Birtakım Kelimeler Flashcards
dimağ
Arapça dimāġ
- isim, eskimiş Beyin.
- isim, eskimiş Zihin: ”Meclisin nerede toplanabileceği fikri dimağımızı işgal ediyordu.” - Atatürk
tekdüze
- sıfat Değişmeksizin, düzenli, aynı biçimde tekrarlanan, sürüp giden, tek örnek, muttarit, yeknesak, monoton: ”Yazıcı, tekdüze bir sesle çabuk çabuk okuyordu.” - Yusuf Atılgan
- zarf (te’kdüze) Değişmeyerek, aynı biçimde tekrar edilerek, bitevi, biteviye.
adabımuaşeret
isim, toplum bilimi, çokluk, (a:da:bımua:şeret), Arapça ādāb + muʿāşeret
Görgü kuralları: ”Sen de ortaya bir adabımuaşeret meselesi atma!” - Peyami Safa
rayiç, -ci
isim, (ra:yiç), Arapça rāyic
Bir para biriminin veya malın satış ve sürüm değeri: ”Türk lirasının rayicinin en yüksek olduğu bir dönemden söz ediyorum.” - Haldun Taner
yadsımak
- -i Yaptığı bir işi, söylediği sözü veya tanık olduğu bir şeyi yapmadığını, bilmediğini söylemek, yaptığını saklamak, inkâr etmek: ”Söylediklerini sonradan yadsımış, duyduğu güvensizliği ortaya koymuştur.” - Selim İleri
- -i İlgili, bağlı bulunduğu bir şeye yabancı kalmak: ”Değerlerimizden kopmadan, şanlı geçmişimizi yadsımadan bir orta yol aramalıyız.” - İnci Aral
- -i Var olan bir şeyi yok saymak, yokumsamak
melamet
(mela:met, l ince okunur), Arapça melāmet
- isim, eskimiş Kınama.
- isim, eskimiş Azarlama, çıkışma.
taahhüt, -dü
isim, Arapça taʿahhud
Bir şey yapmayı üstüne alma, üstlenme: ”Taahhüt işini ortağıma havale ettim.” - Aka Gündüz
taahhüt etmek
üstlenmek: ”Ayda bir, bir şeyler yazmayı taahhüt ederim.” - Ömer Seyfettin
gem vurmak
- hayvanın ağzına gem takmak.
- mecaz her türlü taşkınlığı, isteği, hevesi vb.ni engellemek: ”Senin bütün emellerin, azgın kalbinden korktuğun, ona gem vurmak istediğin içindir.” - Peyami Safa
meftun
sıfat, Arapça meftūn
Tutkun, gönül vermiş, vurgun: ”Şehriban’a hayran, meftun, mecnunca bağlı idim.” - Refik Halit Karay
temaşa
(tema:şa:), Farsça temāşā
- isim, eskimiş Hoşlanarak bakma, seyretme: ”Benden evvel çoluk çocuk bütün ev halkı hayvanı temaşaya çıkmışlar.” - Memduh Şevket Esendal
- isim, eskimiş Seyredilecek görüntü, görülmeye değer şey.
- isim, eskimiş Gezme, seyir.
- isim, eskimiş Oyun, temsil, piyes, tiyatro: ”Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış, şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.” - Samiha Ayverdi
söz gelişi
edat
Bir düşünceyi açıklamak için örnek gösterileceğinde o örneğe giriş olarak söylenen bir söz, söz gelimi, söz misali, temsil, söz temsili, örneğin, mesela, bilfarz: ”Söz gelişi dün sırtında torbasıyla eskicilik yapan biri, bugün özel arabasıyla tiyatroya geliyor.” - Necati Cumalı
temaşa etmek
seyretmek, bakmak:
“Koca bir tarihin tutuştuğunu, çöllerde susuz yanan insanların çatlak dudaklarında temaşa ediyoruz.” - Aka Gündüz
teşbih
isim, edebiyat, (teşbi:hi), Arapça teşbīh
Benzetme: ”Eskilerin şiirde pek bol kullanmaktan hoşlandıkları elemanlardan birisi de teşbihti.” - Asaf Halet Çelebi
farazi
sıfat, eskimiş, (farazi:), Arapça farżī
Varsayımsal.
berat
Arapça berāt
- isim Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
- isim, tarih Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğu.
banknot
isim, Fransızca bank-note
Kâğıt para: ”Tepside onluk, ellilik banknotlar dizi diziydi.” - Azra Erhat
rejim
Fransızca régime
- isim Yönetme, düzenleme biçimi, düzen: ”Hiç kimse Türkiye’de normal, sürekli ve dengeli bir basın rejimi yaşamış olduğunu iddia edemez.” - Burhan Felek
- isim Diyet: ”Sıkı bir rejim takip etmelidir.” - Refik Halit Karay
- isim Bir devletin yönetim biçimi: ”Çok partili rejime geçişte de daha çok siyasal nitelikte oyunlar yasaklanıyordu.” - Metin And
- isim, coğrafya Akarsu debisinin yıl boyunca gösterdiği değişikliklerin tümü.
ecdat, -dı
isim, çokluk, (ecda:dı), Arapça ecdād
Geçmişteki büyükler, atalar: ”Ecdadının dilini neye beğenmiyorsun?” - Hüseyin Rahmi Gürpınar
taksim
Arapça taḳsīm
- isim Parçalara bölme, bölüştürme: ”Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nin taksimini öngörüyordu.” - Attila İlhan
- isim, eskimiş, matematik Bölme.
- isim, müzik Klasik Türk müziğinde faslın başında ve ortasında çalgıcının doğaçlama yöntemiyle yaptığı müzik: ”Davullar çalarken kemanlar taksim yapıyor, kanunlar derin bir ezgi ile titreşirken bando coşuyor.” - Aka Gündüz
intikal etmek
- yer değiştirmek: ”Sonra bahis yine sempati meselesine intikal etti.” - Hüseyin Cahit Yalçın
- anlamak, kavramak.
- miras olarak babadan çocuğa kalmak.
intikal, -li
(intika:li), Arapça intiḳāl
- isim Bir yerden başka bir yere geçme, geçiş.
- isim Anlama, kavrama: ”Onu son gördüğümde de öyle yaptım. İntikali yerinde idi. Güldü. O da bana birkaç fıkra anlattı.” - Haldun Taner
- isim Miras olarak babadan çocuğuna kalma.
- isim, fizik Öteleme.
- isim, ruh bilimi Geçişim.
aheste
(a:heste), Farsça āheste
- sıfat Yavaş, ağır.
- zarf Yavaş, ağır bir biçimde: ”Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın.” - Yahya Kemal Beyatlı
tedvin
isim, eskimiş, (tedvi:ni), Arapça tedvīn
Derleme.
telkin
(telki:ni), Arapça telḳīn
- isim Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama: ”Bu telkin günlerce, haftalarca devam etti.” - Ahmet Hikmet Müftüoğlu
- isim, din bilgisi Talkın.
- isim, ruh bilimi Bilinç dışı bir sürecin aracılığıyla, kişinin ruhsal veya fizyolojik alanıyla ilgili bir düşüncenin gerçekleştirilmesi: ”İçinden gelen gizli bir telkin altında hareket ediyordu.” - Peyami Safa
telkin etmek
aşılamak: ”Her çeşit kokunun az çok manası yani telkin ettiği bir duygu vardır.” - İbrahim Alâeddin Gövsa
imgelemek
-i
Bir şeyin imgesini zihinde canlandırmak, hayal etmek.
imge
- isim Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal, hülya.
- isim Genel görünüş, izlenim, imaj: ”Efsanevi asi kız imgesine, bu imgenin kararlı ödünsüzlüğüne kavuşabilirdi.” - Murathan Mungan
- isim, ruh bilimi Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj.
- isim, ruh bilimi Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar, hayal, imaj.
ödün
isim
Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veya savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme, ödünleme, ivaz, taviz: ”Kalabalığa verilen her ödün, verenleri kendi benliğinden, kişiliğinden uzaklaştırıyor.” - Necati Cumalı
ödün vermek
ödünle uzlaşma sağlamak: ”Karşılıklı ödünler vererek hoşgörü havası içinde dostluklarını sürdürüyorlardı.” - Hıfzı Topuz
tatbik
isim, (tatbi:ki), Arapça taṭbīḳ
Uygulama.
aliterasyon
isim, edebiyat, Fransızca allitération
Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz başlarında ve ortalarında aynı ünsüzün veya aynı hecelerin tekrarlanması.