02 Flashcards

1
Q

çapaçul

A
  1. Kılık kıyâfeti derli toplu ve düzgün olmayan, eşyâları ve yaşadığı yer düzensiz ve dağınık olan (kimse), derbeder, pasaklı:

Çocukken son derece çapaçul olduğum halde git- gide âdeta şıklaşıyordum (Reşat N. Güntekin).

  1. Düzensiz, dağınık, temizliği ve intizâmı ihmal edilmiş (yer, kılık vb.):

Mûsâ gene her günkü çapaçul kılığına bürünmüş (Reşat N. Güntekin). Direklerarası gösterildiği kadar ne çapaçul ne aşağı seviyede ne de terbiyesizdi (Burhan Felek).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

İÂNE

A
  1. Yardım:

Çocuk tabiatın hârikulâde bir iânesine mazhar olarak yatağa düştüğünün on altıncı günü iyileşmeğe başladı (Nâmık Kemal). Gökten geliyor bugün terânen / Olmaz mı biraz bana iânen (Abdülhak Hâmit).

  1. Yardım için toplanan para:
    Çoluk çocuk evde açız; iânenize muhtâcız (Tevfik Fikret). Bunun üzerine iâne toplanır (Hüseyin C. Yalçın).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

İĞVÂ

A

Baştan çıkarma, yolunu şaşırtma, ayartma:

… ve kābil-i kurb-i ilâh olmuş iken benden sonra iblis iğvâsına giriftar olalar (Fuzûlî). Hîç ana nazîr olmaz iken tâlii gör kim / Anı da komaz hâline iğvâ-yı zamâne (Nef’î). Gözüm açıldı, niçin beni iğvâ ettiğini anladım, yeter (Ahmed Midhat Efendi).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

bîzâr

A
  1. Bıkmış, usanmış, bezmiş:

“Köhne, âvâre, bîhaber, bîzâr” (Tevfik Fikret).

  1. Tedirgin, rahatsız:

“Bu sineklerden pek bîzârım” (Burhan Felek).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

Dar

A

(Ar. dār) Birkaç bölümden ibâret mesken, ev, konak.

1. Önüne geldiği kelimelere “yer, mahal, mekân” anlamı katarak Arapça, bâzan da Farsça isim tamlaması şeklinde –özellikle kurum adları olmak üzere– çeşitli birleşik kelimeler yapar. Bunlardan bâzı örnekler ve daha güçlü kabul edildikleri için madde başı olarak alınanlar aşağıda gösterilmiştir:

Dâr-ı dünyâ: Bk. DÂRIDÜNYÂ. Dârü’l-aceze: Bk. DÂRÜLACEZE. Dârü’l-âhire – Dâr-ı âhiret: Öteki dünya, âhiret. Dârü’l-ahzan – Dâr-ı ahzan: Hüzünler evi (Hz. Yâkub’un, oğlu Yûsuf’u kaybettikten sonra kapandığı kulübe), külbe-i ahzan. Dârü’l-azab – Dâr-ı azab: Cehennem. Dârü’l-bedâyi: Bk. DÂRÜLBEDÂYİ. Dârü’l-bekā – Dâr-ı bekā: Âhiret.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

Mahviyet

“Şecâatinde bir güzellik vardır ki îtikādımca sükût ve mahviyetten doğar”
(Cenap Şahâbeddin).

A
  1. Alçak gönüllü olma durumu, alçak gönüllülük, tevâzu:

Benliği terket eğer insan olam dersen çalış / Kûşe-i mahviyyet içre i’tilâ göstermeğe (Karagöz Gazeli).

Şecâatinde bir güzellik vardır ki îtikādımca sükût ve mahviyetten doğar (Cenap Şahâbeddin).

  1. tasavvuf. Kulun kendisinde hiçbir varlık görmeyerek bütün iş ve davranışlarında Allah’ın küllî irâdesine teslim olması durumu, mahv hâli: Mahviyet, sâlikin kendisini bütün yaratıkların en aşağı ve bayağısı görmesidir (İrfan Gündüz).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

harim

İşte o günlerde idi ki yurt aşkı ile gönül aşkı bir gün ansızın kalbimin harîminde birleşti (Aka Gündüz).

A
  1. Yabancılara yasak olan, yabancılardan korunan mukaddes yer:

Evlendikten sonra güya hemşîresi kendisi için daha az hemşîre olacak, bir yabancıya herkesten ziyâde harim olduktan sonra ona, kardeşine bîgâne kalacak idi (Hâlit Z. Uşaklıgil).

İşte o günlerde idi ki yurt aşkı ile gönül aşkı bir gün ansızın kalbimin harîminde birleşti (Aka Gündüz).

  1. Harem dâiresi.
  2. Câmilerde toplu namaz kılınan iç kısım, ana mekân, sahın: Esas olan harim, yâni ibâdet edilen yerdir. Süleymâniye’de bu en mükemmel şeklini bulmuştur (Ergun Göze).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

Vardakosta

Şişman, boylu boslu, vardakosta bir karı… (Hüseyin R. Gürpınar’dan).

A
  1. Gösterişli, çalımlı, iri yarı (kimse, özellikle kadın):
    Vaktiyle biz bunların incilisini yapar, birkaç keseye satardık. Vardakosta bir hanımefendi: –Küçüklüğüm hatırıma geldi… (Ahmet Râsim). Hanım vardakosta bir şey… (Fahri Celâl).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

Teşrin

Artık ne gelen ne beklenen var / Tenhâ yolun ortasında rüzgâr / Teşrin yapraklarıyle oynar (Yahyâ Kemal).

A

Eski takvimde ekim ve kasım (teşrînievvel ve teşrînisânî) aylarına verilen ortak isim:

Uzun müddet güneşte pişen meyveler teşrinlere doğru tatlı renkler içinde kokulanır, ballanır (Ahmet Hâşim).

Onun içindir ki vapurumuz ılık bir teşrin havasında Marsilya’dan kalkarken eşyâmı kamarama yerleştirip… (Refik H. Karay).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

müfîd

Fransa, İslavlık nâmına döktüğü para ve kanların kendisine müfit olamayacağını anlamaya başlamıştır (Ahmet Râsim).

A
  1. Fayda veren, yarar sağlayan, faydalı, yararlı:

Dediler gam giderir bâde çok içtim sensiz / Gam-ı hicrâna müfîd olmadı ol kan olmuş (Fuzûlî).

Îtimad, îtinâ, cesâret, ümmîd / Hepsi lâzım bu yurda, hepsi müfîd (Tevfik Fikret).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

hicrân

Yurt hicrânı çekiyor, yabancı toprağa alışamıyor (Refik H. Karay).

A
  1. Ayrılık, ayrılık acısı:

Yurt hicrânı çekiyor, yabancı toprağa alışamıyor (Refik H. Karay).

  1. İnsanın içinde yer eden, unutulmaz, onulmaz, dinmez acı:

Hepsi sırtında abâ günlerce / Gittiler içleri hicranla dolu (Yahyâ Kemal).

Bir hicrânım var ki ölsem yüreğimden çıkmayacak (Reşat N. Güntekin).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

HEREKLEMEK

A

Destek isteyen veya sarılıcı bitkilerin yanına herek dikmek ve bu bitkileri hereğe bağlamak.

Herek = Bitkilerin sarılması ve dik durması için yanlarına dikilen kazık: “Fasulya hereği.” “Asma hereği.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

KÜŞÂYİŞ – GÜŞÂYİŞ

A

Açılma, ferahlama, açıklık, ferahlık:
Oldu şüküfte devr-i hatında gül-i murâd / Fasl-ı bahârdır yine seyr et küşâyişi (Fıtnat Hanım).

ѻ Küşâyiş bulmak: Açılmak, ferahlamak:

“Bu sâde, basit zevklerle ne de güzel tatmin olur, ferahlar, küsâyiş bulurdu” (Sâmiha Ayverdi).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly