UNIT 5 Flashcards
anonymous
Adjective: /əˈnɒnɪməs/ - /uh-non-uh-muhs/
The letter was sent by an anonymous sender.
AN
anonymously
Adverb: /əˈnɒnɪməsli/ - /uh-non-uh-muhs-lee/
The donation was made anonymously.
Anonim
Mektup anonim bir gönderici tarafından gönderildi.
Anonim Olarak
Bağış anonim olarak yapıldı.
collide
Verb: /kəˈlaɪd/ - /kuh-lahyd/
Two cars collided at the intersection.
collision
Noun: /kəˈlɪʒən/ - /kuh-lizh-uhn/
The collision caused significant damage to both vehicles.
collision between A and B
collision with sb/sth
Çarpışmak
İki araba kavşakta çarpıştı.
Çarpışma
Çarpışma, her iki araca da önemli zararlar verdi.
complexity of
Noun: /kəmˈplɛksɪti/ - /kuhm-plek-si-tee/
The complexity of the task made it difficult to finish on time.
complex to be
Adjective: /ˈkɒmplɛks/ - /kom-pleks/
The design of the building is very complex.
Karmaşıklık
Görevin karmaşıklığı, zamanında bitirmeyi zorlaştırdı.
Karmaşık
Bina tasarımı çok karmaşıktır.
contextualize
Verb: /kənˈtɛkstʃʊəlaɪz/ - /kuhn-tek-stchoo-uh-lyz/
It’s important to contextualize the information within the current situation.
context
Noun: /ˈkɒntɛkst/ - /kon-tekst/
The meaning of the word can change depending on its context.
contextual
Adjective: /kənˈtɛkstʃʊəl/ - /kuhn-tek-stchoo-uhl/
His argument was very contextual, focusing on the circumstances.
contextually
Adverb: /kənˈtɛkstʃʊəli/ - /kuhn-tek-stchoo-uh-lee/
The story was explained contextually, considering the historical background.
Bağlamsallaştırmak
Bilgiyi mevcut durum içinde bağlamsallaştırmak önemlidir.
Bağlam
Kelimenin anlamı, bağlama göre değişebilir.
Bağlamsal
Onun argümanı çok bağlamsaldı, koşullara odaklandı.
Bağlamsal Olarak
Hikaye, tarihsel arka planı göz önünde bulundurarak bağlamsal olarak açıklandı.
convince to do to
Verb: /kənˈvɪns/ - /kuhn-vins/
She tried to convince him to stay, but he refused.
conviction
Noun: /kənˈvɪkʃən/ - /kuhn-vik-shuhn/
He spoke with great conviction about the importance of education.
convincing
Adjective: /kənˈvɪnsɪŋ/ - /kuhn-vin-sing/
Her argument was very convincing, and everyone agreed with her.
convincingly
Adverb: /kənˈvɪnsɪŋli/ - /kuhn-vin-sing-lee/
He explained his point convincingly, and people were persuaded.
TO DO
İkna Etmek
Ona kalmasını ikna etmeye çalıştı ama reddetti.
İnanç
Eğitimin önemi hakkında büyük bir inançla konuştu.
İkna Edici
Onun argümanı çok ikna ediciydi ve herkes onunla aynı fikirdeydi.
İkna Edici Bir Şekilde
Fikrini ikna edici bir şekilde açıkladı ve insanlar ikna oldu.
coordinate with
Verb: /kəʊˈɔːdɪneɪt/ - /kohr-dih-nayt/
The manager had to coordinate the efforts of the entire team to meet the deadline.
coordination of
Noun: /kəʊˌɔːdɪˈneɪʃən/ - /kohr-dih-nay-shuhn/
The project’s success depended on the effective coordination of all departments.
Koordine Etmek
Yönetici, ekibin çabalarını son teslim tarihine uymak için koordine etmek zorundaydı.
Koordinasyon
Projenin başarısı, tüm departmanların etkili bir şekilde koordinasyonuna bağlıydı.
cope
Verb: /kəʊp/ - /kohp/
She had to cope with the stress of her new job.
WITH
coping
Noun: /ˈkəʊpɪŋ/ - /koh-ping/
Her coping strategies helped her deal with the challenges effectively.
Başa Çıkmak
Yeni işinin stresiyle başa çıkmak zorunda kaldı.
Başa Çıkma
Başa çıkma stratejileri, zorluklarla etkili bir şekilde baş etmesine yardımcı oldu.
declare
Verb: /dɪˈkleə(r)/ - /dih-klair/
The government decided to declare a state of emergency.
ON WAR
declaration of
Noun: /ˌdek.ləˈreɪ.ʃən/ - /dek-luh-ray-shuhn/
The declaration of independence is an important historical document.
Beyan Etmek, İlan Etmek
Hükümet, olağanüstü hal ilan etmeye karar verdi.
Beyan, Deklarasyon
Bağımsızlık bildirgesi önemli bir tarihi belgedir.
AS
depict
Verb: /dɪˈpɪkt/ - /dih-pikt/
The painting aims to depict the beauty of nature.
depiction of
Noun: /dɪˈpɪkʃən/ - /dih-pik-shuhn/
The movie’s depiction of historical events was highly accurate.
Tasvir Etmek, Betimlemek
Tablo, doğanın güzelliğini tasvir etmeyi amaçlıyor.
Tasvir, Betimleme
Filmin tarihi olayları tasviri oldukça doğruydu.
detect
Verb: /dɪˈtekt/ - /dih-tekt/
The device can detect even the smallest movements.
detection
Noun: /dɪˈtekʃən/ - /dih-tek-shuhn/
Early detection of diseases can save lives.
Tespit Etmek, Algılamak
Cihaz, en küçük hareketleri bile tespit edebilir.
Tespit, Algılama
Hastalıkların erken tespiti hayat kurtarabilir.
empower
Verb: /ɪmˈpaʊər/ - /im-pow-er/
Education can empower individuals to achieve their goals.
empowerment
Noun: /ɪmˈpaʊərmənt/ - /im-pow-er-muhnt/
The organization focuses on the empowerment of women in rural areas.
Güçlendirmek, Yetkilendirmek
Eğitim, bireyleri hedeflerine ulaşmaları için güçlendirebilir.
Güçlenme, Yetkilendirme
Kuruluş, kırsal bölgelerdeki kadınların güçlenmesine odaklanıyor.
enable
Verb: /ɪˈneɪbl/ - /ih-nay-bl/
This software will enable users to edit videos more easily.
TO DO
Olanak Sağlamak, Mümkün Kılmak
Bu yazılım, kullanıcıların videoları daha kolay düzenlemesini sağlayacak.
evaluate
Verb: /ɪˈvæljueɪt/ - /ih-val-yoo-ayt/
The teacher will evaluate the students’ projects next week.
evaluation
Noun: /ɪˌvæljuˈeɪʃən/ - /ih-val-yoo-ay-shuhn/
The evaluation of the new policy took several months.
evaluative
Adjective: /ɪˈvæljueɪtɪv/ - /ih-val-yoo-ay-tiv/
Her report included an evaluative summary of the research findings.
Değerlendirmek
Öğretmen, öğrencilerin projelerini gelecek hafta değerlendirecek.
Değerlendirme
Yeni politikanın değerlendirilmesi birkaç ay sürdü.
Değerlendirici
Onun raporu, araştırma bulgularının değerlendirici bir özetini içeriyordu.
hazard
Noun: /ˈhæzərd/ - /haz-ərd/
Smoking is a serious health hazard.
TO
hazard
Verb: /ˈhæzərd/ - /haz-ərd/
He hazarded a guess about the outcome of the meeting.
hazardous
Adjective: /ˈhæzərdəs/ - /haz-ər-dəs/
Working in a chemical plant can be hazardous.
Tehlike
Sigara içmek ciddi bir sağlık tehlikesidir.
Tehlikeye Atmak
Toplantının sonucu hakkında bir tahminde bulundu.
Tehlikeli
Bir kimya fabrikasında çalışmak tehlikeli olabilir.
imitate
Verb: /ˈɪmɪteɪt/ - /im-i-teyt/
Children often imitate their parents’ behavior.
imitation
Noun: /ˌɪmɪˈteɪʃən/ - /im-i-tey-shuhn/
The bag was an imitation of a famous designer brand.
Taklit Etmek
Çocuklar genellikle ebeveynlerinin davranışlarını taklit eder.
Taklit
Çanta, ünlü bir tasarım markasının taklidiydi.
immense
Adjective: /ɪˈmɛns/ - /im-ens/
The Grand Canyon is an immense natural wonder.
immensely
Adverb: /ɪˈmɛnsli/ - /im-ens-lee/
She was immensely grateful for the support she received.
Muazzam
Büyük Kanyon, muazzam bir doğa harikasıdır.
Son Derece
Aldığı destek için son derece minnettardı.
initiate
Verb: /ɪˈnɪʃieɪt/ - /ih-nish-ayeht/
The company plans to initiate a new marketing campaign next month.
AN
initiation
Noun: /ɪˌnɪʃiˈeɪʃən/ - /ih-nish-ee-ay-shuhn/
The initiation of the project will be completed by the end of the week.
initiative
Noun: /ɪˈnɪʃətɪv/ - /ih-nish-uh-tiv/
She took the initiative to organize the charity event.
Başlatmak
Şirket, gelecek ay yeni bir pazarlama kampanyasına başlamak planlıyor.
Başlangıç
Projenin başlangıcı haftanın sonuna kadar tamamlanacak.
İnisiyatif
Hayır etkinliğini organize etmek için inisiyatif aldı.
insight
Noun: /ˈɪnˌsaɪt/ - /in-sahyt/
The research provided valuable insights into consumer behavior.
FOR INTO
insightful
Adjective: /ˈɪnˌsaɪtfəl/ - /in-sahyt-fuhl/
His analysis was insightful and helped us understand the issue better.
insightfully
Adverb: /ˈɪnˌsaɪtfəli/ - /in-sahyt-fuh-lee/
She spoke insightfully about the challenges facing the industry.
İçgörü
Araştırma, tüketici davranışlarına dair değerli içgörüler sundu.
İçgörülü
Onun analizleri içgörülüydü ve konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı oldu.
İçgörülü Bir Şekilde
Sektörün karşılaştığı zorluklar hakkında içgörülü bir şekilde konuştu.
manipulate
Verb: /məˈnɪpjʊleɪt/ - /muh-nip-yuh-layt/
The artist learned to manipulate different materials to create unique sculptures.
manipulation of
Noun: /ˌmænɪpjuˈleɪʃən/ - /ma-nip-yuh-lay-shuhn/
The politician’s manipulation of public opinion was highly controversial.
manipulator
Noun: /məˈnɪpjʊleɪtər/ - /muh-nip-yuh-lay-tur/
He was seen as a manipulator who controlled others for personal gain.
manipulative
Adjective: /məˈnɪpjʊlətɪv/ - /muh-nip-yuh-loo-tiv/
She used manipulative tactics to influence the decision-making process.
manipulatively
Adverb: /məˈnɪpjʊlətɪvli/ - /muh-nip-yuh-loo-tiv-lee/
He acted manipulatively to get what he wanted from the situation.
Manipüle Etmek
Sanatçı, benzersiz heykeller yaratmak için farklı malzemeleri manipüle etmeyi öğrendi.
Manipülasyon
Politikacının halkın görüşünü manipüle etmesi son derece tartışmalıydı.
Manipülatör
O, başkalarını kişisel çıkarları için kontrol eden bir manipülatör olarak görülüyordu.
Manipülatif
Karar verme sürecini etkilemek için manipülatif taktikler kullandı.
Manipülatif Bir Şekilde
İstediğini elde etmek için manipülatif bir şekilde hareket etti.
negotiate
Verb: /nɪˈɡəʊʃieɪt/ - /ni-go-shee-ate/
The company is currently negotiating a contract with a new supplier.
WITH
negotiation
Noun: /nɪˌɡəʊʃiˈeɪʃən/ - /ni-go-shee-ay-shuhn/
The negotiation between the two countries took several months to complete.
negotiator
Noun: /nɪˈɡəʊʃieɪtə/ - /ni-go-shee-ay-tur/
He was a skilled negotiator who helped resolve the conflict.
negotiable
Adjective: /nɪˈɡəʊʃəbl/ - /ni-go-shee-uh-buhl/
The terms of the deal are negotiable, so we can discuss adjustments.
Müzakere Etmek
Şirket şu anda yeni bir tedarikçiyle sözleşme müzakeresi yapıyor.
Müzakere
İki ülke arasındaki müzakereler tamamlanması birkaç ay sürdü.
Müzakereci
O, çatışmayı çözmeye yardımcı olan yetenekli bir müzakereciydi.
Müzakere Edilebilir
Anlaşmanın şartları müzakere edilebilir, bu yüzden ayarlamaları tartışabiliriz.
phenomenon
Noun: /fəˈnɒmɪnən/ - /fi-nom-i-nuhn/
The aurora borealis is a stunning natural phenomenon that attracts many visitors.
OF
phenomenal
Adjective: /fəˈnɒmɪnəl/ - /fi-nom-i-nuhl/
The team’s performance in the final game was nothing short of phenomenal.
Fenomen
Aurora borealis, birçok ziyaretçiyi çeken etkileyici bir doğal fenomendir.
Fenomenal
Takımın final oyunundaki performansı olağanüstüydü.
relevance
Noun: /ˈrɛlɪvəns/ - /rel-uh-vuhns/
The relevance of his research to current medical practices is undeniable.
TO OF
irrelevance
Noun: /ɪˈrɛləvəns/ - /i-rel-uh-vuhns/
The professor dismissed the student’s comment as an irrelevance to the topic.
relevant
Adjective: /ˈrɛləvənt/ - /rel-uh-vuhnt/
This article provides relevant information on climate change.
irrelevant
Adjective: /ɪˈrɛləvənt/ - /i-rel-uh-vuhnt/
The debate became irrelevant when the main issue was ignored.
İlgililik
Araştırmasının mevcut tıbbi uygulamalarla ilgililiği inkar edilemez.
İlgisizlik
Profesör, öğrencinin yorumunu konu ile ilgisiz olarak reddetti.
İlgili
Bu makale, iklim değişikliği ile ilgili önemli bilgiler sunuyor.
İlgisiz
Tartışma, ana konu görmezden gelindiğinde ilgisiz hale geldi.
remarkable
Adjective: /rɪˈmɑːrkəbl/ - /ri-mahr-kuh-buhl/
Her dedication to her studies is truly remarkable.
unremarkable
Adjective: /ˌʌnˈrɪˈmɑːrkəbl/ - /uhn-ri-mahr-kuh-buhl/
The movie was unremarkable, lacking any memorable moments.
remarkably
Adverb: /rɪˈmɑːrkəbli/ - /ri-mahr-kuh-blee/
She handled the difficult situation remarkably well.
Dikkate Değer
Çalışmalarına olan bağlılığı gerçekten dikkate değer.
Dikkate Değer Olmayan
Film, hatırlanacak bir anı eksikliğiyle sıradan bir film oldu.
Dikkate Değer Bir Şekilde
Zor durumu dikkate değer bir şekilde iyi bir şekilde yönetti.
significance
Noun: /sɪɡˈnɪfɪkəns/ - /sig-nif-i-kuhns/
The significance of the discovery cannot be overstated.
TO OF
significant
Adjective: /sɪɡˈnɪfɪkənt/ - /sig-nif-i-kuhnt/
The meeting was significant for the company’s future plans.
insignificant
Adjective: /ˌɪnsɪɡˈnɪfɪkənt/ - /in-sig-nif-i-kuhnt/
The details in the report were insignificant to the overall analysis.
significantly
Adverb: /sɪɡˈnɪfɪkəntli/ - /sig-nif-i-kuhnt-lee/
The new policies have significantly improved customer satisfaction.
insignificantly
Adverb: /ˌɪnsɪɡˈnɪfɪkəntli/ - /in-sig-nif-i-kuhnt-lee/
The change in the budget was insignificantly small.
Önem
Keşfin önemi abartılamaz.
Önemli
Toplantı, şirketin gelecekteki planları için önemliydi.
Önemsiz
Raporun içindeki detaylar, genel analize önemsizdi.
Önemli Bir Şekilde
Yeni politikalar, müşteri memnuniyetini önemli ölçüde artırdı.
Önemsiz Bir Şekilde
Bütçedeki değişiklik önemsiz derecede küçüktü.