Edebiyat Flashcards
nâtıka
- Düşünüp söyleme yeteneği.
- Düzgün ve iyi konuşma yeteneği.
Ör: Hasan Âli Yücel natıkası güçlü bir siyasetçiydi.
künhüne varmak
Bir şeyin özünü, aslını anlamak.
Ör: Nurullah Ataç Türk aydınını bir konunun künhüne varmadan öğretmenliğe başlamakla eleştiriyordu. İki kitap okuyarak bir konuda derinleşmeden kendini işin uzmanı ilan etme hastalığı.
istidâd
doğal yatkınlık, yetenek
Ör: Çocuğun matematiğe istidâdı var.
bîzâr (bi:zar)
Tedirgin, bezmiş, usanmış, bezginlik getirmiş biçimde.
Ör: İşinden bizar olmuş hissediyordu, şimdi kovsalar umurunda olmazdı.
sadak
okluk
temren
Cirit, ok, mızrak gibi aletlerin ucundaki sivri kısım
Ör: Ok temreniyle söyleşir
ağılamak
zehirlemek, bir şeye zehir katmak
baç
haraç
Ör: Moğola baç vermezsen gelir 40 bin atlısıyla tepene çöker.
çıfıt
hile yapan
Çıfıt
Yahudi
çıfıt çarşısı
Türlü şeylerin karmakarışık bir durumda olduğu yer.
dalamak
Köpek, kurt vb. hayvanlar dişlemek, ısırmak
Ör: Köpek mi daladı seni?
perese
durum, derece, kerte
Ör: İş bu pereseye geldikten sonra önünü almak güç.
pösteki
koyun veya keçi postu
seki
evlerin önünde oturmak için taş ve çamurdan yapılmış set
trampa etmek (Rumca)
değiştirmek
vire
kaleyi ya da hisarı savaşmadan teslim etmek
kavil
söz, sözleşme
Ör: Türkmen kitabının kavlince, bizim hisarımız atımızın sırtıdır. (Devlet Ana’dan esin)
Kavlimiz neydi? İş bitince parayı verecektik.
büvelek (büğelek, büve)
sığırları rahatsız eden bir tür zararlı sinek
ipten kazıktan kurtulmuş serseri
ipini kırıp kazığını sırtlamış
bıçkın, delişmen, eski manasıyla câhil yani hareketlerini kontrol edemeyen serseri takımını anlatmak için kullanılan tabirler
Ör: Sanki sınıra denk gelmişiz, bizim burası iyi ama marketten sonrası ipini kırıp kazığını sırtlamış serseri dolu.
teksif etmek (kesif’ten)
yoğunlaştırmak
Ör: Tüm gayretini bu icadı tamamlamaya teksif etmişti.
hiçbir veçhile
hiçbir şekilde
Ör: Öyle ikrah etmişti ki artık hiçbir veçhile yüzünü görmek istemiyordu.
harcetmek
harcamak
Ör: Varını yoğunu kumara harcetmiş paltosunu bile rehine vermişti.
telakki etmek
kabul etmek
Ör: Emir telakki ederim, Babacım!
medyun (düyûn’dan)
borçlu
Ör: Uçan kuşa medyun, Avrupa’da eşinin takılarını rehin verip borç alarak yaşıyordu.
adem-i memnuniyet
adem-i merkeziyet
ters anlamı veren ön ek
memnuniyetsizlik
merkeziyetsizlik
ihsan
bağış
Ör: Ailesinin ihsan ettikleri olmasa kıçına giyecek donu olmazdı.
iştiyak
özlem, göreceği gelmek
Ör: Eskiden ebeveynler ne kadar iştiyak duysa da sevgisini göstermeyi ayıp sayarlardı.
tenebbüh
uyanmak, kendine gelmek
ihsas
duyma, hissetme; duyum
îtiyâd
alışkanlık; âdet edinme
meyûs olmak (me:yu:s)
üzgün ve mutsuz bir duruma düşmek
vuzuh (vuzu:h)
Herhangi bir açıklamaya gerek duymayacak kadar açık ve belirgin, anlaşılır olma durumu.
Ör: Bu akşam bilhassa Şevki’nin fikrindeki vuzuh onu düşündürdü - Halide Edip
şâkûlî (burun)
sarkık burun; düşey
ilca
zorlama, zorunda bırakma
serencam
âkıbet; başa gelen durum veya olay
Ör: Olsun deminiz, olmasın gamınız, hayra dönsün serencamınız - Yahya Kemal
mâverâ
öte; görülen alemin ötesi
mütecessis
meraklı; gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen
Ör: Tesadüf, nihayet aradığım şeyi ayağıma getirmişti, fazla mütecessis görünerek ürkütmekten korkuyordum. - Reşat Nuri Gültekin
istihfaf
küçümseme, hor görme
mütearrız
başkasının hakkına tecavüz eden, hududunu aşan
sinik
sinmiş, yılmış, pusmuş
hilkat
yaradılış
bel bel bakmak
aptalca, anlamsızca, donuk bir biçimde bakmak
tek durmak
yaramazlık etmemek, uslu durmak, sessiz kalmak
bigâne
yabancı
Ör: Ona duygularına bigâne kalmak öğretilmişti.
cehdetmek
ısrarla çabalamak
Ör: Yeni nesilde bir işi öğrenmek için pîr aşkına çalışmak cehd ve gayreti yok.
Hilal-i Ahmer
Türk Kızılay Cemiyeti
pîr aşkına
‘karşılık gözetmeden veya karşılık görmeden tam inançla, gerçek bir sevgi ile’ anlamında bir söz
Turan
Türklerin Orta Asya’daki en eski yurtları.
Turancıların dünyadaki bütün Türkleri birleştirerek kurmak istedikleri ülkenin adı.
umurlamak
birşeyi önemsemek, dikkate almak.
mezellet
aşağılama, alçalma
diş kirası
bir kimseye fazladan verilen para, armağan vb.
Ör: En çok da yemekten sonra adisyonla gelen diş kirası lokumu sever.
dubara
aldatmaca
Ör: Bunca yaş yaşadım, böyle dubara görmedim.
ört ki ölem!
böyle olacağına ölsem daha iyi anlamında bir söz
çalyaka etmek
yakasına yapışıp sıkıca tutmak
Ör: Çalyaka edip Kadının karşısına çıkardılar.
aftos
(argoda) gönül eğlendirilen kimse; sevgili
Ör: Bizim oğlan aftos yapmış kendine.
avadanlık
Bir işi yapmak, bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı
Erkek cinsel organının tamamı
Ör: ilaç ve hastane avadanlıkları
uhuvvet
kardeşlik
Ör: Hürriyet, müsavat, uhuvvet!
müsavat
eşitlik
Ör: Hürriyet, müsavat, uhuvvet!
tabansız
korkak
zagon
(argoda) yol yordam, kural, kanun
Ör: Ağa kısmı geride duracak, ağaların da zagonu böyle.
yüzbeyüz
karşı karşıya, yüzyüze
Ör: Paşa Hazretleri yüzbeyüz tembihledi.
metelik vermemek
değer, önem vermemek, umursamamak, aldırış etmemek.
Ör: Cebindeki son parayı da kitaba yatırır, tüm zamanını okumaya verir, başka hiçbir şeye metelik vermezdi.
bergüzâr
hatıra; armağan
cürmü meşhut
suçüstü
Ör: Ne olmuş? Para basarken cürmü meşhut mu yapmışlar?
meşhut (şahit’ten)
gözle görülmüş, tanık olunmuş, görülen
zamanın behrinde
çok uzun zaman önce
behr
uzaklık, mesafe
yel yeperek / yel yepelek / yellim yepelek
çok acele, telaşlı bir biçimde, bilinçsizce (koşuşturmak)
sokurdanmak
homurdanmak
hembembe sekmek
boş boş gezmek; bir tür gönüllü avarelik.
ipil ipil
parlak bir ışıkla yanarak, bir sönüp bir parlayarak
Ör: Çocukken yayla evinin taraçasından seyredaldığım karşı dağdaki evlerin ipil ipil ışıkları geldi aklıma.
uyku tünek bırakmamak
uyutmamak anlamında bir söz
Ör: Oğlum her gece yatağımıza geliyor, bizde uyku tünek bırakmadı.
dalöğle / dalöğlen
tam öğle vaktinde
harcıâlem
hiçbir özelliği olmayan
Ör: harcıâlem laflar
cümle kapısı
yapılarda ana kapı
bet bereket kalmamak
azalmak, kıtlaşmak, çabuk tükenmek
Ör: Herif geldi geleli dükkanın beti bereketi kalmadı.
haddizatında
aslında
laf rüzgâr almıyor
sohbet kesildi, artık konuşacak birşey kalmadı anlamında bir söz
Ör: İki senedir görmemişim adamı, oturup biraz konuşuyoruz, birazdan aramızda laf rüzgar almıyor anladın mı?
çapraşık
anlaşılması, çözülmesi veya içinden çıkılması güç.
Ör: Hiç istemediği halde bu çapraşık meseleyi çözmek ona kaldı.
göynümek
dertlenmek, üzülmek, içlenmek.
çalım
biraz benzemek
Ör: Bir çalım dedeme benzettim.
iktizâ
gereklilik; gerekme
iktizâ etmek
gerekmek
Ör: Bu projenin başarıya ulaşması, tüm ekibin yoğun bir şekilde çalışmasını iktiza etmektedir.
çopur
aşırı çiçek bozuğu olan; işkembe suratlı
eteklemek
dalkavukluk etmek
Ör: Bölümü birincilikle bitirmesine rağmen asistan olarak onu değil eteklik eden bir vasat kızı aldılar.
imlâya gelmemek
bir şey veya düşünce düzenlenemeyecek kadar karışık olmak, yönteme uyamayacak bir durumda olmak.
farmason
mason; dinsiz, imansız olan.
höykürmek
heyecanlı veya kızgın bir şekilde bağırarak konuşmak
Ör: Eşim uyarmasa şunca yaşıma kadar heyecanlandığım bir şeyi anlatırken höykürdüğümü bilmiyordum.
fışkın
bir ağacın dibinden süren ince dal
yarım yırtık
önemsiz
Ör: yarım yırtık bir inkâr
sıtmagörmemiş
gür ve kalın (ses)
Ör: Ahmet abi gitti, kulağımda o sıtmagörmemiş sesini bıraktı.
babayani
gösterişsiz ve özentisi olmayan
Ör: Sadece kitaplarla ilgileniyor, babayani görüntüsü umurunda bile değil.
hav
Kadife, çuha, yün vb. nin yüzeyindeki ince tüy; ülger
Ör: Üst komşu çırpınca halısından dökülen havlar bizim balkona döküldü.
müstebit
zorba
Ör: II. Abdülhamid müstebit bir hükümdar olarak bilinir.
delişmen
sözleri ve davranışları ölçüsüz olan
Ör: Markette kasada konuşması kaba saba delişmen bir kız vardı.
mabeyn
Padişah sarayının selamlık dairesi
kaltaban
namussuz, yalancı, hileci
Ör: Şekerpare’de Şener Şen rüşvetçi, kaltaban bir tip olan serkomiser Zîver’i canlandırıyor
meyyit
ölü
Ör: Karlofça’dan sonra Osmanlı meyyit bir devlet olarak görülüyor.
bir ayak önce
bir an önce
Ör: Bir ayak önce şu bağışlanacak eşyaları gönderip evde yer açmamız gerekli.
kıyıcı
gaddar
Ör: Kıyıcı herif nasıl da dövüyor küçücük çocuğu…
akıldâne
akıl veren kimse
Ör: Bu safdil fikirleri nereden buluyorsun merak ediyorum. Akıldânen kim senin sorması ayıp?
uslamlama
akıl yürütme
evveleski
eskiden beri
kağşamak
eskimek, dağılmaya yüz tutmak
ek yerlerinden ayrılmak, oynamak
Ör: İkea’dan aldığımız dolap bir süre sonra kağşadı.
satrap
Perslerde il yöneticisi, vali
gambot
topçeker, gun-boat
peyk
bir başkasına bağımlılığı olan
Ör: peyk devletler
tevâtür
yaygın söylenti
Ör: yataklık etmiş ki zahar
suçu tevâtür ve esrar
elbet bir kızıllığı var
ikindiyin saat beşte - Can Yücel
mesire
gezilecek, piknik yapılacak yer
enikonu
iyiden iyiye, oldukça, iyice
Ör: Bu seneki sınavda çocuklar enikonu zorlanmış.
yalınkat
sağlam olmayan, dayanaksız
Ör: Öyle yalınkat bir savunmayla prömiyer ligde kalmak artık çok zor.
ilinti
ilişki; insanlar arasındaki bağlantı
Ör: Sözü edilen kişiyle hiçbir ilintim yok
cambul cumbul
bol su içinde çalkalanan bir cismin çıkardığı ses
uğul uğul
uğuldayarak
Ör: Müftü deresi uğul uğul akıyordu.
ulam ulam
sıra sıra
Ör: ulam ulam insanlar gelmeye başladı.
tilkilerin bakır sıçtığı yer
uzak, ıssız, sakin yeri ifade için kullanılır.
Ör: Derdi günü tilkinin bakır sıçtığı bir yerlerde bir arazi bulup satın almak ve sonra değerlenmesini bekleyip köşeyi dönmekti.
iç dirliği
iç huzuru
apışak apışak yürümek
Bizim oralarda skoda bacak denir. Dizlerini hafif kırıp bacaklarını ayırarak yürümek
Ör: Adadan dönerken apışak apışak yürüyordu, zira içitiği şalgamlar bağarsuklarında durmamış belden aşağısı boka belenmişti.
gazele karışmak
(birisi için) ses sesda çıkmamak, haber alınamamak. Bizim orada karabatak olmak da denir
Ör: Uzaklarda yaşarken bir iki hafta aramayınca annem neredesin oğlum gazele karıştın yine derdi.
yayan yapıldak
çıplak ayakla
Ör: Bu asyalı patenci çocuğu bizim sokakta yayan yapıldak yürürken de görüyorum.
yeğni
hafif; ciddi olmayan
temenna
Öne doğru eğildikten sonra doğrulduktan sonra eli başa götürerek verilen selam
kaptıkaçtı
yolcu taşımakta kullanılan motorlu küçük taşıt
yabansımak
yabansı bulmak, garip ve tuhaf bulmak
kubat
kaba, biçimsiz.
davranışları kaba olan.
dinelmek
ayakta durmak; ayağa kalkmak, dik durmak; (mecaz) diklenmek.
farfara
çok konuşan
mabut
Tanrılaştırılıp tapılan varlık, kuvvet veya nesne
zımnî
gizli
zımnen
üstü kapalı bir şekilde, dolaylı olarak
kavak kütüğü kadar aptal olmak
çok aptal olmak anlamında bir söz
limon yemiş gibi yüzünü buruşturmak
yüzünden hoşnutsuzluğu belli olmak
emret, fındık kabuğuna gireyim!
emir telakki ederim anlamında bir söz
sencileyin
senin gibi
sine qua non (Lat.)
zorunlu koşul anlamında
tebelleş olmak
bir kimsenin veya şeyin başına dert olmak, musallat olmak
iğne yutmuş gibi olmak
iğne yutmuş ite (veya maymuna) dönmek
(argoda) zayıf ve bitkin duruma gelmek.
Ör: Dalyan gibi adam teşhis konulduktan üç ay sonra iğne yutmuş gibi zayıf düştü.
sölpümek
şişmanken zayıflamak; gevşemek, pörsümek; Et yumuşayarak kötüleşmek
sölpük
sarkık
softa
medrese öğrencisi
bir görüşe ya da inanışa körü körüne bağlı olan kimse
yaşadığı çağın gerisinde kalmış, geri kafalı kişi
yüksünmek
üşenmek, tembellik etmek
tansık
insan aklının alamayacağı, şaşırtıcı, olağanüstü olay, mucize.
Ör: Bir gün Oğuz Atay’ın bir tansık gibi edebiyatımızdan geçtiğini kavrayacağız - Selim İleri
teklifsiz konuşma
senli benli, samimi, resmî olmadan konuşma ve davranma.
kehkeşan
samanyolu
zemberek
saatlerin çeşitli parçalarını harekete geçiren bölüm, yay
muttarit
tekdüze
çolpa
beceriksiz olan, eli işe yakışmayan
mâyî
sıvı
palikarya (Rumca)
Yunan delikanlısı
istihale
biçim değiştirme; başkalaşma
farfaracı
gürültücü, şamatacı kimse
farfaracı
gürültücü, şamatacı kimse