşvikler sunuyor.
Inevitability
Noun: /ɪˌnɛvɪtəˈbɪləti/ - /in-e-vi-tı-bi-li-ti/
The inevitability of change is a part of life.
Inevitable
Adjective: /ɪnˈɛvɪtəbl/ - /in-e-vi-tı-bıl/
Some mistakes are inevitable when learning a new skill.
Inevitably
Adverb: /ɪnˈɛvɪtəbli/ - /in-e-vi-tı-bli/
Technological advancements will inevitably change our daily lives.
Kaçınılmazlık
Değişimin kaçınılmazlığı hayatın bir parçasıdır.
Kaçınılmaz
Yeni bir beceri öğrenirken bazı hatalar kaçınılmazdır.
Kaçınılmaz bir şekilde
Teknolojik ilerlemeler günlük hayatımızı kaçınılmaz bir şekilde değiştirecek.
Influence OF
Noun: /ˈɪnfluəns/ - /in-flu-ens/
Her influence on the team’s success was undeniable.
Influence ON
Verb: /ˈɪnfluəns/ - /in-flu-ens/
His speech influenced many people to support the cause.
Influential
Adjective: /ˌɪnfluˈɛnʃəl/ - /in-flu-en-şıl/
She is an influential leader in the community.
Etkileyim
Onun takımın başarısı üzerindeki etkisi inkâr edilemezdi.
Etkilemek
Konuşması, birçok insanı davayı desteklemeye etkiledi.
Etkili
O, toplulukta etkili bir liderdir.
Manufacture
Verb: /ˌmænəˈfækʧər/ - /ma-nı-fek-çır/
The company manufactures high-quality electronics.
Manufacture FROM OF
Noun: /ˌmænəˈfækʧər/ - /ma-nı-fek-çır/
The manufacture of the new model will begin next month.
Manufacturer
Noun: /ˌmænəˈfækʧərər/ - /ma-nı-fek-çır-ır/
He is the manufacturer of the most popular smartphone in the market.
Üretmek
Şirket, yüksek kaliteli elektronik ürünler üretiyor.
Üretim
Yeni modelin üretimi gelecek ay başlayacak.
Üretici
O, piyasadaki en popüler akıllı telefonun üreticisidir.
Maximize
Verb: /ˈmӕksɪmaɪz/ - /maksı-mayz/
The goal is to maximize efficiency in every aspect of the project.
Maximization
Noun: /ˌmæksɪmaɪˈzeɪʃən/ - /maksı-may-zi-şın/
The maximization of resources is key to reducing costs.
Maximum
Noun: /ˈmæksɪməm/ - /maksı-mım/
The maximum number of participants allowed is 50.
Maximum
Adjective: /ˈmæksɪməm/ - /maksı-mım/
The maximum speed of the car is 200 km/h.
Maksimize etmek
Amaç, projenin her yönünde verimliliği maksimize etmektir.
Maksimizasyon
Kaynakların maksimize edilmesi, maliyetleri düşürmek için anahtar rol oynar.
Maksimum
Katılımcı sayısının maksimumu 50’dir.
Maksimum
Arabanın maksimum hızı 200 km/saat’tir.
Operate
Verb: /ˈɒpəreɪt/ - /o-pı-reyt/
The machine operates efficiently even under tough conditions.
Operation AN OUT AN
Noun: /ˌɒpəˈreɪʃən/ - /o-pı-rey-şın/
The operation of the new system started last week.
Operator
Noun: /ˈɒpəreɪtər/ - /o-pı-rey-tır/
The operator ensures that the equipment runs smoothly.
Operating
Adjective: /ˈɒpəreɪtɪŋ/ - /o-pı-rey-ting/
The operating costs of the factory are steadily increasing.
Operational
Adjective: /ˌɒpəˈreɪʃənəl/ - /o-pı-rey-şın-ıl/
The system is now fully operational and ready for use.
Operationally
Adverb: /ˌɒpəˈreɪʃənəli/ - /o-pı-rey-şın-ı-li/
The new policy is operationally more efficient than the old one.
Çalışmak
Makine, zorlu koşullarda bile verimli çalışır.
İşlem
Yeni sistemin çalışması geçen hafta başladı.
Operatör
Operatör, ekipmanın sorunsuz çalışmasını sağlar.
Operasyonel
Fabrikanın işletme maliyetleri sürekli artıyor.
Faaliyette
Sistem artık tamamen faaliyette ve kullanıma hazır.
Operasyonel olarak
Yeni politika, eskisinden operasyonel olarak daha verimlidir.
Process
Noun: /ˈprəʊsɛs/ - /pro-ses/
Learning a new language is a gradual process.
OR OTHER DOCUMENTS
Process
Verb: /ˈprəʊsɛs/ - /pro-ses/
The software processes data quickly and efficiently.
Processor
Noun: /ˈprəʊsɛsər/ - /pro-ses-ır/
The computer has a high-speed processor.
Processed
Adjective: /ˈprəʊsɛst/ - /pro-sest/
Processed foods often contain high levels of sugar and salt.
Süreç
Yeni bir dil öğrenmek kademeli bir süreçtir.
İşlemek
Yazılım, verileri hızlı ve verimli bir şekilde işler.
İşlemci
Bilgisayar, yüksek hızlı bir işlemciye sahiptir.
İşlenmiş
İşlenmiş gıdalar genellikle yüksek miktarda şeker ve tuz içerir.
Relate
Verb: /rɪˈleɪt/ - /ri-leyt/
She can easily relate the concepts to real-life examples.
TO TO BE
IN Relation
Noun: /rɪˈleɪʃən/ - /ri-ley-şın/
The relation between the two countries has improved over time.
Bağlamak
Kavramları gerçek hayat örnekleriyle kolayca bağdaştırabilir.
İlişki
İki ülke arasındaki ilişki zamanla iyileşti.
Sophistication
Noun: /səˌfɪstɪˈkeɪʃən/ - /sı-fis-ti-key-şın/
The sophistication of the technology makes it highly efficient.
Sophisticated
Adjective: /səˈfɪstɪˌkeɪtɪd/ - /sı-fis-ti-key-tıd/
She has a sophisticated taste in art and fashion.
Gelişmişlik
Teknolojinin gelişmişliği onu son derece verimli kılıyor.
Gelişmiş
Sanat ve modada gelişmiş bir zevke sahiptir.
Steadiness
Noun: /ˈstɛdinəs/ - /ste-di-nıs/
His emotional steadiness helped him overcome the challenges.
TO
Steady
Adjective: /ˈstɛdi/ - /ste-di/
The company has shown steady growth over the past year.
Steadily
Adverb: /ˈstɛdɪli/ - /ste-di-li/
The situation is steadily improving as measures are taken.
Sabitlik
Duygusal sabitliği, zorlukların üstesinden gelmesine yardımcı oldu.
Sabit
Şirket, geçen yıl boyunca sabit bir büyüme gösterdi.
Düzenli bir şekilde
Alınan önlemlerle durum düzenli bir şekilde iyileşiyor.
Troublesome
Adjective: /ˈtrʌbəlsəm/ - /tra-bıl-sım/
The new software update caused a troublesome issue for users.
TO
Sorunlu
Yeni yazılım güncellemesi kullanıcılar için sorunlu bir durum yarattı.
Automate
Verb: /ˈɔːtəmeɪt/ - /o-to-meyt/
The company plans to automate many of its production processes.
Automation
Noun: /ˌɔːtəˈmeɪʃən/ - /o-to-mey-şın/
Automation has reduced the need for manual labor in factories.
Automated
Adjective: /ˈɔːtəmeɪtɪd/ - /o-to-mey-tıd/
The factory is equipped with fully automated machines.
Automatic
Adjective: /ˌɔːtəˈmætɪk/ - /o-to-ma-tik/
The car has an automatic transmission system.
Automatically
Adverb: /ˌɔːtəˈmætɪkli/ - /o-to-ma-ti-kı-li/
The doors close automatically when the button is pressed.
Otomatize etmek
Şirket, birçok üretim sürecini otomatize etmeyi planlıyor.
Otomasyon
Otomasyon, fabrikalarda manuel çalışmaya olan ihtiyacı azalttı.
Otomatize edilmiş
Fabrika, tamamen otomatize edilmiş makinelerle donatılmıştır.
Otomatik
Araba, otomatik bir vites sistemiyle donatılmıştır.
Otomatik olarak
Düğmeye basıldığında kapılar otomatik olarak kapanır.
TO BE TO
Challenge
Noun: /ˈtʃælɪndʒ/ - /ça-lınc/
The main challenge is to complete the project on time.
Challenge
Verb: /ˈtʃælɪndʒ/ - /ça-lınc/
He challenged the decision made by the management.
Challenging
Adjective: /ˈtʃælɪndʒɪŋ/ - /ça-lın-cing/
Learning a new language can be challenging but rewarding.
Zorluk
Ana zorluk, projeyi zamanında tamamlamaktır.
Meydan okumak
Yönetim tarafından alınan karara meydan okudu.
Zorlayıcı
Yeni bir dil öğrenmek zorlayıcı ama tatmin edici olabilir.
Community
Noun: /kəˈmjuːnɪti/ - /ko-myu-ni-ti/
The local community organized a clean-up event in the park.
Topluluk
Yerel topluluk, parkta bir temizlik etkinliği düzenledi.
Eliminate
Verb: /ɪˈlɪmɪneɪt/ - /i-li-mı-neyt/
The team worked hard to eliminate all errors from the report.
Elimination
Noun: /ɪˌlɪmɪˈneɪʃən/ - /i-li-mı-ney-şın/
The elimination of waste in the process is crucial for efficiency.
Ortadan kaldırmak
Ekip, rapordan tüm hataları ortadan kaldırmak için çok çalıştı.
İmha
Süreçte atıkların imhası verimlilik için çok önemlidir.
Identify WİTH
Verb: /aɪˈdɛntɪfaɪ/ - /ay-den-ti-fay/
It’s important to identify the problem before finding a solution.
Identification
Noun: /aɪˌdɛntɪfɪˈkeɪʃən/ - /ay-den-ti-fi-key-şın/
He provided proper identification to enter the building.
Identity
Noun: /aɪˈdɛntɪti/ - /ay-den-ti-ti/
Everyone should feel secure in their personal identity.
Identifiable
Adjective: /aɪˈdɛntɪfaɪəbl/ - /ay-den-ti-fi-ı-bıl/
The suspect was identifiable by his distinctive tattoos.
Tanımlamak
Sorunun çözümünü bulmadan önce tanımlamak önemlidir.
Kimlik tespiti
Binaya girebilmek için uygun kimlik tespiti sağladı.
Kimlik
Herkes, kişisel kimliğinde güvende hissetmelidir.
Tanımlanabilir
Şüpheli, ayırt edici dövmeleriyle tanımlanabilirdi.