selâse -3 Flashcards
confirm
doğrulamak, teyit etmek, tasdiklemek
Music was invented to confirm human loneliness.
[Müzik; insan yalnızlığını teyit etmek için icat edildi.]
[verify, certify]
consider
düşünmek, göz önüne almak, dikkate almak
the house is cheap, when you consider where it is
ev ucuz, nerede olduğunu hesaba kattığınızda/ düşündüğünüzde
consist
-den oluşmak
the exhibition consists of 180 drawings
sergi 180 çizimden oluşuyor
be composed or made up of
constitute
oluşturmak, teşkil etmek
single parents constitute a great proportion of the poor
[bekar ebeveynler yoksulların büyük bölümünü teşkil eder/oluşturur.]
be (a part) of a whole.
construct
inşa etmek
Depression is the inability to construct a future.
[Depresyon bir gelecek inşa edememedir.]
contain
içermek, kapsamak
does this drink contain alcohol ?
[bu içecek alkol içeriyor mu ?]
[include, involve, encompass]
contribute
katkıda bulunmak, sebep olmak
Anger does not contribute to anything good.
[Öfke hiçbir iyi şeye katkıda bulunmaz.]
control
kontrol etmek, denetlemek
Rage causes you to be unable to control events.
[Öfke, olayları kontrol edememenize neden olur.]
cost
mal olmak, tutmak (tutar)
Kind words do not cost much. Yet they accomplish much.
[Kibar kelimeler çok (bir şeye) mal olmaz/çok tutmaz, Ama onlar çok şey başarırlar.]
cut
kesmek, azaltmak
You can cut all the flowers but you cannot block spring coming.
[Bütün çiçekleri kesebilirsin ama baharın gelmesini engelleyemezsin.]
decline
- azalmak
- reddetmek
He declined my offer.
[Teklifimi reddetti]
define
tanımlamak, açıklamak
what I do that defines me.
[yaptığım şey tanımlar beni.]
demand
talep etmek, gerektirmek
No one can be good for long if goodness is not in demand.
[Hiç kimse iyi olamaz uzun süre, eğer iyilik talep edilmezse.]
demonstrate
göstermek, kanıtlamak
The survey clearly demonstrates that tourism can have positive benefits.
[Anket, turizmin olumlu faydaları olabileceğini açıkça göstermektedir.]
deny
inkar etmek, reddetmek
He never denied that he said those things.
[Bunları söylediğini asla inkar etmedi.]
depend on
bağlı olmak, güvenmek
The country depends heavily upon foreign aid.
[Ülke, büyük ölçüde dış yardımlara bağımlı/bağlı.]
derive
türemek, kaynaklamak
The story derives from a very common fairy tale.
[Hikaye çok yaygın bir masaldan türemiş/kaynaklanıyor]
detect / detector / detective
tespit etmek, bulmak, sezmek
Some sounds cannot be detected by the human ear.
[Bazı sesler, insan kulağı tarafından tespit edilemez.]
determine
belirlemek, saptamak
Eye colour is genetically determined.
[Göz rengi genetik olarak belirlenir.]
develop
gelişmek, büyümek
This exercise is designed to develop the shoulder and back muscles.
[Bu egzersiz omuz ve sırt kaslarını geliştirmek için dizayn edilmiştir.]
differ / different / difference ( v / j / n )
farklı olmak, farklılık göstermek
The three birds differ in small features (
[Üç kuş küçük özelliklerde farklılık gösterir/farklıdır]
direct / direction
yönlendirmek, yönetmek
She directs a large charity.
[O büyük bir hayır kurumunu yönlendiriyor/yönetiyor]
teknik direktör: teknik yönlendirici/yönetici
direction: yön
disappear
gözden kaybolmak, yok olmak
The sun disappeared behind a cloud.
[Güneş bir bulutun arkasında gözden kayboldu.]
disappoint / disappointment
hayal kırıklığına uğratmak
We don’t want to disappoint the fans.
[Taraftarları hayal kırıklığına uğratmak istemiyoruz.]
discover / discovery
keşfetmek, bulmak
Scientists have discovered how to predict an earthquake.
[Bilim insanları bir depremi nasıl öngörüleceğini keşfetti.]
display
sergilemek, göstermek
The museum displays the tools and clothes of natives.
[Müze yerlilerin kıyafet ve aletlerini sergiliyor.]
distinguish
ayırt etmek, ayrım yapmak
He’s colour-blind and can’t distinguish the difference between red and green easily.
[O renk körüdür ve kırmızı ile yeşil arasındaki farkı kolayca ayırt edemez.]
disturb / disturbance
rahatsız etmek, karıştırmak
Please don’t disturb Bâki– he’s trying to do his homework.
[Lütfen Bâki’yi rahatsız etme - o ev ödevini yapmaya çalışıyor.]
dominate / domination
egemen olmak, hükmetmek
galatasaray ligi güzel oyunuyla domine ediyor.
They work as a group - no one person is allowed to dominate.
[Onlar grup olarak çalışırlar - hiç kimsenin egemen olmasına izin verilmez.]
doubt / doubtful
şüphelenmek, şüphe etmek
He’s never lied to me before, so I have no reason to doubt his word.
[Daha önce bana hiç yalan söylemedi, bu yüzden sözünden şüphelenmek için hiçbir nedenim yok.]
employ / employee
işe almak, istihdam etmek, kullanmak
The factory employs 87 workers.
[Fabrika 87 işçi istihdam ediyor/kullanıyor]
encounter
karşılaşmak, rastlamak
We encountered a problem
[Bir problemle karşılaştık]
end
sona ermek, bitirmek, bitmek
Our arguments always end in tears.
[Tartışmalarımız daima gözyaşları içinde bitiyor/ sona eriyor.]