Birtakım Kelimeler Flashcards

1
Q

dimağ
Arapça dimāġ

A
  1. isim, eskimiş Beyin.
  2. isim, eskimiş Zihin:
”Meclisin nerede toplanabileceği fikri dimağımızı işgal ediyordu.” - Atatürk
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

tekdüze

A
  1. sıfat Değişmeksizin, düzenli, aynı biçimde tekrarlanan, sürüp giden, tek örnek, muttarit, yeknesak, monoton:
”Yazıcı, tekdüze bir sesle çabuk çabuk okuyordu.” - Yusuf Atılgan
  2. zarf (te’kdüze) Değişmeyerek, aynı biçimde tekrar edilerek, bitevi, biteviye.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

adabımuaşeret
isim, toplum bilimi, çokluk, (a:da:bımua:şeret), Arapça ādāb + muʿāşeret

A

Görgü kuralları:
”Sen de ortaya bir adabımuaşeret meselesi atma!” - Peyami Safa

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

rayiç, -ci
isim, (ra:yiç), Arapça rāyic

A

Bir para biriminin veya malın satış ve sürüm değeri:
”Türk lirasının rayicinin en yüksek olduğu bir dönemden söz ediyorum.” - Haldun Taner

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

yadsımak

A
  1. -i Yaptığı bir işi, söylediği sözü veya tanık olduğu bir şeyi yapmadığını, bilmediğini söylemek, yaptığını saklamak, inkâr etmek:
”Söylediklerini sonradan yadsımış, duyduğu güvensizliği ortaya koymuştur.” - Selim İleri
  2. -i İlgili, bağlı bulunduğu bir şeye yabancı kalmak:
”Değerlerimizden kopmadan, şanlı geçmişimizi yadsımadan bir orta yol aramalıyız.” - İnci Aral
  3. -i Var olan bir şeyi yok saymak, yokumsamak
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

melamet
(mela:met, l ince okunur), Arapça melāmet

A
  1. isim, eskimiş Kınama.
  2. isim, eskimiş Azarlama, çıkışma.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

taahhüt, -dü
isim, Arapça taʿahhud

A

Bir şey yapmayı üstüne alma, üstlenme:
”Taahhüt işini ortağıma havale ettim.” - Aka Gündüz

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

taahhüt etmek

A

üstlenmek:
”Ayda bir, bir şeyler yazmayı taahhüt ederim.” - Ömer Seyfettin

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

gem vurmak

A
  1. hayvanın ağzına gem takmak.
  2. mecaz her türlü taşkınlığı, isteği, hevesi vb.ni engellemek:
”Senin bütün emellerin, azgın kalbinden korktuğun, ona gem vurmak istediğin içindir.” - Peyami Safa
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

meftun
sıfat, Arapça meftūn

A

Tutkun, gönül vermiş, vurgun:
”Şehriban’a hayran, meftun, mecnunca bağlı idim.” - Refik Halit Karay

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

temaşa
(tema:şa:), Farsça temāşā

A
  1. isim, eskimiş Hoşlanarak bakma, seyretme:
”Benden evvel çoluk çocuk bütün ev halkı hayvanı temaşaya çıkmışlar.” - Memduh Şevket Esendal
  2. isim, eskimiş Seyredilecek görüntü, görülmeye değer şey.
  3. isim, eskimiş Gezme, seyir.
  4. isim, eskimiş Oyun, temsil, piyes, tiyatro:
”Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış, şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.” - Samiha Ayverdi
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

söz gelişi
edat

A

Bir düşünceyi açıklamak için örnek gösterileceğinde o örneğe giriş olarak söylenen bir söz, söz gelimi, söz misali, temsil, söz temsili, örneğin, mesela, bilfarz:
”Söz gelişi dün sırtında torbasıyla eskicilik yapan biri, bugün özel arabasıyla tiyatroya geliyor.” - Necati Cumalı

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

temaşa etmek

A

seyretmek, bakmak:
“Koca bir tarihin tutuştuğunu, çöllerde susuz yanan insanların çatlak dudaklarında temaşa ediyoruz.” - Aka Gündüz

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

teşbih
isim, edebiyat, (teşbi:hi), Arapça teşbīh

A

Benzetme:
”Eskilerin şiirde pek bol kullanmaktan hoşlandıkları elemanlardan birisi de teşbihti.” - Asaf Halet Çelebi

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

farazi
sıfat, eskimiş, (farazi:), Arapça farżī

A

Varsayımsal.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

berat
Arapça berāt

A
  1. isim Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
  2. isim, tarih Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğu.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

banknot
isim, Fransızca bank-note

A

Kâğıt para:
”Tepside onluk, ellilik banknotlar dizi diziydi.” - Azra Erhat

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

rejim
Fransızca régime

A
  1. isim Yönetme, düzenleme biçimi, düzen:
”Hiç kimse Türkiye’de normal, sürekli ve dengeli bir basın rejimi yaşamış olduğunu iddia edemez.” - Burhan Felek
  2. isim Diyet:
”Sıkı bir rejim takip etmelidir.” - Refik Halit Karay
  3. isim Bir devletin yönetim biçimi:
”Çok partili rejime geçişte de daha çok siyasal nitelikte oyunlar yasaklanıyordu.” - Metin And
  4. isim, coğrafya Akarsu debisinin yıl boyunca gösterdiği değişikliklerin tümü.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

ecdat, -dı
isim, çokluk, (ecda:dı), Arapça ecdād

A

Geçmişteki büyükler, atalar:
”Ecdadının dilini neye beğenmiyorsun?” - Hüseyin Rahmi Gürpınar

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

taksim
Arapça taḳsīm

A
  1. isim Parçalara bölme, bölüştürme:
”Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nin taksimini öngörüyordu.” - Attila İlhan
  2. isim, eskimiş, matematik Bölme.
  3. isim, müzik Klasik Türk müziğinde faslın başında ve ortasında çalgıcının doğaçlama yöntemiyle yaptığı müzik:
”Davullar çalarken kemanlar taksim yapıyor, kanunlar derin bir ezgi ile titreşirken bando coşuyor.” - Aka Gündüz
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

intikal etmek

A
  1. yer değiştirmek:
”Sonra bahis yine sempati meselesine intikal etti.” - Hüseyin Cahit Yalçın
  2. anlamak, kavramak.
  3. miras olarak babadan çocuğa kalmak.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
22
Q

intikal, -li
(intika:li), Arapça intiḳāl

A
  1. isim Bir yerden başka bir yere geçme, geçiş.
  2. isim Anlama, kavrama:
”Onu son gördüğümde de öyle yaptım. İntikali yerinde idi. Güldü. O da bana birkaç fıkra anlattı.” - Haldun Taner
  3. isim Miras olarak babadan çocuğuna kalma.
  4. isim, fizik Öteleme.
  5. isim, ruh bilimi Geçişim.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
23
Q

aheste
(a:heste), Farsça āheste

A
  1. sıfat Yavaş, ağır.
  2. zarf Yavaş, ağır bir biçimde:
”Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın.” - Yahya Kemal Beyatlı
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
24
Q

tedvin
isim, eskimiş, (tedvi:ni), Arapça tedvīn

A

Derleme.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
25
Q

telkin
(telki:ni), Arapça telḳīn

A
  1. isim Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama:
”Bu telkin günlerce, haftalarca devam etti.” - Ahmet Hikmet Müftüoğlu
  2. isim, din bilgisi Talkın.
  3. isim, ruh bilimi Bilinç dışı bir sürecin aracılığıyla, kişinin ruhsal veya fizyolojik alanıyla ilgili bir düşüncenin gerçekleştirilmesi:
”İçinden gelen gizli bir telkin altında hareket ediyordu.” - Peyami Safa
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
26
Q

telkin etmek

A

aşılamak:
”Her çeşit kokunun az çok manası yani telkin ettiği bir duygu vardır.” - İbrahim Alâeddin Gövsa

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
27
Q

imgelemek
-i

A

Bir şeyin imgesini zihinde canlandırmak, hayal etmek.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
28
Q

imge

A
  1. isim Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal, hülya.
  2. isim Genel görünüş, izlenim, imaj:
”Efsanevi asi kız imgesine, bu imgenin kararlı ödünsüzlüğüne kavuşabilirdi.” - Murathan Mungan
  3. isim, ruh bilimi Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj.
  4. isim, ruh bilimi Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar, hayal, imaj.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
29
Q

ödün
isim

A

Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veya savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme, ödünleme, ivaz, taviz:
”Kalabalığa verilen her ödün, verenleri kendi benliğinden, kişiliğinden uzaklaştırıyor.” - Necati Cumalı

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
30
Q

ödün vermek

A

ödünle uzlaşma sağlamak:
”Karşılıklı ödünler vererek hoşgörü havası içinde dostluklarını sürdürüyorlardı.” - Hıfzı Topuz

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
31
Q

tatbik
isim, (tatbi:ki), Arapça taṭbīḳ

A

Uygulama.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
32
Q

aliterasyon
isim, edebiyat, Fransızca allitération

A

Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz başlarında ve ortalarında aynı ünsüzün veya aynı hecelerin tekrarlanması.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
33
Q

asonans
isim, edebiyat, Fransızca assonance

A

Aynı aksanı veren ünlüyü ondan sonra veya önce gelen ünsüzü dikkate almadan her dizenin sonunda tekrarlama biçiminde yapılan uyak.

34
Q

şiar edinmek

A

benimsemek, ilke olarak kabul etmek:
”Zira ki biz, orijinal mevzulara teması şiar edinmişiz.” - Nazım Hikmet

35
Q

pota (I)
isim, (po´ta), Farsça būte

A

İçinde maden eritilen kap.

36
Q

mozaik, -ği
Fransızca mosaïque

A
  1. isim Türlü renklerde, küçük küp biçiminde mermer, taş veya pişmiş toprak parçalarının yan yana getirilmesiyle yapılan resim ve bezeme işi.
  2. isim Bu iş için kullanılan mermer parçaları:
”Mozaikten tapınaklar yapar, tunçtan kaleler, fil dişinden tahtlar kurarmışsın.” - Refik Halit Karay
  3. isim Tatlı bisküvi parçalarıyla yapılan kakaolu pasta.
  4. isim İnce kum, çimento ve küçük mermer parçalarından oluşan karışımla döşeme sıvası.
  5. sıfat Bu sıvayla yapılan (döşeme, merdiven vb.).
  6. isim, mecaz Değişik dillere ve kültürlere sahip insan topluluğu:
”Adları bize kadar gelenlerin bünyelerine dikkat edilirse gerçekten acayip bir mozaik elde edilir.” - Ahmet Hamdi Tanpınar
37
Q

etnik
sıfat, toplum bilimi, Fransızca ethnique

A

Kavimle ilgili, budunsal, kavmî.

38
Q

serzeniş
isim, Farsça serzeniş

A

Yakınma:
”Nihayet uzun uzun münakaşalardan, serzenişlerden, çekişmelerden sonra Seyfi, kadını ikna ediyor.” - Esat Mahmut Karakurt

39
Q

keramet
(kera:met), Arapça kerāmet

A
  1. isim Ermiş kimselerin gösterdiklerine inanılan, doğaüstü, şaşkınlık uyandırıcı davranış veya durum:
”Babamın, mucize ve keramet kıssaları olarak bize anlattığı şeyler bu çeşit gülünç ve çocukça masallardı.” - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
  2. isim Olağanüstü durum.
40
Q

biteviye
zarf

A

Tekdüze:
”Bunun intikamını şimdi, tek gözüyle biteviye kuş peşinde dolaşarak çıkarıyordu.” - Refik Halit Karay

41
Q

tarumar
sıfat, eskimiş, (ta:rumar), Farsça tārmār

A

Dağınık, karışık, perişan.

42
Q

tarumar olmak

A

dağılmak, karışmak, perişan olmak:
”Sen gittin soframız oldu tarumar.” - Cahit Sıtkı Tarancı

43
Q

nükte
Arapça nukte

A
  1. isim İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz, espri:
”Hoş konuşur, nükteleri kahvelere intikal etmiştir, kıyafeti ve tavrı zariftir.” - Halide Edip Adıvar
  2. isim, eskimiş Yazıda, resimde, sözde ve davranışta ince, derin anlam, espri:
Bu fıkradaki nükteyi anlayamadım.
44
Q

bayağı

A
  1. sıfat Aşağılık, pespaye:
”Bütün hareketleri adi, kaba ve bayağı idi.” - Ömer Seyfettin
  2. sıfat Basit, adi, amiyane, banal:
”Kardeşimi birdenbire çok bayağı buldum.” - Peyami Safa
  3. sıfat Herhangi bir özelliği olmayan, sıradan, alelade.
  4. zarf (ba’yağı) Hemen hemen, âdeta:
Bayağı kanacak gibi oldum.
  5. zarf Gerçekten:
”Bayağı, çocuk gibi sevinirim limonun yarısının durduğuna.” - Sait Faik Abasıyanık
  6. zarf Oldukça, epey:
”Hayır işlemeden geçen günü heder olmuş addederek bayağı canı sıkılır.” - Ercüment Ekrem Talu
45
Q

bayağılık, -ğı
isim

A

Bayağı olma durumu, sıradanlık, aleladelik:
”Nerede kibarlık ararsak orada bayağılığa rastlarız.” - Abdülhak Şinasi Hisar

46
Q

vurgunculuk, -ğu
isim, ticaret

A

İleride meydana gelebilecek fiyat dalgalanmalarından yararlanarak haksız kazanç sağlama, alaverecilik, ihtikâr, ihtikârcılık, spekülasyon, spekülatörlük:
”İki harp esnasında, burası kolay kazançların, vurgunculuğun en işlek merkezlerinden biriydi.” - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

47
Q

gam (I)
isim, Arapça ġamm

A

Tasa, kaygı, üzüntü:
”Bana derler gam yükünü sen götür / Benim yük götürür dermanım mı var?” - Karacaoğlan

48
Q

yegâne
sıfat, (ye’gâ:ne), Farsça yegāne

A

Biricik, tek:
”Yegâne emelim, kızımın bir hanımefendi olarak yetişmesidir.” - Attila İlhan

49
Q

beylik söz
isim

A

Herkesin kullandığı, etkisi kalmamış söz:
”Darılma ama bunlar bana hep birtakım beylik sözler gibi geliyor.” - Osman Cemal Kaygılı

50
Q

vecize
isim, (veci:ze), Arapça vecīze

A

Özdeyiş:
”Daima birtakım vecizeler zikreden eniştemiz yemeğe dair de böyle şeyler söyler.” - Abdülhak Şinasi Hisar

51
Q

özdeyiş
isim, (ö’zdeyiş)

A

Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir ilkeyi kısa ve kesin bir biçimde anlatan, genellikle kim tarafından söylendiği bilinen özlü söz, vecize, ülger, kelamıkibar, aforizm, aforizma, motto:
”Kitabındaki her bölümün başına seçkin düşünürlerin ve sanatçıların konuşma sanatına ilişkin özdeyişlerini koymuş.” - Haldun Taner

52
Q

bağdaşmak

A
  1. -le Anlaşmak, uzlaşmak, uymak, imtizaç etmek:
”Gerçekle bağdaşmayan ihtiraslar, insanın duygusunu hüzünden tedirginliğe hatta tiksintiye kadar zorluyor.” - Tarık Buğra
  2. -le Çocuk oyunlarında arkadaş olmak.
  3. -e Bağdaş kurup oturmak:
”İçeride peykelere bağdaşmış, sarıkları kirli, sakalları seyrek, kara sarı ihtiyarlar.” - Attila İlhan
53
Q

tecrit, -di
(tecri:di), Arapça tecrīd

A
  1. isim Ayırma, ayrı bir tarafta tutma.
  2. isim, felsefe Soyutlama.
  3. isim, fizik Yalıtım.
  4. isim, hukuk Mahkûmu cezasını tek başına çekmesi için diğer hükümlülerden ayırma:
    “O zaman herkes böyle bir tecride can atardı.” - Kerim Korcan
54
Q

tecrit etmek

A
  1. herkesten veya her şeyden ayırmak, bir kenara koymak.
  2. felsefe soyutlamak.
  3. fizik yalıtmak.
55
Q

mağrur
sıfat, Arapça maġrūr

A

Kurumlu(II), gururlu, kibirli, kendini beğenmiş:
”Kedi sokaklarda sürünürken bile, eğer sizden korkmadıysa yine mağrur, kibirli ve rahatına düşkündür.” - Cahit Külebi

56
Q

revak
isim, eskimiş, (reva:kı), Arapça rivāḳ

A

Üstü örtülü, önü açık yer, sundurma.

57
Q

pergola
isim, İtalyanca pergola

A

Gölgelik.

58
Q

tente
isim, (te’nte), İtalyanca tenda

A

Genellikle güneşten korunmak için bir yerin üzerine gerilen bez, naylon vb.nden yapılmış örtü:
”En üst setin bir özelliği, ağaçtan ağaca tente gerilmiş olmasıdır.” - Salâh Birsel

59
Q

mamur
sıfat, (ma:mur), Arapça maʿmūr

A

Bayındır:
”Yıkılmış dilberin mamur illeri / Susmuş bülbüllerin taze dilleri” - Karacaoğlan

60
Q

sarp

A
  1. sıfat Dik, çıkması ve geçilmesi güç (yer), yalman:
”İki gündür sarp dağ yollarından aşıyoruz.” - Falih Rıfkı Atay
  2. sıfat, mecaz Güç, zor.
61
Q

berk

A
  1. sıfat Sert, katı.
  2. sıfat Sağlam.
62
Q

pimpirik

A
  1. sıfat Gereksiz yere titizlik gösteren.
  2. sıfat Kuşkucu.
  3. sıfat Çok yaşlı ve güçsüz (kimse).
  4. sıfat, mecaz Harap, bozuk, virane:
”Üç katlı, tahtadan, pimpirik bir evdir burası.” - Salâh Birsel
    “Kapıcı son derece pimpirikli bir adamdır; hiç üşenmez, dairesinden çıkıp kimdir o diye seslenir.” - Ahmet Ümit
63
Q

erdem

A
  1. isim Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet:
”Spor, alçak gönüllülük gibi bir erdem aşılar sporcuya.” - Necati Cumalı
  2. isim, felsefe İnsanın ruhsal olgunluğu.
64
Q

görkemli

A
  1. sıfat Büyüklüğü, görünüşü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, gösterişli,DEBDEBELİ, haşmetli, ihtişamlı, muhteşem, şaşaalı, şatafatlı, tantanalı, anıtsal.
  2. sıfat İri yapılı, iyice serpilmiş.
    “Bir Tanzimat konağının şaşırtıcı debdebesi içinden bu küçük eve düşmüştü.” - Ahmet Hamdi Tanpınar
    “Mustafa bu debdebeli hayata ilk defa giriyordu.” - Aka Gündüz
65
Q

mahfaza
isim, Arapça maḥfaẓa

A

İçinde küpe, yüzük, bilezik vb. değerli süs eşyalarının saklandığı kutu, koruncak:
”Kadife bir mahfazayı usulcacık karısının yastığının altına koydu.” - Ercüment Ekrem Talu

66
Q

astarya
isim, (asta’rya), Fransızca astarie

A

Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre.

67
Q

vaveyla
isim, (va:veyla:, l ince okunur), Arapça vāveylā

A

Çığlık:
”Mısır’ın değme ağıtçıları bile sanırım vaveylalarında benimle yarışa giremezlerdi.” - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

68
Q

namıdiğer
(na:mıdiğer), Farsça nām +dīger

A
  1. zarf, eskimiş Diğer bir deyişle.
  2. zarf, eskimiş Öteki adı ile.
69
Q

perva
isim, (perva:), Farsça pervā

A

Çekinme, sakınma, korku:
”Islanmışın yağmurdan pervası mı olur?” - Rıfat Ilgaz

70
Q

pervasız

A
  1. sıfat Çekinmez, sakınmaz, korkusuz (kimse), biperva:
”Hele hanımlar, şık mı şık, açık saçık ama pervasız ve uzak hanımlar.” - Tarık Buğra
  2. zarf Çekinmeden, sakınmadan, korkmadan, biperva:
”Onları kimsenin görmediğine emin olunca pervasız konuşmaya başladılar.” - Mahmut Yesari
71
Q

alık
sıfat

A

Sersem olan, budala, ebleh:
”Sen ne alık herifsin be? Beni duyuyor musun?” - Nazım Hikmet

72
Q

kötürüm

A
  1. sıfat Yaşlılık veya sakatlık sebebiyle yürüyemeyen, ayağa kalkamayan (kimse), oturak:
”Duvar diplerinde kötürüm gibi yatıyorlar, uyukluyorlardı.” - Ömer Seyfettin
  2. sıfat Yürüyemeyecek derecede sakat (bacak):
”O vakit iki yanmış odundan hiç fark edilmeyen kötürüm bacaklarını gördük.” - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
  3. sıfat, mecaz İşleyemeyen, iş yapamayan.
73
Q

emperyalizm
isim, Fransızca impérialisme

A

Bir milletin sömürü temeline dayanarak başka bir milleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılması veya yayılmayı istemesi, yayılmacılık, yayılımcılık, emperyalistlik:
”İslav emperyalizminin vahşet ve dehşetini tecrübe etmiş olarak yakından tanıyordu.” - Samiha Ayverdi

74
Q

peyke
isim, Farsça pāygāh

A

Genellikle eski iş yerlerinde bulunan, duvara bitişik, alçak, tahta sedir:
”Tıpkı köyünde bir kahvenin peykesi üstüne oturur gibi oturuyordu.” - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

75
Q

muhtasar
sıfat, eskimiş, Arapça muḫtaṣar

A

Kısaltılmış olan.

76
Q

endaze
(enda:ze), Farsça endāze

A
  1. isim, eskimiş 65 santimetrelik uzunluk ölçüsü:
    “Birader, bir ağızlık kullanıyor, nah, asgari bir endaze boyunda.” - Attila İlhan
  2. isim, eskimiş, mecaz Ölçü:
    “Mehmetçiğin makamını şan ve şerefle ölçebilecek, ne bir tartı ne bir endaze ne bir kıyas, ne bir mikyas vardır.” - Necip Fazıl Kısakürek
77
Q

mürüvvet
Arapça muruvvet

A
  1. isim Bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri vb. olaylardan duyulan mutluluk, sevinç.
  2. isim Cömertlik.
  3. isim, eskimiş Yiğitlik, mertlik.
78
Q

cürüm, -rmü
Arapça curm

A
  1. isim, hukuk Suç:
    “Suçlu cürmünü inkâr etmekte ve saçma sapan ifadeleriyle tahkikatı karıştırmak istemektedir.” - Nazım Hikmet
  2. isim Yanlışlık, kusur veya hata:
    “Onun çalışmasını bozan, hassasiyetini körleten her şey cürümdür.” - Haldun Taner
79
Q

cürmümeşhut, -du
isim, hukuk, (cü’rmümeşhu:du), Arapça curm + meşhūd

A

Suçüstü:
“Bünyamin ürpermişti çünkü kolu kavrandığı an bir cürmümeşhut olayı yaşanacağını sanmıştı.” - İhsan Oktay Anar

80
Q

Başat

A

Baskın